Kitap okumayalı, bir ay kadar olmuştu
herhalde. Bir ara, Mustafa Kutlu’nun, Anadolu Yakası Nehir söyleşi kitabına
başlamıştım. Bi 20 sayfa falan okuyup, bir köşeye bırakmıştım. Sonradan devam
edememiştim, kalmıştı öyle. Son bir hafta, kitaba kaldığım yerden devam ettim. Ve
sonunda kitabı bugün bitirdim. Kitapta bir gazeteci, bir televizyon sahibi ile
röportaj yapıyor. Ama röportaj deyince, “Aman ne röportajı, okuyamam şimdi”
demeyin. Çünkü bende öyle dedim. Ama kitabı okudukça anladım ki, olay öyle
değil. Evet, röportaj var ama. Bir okuyun, o röportajın içinde birde neler var?
Televizyon sahibi Muzaffer Gönül’ün, yani Muzo’nun, sinema ve televizyon
sevdası var. Yine Muzo’nun, sinema setlerinden nasıl televizyon patronluğuna
yükseldiği var.
Sosyal hayata dair, bugünkü aydın
dediğimiz kişilerin nasıl olması gerektiğine dair, televizyonun kültürel yaşama
etkisine dair, kısaca hayat var yani hayat. Ben zevkle okudum. Zaten kısacık
bir kitap. 207 sayfa. Şimdi kitaptan çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum
sizlerle. Muzaffer, İstanbul’a okumaya gitmiştir. Seneler sonra ailesini
ziyarete gelir. Ve orada köyüyle özlemini giderir. Eski günlerine gider. Yazar
Mustafa Kutlu, burayı çok iyi anlatmış. Bende bu bölümü seçtim sizinle
paylaşmak için.
Camiden çıktık. Baba ben biraz dolaşacağım
dedim. İyi dedi, geç kalma.
Köyden çıktım kendimi artık ekilmeyen
tarlalara, göz alabildiğine uzanan topraklara vurdum. Bizim köy de boşalıyordu.
Gençler gurbete gidip dönmüyordu, tarlaları ot kaplamıştı.
Kuru otlar bastıkça çıtırdıyor, her
birinden ayrı bir koku yükseliyordu. Dağdan gelen serin yel kekik kokuyordu. Yürüdüm,
yürüdüm. Eskiden kuzu otardığımız yerlerden geçtim. Yemlik yedim, kuzu kulağı
kopardım. Önümde ufuk. İşte bu, şehirde görülmeyen bir şeydir. Şehirde binalar,
arabalar, kalabalık insanın üzerine gelir. Onu sindirir, bir zavallı kılar. Bu düzlük
öyle değil, kendini özgür hissediyorsun. Sanki kollarını kaldırsan uçacaksın.
-Abi film çekmeye başladın sen. Tarkovski
oldun sanki.
-Olurum, bir mani mi var?
-Olursun inşallah.
-Evet, dönüp geldim. Doğru mezarlığa. İri meşelerden
birine sırtımı dayadım. Dualar ettim. Meşe yapraklarının kurumuş olanları, esen
yelle ağır ağır mezarlar üzerine dökülüyor. Yaprak da fani, insan da.
-Ama yaprak baharda yeniden çıkıyor be
abi.
-O yaprak eski yaprak değil. Bir babanın
oğlu gibi. Baba toprağa karışıyor, oğlan hayatı sürdürüyor, Cenab-ı Hakk’ın
kanunu bu.
Bir çayır kuşu öttü. Bir daha öttü.
Gözümden yaş
damladı. Bilmem neden?
-Abi bu çok
mühim. Neden ağladın?
-Cevabı yok.
Her yan metafizik. Hayat, ölüm, yaprak, kuş. Kimse bir şey açıklayamaz. İnsan orada
aciz olduğunu anlıyor ve inancı varsa dua ediyor.
Dua insanın
Allah’a en yakın olduğu an.
Belki bu
sebepten gözlerimden yaş geldi.
Kitabı okumadım ama seçtiğiniz bölüm kitabın en güzel bölümlerinden olsa gerek.
YanıtlaSilAynen. Daha onun gibi bir kaç güzel yeri daha var. Günümüz aydınının nasıl olması gerektiğine dair güzel bir bölüm de vardı.
SilFarklı yazar ve konular okumak iyi olabilir... Sevgiler...
YanıtlaSilFarklı bir bakış açısı kazanıyor insan. Sevgiler
SilGüzel kitaba benziyor.Biraz dini motifler var sanırım.
YanıtlaSilÇok az miktarda var. Bence güzel kitap. Sinema ve televizyona ilgisi olanlar daha bir zevkle okur.
SilBazı kitaplar öyledir elinize alırsınız yine bırakırsınız siz başarmışsınız okumayı benimde öyle elime alıp bıraktıklarım var bloglamak bahanesiyle okuma programımı tekrar düzenledim diyebilirim.. Paylaşımınız çok etkileyici özellikle alınıtınız.. Görüşmek üzere :)
YanıtlaSilYorumunuz için çok teşekkür ederim :)
Sil