güncel sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
güncel sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

İlk defa bir bilim şakası okuyacaksınız...

     Haberi okuduğumda bunu Türk yapmıştır dedim ama Türk yapmamış. Yabancı bilim insanlarından biri, James Webb teleskobundan görüntü diye sucuk paylaşmış. Hakikaten sucuk da gezegene benziyor şimdi. “Bilim şakası yaptım” demiş savunmasında da.

HÜSRANA UĞRADIK HEP DOSTLAR…

     Gelen her Milli Eğitim Bakanı ile heyecanlandık. “Bu sefer iyi şeyler olacak galiba” diye. Ama hep hüsrana uğradık. Bize uygun bir model oluşturmak bu kadar mı zor?

RUHİ’Yİ, YİNE MİLYONLAR İZLEMİŞ…

     Ruhi Çenet’in, 6 gün önce yayınlanan, Lut Çölü videosu 6,2 Milyon kişi tarafından izlenmiş. Bu çocuk video yapmıyor yapmıyor, yapınca da milyonlarca izleniyor.

KISA KISA NOTLAR ZAMANI…

*Bu akşam oynanan İstanbulspor- Trabzonspor maçıyla Süper Lig başladı.

*Güncel kategorisindeki yazılarımı okumak için güncel kelimesine tıkla.

*Norm Ender, “Sadece Öpücem” adında yeni bir şarkı yapmış. YouTube trendlerde gördüm.

 

Bir zamanlar blog yazanlar gazetelere haber olurmuş...

Bir zamanlar bloglar çok meşhurlarmış. Hatta bazı bloglar yaşadıkları yerlerin yerel gazetelerine çıkmışlar. Sonra hayatımıza YouTube girmiş.

Video girmiş. Artık insanların ilgisi okumaktan çok izlemeye kaymış. Orada blogdan bir kopuş olmuş. Bunun yanında sosyal medyalar da blog dünyasını etkilemiş.

Mesela Twitter. Bilmem kaç karakterle duygularını ifade etmeye başlamış insanlık.

NE UZUN YAZI YAZAN, NE DE UZUN YAZI OKUYAN KALDI…

Ne uzun uzun yazılar yazan bloglar kalmış ne de uzun uzun yazıları okuyan blog okurları.

Her şey hızlı yaşanmaya başlamış.

Sonra 10 dakikalık videolar da uzun gelmeye başlamış bizlere. 10 saniyelik, 15 saniyelik videolar popüler olmuş.

VİNE İLE BAŞLADI HER ŞEY…

İlk bu tip kısa videolar Vine diye bir uygulama vardı. Orada meşhur olmuştu diye hatırlıyorum.

Sonra YouTube da bu videolara benzeyen shorts video çıkardı. Şimdi artık videonun shorts olanı, yazının tweet hali makbul.

Ben de bunu düşünerek çoğu zaman yazılarımı hep kısa kısa yazdım. Genelde 100 kelimelik yazılarla doldurdum bloğumu. Belli ölçüde etkileşim de aldım.

EN AZ 300 KELİME İSTERİM DİYE TUTTURAN GOOGLE…

Ama Google’ın blog yazılarında görmek istediği kelime sayısı- farklı farklı rakamlar söyleyenler olsa da- en az 300 kelime.

Ama her zaman 300 kelime yazamadım. Kimi zaman 50 kelime yazdım- 100’den bile düştüğüm zamanlar oldu yani- kimi zaman da 100 kelime.

ŞAPKADAN TAVŞAN DEĞİL BU YAZI ÇIKTI…

O anki ruh halime göre bir yol tutturdum yani. Aslına bakarsanız bu akşam bu konu hakkında yazmak yoktu aklımda.

Genelde güncel konular üzerine yazarım. Ama bu akşam güncel konular üzerine yazmak gelmedi içimden. Ben de aklıma ilk gelen konuyu yazdım.

BU DEVİRDE BLOG YAZMA HEVESLİSİ GÖRMEK…

Blog yazmaya yeni başlayacak olan ve benden fikir almak isteyen bir kişi yazdı geçenlerde. Hala blog yazmaya hevesli birilerini görmek sevindirdi beni.

Kendisine edindiğim tecrübelerden birkaç şey paylaştım. Aslında bilindik şeyler. Çok da sihirli formüller değil yani.

SİHİRLİ OLMAYAN O FORMÜLLER…

“Çok sevdiğin bir konu varsa her zaman onun üzerine yaz. Eğer belli bir konu üzerine yazmayacaksan da ne istiyorsan onu yaz. Boşver bloğun her telden olsun.” gibi şeyler.

Umarım blog yazmaya başlamıştır o kişi.

Haluk Tatar hakkında değişen fikrim...

     Haluk Tatar hakkında değişen fikirlerimi yazmak istiyorum. Haluk tatar bir YouTuber. Bu işe ilk başladığında başarı üzerine, kişisel gelişim üzerine videolar çekiyordu. Videolarını çok seviyordum ve takip ediyordum.

SİYASET ÜZERİNE VİDEOLAR ÇEKMEYE BAŞLAYINCA…

     Sonradan güncel konular üzerine videolar çekmeye başladı. Güncel konulara girince ister istemez siyasete de giriyorsun. Artık siyasi videolar çekmeye başladı. O günlerde Haluk Tatar’ın yanlış yaptığını, sadece kişisel gelişim üzerine videolar çekmesi gerektiğini söylemiştim. Gelinen noktada bu fikrimi değiştirdim.

ARTIK GÜNDEM ÜZERİNE VİDEOLAR YAPIYOR…

     Günlük olarak gündem üzerine videolar çekmeye başladı. Gündem üzerine yorumlarını da beğenen bir kitlesi oluştu. Bu kitlenin içinde ben de varım. Artık arada bir kişisel gelişim videoları çekiyor. Ağırlığı gündemle ilgili yorum yaptığı videolara verdi. Gündemle ilgili yorumlarını beğeniyorum. Bazen konulara yorum yaparken espri de katıyor. Yerinde espriler.

GÜNDEM ÜZERİNE YORUMLAMALARI GÜZEL…

     Sonuç olarak artık gündem yorumlamalarını yaptığı videoları ben de seviyorum. Artık bu tür videolar çekmesini yadırgamıyorum. Gündem yorumlama işini güzel yaptığını, hakkını vererek yaptığını düşünüyorum.

ASIL BU TİP VİDEOLAR ÇEKMEK İSTEYEN BİR YANI VARMIŞ…

     Adamın içinde gündem yorumlama yapmak için bekleyen bir yanı varmış. Zaman geçtikçe bu ortaya çıktı. Gündem yorumlamak da kolay bir iş değil bak, onu da söyleyeyim. Hayatta bazı şeyleri yaşamış, görmüş olman lazım. Kendin deneyimlemiş olman lazım. Onun dışında konularla ilgili o işin tarihi hakkında da bilginin olması lazım. Bu iki özellik de Haluk Tatar da var.

Bloğuma yazacak konu nasıl buluyorum?


     “Blogda yazacak konu bulamıyorum?” ya da “Blogda ne yazayım?” gibi sorular her zaman bir blogcunun kendine sorduğu sorulardır. Bilmem ne kadar yıl oldu blogda yazmaya başlayalı ben bile hala soruyorum. Ben bir konu üzerine yazmıyorum. Uzun uzun yazmıyorum. Ve her gün kısa da olsa bir şeyler yazmak istiyorum. O nedenle her gün bu soruları kendime soruyorum. 

Blogda ne yazmalısın

     Kendime bir eziyet yapmıyorum bu soruları sorarak. Bu soruları sormayı, bu sorularla haşır neşir olmayı seviyorum. Bir gün güncel bir olay üzerine yazıyorum. Bir gün diziler hakkında, bir gün yaşadıklarımı yazıyorum. Bloğumu ne olursa olsun o gün boş bırakmamaya çalışıyorum. 

     İnsan kendini böyle sıkınca elbette yazacak bir şeyler buluyor. Bir nevi de egzersiz oluyor insana. Her gün konu bulma egzersizi. Eğer belli bir konu üzerine yazmıyorsanız. Ne üzerine yazarsanız yazın. Olmadı o gün duyduğun güncel bir haberi bile yazsan olur. Yeter ki yazın.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/ycTvvg1mPU4

Blog yazarlığında, Enes Batur gibi ol...


     Enes Batur ile blog yazarlığının ne alakası var? Şu alakası var: Enes Batur uzun süreden beri her gün yeni video yüklerdi kanalına. Her akşam onun kanalını açtığımda bilirdim ki, yeni video yüklenmiş olurdu. Şimdilerde 2 günde 1 yükler oldu. Yani devamlı güncel tutuyor kanalını. Ondan sonra diyorlar, “Niye bu kadar takipçisi var?”. Olur tabi. Çünkü devamlı güncel. Çünkü devamlı yeni içerik üretiyor. 

blog yazmak

     Bizde blog yazarları olarak her gün olmasa bile belli aralıklarla içerik üretmeliyiz. Ama senin bloğunu takip eden kişi, “Şu gün muhakkak yeni yazı girer” demeli. Haftada birse bir. Haftada üçse üç yazı. Ama bu yazıların günleri belli olmalı. Mesela pazartesi, çarşamba ve cuma gibi. O zaman hep takipçi sayısı, hem de okunma oranları artacaktır bence.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/HDMqSQxjNBE

Kalben, Haydi Söyle şarkısı ile patladı...

     Kalben ismini ilk duyduğumda enteresan gelmişti bana. “Ne biçim bir isim bu?” demiştim. İlk Kral tvde, Saçlar şarkısının klibini izlemiştim. O koca gözlükleri falan, bana doksanlı yıllardaki giyim tarzını hatırlatmıştı. Şarkısını da beğendim. Kendine has bir tarzı, bir kişiliği olduğu belliydi. Sonra Okan Bayülgen’in programına konuk olmuştu. Orada birkaç şarkı daha söylemişti. O şarkılarını da beğenmiştim. Konuşmasını falan dinledim de, bana biraz kendini beğenmiş gibi geldi. En son o programdan sonra kendisinden ses seda çıkmamıştı. Ta ki reklamlarda seslendirdiği şarkılara kadar. Son reklam filminde Haydi Söyle şarkısını söylüyor. Bu reklamdan önce kısa bir şarkı söylediği bir reklam daha vardı.

Kalben, Haydi Söyle şarkısı, güncel
Kalben'in sesinden Haydi Söyle bir başka

                                              HAYDİ SÖYLE ŞARKISI
     Ama Kalben asıl patlamasını, Allianz reklamlarında söylediği Haydi Söyle şarkısı ile yaptı. Haydi Söyle, bilmeyenler için söyleyeyim İbrahim Tatlıses’in şarkısıdır. Kendisi söylemiştir. Söylediği zamanda da çok meşhur olmuştur. Arabesk bir şarkıdır yani Haydi Söyle. Ama Kalben bu şarkıyı öyle bir söyledi ki. Şarkı adeta yeniden patladı. Her reklam çıktığında insan kendini şarkıya kaptırıyor. İnsan, “Şu Kalben’in şarkı söylediği reklam çıksa da dinlesek” der mi? Şarkıyı bu kadar güzel söylerse der. Reklama denk gelmeyenler için buradan reklama bakabilir ve şarkıyı dinleyebilirler. Şarkıyı dinler dinlemez de hemen sıcağı sıcağına yorumlarınızı duymak isterim. İşte yaşadığımız bu durum, reklamların ne kadar da önemli olduğunu gösteriyor.
                              HEMEN DAVET EDİLMESİ GEREKEN KONUK
     Zamanında, “Reklamlar sayesinde firmalara insanların sempatisini kazandırabilirsiniz” diye laflar duyardım. Bir anlam veremezdim. İşte şimdi şimdi anlıyorum, o söz ile ne anlatmak istediklerini. Şimdi, Allianz firmasının ismini duymayan kalmamıştır. Ve ister istemez insanın bir sempatisi oluşuyor firmaya karşı. Reklam bu kadar popüler olmuşken ve dillerde bu şarkı dolaşırken, ben programcıların yerinde olsam hemen Kalben’i programıma davet ederdim. Kendisini daha yakından tanımak için. Eminim böyle bir program ilgi çekici olurdu. Kalben kimdir, kaç yaşındadır, müziğe nasıl başlamıştır, müzik dışında okuyor mudur, konuşması, hali-tavrı nasıldır? Şimdi bunların hepsi merak konusu. Belki hafta sonu yayınlanan sabah programları davet etmiş olabilir. Ben denk gelmedim ama. Denk gelsem muhakkak izlerim.


Şahan Gökbakar'dan samimi bir hareket...

     Geçtiğimiz günlerde Şahan Gökbakar, Recep İvedik 5’in fragmanını yayınladı. Ve ortalık karıştı. Peki ama neden? Aslında olayı bu akşama kadar bende bilmiyordum. Birkaç gündür bununla ilgili her yerde konuşuluyordu. “Azerbaycan’dan fragmana tepki var” diye. “Ne Azerbaycan’ı, ne Recep İvedik’i? Ne alakası var?” deyip, sordum durdum kendime. Sonunda bu akşam haberlerde işin aslı astarını öğrendim. Recep İvedik, olimpiyatlara katılıyor. Boks maçına çıkıyor. Karşısındaki rakip de Azerbaycan’lı boksör. Recep İvedik bir yumruk atıyor. Azerbaycan’lı boksör uçuyor, ringin direğine çarpıyor. Bir tane kadın konuştu bu konu hakkında. Sanırım Azerbaycan’lı bir milletvekiliydi. “Azerbaycan forması olan bir boksörün havada uçması ve yere düşmesi hiç hoş değil” diyordu. 

şahan gökbakar, recep ivedik 5, güncel
                                                        
                                                        YA BİR TÜRK BOKSÖR OLSAYDI
     Sanırım millet olarak Azerbaycan’ı bu yüzden çok seviyoruz. Bir an kendimi onların yerine koydum. Bir Türk boksörün öyle havada uçması, hemde üzerinde ay yıldız varken havada uçması, beni de rahatsız ederdi. Şahan Gökbakar tüm bu yaşananlardan sonra sanırım bir tweet atmış. “Azerbaycan’lılar bizim kardeşimizdir. O sahnede asla art niyetli bir şey düşünülmemiştir” demiş. Ama bu bile tepkileri dindirmemiş. Sonunda sosyal medyadan Şahan Gökbakar bir açıklama yapmış. Bir video çekmiş. Videoda, “Benim amacım asla bir sorun çıkarmak değildi. Ne yaptıysak gülmek için yapıyoruz. Ama madem ki Azerbaycan’lı kardeşlerimiz bu sahneden bu kadar kırıldılar. Bende öyleyse o sahneyi filmimden çıkarıyorum. Böylelikle ne kadar samimi olduğumu göstermek istedim. Hem de bunu kullanarak film hakkında olur olmaz konuşacakların önünü kesmiş olacağım” demiş.
                                                        FARKLI BİR ŞAHAN GÖKBAKAR
     Öncelikle Şahan Gökbakar’ın bu kadar hassas olduğunu bilmiyordum. O kadar hassas ki, bu sahnenin ne kadar kalp kırıcı olduğunu anlamış ve adam, o sahneyi filminden çıkarmış. Dışardan görünen, egosu yüksek Şahan Gökbakar bunu yapmazdı. Ve asla o sahneyi filminden çıkarmazdı. Konuşma yaptığı videoyu izledim. Çok samimi buldum. Hiç yapmacıklık yoktu. “Helal olsun Şahan” dedim. Ne kadar da Recep İvedik’i sevmesem de. Şahan Gökbakar yaptığı bu davranışla, gözümde çok saygı duyduğum biri haline gelmiştir. Daha önceden saygı duymuyor muydum? Elbette duyuyordum. Ama adamın böyle hassasiyetinin olduğunu bilmek ve konuşmasındaki samimiyeti etkiledi beni.

Blogda yorum yapma, art niyetlisin çünkü...

     Blogda yorum yapma konusunda söyleyeceklerim var. Daha bu akşama kadar, bu şekilde bir yazı yazacağımdan benim bile haberim yoktu. Bir blog arkadaşımın yazısını okumak için sitesine tıkladım. Baktım aşağıda bir tane yorum yapılmış. Ve yorumun kim tarafından yapıldığı bölümde adsız yazıyor. “Bakalım bu adsız kişi yine ne yumurtlamış?” dedim. Niye böyle dedim.
     Çünkü dikkat ettim. Benim herhangi bir yazıma da adsız olarak yorum yapanlar, genelde o yazıyı yazanı, yerin dibine batıracak yorumlar yapıyorlar. Bu yorumları yapanların amacı: Sadece ve sadece yazıyı yazana laf sokmak. Hiçbir şekilde amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Yorumu yapan birde sözde doktormuş. Doktora bak sen doktora.

blogda yorum yapma, güncel

     Blogda yorum yapma konusunda doktor olmak yetmiyor be kardeşim. Madem doktorum diye caka satıyorsun, kimliğini niye gizliyorsun? Niye adsız bir şekilde yorum yapıyorsun? Çünkü amacın hayırlı bir şey değil. Korkaksın. İsim ile yorum yaparsan başıma bela alırım diye mi korkuyorsun. Bu tür insanlara prim vermeyeceksin arkadaş. Egolarını tatmin etmelerine yardımcı olmayacaksın.
     Biliyorsun, yorum art niyetli bir yorum. Denetlenmeyi bekleyen kısmında gördün mü bu yorumu. Hemen sileceksin. Kendileri tarafından değil, egoları tarafından yazdırılan o yorumları, silinen yorumlar cehennemine göndereceksin. Tıpkı Amerikan filmlerindeki gibi, “Canın cehenneme” diyeceksin. Bu tip insanlar, insan gibi muamele edilmeyi hak etmiyor çünkü.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/blog-icon-information-internet-262508/


Yandex, en çok aranan kitapları listelemiş...

     Kitaplar üzerine yapılan araştırmaları her zaman sevmişimdir. Ne zaman kitaplar hakkında bir araştırmaya denk gelsem, kaçırmam hemen okurum. Yine böyle bir araştırmaya denk geldim. Bu araştırmanın sonuçlarını da sizlerle paylaşmak istedim. Araştırmayı yapan Yandex. İnternette en çok hangi kitapları aratıyoruz sorusunun peşine düşmüşler. İlk iki sıradaki isimler, beni hiç şaşırtmadı. Beklenilen bir sonuç. Ama üçüncü kitabı ben ilk defa duydum. Tabi sadece üç kitap hakkında bilgi vermemişler. Arka arkaya on kitabı sıralamışlar. Şimdi isterseniz, birinci sıradan başlamak üzere kitapları ve kitaplar hakkındaki yorumlarımı yazmaya başlayayım. Unutmadan, araştırmanın tarihini de söyleyeyim. Bu araştırma, 1-15 Kasım tarihleri arasındaki aramaları incelemiş.
          1-    Kürk Mantolu Madonna/ Sabahattin Ali: Şu kitabı okuma fırsatını hala ve hala bulamadım. Ama bu kitabı okur okumaz, hemen hakkında bir inceleme yazısı yazacağım. Kitabı daha önceden duymuştum. Ama basından ilk defa, bunca yıl sonra çok satanlar listesine girmesiyle duydum. Bundan çok kısa süre önce de kitaptaki Madonna’yı, şarkıcı Madonna ile karıştıran bir magazin programıyla yeniden gündeme gelmişti.
          2-    Tutunamayanlar/ Oğuz Atay: Bu kitap hakkında daha öncede yazdım. Tam iki kere okumaya kalktım ama ikisinde de yarıda bıraktım. Yok bu kitabı anlayamıyorum. Ama yakın zamanda yeniden okumayı deneyeceğim. Bu kitaba gençlerin ilgisi Poyraz Karayel dizisinden sonra da çok arttı. Devamlı o kitabın dizide gösterilmesi, o kitaptan bir şeyler okunması falan, Poyraz Karayel tutkunlarını ister istemez kitaba yöneltti.
          3-    Harry Potter ve Lanetli Çocuk/ J.K Rowling: Harry Potter’ın neredeyse tüm bölümlerini izledim. Ben bir Harry Potter hayranıydım. Harry Potter’a filmlerinden başladığım için, hiç kitaplarını okumaya yeltenmedim. Çünkü filmde kurduğum Harry Potter dünyası, kitap ile yıkılabilirdi. Bu kitabını ilk defa duydum. Ama dediğim gibi, kitaplarını okumayı tercih etmediğim için bu kitabı da pas geçeceğim.
          4-    Adam / Yılmaz Özdil: Kendisiyle siyasi görüşlerimiz uyuşmaz. Ama buna rağmen, köşe yazısına denk gelirsem okurum. Bu kitabını ilk defa duyuyorum. Elime geçerse okurum. Ama gidip alayım diye özel bir çabam olmaz.

güncel, Yandex, en çok aranan kitaplar
İşte en çok aranan kitaplar

          5-    Darbenin Kayıp Saatleri/ Mete Yarar-Ceyhun Bozkurt: Mete Yarar’ın analizlerini severim. O yüzden bu kitabı muhakkak okumak isterim. Ama Ceyhun Bozkurt ismini ilk duyuyorum.
          6-    Müptezeller/ Emrah Serbes: Emrah Serbes ismini edebiyat sitelerinde çok duydum. Kendi yazılarını da okudum. Kitabını okumak istiyorum. Yazım tarzı, hayata bakışı nasıl merak ediyorum.
          7-    Mor/ Kahraman Tazeoğlu- M.H.Kan: Facebook kullanıp da Kahraman Tazeoğlu ismini bilmeyen yoktur sanırım. Ama hiç kitabını okumadım. Elime geçerse okuyacağımı söyleyebilirim.
          8-    Hayvanlardan Tanrılara Sapiens/ Yuval Noah Hararı: Bizim, yani insan türünün tarihini anlatan bir kitapmış kendisi. Kendi tarihimizi okumayı severim bak.
          9-    Kanadı Kırık Kuşlar/ Ayşe Kulin: Ayşe Kulin favori yazarlarımdandır. Bu yeni çıkan kitabını duyunca çok sevindim. Her kitabı okunmayı hak ediyor bence.
         10-    Kelebek Adası/ Sarah Jio: Hem yazarı, hem kitabı ilk defa duydum. Ama arandığına göre iyi bir kitap olsa gerek.

Cem Yılmaz, gümbür gümbür geliyor...

Cem Yılmaz, 2017’ye bomba gibi giriyor. Bundan birkaç ay önce, ocaktan itibaren, yeniden stand-up şovlarına başlayacağını duyurmuştu. Şimdi ise film haberi geldi. Yeni filmi, “Arif ve 216”. Bu film haberi sevindirdi beni. Bu uzaylı filmlerinin hakkını veriyor. Son filmi, Ali Baba ve 7 Cüceler berbattı. En kötü filmleri sıralamasında, belki de birinci sırada bile yer alabilirdi, o kadar yani. Ondan önceki Pek Yakında, öyle değildi bak. Öyle ahım şahım, çok süper bir film olmasa da, bir aileyi anlatıyordu. Daha doğrusu, bir babanın kendini, ailesine yeniden kabul ettirme, yeniden bir aile olma yolundaki çabası vardı. Sırf o yüzden, o filme kötü diyemem.

cem yılmaz, arif ve 216, güncel
Cem Yılmaz, uzaylı filmlerine devam dedi

                                              TÜRK’ÜN UZAYLIYA BAKIŞI
     Cem Yılmaz, bu uzaylı filmlerinde niye başarılı peki? Çünkü bir Türk’ün, bu olaya bakışı, başlı başına bir mizah zaten. Bu konu için, ayrıca bir espri düşünmene, mizah yapmana gerek yok. E, bu adamda bir Türk, bu uzaylı meselesine hangi açıdan bakar, bunu iyi yansıtıyor beyaz perdeye. Bakın, arada böyle, sinema yazarları gibi, beyaz perde gibi teknik terimlerde kullanırım ha. Ama şimdi şöyle bir sorun var ki, o kadar uzaylı filmi çekti ki mübarek adam, daha uzaylılarla ilgili nasıl espri yapacak, onlardan nasıl bir mizah çıkaracak, soru işareti. İlk filmde, günümüzdeki uzaylılarla ilgili bir film yapmıştı: Gora.
                                           YEŞİLÇAM’DA UZAYLI OLURSA
     İkincisinde ise, bu sefer taş devrine yolculuğa çıkmıştık. Şimdi ise, 60’lara gidecekmişiz hep beraber. “Yeşilçam zamanı uzaylılar nasıl olur?” sorusundan yola çıktı herhalde, bu seferde. Aslına bakılırsa, Yeşilçam’dan da uzaylılar hakkında iyi malzeme çıkar. Kadın başrol oyuncusu, yine Özge Özberk mi olacak, belli değil. E, 216’yı kimin oynayacağını söylemeye gerek yok herhalde. Tabi ki Ozan Güven. Vizyona girdiği dönemde, sinemaya gitme gibi bir düşüncem olursa, gitmeyi düşünürüm. Bu filmde, belli bir seviyeyi yine yakalayacağını düşünüyorum. En azından, ilk yarı sonunda filmi bırakıp gideceğimi sanmıyorum. Stand-up şovuna, eğer sinemada yayınlanırsa, gözüm kapalı giderim zaten. Hem stand-up, hem film, ikiside beklentileri karşılarsa 2017, Cem Yılmaz için harika geçebilir.


2017'de bunlar olur mu?

     2017 yılı için bloglarda, sosyal medyada, en güzel dilekler birbiri ardına sıralanıyor. Ben şimdi onlara girmek istemiyorum. Neden derseniz? Tekrara düşmek istemiyorum. Ben 2017’ye farklı bir açıdan bakmak istiyorum. Nasıl bakacağım peki? Şöyle ki: “2017 yılında bunlar olacak mı?” diye sordum kendime. Sorduğum bu soruları, sizlerle de paylaşmak istedim. Mesela Avrupa Birliği’ne girebilecek miyiz? Şaka şaka. Bu soruyu soranı döverler be. Adamlar almayacaklar belli. O yüzden bu soruyu geçiyorum. Avrupa Birliği’ne giremeyeceğiz, orası belli. Ya peki Şangay beşlisine? Bak bunda ümit varız. Başka bir soru daha. 2017’de yapılacak referandumda, Cumhurbaşkanlığı sistemi %50’nin üzerinde oy alabilecek mi? Birde siyaset dışı bir soru geldi aklıma. Bu sene Eurovision’a katılacak mıyız? Bu sene katılacağımıza dair söylentiler vardı ama, son durum nedir bilmiyorum. Nasıl, 2017’ye sorularla bakışım hoşunuza gitti mi? Ve bu sorulara cevaplarınız neler? Sizler bu konularda ne düşünüyorsunuz?

2017, istanbul elektrik kesintisi, yeni yıl hedefleri, güncel

                                                   YILBAŞINA DONARAK GİRMEK
     Ya, iyi güzel, yılbaşı akşamı bir şeyler yiyip içiyoruz, tv falan bakıyoruz. Ama şu anda İstanbul’un bazı semtlerinde elektrik yok. İnsanlar, herhalde yeni yıla böyle gireceklerini hiç düşünmemişlerdi. Hadi geçtim yılbaşını da. Kombiler elektrikli. Eee, elektrik yok. İnsancıklar soğuktan donuyorlardır. Haberlerde izledim, yaşlı bir çift, “Yorganı çektik üzerimize, öyle yattık” dedi. Haberi yorumlayan da iyi yorumlamış, “İstanbul’lu sadece dışarda değil, evinde de kat kat giyinip oturuyor” diye. Bakanlıktan yapılan ilk açıklama, yoğun kar ve tipi nedeniyle 60’dan fazla elektrik direğinin yıkıldığıydı. Sonra sabotaj olabileceği ve araştırılma yapıldığı açıklaması geldi. Aga, yaz ayı olsa sorun değil de. Şimdi kış ayı. Çoluk çocuğu, bebeği olan vardır. E bunun yaşlısı da var. O yüzden, dilerim en kısa sürede elektrik arızası giderilir ve insanlarda soğukta kalmaktan kurtulurlar.
                                          YENİ YILA HEDEFLER KOYMUYORUM ABİ
     Bazılarımız, “2017’de şunları, şunları yapacağım” diye hedef belirler kendine. Ben böyle hedefler belirlemeyi bıraktım. Çünkü neyi hedeflersem, yapamıyorum abi. Hedeflediğim şeyin en kötüsünü yaşıyorum. O yüzden kendime hedef koymuyorum. Kafamda illaki yapmak istediğim şeyler oluyor. Ama onları hedef olarak koymuyorum kendime. Elimden geleni yapıyorum. Ne kadarını yapabilirsem, “Kabulümdür” diyorum.  Ohh, mis gibi. Böylelikle moralim de bozulmuyor.

Evliliği, "Alt tarafı bir imza" diye görmek...

     Her şeyin suyunu çıkardığımız gibi aşkın da suyunu da çıkarmadık mı sizce? Hemen aşık oluyoruz. Birkaç ay sonra evlilik. Sonra birkaç ay sonra da boşanma. Peki neden böyle oluyor? Neden uzun süreli evlilikler göremiyoruz artık. Bunun nedeni bence: Tamamiyle hayata ve evliliğe bakış açımızın değişmesi. Yaşadığımız çağda artık devamlı kulaklarımıza fısıldanan bir şey var: “Değerli olan sadece sensin. Gerisi boş”. Böyle bir düşünce tarzında yaşıyoruz artık. Hem erkek hem kadın böyle bir düşünce tarzıyla başlıyorlar evliliğe. Bir zaman sonra sıkıntılar baş gösteriyor. Her iki taraf da, “Kimse için hayatımı heba edemem” deyip hemen boşanıyorlar. Şimdi böyle bir düşünce ile evlilikler nasıl hayatta kalır?

evlilik, aşk, güncel
                                       ALT TARAFI BİR İMZA MI?               
     Artık evlilik de eski saygınlığını kaybetmeye başladı. “Alt tarafı bir imza” deniyor evlilik için. O yüzden evlenilmiyor artık. Ama karı-koca gibi hayatlar sürülüyor. Aynı evde. Tıpkı yabancılar da olduğu gibi. Yanlış anlaşılmasın. Niyetim böyle yaşayanları, “Niye böyle yaşıyorsunuz?” diye ahkam kesmek değil. Zaten haddime de değil. Ben sadece olanı anlatıyorum. Onları da yargılamıyorum zaten. Böyle gördüler, böyle yaşıyorlar. Ama böyle giderse o eleştirdiğimiz  Avrupa gibi olacağız bizde. Evlilik bir bilinç meselesi. Anne- babalarımız da bu bilinç vardı. Ya da daha eskilere gidersek dedelerimizde ve ninelerimizde. Onlar görücü usülü evleniyorlardı. Peki evliliğe bakış açıları nasıldı?
                                    ESKİLERİN EVLİLİĞE BAKIŞI
     Mesela bir kadın eve gelinliği ile girince kefeni ile çıkacağını bilirmiş. Yani ölünceye kadar o evliliği devam ettirmek için giriyor o eve. O adama ölünceye kadar eş olmaya giriyor o eve. Çocuklarına mutlu bir aile sunmaya ve onları iyi yetiştirmeye giriyormuş eve. Ya peki erkek? Erkek de bunun bilincinde. Bir kere evlendi. Artık boşanma gibi bir durum olmayacak. Ölünceye kadar o kadınla evli kalacak. Çünkü o zamanki kültür böyle. Ha hiç kavgalar olmuyormuş mu? Oluyormuş. Yani böyle düşünülüyor diye her şey güllük gülistanlık değil. Böyle durumlarda bir taraf kendini geri çekermiş. Tartışma uzamasın diye. İyisiyle-kötüsüyle, acısıyla-tatlıysa bir ömür geçermiş. Şimdi o zamanki düşünceyi, kültürü hemen getirip şu anki duruma uygulayamazsın. O yüzden yeni nesiller yetiştirilirken, “Evlilik nedir, evliliğin ve ailenin önemi, aile bağları” gibi kavramların önemi anlatılmalı. Çocuklar bu bilinçle büyütülmeli. Çocuklar büyüdüklerinde evliliği, “Alt tarafı bir imza diye” görmemeli.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/man-and-woman-walking-to-forest-131193/

Çocuk olup, karne almak vardı...

     Bugün karne günüymüş. Karne günü olduğunu öğrendiğimde, “Şimdi çocuk olmak vardı. O karne heyecanını yaşamak. En önemlisi çocuk olmak. Büyük olmamak, üzerinde hiçbir sorumluluk olmaması ve hayatın en temiz halini görmek vardı” dedim. Büyüyünce bütün büyü bozuluyor be. Kötülükleri, iğrençlikleri görüyorsun. Öyle insanlarla karşılaşıyorsun ki. Kötü, dedikoducu, hırsı gözünü kör etmiş, menfaati için her şeyi yapabilecek insanlarla. Ve sen bu tip insanlarla beraber, yaşam savaşının içine giriyorsun. Ekmek kavgasına giriyorsun. Hayatla uğraşmak yetmiyor, birde böyle tiplerle uğraşmak durumunda kalıyorsun. İşte böyle yaşayıp giderken, aynı şarkıdaki gibi, “Ben yoruldum hayat, gelme üstüme” diyorsun. Şaka maka hayat beni de yormuş be.

karne günü, çocuk olmak, şiir yazmak, pınar altuğ, çocuklar duymasın, güncel
                                                   
                                              SLOV ŞARKILAR OLMADAN OLMAZ
     Yalın, katıldığı Beyaz Show programında söylemişti. “Ben şarkı yazarken televizyon açık olacak. Ben öyle şarkı yazabiliyorum” diye. O an Beyaz, bununla dalga geçen bir espri yapmıştı ama şimdi hatırlamıyorum. Ama ne garip değil mi? Televizyon açıkken şarkı mı yazılır? İnsan nasıl konsantre olur, televizyon açıkken şarkı yazmaya? İşte her sanatçının üretim şekli farklı. Herkesin kendine göre bir tekniği vardır. Mesela ben. Eğer bir şiir yazacaksam ya da aşkı anlatan bir yazı, muhakkak slov şarkılar dinlemem lazım. Şiir yazarken sessizlik benim moralimi bozuyor aksine. Özellikle aşk şiirleri yazarken. O havaya girmem lazım. İşte o havaya girmemi sağlayan da slov şarkılardır.
                                                                 EFSANE DİZİYDİ
     Pınar Altuğ, İnstagram hesabından Çocuklar Duymasın  ekibinin toplu bir fotoğrafını paylaşarak, Çocuklar Duymasın’ın başlayışının 15. Yılını kutlamış. Pınar Altuğ çok duygusal bir kadın. Böyle şeyleri hiç unutmaz. O yüzden bu paylaşımı beni hiç şaşırtmadı. Çocuklar Duymasın, benim de favori dizilerimden biriydi. İlk Tgrt’deki bölümlerini hatırlıyorum. Belki aranızda Tgrt’deki o bölümleri izlemeyenler olabilir. Onlara tavsiyem ilk fırsatta internetten baksınlar. O zamanlar, Tgrt diye bir kanal vardı tabi. Hatırlamayanlar olabilir. İşte o Tgrt satıldı. Şimdiki Fox oldu. Tgrt’den sonra Atv’ye geçti. Bence en güzel bölümleri de Atv’de olanlardır. Sonra Star’a falan gitti. Anlatacak bir şey de kalmamıştı zaten. Bir ara Fox’da yayınlanıyordu. Tutmadı, son verdiler. Çocuklar Duymasın dendiğinde, yüzümde hep bir gülümseme belirir. Güzel bir diziydi be.

Kuyu köpek için gösterilen olağanüstü bir çaba...

     Kuyu köpek sonunda kurtuldu. Hıncal Uluç, kuyu köpek hakkında harika bir yazı kaleme almış. Bu yazıyı muhakkak okumalısınız. O yazıyı buradan okuyabilirsiniz. Bir küçük köpek yavrusu için, bu kadar imkanların seferber edilmesi beni çok mutlu etti. Demek ki hala merhametimiz ölmemiş. Daha bundan birkaç ay önce, arabanın arkasına bağladığı köpekle biri yakalanmıştı. Canım köpeğin ayakları kanamıştı. Ondan önce ona benzer bir görüntü daha görmüştük. Ve daha bunun gibi birkaç iç kaldırmayan örnek daha işte. Bunların yaşandığı bir ülkede, kuyu köpek için elden gelen her şeyin yapılması çok güzel. Hele ki kuyu köpeğin kuyudan çıkarılma anındaki sevinç ve coşku harikaydı.
     
kuyu köpek, köpeğe duyulan merhamet, güncel

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/animal-dog-pet-focus-7720/

En çok okunan kişisel bloglar listesinde niye yokum?


     En çok okunan kişisel bloglar listesine kafadan girerim diye düşünmüştüm bu bloğu açtığım zaman. Kendime çok güveniyordum. Yazdıklarım devamlı güncel konulardı. Ve takip ettiğim köşe yazarları da bu konuları yazıyorlardı. Ama hiç beklediğim gibi olmadı. Kaç yıl oldu blog yazmaya başlayalı. Okunma oranları çok düşük. “Galiba ben iyi yazamıyorum. Kendimi fazla büyütmüşüm” dedim. 

en çok okunan kişisel bloglar

    Bu kendine güvenmeyi ukalalık olarak almayın. Sadece yazılarıma çok güveniyordum. Hala da güveniyorum. Sadece o zamanlar blog dünyası hakkındaki bilgim kısıtlıydı. Ama şimdi az çok bilgi sahibiyim. Genelde belli bir tema üzerine yazanlar çok okunuyor. Benim gibi ortaya karışık yazanlar pek tutulmuyor. Bu nedenle en çok okunan kişisel bloglar listesinde yokum.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/9l_326FISzk

"Ben sadece belgesel izliyorum" sözü doğru mu?

     “Ben sadece belgesel izliyorum” sözü, size tanıdık geliyor mu? Nasıl tanıdık gelmesin ki? Bu milletin genlerinde var bu söz. Bu ülkede kime sorsan, belgesel izliyordur zaten. Bununla ilgili bir örnek de vereyim size. Yabancı bir firma, ülkemizde bir anket yapmış. Ankette halkımıza, “En çok ne izliyorsunuz?” sorusu sorulmuş. Cevap ne çıkmış peki? Evet, bildiniz belgesel. Şirket bunun üzerine, ülkemizde bir kanal kurmaya kalkmış. Belgesel kanalı. Ve o kurulan kanal da, kısa süre içerisinde batmış. Zamanında bir yerden bu olayı duymuştum. Belki uydurulmuş bir haber de olabilir. Ama muhtemelen, bu ülkede bu olay yaşanmıştır bence. Bu olayın yaşanmaması şaşırtıcı olurdu sanki :)


Ben sadece belgesel izliyorum, güncel, hayvan belgeselleri


                        HER KESİMDEN BELGESEL İZLEYENLER VAR

     “Ben sadece belgesel izliyorum” sözü, tamamen gerçeği yansıtmasada, bu millet belgesel izliyor kardeşim. Ben bu olayı gözlerimle gördüm. Her türlü sosyal statüden insan, belgesel izliyor. Okumuşu-okumamışı, ayyaşı, ağzına bir damla içki koymayanı. Aklınıza gelen her türlü insan, bu ülkede çatır çatır belgesel izliyor :) Ama sorun şu ki, sadece ve sadece belgesel izlemiyor :) Millet olarak, hayvan belgesellerini çok seviyoruz. Özellikle de aslan, kaplan vb. Bu tip belgesellerde milletimizin, en çok hoşuna, hayvanların avlanma sahneleri gider. Bilindik hikayedir. Yaz gelir, kuraklık başlar. Ceylanlar, geyikler, zebralar artık bilmem kaç çeşit hayvan, sulak alanlara gitmek zorundadır. Bunun için de dereden veya gölden geçmek zorundadırlar.
                                  İDDAALI LAFLAR ETMEYELİM YETER
     Fakat o gölde de timsahlar vardır. Bütün hayvanların göle atlamalarını, ağızlarının suyu akarak beklemektedirler. Hayvanlar açısından çok kötü bir durumdur tabi bu. Karşıya geçmese susuzluktan ölecek. Karşıya geçse, bu sefer de timsahlara yem olmak gibi bir durum var. Ve işte bu noktada, bir hayat mücadelesi başlar. Geyiklerden biri bir cesaret, suya atlar ve ardından onlarcası gelir. Ekran başındakiler, tam da bu sahneyi beklemektedirler. Kim geçecek canını kurtaracak, kim timsahlara yemek olacaktır? Sürü sonunda karşıya geçer. Ama bazı geyikler, çoktan can vermişlerdir. Biz millet olarak, belgesellerdeki bu tür sahneleri çok severiz. Birde 4-5 aslanın, bir ceylanı avlamaları vardır mesela. Sözün özü: Bu ülkede belgesel izlenmiyor değildir. Bu ülkede belgesel izleniyor. Sadece, “Ben sadece belgesel izliyorum” gibi iddialı bir cümleler kurmasak yeter :)

Foto kaynak: www.nasil.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com


SatırArasıMim #1

     Bugün, “Ne yazsam, ne yazsam?” diye düşünürken bir mim haberi geldi. Yağmur Yağar’dan. Yağmur Yağar’ın beni mimlediği blog yazısı için buraya, hala mim nedir bilmeyen arkadaşlarımızda buraya tıklayabilirler.  Sonra baktım. İlk başta bu mimi başlatan Emre Bektaş’da beni mimlemiş. Teşekkürler kardeşim diyerek ona da burdan selam çakıyorum :) Bu arada Emre’nin bizi mimlediği yazısına da buradan bakabilirsiniz. Yağmur Yağar yine enteresan ve güzel bir mim yazısı kaleme almış. Bende kendi tarzımla bu mimi cevaplamaya çalışacağım. İlk soru gelsin o zaman.

mim, kişisel blog, yazmaya nasıl başladım


    1)    Nasıl blog yazmaya başladınız   Blog yazmaya başlama hikayemi daha önce birkaç kez yazmıştım. Ama bu mim sayesinde yine yazayım. Benim yazmaya başlama hikayem öyle Yağmur Yağar’ın ki gibi enteresan değil :) Çocukluktan beri kitaba, yazmaya karşı hep ilgim vardı. Ben de köşe yazarları gibi yazmaya heves ederdim. Sonra kendim bir defter tutmaya başladım. Günlük değil ha. Güncel olayları yorumladığım bir defterdi. Benim bu bloglarla, Blogger’la hiçbir bilgim yoktu. O zamanlar bilgisayarım da yok tabi evde. Aslına bakarsan internetle de pek alakam olduğu söylenemezdi. Son bu akıllı telefonların çıkmasından sonra internet hayatıma girdi. Facebook, Twitter ve köşe yazılarını okumak için. Sonra günlerden bir gün. Arkadaşım Yaşar Arslaner’in çalıştığı ofise ziyarete gittim. Onunla oturmuş ordan burdan muhabbet edip, internetten bir şeyler izliyorduk. Konu nasıl geldiyse yazmaya geldi. Oda bana bloggerdan bahsetti. Tabi bende heyecanla atıldım konuya. Hemen orda bana Blogger’dan bir hesap açtık. Özellikle belirtiyorum Blogger diye. Çünkü hiç Wordpress kullanmadım. İşte o gün bugündür bu sitede yazılarımı yazıyorum.

     2)    Bloğunda daha önce yazamadığın bir tarzda yazacak olsan bu ne olurdu?
Teknoloji olurdu. Az çok bu teknoloji işlerine ilgi duyuyorum. Yeni çıkan telefonlar, bilgisayarların arızalarının giderilmesinin yolları vs. Bunun dışında bir tarz aklıma gelmiyor. Çünkü zaten bir kişisel blog olarak ne istersem yazıyorum.
     3)    Bloglarda en çok okumayı sevdiğin konular nelerdir?
Ben genelde konu ayırmam. Ne bulursam okumaya çalışırım. Tabi doğal olarak makyaj ve moda blogları dışında :)     
    4)    Hayatta en çok yapmak istediğin üç şey nedir?
Dur bakayım. Düşünüyorum. Hemen blogla ilgili aklıma bir şey geldi. Blogdan para kazanmak. Ama öyle böyle değil milyon dolarlar falan :) Şaka şaka. Kendimi geçindirecek kadar kazansam yeter. Ha milyon dolarlar kazanırsam almaz mıyım, bırakır mıyım? Tabi ki bırakmam. Alın terimle kazanmışım sonuçta :) Aklıma başka bir şey gelmiyor. Tam bir rezillik. Kendime hemen, ölmeden önce yapılacak 100 şey kitabı almalıyım :) Şuna bak başka bir şey gelmiyor aklıma. Ha tamam geldi. Ölmeden önce şu uzaylı olayı gerçek mi değil mi onu öğrenmek isterdim. Birde bi filmimiz Oscar alsın be kardeşim :) Neyse sonunda üç şeyi tamamladım.
                                                            MİMLENEN
Blog dünyasında daha o kadar çevre yapamadık. Zaten Emre benim mimleyeceklerimi mimlemiş. Ama durun bir kişi var. Simur’un Kalemi. Burdan kendisini mimliyorum :) Herkese sevgiler ve saygılar.
NOT: GÖRSELİ YAZIDA PAYLAŞALIM LÜTFEN :)

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com
    




Notlarım #5...

     Küçükken, tekerlemelerle aram pek iyi değildi. Gerçi şimdilerde de pek iyi olduğunu söyleyemem. Çocukken en çok tekrar ettiğimiz, yani popüler olan tekerlememiz, “Şu köşe kış köşesi, şu köşe yaz köşesi, ortadaki su şişesi”ydi. Yavaş yavaş söyleyince bir problem yokta, hızla söylemeye başlayınca takılıyorum. Hala bu yaşta bile hızla tekrar etmeye çalıştığımda takılıp kalıyorum. Peki siz bu tekerlemeyi hızlı bir şekilde, teklemeden söyleyebiliyor musunuz? Bugün günlerden çarşamba. “Yani ne anlamı var?” diyeceksiniz. Çarşamba akşamları bizim için Poyraz Karayel akşamlarıydı. Bu çarşamba, Poyraz Karayel’siz ilk çarşambamız. Bir hafta oldu ama hala, “Keşke Ayşegül’ü öldürmeselerdi be” diyorum.

tekerleme, televizyonda tartışmaya davet etme, mehmet topal, güncel, notlarım
                                     
                                         TELEVİZYONDA ÇIK KARŞIMA
     Ya bizim şu siyasetçilerin de şu televizyon sevdalarını bir türlü anlayamadım gitti. Bir şey oluyor, televizyonda tartışmaya çağırıyorlar sanki düelloya çağırır gibi. Hep bu televizyon çağrılarını yapanlar da muhalefette olanlar. Ya sanki sen çağırdın diye adam çıkıp gelecek mi televizyon programına. Ya artık bırakın ağızda sakız olmuş bu televizyonda düello çağrılarını. Sen söyleyeceğini yine söyle kardeşim. Ağzını tutan mı var? Muhalefetini yine yap. Televizyonda söyleyeceğini yine söyle. Star’da yeni bir dizi başladı. İstanbul’lu Gelin diye. Özcan Deniz’den pek hoşlanmıyorum. Ama önyargımı bir kenara bırakıp izledim. Daha kızla tanıştıkları kaç gün olmuş. Hemen Leyla ile Mecnun gibi aşık oldular. Birinci bölümün sonunda, annesinin karşısına evlenmek istediği kızı alıp çıktı.
                                   HAKEM FUTBOLCUYA MI SORARMIŞ YA
    Sanki her şey çok basit gibi oldu. Hiç olmazsa birkaç bölüm böyle gitseydi de, daha sonra hayatının aşkı konumuna gelseydi ya. Bu hafta futbol dünyası yine el tartışmalarına daldı gitti. Beşiktaş’ta Atınç, Fenerbahçe’de ise Mehmet Topal el ile oynadılar diye yer yerinden oynadı. Mehmet Topal’ın pozisyonunda hakem gitmiş Mehmet Topal’a sormuş, “El var mı yok mu?” diye. Abi bu futbolculara sorma adeti nerden çıktı ya. Sen hakemsin. Gördüğünü çalacaksın. Artık her pozisyonda futbolculara sorulacaksa işimiz var demektir. Merkez Hakem Komitesi hakemleri uyarmalı bu tür pozisyonlar için. Bu futbolculara sorma işi dallanıp budaklanmadan bir an önce ortadan kaldırılmalı.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/laptop-remote-working-writing-typing-7114/
     

İrfan Değirmenci ve gazetecilik...

     Kanal D’de İrfan Değirmenci’nin görevine son verilmiş. Nedeni ise: Sosyal medyada referanduma, “Hayır” demesiymiş. Doğan Medya’dan yapılan açıklamada, kendilerinin yayın ilkeleri gereği yapılan bu paylaşımın tarafsızlık ilkesiyle uyuşmadığı belirtilmiş. Bence iyi, güzel, mantıklı bir açıklama. Şahsen İrfan Değirmenciyi severim. İşine son verilmesine üzüldüm. Peki onun yerine kimi getirmişler ? Emin Çapa. Kafadan muhalif. Bu adam sosyal medyadan paylaşım yapmaz, direk ekrandan, “Hayır” der. Bu nasıl bir görevlendirme ben bunu çözemedim arkadaş. Ya bence gazeteciler son zamanlarda gazetecilik ile muhaliflik arasındaki çizgiyi iyi hesap edemiyorlar. Bir gazeteci gibi değil de sanki bir muhalefet partisi genel başkanı gibi hareket ediyorlar. O tip gazetecileri dinlemiyorum açıkçası. Gazeteci dediğin iyisiyle, kötüsüyle her şeyi ortaya koyacak. Ama hakaret etmeden, yalakalık yapmadan. 

irfan değirmenci, gazetecilik, emin çapa, güncel

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/adult-business-camera-commerce-245132/

Günahlarımız ile hesaplaşmak...

    Yüz kızartıcı günahlarımız vardır hepimizin. Kendimize bile söylemekten çekindiğimiz. Dini bir programda dinlemiştim. “Herkesin günahları alınlarında yazsa, kimse utancından dolaşamaz” diyordu. Peki bu soruyu siz kendinize sorsanız. Bakın, kendinizle baş başasınız. Kendinizi kandırmayın. Gerçekten doğru bir cevap verin. Günahlar herkesin alnına yazılsaydı, sizin dışarda gezemeyeceğiniz ve görenlerin sizden nefret ettirecek tarzda günahlarınız var mı? Sizden, “Yorum kısmına bu günahlarınızı yazın” diyemem. Önemli olan insanın kendini hesaba çekmesi, kendini sorgulaması. Belki de öyle günahlar işlediniz ki, her an aklınızda. Belki çok pişmansınız. O günahtan nasıl kurtulacağınızı düşünüyorsunuz? Bu yazıdaki amacım, kimseyi yargılamak değil. Bu çıkarcı dünyada günah-sevap üzerine kendimizi sorgulatmak.

günahlarımız, güncel, kendimizle hesaplaşmak


                                    RUHUMUZU DARALTAN GÜNAHLAR

     Günahlarımız küçük ya da büyük elbette vardır. Herkesin işlediği standart günahlar var Ama bunların dışında insanların canını yaktığınız günahlarınız var mı? Şöyle bir geçmişinize baktığınızda içinizi karartan, kendinizi kötü hissettiren günahlar. Bazılarımız belki isteyerek yapmadı bu günahları. O günahları yapmak için, onu hayat zorladı belki. Belki haksız yere bir terfi aldı. Kendinin hakkı olmadığını bilmesine rağmen buna karşı çıkmadı. Belki bu durumu bir arkadaşıyla paylaştı. Arkadaşı da ona, “Manyak mısın? Boş versene. Sen olmasan başkası olacaktı” dedi. Belki patrona, müdüre, şefe her neyse artık. Yalakalık yaptı.  Diğer terfi olacak aday hakkında yalan yanlış bilgiler verdi. Şimdi de pişman bu yaptıklarından.
                                     GÜNAHTAN PİŞMANLIK DUYMAK
     Düşünsenize alnınızda, “Başkasının hakkını yiyerek terfi aldı” yazıyor. Böyle bir şekilde sokağa nasıl çıkarsınız? Ya da yasak bir ilişki yaşadınız. İstemeyerek, bir anlık bocalama neticesinde. Şimdi bu yaşadığınız ilişki durmadan kalbinizin sıkışmasına neden oluyordur. Belki de namuslu bir kadın hakkında olmadık dedikodular yaydınız etrafa. Ona namussuz yakıştırması yaptınız. Belki bu yaptığınızdan dolayı hiç pişmanlık duymuyorsunuz. Ama ya bu yaptığınız alnınızda yazsaydı, “Namuslu bir kadına iftira attı” yazısını görenler ne diyeceklerdi? Size kim bilir nasıl davranacaklardı? Ama burda önemli olan, insanların sizi yargılaması değil. Önemli olan, yaptığınız kötülükten pişmanlık duymak. Çünkü gün gelecek her şeyin hesabını vereceğiz. Günahlarımız yanımıza kar kalmayacak.

Foto kaynak: https://www.flickr.com/photos/enstarter/3450070524/sizes/o/

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com