Umberto Eco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Umberto Eco etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Umberto Eco'nun okuduğunuzda sizi çarpacak sözü...

      İnstagram’da gezerken bir söze denk geldim. Ve okur okumaz çarptı beni. Ve bu sözü paylaşmak istedim.

     Ve hemen kimin söylediğine baktım. Umberto Eco’ymuş.

     İşte o muhteşem söz: “Ne yani; böylesi korkunç bir dünyanın, bir de cehennemi mi var?”

     Bu söz benzeri birkaç söz daha hatırlıyorum.

     Ama anlatımı farklı ve ilk okuduğunuzda sizi çarpan cinsten bir söz bu.

     Bu dünyanın aslında cehennem olduğuna dair düşünceler hiç de az değil. O kadar kötülükler görüyoruz ve yaşıyoruz ki.

     İnsan bu soruyu sormadan edemiyor kendine. Ama değil.

     Kötülük ve zalimlik yapanların yanına, yaptıkları kar kalmamalı.

     En ağır şekilde cezalarını çekmeliler. O yüzden cehennem var ve burası değil.

Umberto Eco, "Kaybedenleri anlatırsan edebiyat olur" diyor...

     Okuduğum romanlarda, kazanan mı anlatılıyor, yoksa kaybeden mi? Bunu hiç takip etmedim. İstatistiğini de tutmadım. Ama Umberto Eco, bu soruyu sordurmamı sağladı. “Gerçekte romanlarda kazananlar mı, yoksa kaybedenler mi daha çok başroldeler?” diye sordum kendime. Hemen, en son okuduğum romana, Elveda Güzel Vatanım’a gittim. Ordaki baş karakter, Şehsuvar Sami’ydi. Peki, o bir kaybeden miydi? Evet, kaybedendi. Sevdiğinden ayrılmıştı. Ve uğruna canını ortaya koyduğu örgüt, başarıya ulaşamamıştı. “Yoksa, yoksa. Edebiyatta çok satan bir kitap yazmanın formülü bu mu? Kaybedeni yazmak mı?” dedim. Umberto Eco: “Gerçek dediğimiz edebiyat kaybedenleri anlatır” diyor. Umberto Eco’nun bu sözünden sonra, bunun üzerine yazmak istedim.
Umberto Eco

                                                KAYBEDENLER BİZDE İŞ YAPAR
     Kaybeden hikayelerinin bizim ülkemizde iş yaptığını söylersek, yanlış söylemiş olmayız herhalde. Dram dizilerinin zirve yapmasından, olur olmaz programların acitasyon yapmasından, rahatlıkla bu durumu çıkarabiliriz. Toplum olarak da, kaybedenlere karşı ayrı bir hassasiyetimiz vardır. Belki de toplumun çoğunluğu olarak, kaybetmemizden ileri gelebilir mi bu durum? Bu soru da şimdi, şu an geldi aklıma. Roman nedir diye, şöyle bir kurcalarsak. Toplumda yaşananların yazıya dökülmesidir. Bir yazar toplumu gözler. Ve toplumda gördüklerini bir kurgu içinde kaleme alır. Bazen de kurguya gerek kalmaz. Sadece kahramanların isim değişikliği bile yeterli olur. O zaman şöyle bir kanıya ulaşabilir miyiz? Toplumun çoğunluğunun, kaybedenlerden mi oluştuğu şeklinde bir soru sormuştuk az önce.
                                                      KAYBEDENLER DÖNGÜSÜ
     Toplumun kaybedenleri çok ki. Yazılan romanlarda da, kaybedenler anlatılıyor. Ki, romanlar toplumun bir yansıması dedik. O zaman buradan, Umberto Eco’nun dediğine çıkabilir miyiz? O yazının sonunda Umberto Eco’nun, kaybedenler kazananlara göre daha çekici minvalinde bir sözü de vardı. Buradan şunu da çıkarabiliriz o halde. Okurlar, yazarlardan kaybedenlerin hikayelerini bekliyor. Bu durum kendi içinde birbirini takip eden, bir döngü halini almış. Toplumda kaybedenler çok. Yazarlar toplumu gözlüyor. Bu kaybedenleri yazıyor. Hatta kendi de bir kaybeden olabilir. Ve yine hatta, kendini yazmış olabilir. Bunun neticesinde kaybedenlerden oluşan bir toplumda, kaybedenlerin hikayelerini okumak istiyor. İsterseniz, siz de şöyle, son okuduğunuz kitaplara bir göz gezdirin bakalım. O romanlardaki baş kahramanlar da, kaybedenlerden mi? Genel olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

     

Umberto Eco yazarlık sırrını veriyor...

     “Yazar nasıl olunur?” sorusuna isterseniz, bir yazar üzerinden cevap vermeye çalışalım. Bu yazar Umberto Eco. Kütüphanesinde tam 50 bin kitap varmış. Düşünebiliyor musunuz? Bin değil, on değil, otuz değil tam 50 bin. “Bilgisayarın başına oturdum. Birkaç bir şey yazdım” demekle yazar olunmuyor. Bakın, yazarı görüyor musunuz? Kütüphanesinde 50 bin kitap var. Bu bilgiyi öğrendikten sonra yazarlığı bir daha oturup konuşalım mı? Yani demek istediğim, arkada bir birikim var. Hem de büyÜk bir birikim. İşte bu bilgi birikimi gün geliyor kitaba dönüşüyor. Dönüşmese şaşılır zaten. İnsan bu kadar büyük bir bilgi birikimiyle, onlarca boş sayfaları doldurur da doldurur.
Umberto Eco

                                             “50 BİN KİTABI OKUDUN MU?” SORUSU
     Umberto Eco bu 50 binlik kitaptan hepsini mi okudu, yoksa belli bir bölümünü okudu? Orası bilinmiyor. “Bu kadar kitabı okudun mu?” diye soranlara da esprili cevaplar verirmiş. Bir keresinde, “Bunlar daha haftaya okuyacağım kitaplar” demiş. Muzip bir adammış kendisi. Böyle cevaplar vermeyi severmiş. Yine, “Bu kadar kitabı okudun mu?” sorusuna ve yine muzipce bir cevap vermiş: “Bunları okusam elimde tutar mıyım?” demiş. Kendisi tam bir Ortaçağ hayranıymış. Hristiyanlığı da çok iyi biliyor. Bu iki konudaki bilgi birikimini birleştirmiş. Ve ortaya o çok meşhur, adını duyuran kitap, “Gülün Adı” çıkmış. Evet, bir roman yazmış. Ama nasıl yazmış gördük mü? Romandaki konulara o kadar hakim işte.
                                                 “NASIL YAZAR OLUNUR?” SORUSU
     “Nasıl yazar olunur?” sorusuna verdiği cevapta üstte anlattığım bu durumla ilgili. “Bir konuya hakimsen, kelimeler kendinden gelir” demiş. İşte bize yazarlıkla ilgili çok önemli bir bilgi. Yani hangi konuda yazmak istiyorsan, o konuda ne kadar kitap varsa okuyacaksın, bileceksin. Konuya baştan sona hakim olacaksın. Evet, gördüğümüz gibi yazarlık öyle kolay bir iş değil. Bir kitabını yazmak için 6 yıl araştırma yapmış Umberto Eco. Tabi başka bir yazarın stili farklıdır. Orası ayrı. Bizde de bir atasözümüz yok mudur? “Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır” diye. Tüm yazarları inceleyeceksin. Ya onların çalışma stillerinden birini tercih edeceksin ya da kendine özel bir çalışma stili oluşturacaksın. Beni etkileyen 50 bin kitaplık kütüphanesi ve yazacağın konuyla ilgili A’dan Z’ye her şeyi bileceksin kuralı oldu. Sizler bu konuda neler söylersiniz?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Umberto Eco'nun garip mi garip vasiyeti...

     Bu yazarlar garip insanlar. Yaşarken de, öldükten sonra da, garip istekleri oluyor. Her yazar, garip olmak zorunda mı? Ya da her yazar, garip mi olur? Bu sorular da ayrı cevaplanması gerekir. Bu konuyu nerden açtım derseniz. Devamlı takip ettiğim edebiyat sitelerinde, Umberto Eco ile ilgili bir haber çıktı. Siz de görmüşsünüzdür. Zira tek edebiyat sitelerinde çıkmadı. Twitter’da da gördüm. Vasiyet etmiş ki, “Benden sonra 10 yıl, hakkımda konferans yapılmasın”. “Ne alaka?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama Umberto Eco’yu tanıyanlar için bu istek, hiç de garip değil. “Neden?” derseniz. Onun bu tip sözlerine çevresindekiler alışıkmış çünkü.

                                                GÜLÜN ADI POLİSİYE ROMAN DEĞİL
     Ben haberi ilk okuduğumda, “Bir yazar bunu niye ister ki? Aksine bir yazar kendisinden sonra, kendisi hakkında konuşulmasını istemez mi?” dedim. Ama Umberto Eco’nun bu tip garip açıklamaları olan bir yazar olduğunu öğrenince, işin aslını anladım. Umberto Eco, sevdiğim yazarlar arasında değildir. Bir kere en popüler romanı olan Gülün Adı kitabını okumaya çalışmıştım. “Çalışmıştım” diyorum. Bunu mecaz anlamda kullanmadım. Gerçekten okumaya çalıştım. Kitapta bir tane rahibin öldürülmesi nedeniyle kilise bir dedektif tutuyor. Dedektif de katili bulmaya çalışıyor. Böyle okuduğunuzda, “Ne güzel. İlgi çekici bir kitapmış” diyebilirsiniz. Ben de öyle deyip, kitabı okumak için almıştım kütüphaneden. Ama kitabı yarıda bırakmak zorunda kaldım.
                                                         SONUNU GETİREMEDİM
     Aslında kitap polisiye roman şeklinde, Hristiyanlık tarihini anlatıyor. Savaşları, doğuşu falan. Eğer Hristiyanlık kültürüyle ilgili bilginiz yoksa, ilginiz yoksa, kitap sizin için anlamsızlaşıyor. Bir kağnı gibi okuyorsunuz. Her kelimenin, her cümlenin üzerinde, dura dura. Ama o tanımları bilmeden, üzerinde ne kadar dursanız da, bir sonuç elde edemiyorsunuz. Bakın, tüm bunlara rağmen yine de kendimi zorladım. “Bu kadar popüler olduğuna göre bir nedeni vardır” diyerek sabrettim. Ama en sonunda, “Pes” dedim. Tabi bu kitap bana kötü bir referans oldu. O kitaptan sonra da bir daha, ne o kitabı tekrar okumayı denedim. Ne de Umberto Eco’nun bir başka kitabını okumaya yeltendim.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com