Powered By Blogger

31 Mart 2015 Salı

Şiir ezberlemenin faydalari...

Şiir ezberlemenin faydalari

    Şiir neden ezberlemeliyiz? Şiir ezberlemenin faydalari nelerdir? Bu yasiniza kadar illaki, okulda da olsa şiir okumussunuzdur. 23 Nisan'da da şiir ezberleyip okuyanlariniz da olmuştur. Peki, siir ezberlemek size ne kazandirdi hic düşündünüz mu? Bu toplumda, hep şiir okumamiz soylendi ama, neden okumamiz ya da ezberlememiz gerektiği soylenmedi. Bir is yapıyoruz ama,  bize faydasi ne bilmiyoruz. Siir ezberlemenin iki temel faydasini görürüz.
      Birincisi; kelime dağarcığını gelistirir. Kelime dagarcini gelistirmek, hem yazarken, hem de okurken çok işimize yarar. Çünkü ne kadar çok kelime bilirsek, kendimizi o kadar iyi ifade ederiz. En basitinden mail atmak. Is yerlerinde, ne istediginizi ifade eden kısa ve öz mailler atmak onemlidir. Maili alan kisi, okuduklarindan sizin ne istediginizi anlamalidir. Siz de takdir edersiniz ki, sınırlı kelimelerle pek de fazla bir şey anlatamazsiniz. Yani,  siir ezberlemenin faydalari matematik gibi değildir. "Nerede işime yarayacak bu?" diyemezsiniz. Çünkü hayatta hemen karsiniza cikar.
     Ikincisine gelince de. Hafizayi kuvvetlendirir. Unutkanlik, bu çağda almis basini gidiyor. Sadece yaslilarda da değil. Gençlerde bu unutkanlik yarisinin icindeler. Şiir okumayi sevmeyen gençler olabilir. Ama faydasini goruyorsunuz işte. Bunun yaninda, sevgilinize edecek romantik kelimeler icin, internette araştırma yapmaniza da gerek kalmaz. Bir tasla iki kuş yani. Belli de olmaz. Bakarsiniz, ezberledikten sonra bu iş hosunuza da gidebilir. Üstelik, istediginiz siirden de baslayabilirsiniz.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up


Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


30 Mart 2015 Pazartesi

Günlük tutmak, geleceğe hatıra birakmaktir...



    Günlük tutmak, gelecek yillar icin bir nostaljidir. "Zamaninda neler yazmisim?" ya da "O zaman böyle mi düşünüyor musum?" gibi sorular soracaklar, ilerde günlüklerine göz gezdirirken günlük tutanlar. Sanirim,  herkes bir dönem günlük tutmustur. Tabi hep ayni seyler sayfalari kaplamistir. "Kalktim, yüzümü yikadim, yemek yedim" gibi. Sizin enterasan yazilariniz olduysa,  yoruma yazin. Bakalim, siz neler yaziyormus sunuz?
      Günlük tutmak hakkında yazı yazdigima bakmayin. Ben de sadik bir günlük yazari degildim. Iste, son üç-dort aya kadar. Bu son üç-dort aydır, "Günlük tutmanin hakkini veriyorum" diyebilirim. Birakin yıllar önce yazdiklarima, aylar once yazdiklarimi okuyunca da, aradaki hem yazi, hem de düşünce farkini görebiliyorum. E tabi bir de nostalji oluyor. "O olay, bu tarihte mi olmuş?" diye sorduğum oluyor kendime.
       Şunu da soyleyeyim. Benim farkli  bir günlük tutma tarzim var. Birincisi; herkesin ki gibi, yasadigim olaylari yazmak. Ama geniş geniş, şöyle yaya yaya. Ikincisi de; maddeler halinde, kisa kisa yasadiklarimi yazmak. O gün canim yazmak istemiyorsa, kisa kisa detayina inmeden yaziyorum. Bazen her şeyi , en ince ayrintisina kadar yazmak sıkıyor beni. Ben de böyle durumlar için, madde madde yazmak olayini gelistirdim iste.
      Bu arada, son zamanlarda gunlugume o günkü toplumsal olaylari da yazmaya basladim. Mesela; Beşiktaş'ın, Liverpool zaferi gibi. Ya da o günün, gündemin önüne geçmiş siyasi gelismelerini. Yani, kendimce almanak yapıyorum. Benden bu kadar. Sizlerin günlük tutmak hakkindaki düşüncelerinizi de çok merak ediyorum bu arada. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=write&page=2

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


29 Mart 2015 Pazar

Akıcı bir yazı okunmaya doyulmaz...



    Akıcı bir yazı, tadindan yenmez bir yazidir. Okumaya doyamam. Onun icin, bir yazida ilk dikkat ettigim şey,  yazinin akici olmasidir. Yağ gibi akmasi lazim bir yazinin. Mesela; Hıncal Uluç ile Ayşe Özyılmazel'in yazilari öyledir. Okumaya baslar baslamaz, yazi alir götürür beni. Kendimi, her şeyi unutmus, sadece yaziya odaklanmis bulurum. Sizin de, böyle okumaya hayran oldugunuz yazarlar varsa paylasin. Böylesi yazarlari ben de çok tanimak isterim. Ne kadar böyle akici yazi yazan yazarlar okursak, o kadar iyi yazariz.
       Akici olmayan bir yazı insani yazidan sogutur. O yüzden önüme gelen her yazari okumam. Okuma dunyamdaki dengemi bozacak diye. Kimse kusura bakmasin. Okuma konusunda yazarlara ön yargili yaklasirim. "Acaba yazim dili nasildir?" diye, her yeni tanistigim yazarda kuşku duyarim. Ilk bir kac cumlesinden itibaren beni yakalarsa ne ala. Yoksa aldigim gibi yerine koyarim o kitabi. Romancilardan da Ayşe Kulin'i örnek verebilirim. Romanlarinda öyle bir akici dil kullanir ki. Kapilir gidersiniz o ahenge.
      Nefes Nefese romani, bu romanlarindan biridir Ayşe Kulin'in. Hatirliyorum da kelimeleri sanki yudum yudum su icermis gibi yutuyordum. Kitabi okurken, "Bu kitabi okumadan su fani dünyadan gocseydim yazik olurdu" bile dedim. Düşünün artik. Kelimelerin benim üzerimde nasil da hakimiyet kurduklarini. Kelimeler böyledir işte. Akici bir yazinin icinde bir araya gelen kelimeler, ruh dunyaniza girerler hemen. Ve üzerinden ne kadar yıllar gecse de unutamaz olursunuz, o kelimelerin size verdiği hazzı. Benim de tek amacim, burada anlattigim gibi akici yazilar yazan bir blogcu olmak. Şimdilik bu kadar. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=&page=2



Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Hızlı okuma bana göre değil...

Kitap başka bir dünya

      Dün akşam Beyaz, bir üniversite ogrencisini konuk aldi. Kızın ozelligi hizli okumasi. Yirmi dakikada-daha da az olabilir tam hatırlamıyorum su an-300 sayfalik bir kitabi okuyormus. Inanilmaz bir özellik. Ben yavaş okurum. Ama bu kadar da hızlı okumak istemezdim. Öyle tat almam ben. Ben bir kitabi günlerce okumak isterim. Gunlerimi o kitapla gecirmek isterim. Hele bir de sevmissem kitabi, degmeyin keyfime. Tadini cikara cikara okurum her gün.
       Kitap okuyanlar bileceklerdir. Çok sevdiğim kitaplarin sonuna geldikce uzulmeye baslarim. Çünkü okudugum o enfes kitabin sonuna gelmisimdir. Isterim ki o kitap bitmesin. Bitmesin ki aldığım zevk günlerce sursun. Gunlere yayilsin. Merak etmeyi severim, "Bir sonraki gün acaba neler olacak?" diye. Bir zamanlar arkasi yarinlar varmis,  onun gibi işte. Böyle bir hisse kapilmissam, o kitap beni sarip sarmalimistir. Iyice kitabin icine girmisimdir.
       Hizli okuma olmali evet, ama kararinda. Bosuna dememisler azi karar çoğu zarar diye. Ne öyle, beş on dakikada kitap mi bitermis. Bence o kitap okumak olmaz. O şöyle bir bakmak olur. Kitap okumanin da kendine özel rituelleri var. O ritueller olmadan kitap okuma olur mu hic. Koltuguma gececegim. Uzanacagim. Kitap elimde hatmetmeye baslayacagim. Bir saat ya da daha az okuyacagim. O kitabi,  o kadar saat elimde tutacagim. Emek harcayacagim yani. On bes yirmi dakikada kitabi okuyup bitirmek itici geliyor. Ben her zaman,  bir kitabi uc dört gunde okuyacağım. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.


Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=books&page=2


Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


28 Mart 2015 Cumartesi

Internetten alisveriste yeni mekan...

     Internet dunyasinda cok dolasir, cok gezerim. "Yeni ne var, ne yok?" diye girip cikmadigim yer kalmaz. Çünkü, öyle bir çağda yaşıyoruz ki. Her an bir degisim icersindeyiz. Bu değişimin dışında kalmamak için de devamli takip durumundayim. Yine böyle arama, tarama yaparken boluavm.com ile karsilastim. Internetten alışveriş olmazsa olmaz. O yüzden ne var, ne yok taradim siteyi. "Iyi ki karsilasmisim bu siteyle" diyorum. Yok, yok.
      Ben genelde elektronik esyalarla ilgiliyimdir. Ilk etapta baktigim bu bölüm oldu. Benim için seçenek olmasi çok onemliydi. Bir iki markanin, bir kaç ürünü kesmezdi beni. Aradigimi da buldum. Telefonlar, bilgisayarlar çeşit çeşit. Özellikle bizim gibi işi devamli internetle olanlar için, çok iyi tasarlanmis bir site burasi. Teknoloji yerinde saymiyor. Devamli gelişim halinde. En son teknolojik ürünleri aradigimda bulmam lazim. Bu yonden de benden geçer not aldi. En son çıkan telefonlarin hepsini rahatlikla buldum.
       Ben devamli elektronik malzemelerden bahsettim ama yanlis anlasilmasin. Benim ilgi alanim olduğu için o konuda detay verdim. Yoksa aradiginiz her seyi bulabilmeniz için tasarlanmis boluavm.com . Neler yok ki. Ayakkabidan cantaya, giysiden market ürünlerine kadar ihtiyaciniz olan her şey elinizin altinda. Istersen kapida odeme yapabiliyorsun. 14 gün icerisinde geri iade hakkin var. Sadece Bolu'ya hizmet veriyormus gibi yanlış bir anlasilma da olmasin. Türkiye'nin 81 iline ürününüzu ulastiriyorlar. Siteleri de çok profesyonel. Zevkle istediginiz ürünü secmenizi ve siparis etmenizi sağlıyor. Yeni siteler tanimak isteyenlere guvenle boluavm.com onerilir. Meraklilarina duyurulur.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
      


27 Mart 2015 Cuma

Silahsiz bir Türkiye için 4 kural...

     Türkiye'de bireysel silahlanmaya karşı tedbirlerin caydirici olduğunu söylemek zor. Gerçek anlamda bir politika olusturulmali. Ve bu politika da cocukluktan baslatilmali. Cocuklara silah sevdirilmemeli. Silahlar, cocuklardan uzak tutulmali. Cocukla silah arasina duvarlar orulmeli. Bu topraklardan silah silinmeli. Bunun için yapılması gerekenler belli aslında. Önemli olan niyet, samimiyet. Silahsiz bir toplum için benim 4 onerim var. Bu onerilere sadik kalinirsa. Yarinin silahsiz Türkiye'sine adım atılmış olunur.
      1) Oyuncak silahlar satilmayacak: Silahla ilk tanışma maalesef çocukluk cagi. Çocuğa oynasin diye silah verilip nasıl silahsiz bir toplum beklenebilir ki. Oyuncak sektöründen silahlar kaldirilmali. Bir daha oyuncak raflarinda yerini alamayacak sekilde hemde.
      2) Ruhsatli da olsa kimseye silah satilmayacak: Ben bu mantığa karsiyim. Zaten ruhsatlarin guvenilirligi de tartışma konusu. Guvensek bile, bir anlik sinire yenik dusulmeyecegini kim garanti edebilir ki. Silah, sadece ve sadece güvenlik guclerinde olmali. Normal, sivil bir vatandasta silahin ne isi var.
      3) Silahli bilgisayar oyunlari yasaklanacak: Şu anda çocuklar için en büyük tehlike bilgisayar oyunlari. Bu bilgisayar oyunlari çocuklarda silaha olan ozentiyi tavan yaptiriyor. Ve cocuk, silah seven bir birey olarak yetisiyor. Ne olursa olsun, silahli bilgisayar oyunlari yasaklanmali.
      4) Oyun salonlarinda silahli oyunlar yasaklanacak: Daha geçen hafta bir oyun salonuna yegenimi götürdüm. Iki tane silahli oyun vardı. Yine goruyorsunuz. Cocuklarla silahlari yine bir araya getiriyoruz böylece. Çocuklarin oyun salonunda silah oyunlarinin ne isi var. Bunun mantikli bir sebebi olabilir mi? Silahin olduğu yerde zaten mantık olmaz.
       Silahsiz bir Türkiye icin bu 4 madde, hemen uygulamaya gecirilmelidir. Bu konuda bir eylem planı olusturulmali. Ve bu eylem plani çerçevesinde bu kurallara sadik kalinmali.
      

      Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up


       Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Hıncal Uluç, Ingilizceyi nasıl ilerletmis???

     Bugün, Hıncal Uluç'un yazisini okuyordum. Yazısında, nasil Ingilizcesini ilerlettigini anlatiyordu. Bugünkü yazisini muhakkak internetten okuyun. Ingilizcesini,  kitapları orjinal dilinden, yani Ingilizceden okuyarak ilerletmis. Böyle bir şey, hiç sizin akliniza gelmis miydi? Gerci Hıncal Uluç,  "Ingilizcemi ilerleteyim" diye okumamış. Kitaplarin cevirileri o kadar berbatmis ki. O da, bu duruma en sonunda isyan etmis. Bu kitap çevirisi olayı, gercekten kanayan bir yara. Daha bir kaç gün önce ben de yazmistim bu konuyu.
       Şükür, birileri bu konuya da degindiler. Bazi kitaplar gerçekten azap verici. Okuma zevki birakmiyor insanda. Simdi düşünüyorum da, yabancı kitaplara karşı antipatim,  bundan dolayı olmasin? Neyse işte. Okuduğu kitabin zevkine varmak için, Ingilizcesinden okumaya başlamış. Ve normalde çevirisini okuyup begenmedigi bir kitabi cok sevmiş. Ve bu inadi da Hıncal Uluç'a,  cok iyi Ingilizce ogrenmesini sağlamış. Şimdi, bunu herkes yapabilir mi? Bilemem. Ama ben denemeye karar verdim.
       Internetten, Karamazov Kardesler'i indirdim. Ama daha okumaya firsat bulamadim. Acikcasi, heyecanliyim. Ingilizce kelime dagarcigim da kötü sayılmaz. Aslında, bu işin çözümü basit. Pratik yapacaksin. Amerika'ya gideceksin. Dil kursuna. Devamli konuşma halinde olacaksin. O zaman bir haftada cozersin olayi herhalde. Biz sadece okulda ,"Whats your name?" diyoruz. Zaten tek ogrendigimiz bu. Bir de bunun cevabi. Siz de deneyin. Ingilizce kitap okuyarak Ingilizce gelisecek mi? Paylasalim tecrubelerimizi. Ne dersiniz?


Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up


Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

24 Mart 2015 Salı

Takibi biraktigim 3 köşe yazarı...

     Ben normalde 5 köşe yazarı takip ediyordum. Bu bes yazarın ucunden sıkıldım. Ben de onlari takip etmeyi bıraktım. Şimdi sadece iki ismi takip ediyorum. Onlar da Hıncal Uluç ve Ayşe Özyılmazel. Kimleri takip etmeyi biraktigim ve nedenine gelirsek;
     1)Haşmet Babaoğlu: Daha önceleri hayata dair yazilar yazardi. Zeytinden, domatesten bahsederdi. Son dönemde siyasi yazmaya başladı. Ben siyasi yazilarini okuyarak sevmemistim ki. O yüzden ilk takibi biraktigim köşe yazarı o oldu.
     2)Mehmet Barlas: Başka yazarlardan yaptığı alintilari anlamıyorum. Adamlar o kadar derinden yazıyor. Zamanla o da, yaptığı alintilardaki gibi ağır yazmaya başladı. Ben de takibi biraktim.
     3)Engin Ardıç: Bilenler bilir. Engin Ardıç yazilarini alayimsi yazar. Ama son zamanlarda bu durumu çok abartti. Isin civigi çıktı yani. Ben de takibi biraktim.
      Yeni yazarlar okuyorum. Ama kafama göre birilerini bulamadim. Kimi çok yanli yaziyor, kimi vur deyince öldürüyor. Şimdilik bu kadar. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Cocuk korosu vardı bir zamanlar...

   Bir zamanlar TRT'de çocuk korosu vardı. Sesleri o kadar guzeldi ki. Sanki bir irmaktaki su sesi gibiydi. Onları dinlerken öyle zevk alırdım ki. Ruhumun huzur senfonisiydi. Simdilerde böyle yayinlara rastlayamiyorum. Neden yayinlamazlar bilmiyorum. Pazar gunleri yine eskisi gibi yayinlasalar çok güzel olur. Bunun gibi bazı güzel geleneklerimizi devam ettirelim istiyorum.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


23 Mart 2015 Pazartesi

Robinson Crusoe ile adadayiz...

     Robinson Crusoe kitabini, en son beş altı yıl önce okumaya çalışmış, ama devam edemeyip sıkılıp birakmistim. Iste o yıllardan sonra yeniden okumaya karar verdim. Şimdi düşünüyorum da, belki de çeviri iyi olmadigi icin okuyamamistim. Şimdiye kadar kirk sayfa okudum. Şimdilik çeviri de o kadar da sorun görmedim. Belki de o yaşlar anlamam icin uygun değildi. Okuduğum kitap, Alkim Yayinevi'ne ait. Bu kitabi daha önce okumus olanlar varsa görüşlerini beklerim.
Robinson Cruose

      Daha kirkinci sayfada, hatta daha önce, Robinson adada yalnız kaldı. Kitap 319 sayfa. Daha yüzlerce sayfa ne yapacak bu adam adada. Bir de yazilar çok küçük. Bir sayfadan iki sayfa çıkar. Kuculte küçülte iki sayfayi tek sayfaya indirmisler. Yoksa kitap tuğla gibi olacakmis belli. Bir de bende soyle bir durum var. Bazen ama, her zaman değil. Kitap okurken gözlerim kapanıyor. Uykuya geciyorum. Kitabi elimden dusururken uyaniyorum. Sizce bu neden? Bilen arkadaslar varsa yorum kosesinden bana ulasmalarini rica ederim.
      Kitapta şu ana kadar okuduklarimdan cikardigim bir kaç noktayi da sizlerle paylaşmak isterim. Robinson sanki başından beri adaya düşmeyi beklermis gibi. Adaya düştüğünde hiç, "Ne yapacağım kendi başıma?" gibi ahlanmasi, vahlanmasi yok. Adam hemen adada yaşama hazirliklarina başlıyor. Kendimi bir an, Robinson'un yerine koydum. O durumda ben olsam cildirirdim herhalde. Kitabin yazari Daniel Defoe'nin aklina bu tip bir hikaye nasıl geldi gercekten enteresan. Gerçi bunun için biraz yazarin hayatini, yaşadığı çevreyi iyice öğrenmek, kavramak gerekir. Kitapla ilgili şimdilik bu kadar yazacaklarim. Kitabi okudukça diğer gözüme carpanlari da sizinle paylasirim. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Arkadaşlarla buluşunca...

Arkadas buluşması
Iphone 4s

     Uzun zamandır bizimkilerle gorusmemistik. Bizimkiler dedigim Semih ve Bilal. Ikisiyle de çağrı merkezinde calismaya basladigimda tanismistim. O gün bugündür arkadasiz işte. Arkadastan da öte dostuz da diyebilirim. Arada bir araya gelir. Gorusmedigimiz zaman diliminde neler yaptigimizi paylasiriz. Yine paylastik. Hayatimizda ne olup bittiyse. Her zamanki gibi, bizim Krempark Avm'nin orda buluştuk.
      Ben gittiğimde ikisi de gelmisti. Telefonla ugrasiyorlardi. Selam verdim. Oturdum yanlarina. "Kalk, kalk oturma. Ethem'e gidiyoruz" dediler. Ethem dedigimiz bizim Duzce merkezdeki ünlü pidecimiz. Siparisler biraz geç gelse de. Yine de tercihimiz orası. Balkon tarafina gectik. Üstteki fotografimiz da oradan. Oturur oturmaz hemen oranin internetine bağlandık. Son guncellemeleri indirmek için. Benim guncelleme yokmuş. Semih indirmeye başladı. Onun telefonu Iphone 4s. 8.1 ios indiriyordu. Bilal hemen atıldı. "Bu sürüm hata veriyor. Iphone 4s' lerde. Kablosuzda sorun yasayacaksin ilerde" dedi. Bakalim gorecez öyle olacak mi? Bilgisi olan varsa bu konuda yorum bölümüne beklerim. Guncelleme yaparken ki fotoyu da cektim. O da üstte.
      Orda bir güzel pidelerimizi yedik. Ordan gectik Cafeem'e. Çay içmeye. Semih mayis ayında askere gidecek. Ondan konustuk biraz. Benle Bilal yaptık askerliği. Onun için rahat rahat konusuyoruz. Anlatiyoruz askerliği. Bilal hala çağrı merkezinde calismaya devam ediyor. Bunlari konustuktan sonra Bilal ortaya bir laf attı. Gece boyu onu tartisip durduk. Bilal ticarete atilmak istedigini söyledi. Bir anda ucumuz,"Ortak ne is yapabiliriz?" diye beyin jimnastiği yapmaya başladık. Osmanli tarzi kafeden, internet sitesi kurmaya kadar çeşitli fikirler aklimizda ucusup durdu. Ama o fikri bulamadik tabi. Ama sunu soyleyebilirim: Girisimcilik ruhumuz kabara kabara bir hal oldu diyebilirim. Geceyi bu tartismayla noktaladik. Arkadaslarla bulusunca insan moral buluyor. Vakit akip geçiyor. Iste boyle. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


21 Mart 2015 Cumartesi

Artık Antalya otobüsündeler...

     Normalde, sabahin bu saatinde yazi yazmam. Kardesimi Antalya'ya gönderdiğim için ayaktayim. Sonunda Antalya'ya gittiler. Sabah 06:50 gibi uyandim. Bizimkiler çoktan kalkmislardi. Son hazirliklarini yapiyorlardi. Bizimkiler tek başlarına gitmediler Antalya'ya. Yakin arkadaslari, bir diğer çift,  Cansel ve Bedir'de yanlarinda gitti. Kader birliği yaptilar yani. Cansel'le Bedir geldi. Bedir, "Daha kalkmadin mi ya" dedi. O saatte kalkmaya vücut alışık değil ki. Beş dakika yatakta kivrandim.
      Ayilmaya calistim. Oturdum. Bir beş dakika da öyle gecti. Üstümu giyindim. O zamana kadar,  bizimkilerde valizleri disariya cikarmislar. Bizimkilerin iki valizi vardi. Bir de bebek arabasi. Bizim Aras biraz yuruyunce, "Anne yoruldum. Kucağına al" diyor. Bu gibi durumlar için işte, araba da alindi. Valizleri başladık çekmeye. Duragin orda borekci vardı. Servis gelesiye kadar orda bekledik. Ben kiymali börek aldım. Benim gibi kiymali börek alan da vardi. Patatesli börek alan da. Bir tane de patatesli borekten aldim. Ama hic hoşuma gitmedi. Ben kiymali boregime devam ettim.
       Iste o borekcide bir de fotoğraf çektim. Onu da paylasiyorum sizlerle. Bu arada borekcinin duvarlarinda harika bir desen vardi. Sizler icin onu da cektim. Küçük bir mekandi borekci. Ama guzeldi. Sabahleyin biz ordayken kac kisi simit almaya geldi. Kimisi oturup boregini yedi. "Böyle bir işi olmali insanin" dedim. Imrendim yani. 15-20 dakika orada oturduk. Sonra durağa gectik. Beş dakika olmamıştır beklediğimiz. Servis geldi. Kardeşimin eşi Seda ve kardeşim Fatih ile görüştük. Onlar giderken, arkalarindan deli gibi el salladim. Şu anda otobüse binmislerdir. Bakalim onlara Antalya beklediklerini verecek mi??? Ilerleyen günlerde bu konuda size yazmaya devam ederim. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


20 Mart 2015 Cuma

Aras'in akıllı telefon bayrami...

    Yegenim Aras, hangi akıllı telefon ile oynayacagini sasirdi. Bende Samsung Grand Neo var. Anne ve babasindaysa Samsung Galaxy Mega. Birini birakiyor, digerini alıyor. Bu arada babası bozuk olan tabletini de yaptirmis. Çocuğun hepsiyle oynamaya vakti kalmıyor. Ama genelde benim akıllı telefon ile oynamayi tercih ediyor. Çünkü benimkinde dinazor oyunu var. Ona bir kere telefonu verirken mobil veriyi açık unutmuşum.
       Biliyorsunuz, internet açıkken oyun oynadiginizda önünüze oyun reklamlari geliyor. Aras oyun oynarken bu dinazor oyununun reklami çıkmış. O da girmiş. Girmekle kalmamis, indirmeye baslamis. Neden inmedigini hatırlamıyorum şimdi. Sonra, "Dinazor oyunu nerde? " deyip ağlar diye ben indirdim. Ilk basta anlamadik. "Amca telefonda dinazor var" deyip duruyordu. Telefonu elinden aldıktan sonra anladik olayi.
      Gerçekten de dinazor varmış. Aslinda saçma sapan bir oyun. Bilmem kac kat bir plaza var. Dinazor da ona tirmanip altin topluyor. Ama sadece dinazor da yok. Maymun var. Ne insana, ne hayvana benzeyen bi kac da yaratik var. Bu oyunu bi tabletine indiremedik çocuğun. "Bugün indiririz, yarın indiririz" derken arada kaynadi. Tembellik kisacasi.
      Aras o kadar oyuna boguldu ki. Bugün cizgi film izlemek bile istemedi. Aslinda bu kadar oynamasi da iyi değil. Ama telefonlar yeni alindi. Hevesini alsin bir kaç gün diye kimse sesini çıkarmıyor. Hayat Aras' a güzel anlayacağınız. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=child&page=2

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


Antalya yollarina dusuyorlar...

     Bu cumartesi, kardeşim ve ailesi Antalya'ya gidiyor. Is icin. Burada bir çağrı merkezinde calisiyordu kardeşim. Üç yıldan fazla olmuştu orda calisali. Ama geçen hafta ayrıldı. Çünkü kendisine vaad edilen terfi verilmedi. Bir de üstüne daha da statüsünü düşürmeye kalktilar. O da bu duruma restini çekti. Şimdi yeni bir hayat için Antalya yollarina dusecekler.
     Kardeşim, eşi ve yegenim Aras. Cumartesi sabahi cikacaklar yola. "Neden Antalya?" derseniz de. Antalya'da ortak bir arkadaslari var ikisinin. Orada bir magazada calisiyormus. Bizimkilere de, "Burada is cok. Gelin" demiş. Onlarda bunun üzerine gidecekler işte Antalya'ya. "Birinin lafı üzerine gidilir mi Antalya'ya?" derseniz. Ikisinin de yakin arkadaslari. Ve guveniyorlar.
      Aras'i çok ozleyecegiz tabi. Adami iki üç gün gormeyince ozluyoruz da. Şimdi Antalya'lara gidecek. Ozlenmez mi? Aras, ucaga binerken, uçağa bindiginde eminim durmadan anne, babasina sorular sorup duracak. Zaten uçaklara deli oluyor. O da sevinçten havalara uçacak. Ilk ucak deneyimini görmek isterdim Aras' in. Bir ay kalacaklar, ortama bakacaklar. Istedikleri gibi olmazsa tekrar geri donecekler. Ise giremeseler, donseler bile, en azindan Antalya'yi görmüş olacaklar. Bir deneyim olacak onlar için. Bir de hayata böyle bakmak lazım. Illa her işte başarılı olacagiz diye bir şey yok. Basarisiz oldugumuzda da, "Bu da benim için bir deneyim oldu" diyebilmeliyiz. Ve onumuze bakmaliyiz. Takilip kalmamalıyız. Ne diyelim. Her şey gonullerince olsun. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak :
http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=&page=3

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


18 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale Savaşı gazete eki...

     Posta gazetesi, Çanakkale Savaşı için tam 7 sayfa ayırmış. Hazırlayan,  Yetkin Iscen. Inanir misiniz, yedi sayfanin yedisini de okudum. Hem de sıkılmadan. Icerik güzel ve ilgi çekici. Mesela, "Türk askeri nasil Mehmetçik oldu?" sorusunun cevabi var. Yine bu konuyla ilgili olarak, "Mehmetçik ismini kim buldu? " sorusuna da cevap var. Bu basliklar gibi ilgi cekici daha bi kaç başlık daha var. Bugüne özel, iyi hazirlanmis bir ek. Okuyun, pişman olmayacaksiniz.
       Ne yalan söyleyeyim. Posta'dan böyle güzel bir içerik beklemezdim. Önyargı işte. Onyargilardan kurtulmam lazim. Ama doğru değil mi? "Posta" deyince aklıma Haydar Dümen geliyor. Neyse biz yine yaziya dönelim. Ilgimi çeken diğer başlıklar hakkında da bilgi vermek istiyorum size. Bunlardan biri de, Mustafa Kemal'in Çanakkale'de siirini okuduğu şair oldu. Ismini ilk defa duydum. Emin Bülent. Zaten,  işin içinde şiir olmasi dikkatimi çekmek için yeterliydi.
       Peki, size bir soru. Bir Alman Subayinin, Çanakkale Savaşı sirasinda, annesine gonderdigi mektupta kedilerden bahsettigini biliyor muydunuz? Sadece kedilerden bahsetmekle kalmamis, kaldigi mahallenin savaş sirasindaki durumunu da yazmış. Kedi deyince hemen, "Ne kedisi?" demeyin. Kediler üzerinden insanlari anlatiyor. "Muhakkak okuyun" derim. Zaten okuyunca, "Iyi ki okumusum" diyeceksiniz. Bu yazidan vurucu bir başlık da yazayim size. "Ceset kemiriyorlar". Artik gerisini siz düşünün. Boş bir yazi değil yani. Anlatmak istediğim o.
      Yedi sayfanin tamaminda böyle ilgi cekici yazilar var. Hepsini yazsam yer yetmez. Ben ikisini anlattim ki,agziniza bir parça bal çalayim. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=fight&page=3

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


Evde film izleme...

    Toplulukla film izlemek güzel oluyor. Senin gulmedigin bir replige,  diğer adam gülüyor. E gulmenin de bulasici bir yani var. Sende gülüyorsun. Ondan sonra, anında herkes görüşünü söylüyor. Sende söylüyorsun. Muhabbet ediyorsun aynı zamanda yani. Boşuna,"Insan sosyal bir hayvandır" dememisler. Hep beraber yapılan şeyler zevkli oluyor. Bu tip organizasyonları sık yapmalı. Hayattan daha fazla zevk almak için.
      Bu yaziyi yazma nedenim, bu akşamdi. Televizyonda, Eyvah Eyvah 3 vardi. Dört kisi izledik. Bir de benim yegen ile birlikte beş. Yukarda anlattığım her şey oldu bu aksam. Yazmadigim bir şey daha var yukarida. Onu da yazayim. Yegenim Aras, biz filme bakarken devamli televizyonun önüne geçiyordu. E biz de göremiyoruz. Yegenim gibi dört yaşında olan çocuklarda, bu yakından bakma hastaligi nedir anlayamadim.
       Simdi hakkini yemeyelim. O kadar da sorun cikarmadi cocuk. Iki kere gitti tekevizyonun önüne. Ondan sonra da bir daha gitmedi. Sinemada, anında degerlendirme yapamiyorsun. Sonuçta baskalarini rahatsız etmemen lazim. Bu yüzden,  evde çok rahat oluyorsun. Kritik yap, bagir, çağır. Yani ev, özgürlük demek oluyor. Eve toplayin arkadaslari. Film izleyin. Güzel dakikalar garanti. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


17 Mart 2015 Salı

Kitap okuyacağım da ne olacak???

      Yillarca okullarda, orda burda,  kitap okumamiz söylendi. Ama sadece soylendi. Biri cikip da, neden kitap okumamiz gerektigini soylemedi, anlatmadi. Bu cagda insanlara neyi, neden yapmaları gerekiyor izah etmeliyiz. Yoksa o adam, cani isterse kitap okuyor. "Bunlar entel, dantel işler" diyor. Adama kitap okuma bilinci asilamadigin zaman, adam da böyle konuşur tabi.
       Kitap okumayi zaman kaybı olarak gören çok. "Okuyacağım da elime ne geçecek?" diyor. Iste, bu soruyu soran adama, cevabi daha ilk baştan verilmeliydi. Bu ülkede, kitap okuma diye dersler olmalı. O derste her zaman, neden kitap okumaliyiz anlatilmali. Ve topluca kitap okunmali. Kitap okutmak, öğretmenin insiyatifinden alinmali. Istisnasiz, her zaman okunmasi sağlanmalı. Birine ne ekerseniz,  gelecekte onu bicersiniz.
       "Eğitim şart" diye klasiklesmis bir lafimiz var. Ama doğru. Her şeyin başı eğitim. Bir planlama yaparsınız. On yil, yirmi yıl sonrasi icin. Okuyan bir nesil yetistirirsin. Bunlar atla deve değil. Ama planlama lazim işte. Bizim millet olarak eksik olduğumuz sey. Genç, korpe beyinlere sadece, "Oku" demek yetmez. Neden okumasi gerektiği de anlatilmali. Bakin, görün o zaman. Simdikinden daha fazla genç okuyacak.
      Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up
      Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


16 Mart 2015 Pazartesi

Soguk yalnızlık...

     Bugün, konuk yazar olarak ben Seda Schmidt Kazan yazı yazacağım sizlere. ilk konuk yazar olarak beni seçmesinden dolayı, sevgili Cem'e teşekkür ederim.
      Çok zor bir dönemden geçiyordum .Almanyada doğmuşum .2 yaşında Türkiye'ye dönmüşüz. Okula falan Zonguldak  ve Düzce'de 10 yaşına kadar idare ettim . Sonrasında Almanya'ya  gitmeye,  daha iyi eģitim ve hayat kurmak için yola çıktım. En son, belkide hiç hatırlamadiğım bir dönemde  gelip, Türkiye'ye alışmıştım. Oranın dilini,  hiç bir yerini bilmiyor, tedirginlik,  ürkeklik, korkmuş bir sekilde hava alanına gittim. Uçağa binmek için kapıdan gecerken, teyzem ile vedalaşıp pasaportu gosterip gectim. 15 dk sonra, ucağın kapisi acildi, yolcular tek tek binmeye basladi. Değişik insanlar her türden bulabilirdin. Nereye baksan yabanci dil konusan  kisiler vardi. Uçağa bindim ve koltuk numarami buldum.  Uçak havalandi. 2 saat 45 dk  sonra Stutgart Havalanına indim .Tekrar pasaport kontrolünden sonra valizimi alıp, annemin yanina doğru yoneldim. Biri el salliyordu, annemdi.   Kostum, sarildim. Arabaya binip,  dogruca eve giderken annem, oranin yasantisindan, nasil ne yapmam gerektigini anlatiyordu. Hava,  Türkiyeden daha soguk esiyordu. Ben, beynimdeki dusuncelerden surekli soru cevap yapiyordum aklimdan. Eve girdik, bavulumu yerlestirdim. Ağlayarak, o gun sabaha kadar uyuyamamistim.  İçimde bi burukluk vardi. Ama 10 yasinda bi kız olarak elimden ne gelebilirdi ki. Sabah, annemle okula yazilmaya gittik ve mudurun yanina ciktiktan sonra, haftanin 3 günü Almanca kursuna, 2 günü normal sınıfımda ders gorecegimi soylediler. O gun annem beni birakip gitti. Öğretmen anlatiyor, anlamiyorum. Yeniydim. Benimle beraber  iki cocuk daha vardi 7 yaslarinda, Polonya'lı.   Teneffüs oldu. Yalnız, tek basima gectim kenara oturmaya basladim.  Düşündüm,"Ben burada yapamiyacagim". 3 ay olmustu.  Polonya'li iki cocuk almancayi ogrendi ve sınıflarına gitti. Ben daha yarisini ogrenmistim. Üzuldum, "Ben neden cabuk  ogrenemedim" diye.  Duydum ki, onlar kucuk oldugundan dolayi daha cabuk ogrenmisler. Sonra arkadaslarim oldu 3-4 derken.  Gezmeye gittim, marketlerine gittim.  Değişik bir ülkeydi. Herkes özgur,  isteyen istedigini giyebiliyor,  yapabiliyor, icebiliyorlardi. Bende yavas yavas degismistim. Akrabalarin yanina oturmaya bile gidemiyordum. Havada kus bile yoktu. Oysa benim Türkiye'm cıvıl cıvıldı. Sokakta bile kimse yok,  surekli yagmurlu, soguk bir yer. Türkler, akrabalar sadece birbirlerini düğünlerde ve cenazelerde görebiliyorlardı. Monoton bir hayat. Sürekli calisacaksin, para yapacaksın,  sosyal faliyet falan hic bir sey yok. Oysa Türkiye'de oyle miydi sokaklar. Ortalik İnsan kaynar, komsular sıkılınca birbirlerine gider gezer, hem calisip hem yasarlar. Bilmiyorum, sevmedim, sevemedim oraları.   Benden bu kadar.
      Sevgili Seda'ya anlattiklarindan dolayi çok teşekkür ediyorum. Yeni bir ülkede yasamaya başlamanın,  nasil sorunlar ortaya çıkardığını anlatti. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.


15 Mart 2015 Pazar

Oyun zamanı...

     Yegenim Aras'i, oyun salonuna götürdük. Ama ondan fazla benle babasi oynamistir. Çocuk olmak gibisi var mı ya. Oyun salonuna girer girmez, oyuncaklar ondan fazla bizim ilgimizi çekti. Benim zamanımda böyle oyun konsollari yoktu. Belki de vardı. Bizimkilerin oralara götürme imkanı yoktu. Iste, bu yüzden yasayamadigim  cocuklugu buldum oyun salonunda.
      Önce araba yarışı icin oturdum koltuğa. Aras'i da önüme aldım. Start verildi ve oyuna başladık. Gaza yuklendikce yuklendim. Aras'da direksiyonu durmadan sağa sola ceviriyordu. Oyun bir dakika da bitti. Doğal olarak yetmedi o minnacik bir dakika. Insan yine oynamak istiyor. Kendimi kaptirdim gitti. Zaten etraf çocuk kaynıyor. Onlarin neselerini, eglencelerini gördükçe ben de gaza geldim. Biraktim kendimi. Bir çocuk gibi hissettim.
      Begenmedigim bir durum oldu yalnız. Silah oyunlari da koymuşlar. Bu olmamali. Daha o yaslarda cocuklara silah sevgisi asilanmamali. Silahlari görünce üzüldüm. Valilik bu gibi durumlara el koymali. Silahli oyunlar yasaklanmali. Çocukken ne kadar uzak tutarsak, buyuduklerinde de silah sevdalisi olmazlar. Iste, böyle böyle olur olmaz silah kullanimi engellenir.
       Neyse dönelim biz yine güzelliklere. Baktim motor yarisi var. Atladim motora. Tıpkı televizyonlardaki gibi, motoru yatabildigi kadar yatirdim sağa sola. Yarış bittikten sonra da üzerinde resim cektirmeyi de ihmal etmedim. O resmi de paylasiyorum sizlerle. Son söz:"Dünyada en güzel şey çocuk olmak". Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


Yağmur...

     Bugün otobüs ile carsidan gelirken yağmura tutulduk. Hemen kendimizi otobüs durağına attik. Ve yağan yağmuru izlemeye başladım. Bir süre sonra, burnuma toprak kokusu gelmeye başladı. "Iste,  yağmurun güzelliği" dedim. Yağmur,  güzeldir. Yağmur, romantiklik demektir. Yağmur, sevgilinle islanmak demektir. Yağmur,  insanların sağa sola kacismasi demektir. Yağmur, huzur demektir. Kisacasi yağmur, bir güzellik demektir.
        Yağmur yağarken, otobüs durağında beklemek bile güzeldi. Beklerken de yağmuru izlemek. Sanki bir tabloya bakarmis gibiydim. Bu tablonun ressami tabiat anaydi. Kendimi o anki güzelliğe biraktim. Bir de o ara trafik sıkışmışti. Normalde Düzce'mizde böyle trafik olmazdı ama. Olmustu iste. Gelen her araba, iki ya da üç dakika bekliyordu duragin önünde.
       Duragin önünden gecen her arabada da ayrı bir hayat vardı. Bir tanesinde Hande Yener'in Atma sarkisi caliyordu. Bir digerinde ise slov bir Trabzon müziği. Arabalarin camlari bugulanmisti. Ve o küçük arabalarda, biz disarda bekleyenlere nispet yaparcasina sohbet girla gidiyordu. O an, "Acaba o arabalardan birinde olmak nasıl olurdu?" diye düşündüm. Bir de o açıdan bakmak isterdim yağmura. Bugün de yağmur eşlik etti hayatima işte. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


13 Mart 2015 Cuma

Yürümek...

     "Kalabalikta yürümek, ne de güzel oluyor" dedim bugün. Insan yasadigini hissediyor. Sosyallesiyor bir manada. Bir yandan yürürken, bir yandan da insanlari gozledim. Kimi otobüs bekliyor. Kimi bir yere yetismek için hızlı hızlı yürüyor. Hayat akıyor yani. Ben de o hayatin icine dahil oldum işte yürüyerek. Devamlı bir kosturmaca.
      Insanlari izlemeyi severim. Bir kaç dakika da olsa, onlarin hayatlarina dahil olmayi isterim. Bu nedenle insanlar arasında yürümeyi severim. Ama kosusturanlarin içinde olmak istemem nedense. Ben bakmayi, izlemeyi severim. Hani bir söz vardır, "Her insan bir kitaptır" diye. Bende bir kaç dakikaligina da olsa okurum bu insanlari. Hayat bence sokaklardadir. Hayat,  sokaklarda gezen insanlardadir.
       Ne zaman bunalsam, cikarim sokağa. Aşağı yukarı gezen insanlarin arasina girerim bende. Yururum. Rahatlarim böylece. "Hayat bu işte. Gelip geçen şu insanlar" derim. Hayatta huzur icin, mutluluk için, çok da büyük şeyler gerekmiyor. Yürümek bile huzur verebiliyor insana, mutlu edebiliyor. Yeter ki bunun farkına varalim. Başka acilardan bakmaya calisalim. Tad almaya bakalim hayattan. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.
Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=walk&page=1

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


11 Mart 2015 Çarşamba

Sofra hazır, buyrun sofraya...

   En sevdiğim sözlerden biridir bu söz. Bana, mutluluğa bir çağrı gibi gelir. Çünkü o sofraya tüm aile çağrılır. Tüm aile, ortak bir şey yapmanın zevkini yaşarlar doyasıya. Onun için sofralar, aileler için çok önemlidir. Bir şeyler paylaşmanın  yerlerinden biridir sofralar. Hele ramazan sofraları daha da bir başkadır. Mutluluk, katlanır da katlanır. Ramazan gelse de, yine yazsak o güzel sofraları.

Mutlu aile yemekleri
foto kaynak: pinterest.com
Hanımlar mutfakta yemekleri hazırlarlar. Beyler, televizyon karşısında sabırsızlıkla yemeği beklerler. Dakikalar geçer. "Hadi Ayşe Hanım, açlıktan öldük" der evin en yaşlısı. Bir yandan da harıl harıl sofra kurulur. Tabakların, her masaya konuşlarında çıkan o kendilerine has sesleri, sabırsızlığı bir kat daha arttırır. Klasik bir sofra kuruluşunu anlatıyorum dikkat ettiyseniz. Ama o mutluluk klasik değil. O mutluluk, bizi biz yapan hisler.

       Artık her şey hazırdır. Ve o,  mutluluk verici söz ağızdan çıkar, "Sofra hazır, buyrun sofraya". Ve tüm aile bu söz üzerine sofraya gelir. Ve işte o an bir aile için mutluluğun resmidir. Hayatta böyle güzel anlar bizi mutlu kılar. İçimiz yaşama sevinciyle dolar. Belki sofralarda eskisi gibi ailenin tamamı bulunmuyor olabilir. Bu durum, bu güzellikten mahrum kalmak anlamına gelir. Böyle bir durumunuz varsa, ne yapıp edin o sofraya tüm aileyi toplayın. Mutluluğu, huzuru sizde böylelikle tadın.
       
       Bir dahaki yazıya kadar sağlıcakla kalın.
     
       Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

10 Mart 2015 Salı

Hayirli evlat Hazal(!)

    Paramparca dizisindeki Hazal karakterinden yola çıkarak, hayırlı evlat kavramini incelemek istedim. "Evladin bile hayirlisini iste" diye boşuna dememisler. Hazal sayesinde bu sözün doğruluğunu bir kez daha anliyorsunuz. Evlat bu. Atsan atilmaz, satsan satilmaz. Ömür boyu basini agritip durur. Cevremizde öyle evlatlar var ki,  Hazal'a rahmet okutur.
       Hazal tabi burda cok bilinen bir örnek olduğu için kullanma ihtiyaci hissettim. Akşam haberlerini izlemeniz yeterli hayirli evlatlari gormeniz icin(!) Anasina babasina şiddet uygulayan hatta hayatlarina son veren cocuklar var. Yani,  buyuttugunuz evladiniz değil de katiliniz de olabilir. Bunlari yazmak bile ruhuma ağır geliyor. Ama ne yazık ki gerçekler.
         O yüzden, "Ne olursa olsun, evlat olsun" anlayisinin ne kadar da sakat bir düşünce olduğunun farkına varalim. Hayirli evlat dileyelim. Büyük lokma yiyelim, büyük konusmayalim. Hirslarimizin kurbani olmayalim. Tabi is sadece bununla da bitmiyor. Çocuğu yetistirirken de hayirli evlat özellikleriyle donatmaliyiz. Iyiyi, güzeli, doğruyu ogretmeliyiz. Kimin soyledigini hatirlamadigim bir söz, "Insan yetistirmek sanattir" der. O da ayrı bir konu. Ona da bir gün deginmeli. Toplumsal yaralarimiz var. Bunu dile getirmeli ve çözümler aramaliyiz. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.
Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=chil&page=2

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


7 Mart 2015 Cumartesi

Çocuk olmak...

    Şu dünyada, en güzel şey çocuk olmak. Çünkü, en küçük seyler bile mutlu ediyor çocukları. Geçen otobüs duragindayim. Bir tane çocuk, otobüs geldiği için deliler gibi sevindi. Ayni anda da bagiriyordu. "Otobüs geldi, otobüs geldi" diye. O an düşündüm. "Hayat cocuklara güzel heralde sadece" dedim. Derinden bir, "Ahh" çekerek cocuklugumu özledim.
      Sanirim hepimiz, istisnasiz tekrar cocuklugumuza dönmek isteriz. O sorumluluktan kurtulmus, derdimizin sadece oyun oynamak olduğu zamanlara. Çünkü, hepimiz sorumluluklarimizin altında eziliyoruz. Kaçacak yer ariyoruz. Iste, tam bu noktada tekrar çocuk olmak hevesi sarıyor bizi. O yüzden hepimiz imrenerek bakariz çocuklara. Neselerinden bir parça da biz almak istiyoruz.
      Gülmeyi unutturdu hayat bize. Artık, sadece iş cikislarinda mutlu oluyoruz. Bir de cuma günleri. Gerisi hayatin hengamesi. "Icindeki çocuğu oldurmemek" diye de bir kavram var. Ciddi ciddi düşündüm. Icimdeki çocuk olmuş mu, olmemis mi karar veremedim. Bazen cok çocuksu düşünüyorum ve davraniyorum. Ama ben, 7/24 cocuksu olmak isterdim. "Öyle de olur mu?" demeyin, oluyor. Benim o tarz arkadaslarim var. Onlara da hayranim. Ama benim karakterim öyle değil işte.
      Neyse, tekrar cocuklara dönelim. Çocukların konusmalari, davranislari hep dikkatimi çeker. Onları ilgiyle izlerim. Gulumsememe engel olamam. Imrenerek bakarim. Ve bir kaç dakika da olsa, bu dünyadan cekip cikaririm kendimi. Bu konu hakkında yaz yaz bitmez. Benden bu kadar. Sizlerin eklemek istedikleri olursa, gözüm başım üstüne. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

      Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


6 Mart 2015 Cuma

Ev hikayesi...

   Siz değerli blog okuyucularima bir ev hikayesi anlatmak istiyorum. Evimiz, iki katli ve ahşap. Eski zaman evlerinden. Bundan yıllar önce, evimizde her odanin ışığı ayrı ayrı yanardi akşamları. Anlatacağım hikaye bir aile hikayesi. Beş cocuklu bir aile. Dört kız, bir oğlan. Çocukken,  kardeslerimle beraber hep onların yanına gitmek isterdik. Çünkü onlarin yanında eğlence vardı. Devamlı bir hengame olurdu evde. Devamlı bir hareket.
       Sonra, gel zaman git zaman kızlar evlendi gitti. Geçen sene de baba vefat etti. Oğlu ile annesi kaldi bi başlarına. Çocuk da hayırsız çıktı. Ickiden evin yolunu bulamaz hale geldi. En son kızlardan biri gecen hafta annesini yanına aldi diye duydum. Belirli bir zaman için mi yoksa tamamen mi yanina aldi bilmiyorum. Ama tamamen yanina alabilecegini de düşünmüyorum. Ne de olsa, eskilerin deyimiyle el evinde. Damat istemezse, annesine ne kadar isterse de yaninda bakamaz. Ne yapacaksin işte, dünya.
      Iste bir zamanların civil civil, neşe icinde olan, alt ve üst katin tüm isiklarinin yandigi ev, simdilerde karanlığa gömülmüş durumda. Bu akşam, o evin yanından geçerken dikkat ettim. Hic ışık yoktu. Kapkaranlikti. Bir devir de böylece kapandi işte. Ahh, o evin dili olsa da anlatsa bir zamanlar icinde yasanilanlari. Evler benim için önemlidir. Mutlu ya da mutsuz anlarimizin taniklaridir onlar. Böyle terkedilmis bir ev gördüğümde her zaman düşünürüm, "Kim bilir bu evde neler yasanmistir?" diye. Siz neler düşünürsünüz bu konuda? Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.
Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=house&page=5

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
     


5 Mart 2015 Perşembe

Kullandığım telefonlar ( mim )

    Beni mimleyen Bildigini yazar blogun değerli yazari Haydar Samur'a çok teşekkür ediyorum. Onun sayesinde bende sizinle beraber bir telefon yolculuğuna çıkacağım. Yukarda gördüğünüz Siemens benim ikinci telefonumdu. Ondan öncesi, yani ilk telefonumun hikayesi ise Sabah gazetesine dayanir. (Gazeteyi Sabah diye hatirliyorum. Geçmiş zaman yanlış da hatırlıyor olabilirim.)
      Alcatel one touch view db desem sanirim herkes hatirlayacaktir. Sabah gazetesi kuponla veriyordu onu. Ve o gazete o tekwfon nedeniyle kapış kapis gidiyordu. Biz de o furyaya kendimizi kaptirdik. Gazete ayirttirirdik bakkala. Çoğu kişi de öyle yapardi. Heralde bir ay kupon biriktirdik. Ve bir gün babam elinde kutuyla cikageldi. O zamanlar o telefona nasil da kamasan gozlerle bakiyorduk. Iste bende böylece ilk telefonuma sahip olmustum. Sadece bu donemi iceren bir mim bile yapilabilir. Turkiye'yi o kadar derinden etkileyen bir donemdi o dönem.
     Alcatel'in hiç de, "Vav" denilecek bir telefon olmadığını ogrenmeye basladigimiz zamanlarda hayatima Siemens c65 girdi. Kendisi yukaridaki resimde gördüğünüz telefondur. Alcatel'e göre daha küçük ve daha inceydi. Boylelikle Siemens ile olan telefon yolculugumuz baslamisti. Kullanimi rahat diye hatırlıyorum. Bunun dışında aklımda fazla bir detay kalmamis. Tam olarak neden kullanmayi birakip yeni bir telefon aldigimi da hatırlamiyorum.
      Artik telefon sektöründe Nokia'nın ortalığı kasip kavurdugu bir donemdeydik. Böyle bir dönemde bende Nokia'siz kalamazdim. Bana göre en ucuz modelinden olan 6300'dan aldim. O zamanlar 180 lira gibi bir para verdik diye hatırlıyorum. O telefon harika bir telefondu. Hem kullanimi, hem saglamligiyla vazgecilmezim olmuştu. Eğer şu anda tuşlu bir telefon kullanmak durumunda kalsam direk yine 6300'i secerim. O kadar beni kendine baglamistir yani.
      Sonunda geldik dokunmatik ekran dönemine. Bu dönemde ilk başlarda sanirim Samsung şimdiki kadar etkin değildi. Ama buna rağmen benim kalbim yine de Samsung için atiyordu. Dokunmatik telefon dunyasina Samsung S3 mini ile adim attim. Ilk baslarda, "Ben tuşlu telefona çok alistim. Nasıl yapacam bu dokunmatikle?" diye kendime sorduğum çok olmuştur. Ama sonralari, alisinca hoşuma gitti dokunmatik ekran.
     Hatta o kadar alistim ki dokunmatige,"Bunun ekrani ufak. Internette rahat dolasamiyorum" diye mizmizlanmaya bile baslamistim. Ve kendime geniş ekran almak için harekete gectim. Marka secimim yine Samsung olacakti. Peynir ekmek gibi giden Samsung Grand Neo'da karar kildim. Aşağı yukarı altı aydır kullaniyorum ve memnunum. Iste benim telefon yolculugum da boyleydi.
      Bende geleneğe uyarak hayattan kesitlertecrubeler blog arkadaşımı mimliyorum. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

      Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Hayaliniz ne???

     Bu soruyu sordum diye sakın beni kişisel gelisimci falan sanmayin. Ben de sizin gibi biriyim iste. Sadece, benim hayatımda devamli sorduğum bu soruyu siz de soruyor musunuz merak ettim. Kişisel gelisimci olmak ister miydim? Elbette isterdim. Başarı hikayelerimi paylaşmak büyük bir mutluluk olurdu benim icin.
      Size aniden, "Hayalin ne?" diye sorsam cevap verebilir misin pat diye. Yoksa düşünmeye mi baslarsiniz, "Benim hayalim neydi ya?" diye. Ünlü düşünürler, bilim adamlari ve basariya ulasmis pek çok insan hep hayallerden bahseder. Bu nedenle hayalinizin olmasi çok önemli. Yoksa, "Mesai dolsa da eve gitsem bir an önce" dersiniz.
      Düşünsenize bir, her gün azap cekiyorsunuz. Istemediginiz bir işte calisarak. Böyle ömür mü geçer. O yüzden hayallerimiz olmali. Her gune heyecanla uyanmaliyiz. Bir adım daha hayalimize yaklasacak olmanin mutluluğunu hissetmeliyiz icimizde.
      "Bu kadar anlattin da senin hayalin ne?" derseniz. Blog acmamdan da anlasilacagi uzere hayatimi yazarak kazanmak. Böylece hayatimi mutlu mesut ve huzurla gecirmek. Belki fazla kazanamam ama sevdiğim isi yaparim. Heyecanla yazima baslarim. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamam. Kendimle barışık olurum. Maske takmak zorunda kalmam kimseye. Icim kan ağlarken gülmek zorunda kalmam. Iste böyle sevgili okur. Peki sizde durumlar nedir? Aramizda hayaline ulasmis olan var mi? Ya da hayaline emin adimlarla yuruyenler. Sizler de paylasin da ilham alalim sizlerden. Hadi bakalım. Bir sonraki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
     
        


4 Mart 2015 Çarşamba

Çay azalttim. Çünkü...

     Bunun tek sebebi sayin Ayşe Tolga'dir. "Kim bu Ayşe Tolga?" diyen varsa eğer. Hani Seksenler dizisinde Ahmet"in eşini oynayan var ya, işte o. Daha da tanimadiysaniz artik. Bi zahmet Google'a sorun. Benden bu kadar yardım. Ayşe Hanim, Ceyhun Yılmazin Trt'de başlayan yeni programani katilmisti. Orda konu sağlıklı yaşama geldi.
      Ayşe Tolga, sağlıklı yaşamaya çok özen gosterirmis. Cevresinde de böyle taninirmis. Bende o programda öğrendim. Çay ikram etmislerdi. "Cayla ilgili ne diyorsun?"  sorusuna Ayşe Hanım, "Fazla icmemek lazim. Kansizliga yol açıyor" dedi. Ben bunu bir duy. Bir numarali da icecegim benim. Bir şeyler yapmam gerektiğini anladim ve harekete gectim.
    "Ne yaptin?" derseniz. Bir bardak eksilttim cayimi. Üç bardak icerdim normalde. Büyük bir karar alip bunu ikiye düşürdüm. Bire düşer mi? Zor. Üç fazla tamam da. Bir de çok az. Böylelikle hayatimda bende sağlıklı yaşam yönünde bir adım attım. Başka sağlıklı yaşam uygulamalarim dilerim olur da, bende sizinle bunlari paylasarim. Hadi sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=tea

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Kanal D biktiriyor...

   Bir dizinin fragmani ne kadar gosterilebilir ki? Insani bunaltacak,biktiracak hatta, kusturacak kadar gosterilebilir. Iste bir örnek. Poyraz Karayel. Dün akşam kanal D'de Küçük Ağa dizisine baktık. Her reklam arasında istisnasiz Poyraz Karayel'i gösterdi. Dün akşam biktirdi resmen. Diziyi izlemeden sanki izlemis gibi oldum. Bir de hep aynı fragmani gosterip durmuyorlar mi. Diziden sogudum.
       Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
       


3 Mart 2015 Salı

Müslüm Gürses ve değişim.



         Müslüm Gürses oleli iki yil olmus. Yıllar ne çabuk da geçiyor değil mi? Müslüm Gürses denince benim aklıma değişim geliyor. Simdi, "Ne alakasi var?" diyebilirsiniz. Aslinda bence çok alakası var. Çünkü o sadece bir arabeskci olarak kalmadı. Degisti. Hem de kimliğinden ödün vermeden. Yıllar önce kim derdi Müslüm Gürses, Teoman'ın Paramparca şarkısını söyler diye. Ama o bunu yapti. Yaşadığı çağa ayak uydurdu. Sadece arabeskcilere hitap etmekle 8de kalabilirdi. Ama o genclerle de kucaklasmak istedi. Iste tüm bu nedenlerden dolayı Müslüm Gürses dendiginde aklima değişim gelir.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=&page=2

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


2 Mart 2015 Pazartesi

Yaşar Kemal bilinmeyenler...

            Bir büyük usta, Yaşar Kemal hayata gözlerini yumdu. Ama sanat adamları ölmezler. Eserleriyle hep yaşarlar. Yaşar Kemal’de böyle olacak. Artık aramızda eserleriyle yaşayacak,nefes alacak. Yaşar Kemal deyince benim aklıma İnce Memed romanı gelir. Artık o romanla özdeşleşmiştir. Peki Yaşar Kemal deyince bunun dışında aklımıza ne gelmesi gerekiyor? İşte onları da sizler için derledim.

            1)Yazarın gerçek adı Yaşar Kemal değildir. Bunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Sanki gerçek isminin Yaşar Kemal olduğundan yüzde yüz eminmişim gibi. Kemal Sadık Göğçeli gerçek ismi. Ne kadar da yabancı geliyor değil mi?
            2)Yaşar Kemal neden büyük yazar? Hani çok kullandığımız o umut kelimesi var ya. İşte onu Türkçe’ye kazandıran kişi olduğu için. Türkçe’ye kalıcı bir şekilde imzasını attığı için.
            3)Yaşar Kemal’in Teneke adında bir romanı olduğunu yeni öğrendim. İlk fırsatta okuyacağım. Ve işte o Teneke isimli roman operaya uyarlanmış. Fabbio Vacchi yapmış bu işi. La Scalada galanın yapıldığı yer olarak tarihe geçmiş. Tarihe geçen bir başka ayrıntı ise, Yaşar Kemal’in o sahnede büyük alkış alması.
            4)Sizi anlayacak biri ya da birilerinin olması gerçekten önemlidir. Onların yanında kendimizi huzurlu hissederiz. Bu dünyada Yaşar Kemal’i de anlayan kişi de, Nihal Atsız’mış.
            5)Aslında Orhan Pamuk’tan önce Nobel’i kendisi alacakmış. Ama bir türlü kısmet olmamış. Ama Nobel’le de adı çok anılmış. Bu kadar çok adının Nobel’le anılıp, Nobel’i alamamasından sonra bu durumuyla da tanınır olmuş.
            Bu yazıyla amacım, Yaşar Kemal’i biraz daha yakından tanımanızdı. Umarım başarılı olabilmişimdir.

            Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=book&page=2

            
           Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Senem Kuyucuoğlu ikinci şans...

            Hülya Avşar,Senem Kuyucuoğlu işe almış. Güzel yapmış. İyi yapmış. Şov için yapsa bile iyi yapmış. Gerçi Hülya Avşar bu işi şov için yapacak karakterde biri değil. O yolları çoktan geçmiş,aşmış ruh dünyasında. Yani bir manada nirvanaya ulaşmış. Bir kişi,bir kişidir. Birinin hayatına dokunmak kadar güzel bir şey var mıdır?

            Hülya Avşar,elinde sihirli bir değnek olan bir peri gibi değmiş Senem Kuyucuoğlu’nun hayatına. Ona bir şans daha verdi. Artık sıra Senem’de. Kendine verilen bu şansı en iyi şekilde kullanmalı. Hayata dört elle sarılmalı. Zira böyle fırsatlar insanın hayatında bir kere ya gelir, ya gelmez. Senem’e altın tepsi içinde bir şans sunulmuş oldu böylece.
            Hülya Avşar, Senem’de bir ışık görmüş olmalı ki onu işe aldı. Avşar’ın hayat tecrübesi o ışığı anlayabilmesi için yeter de artar bile. Böyle bir şey yaptığı için Avşar tebrik edilmeli. En başta kadın örgütleri tarafından. Bir kadına yeniden hayata tutunma şansı verdiği için.

            Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up



            Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Koşun!Samsung Galaxy S6 çıktı...

            Ben telefonda Samsung’cuyum. O yüzden bende Samsung Galaxy S6’nın çıkışını merakla bekliyordum. Sonunda bugün Samsung Galaxy S6 tanıtıldı. Google Trend’de de şu anda aranılanlar arasında 3’cü sırada. Şu anda herkes, “Yeni ne özellikleri var” diye araştırıp duruyor. Tıpkı benim gibi. Bende haberi aldığımdan beri site site dolaşıyorum.

            Bazı siteler çok çok detaya girmişler. O yüzden yazılara anlamaz gözlerle bakıyorum. Ve o sitelere buradan sesleniyorum, “Lütfen anlaşılır bir şekilde yazın. Herkes sizin kadar teknik bilgiye sahip değil”. Değil mi ama. S6’nın, bir de Edge’sini çıkarmışlar. Yine telefoncular yaşadı. Artık kuyruk olur telefoncularda. Bu ülkede yaşayan bizler için telefon çok önemlidir. (Telefon satışına mı girsem ne yapsam?) O yüzden telefoncular bu ülkede çok ekmek yer.
            Gözüme çarpan yeniliklere gelirsek. GB’ları çeşitlendirmişler.32,64 ve 128. Seç,beğen,al. Sonra kamerayı manyak hızlı yapmışlar. 1 saniyeden hızlı açılan bir kamera ile, ortalığı dağıtmaya geliyor benden söylemesi. Şarj konusunda da resmen uçmuşlar. 10 dakika şarj ediyorsun. Tam dört saat gidiyor. Daha ne olsun. Son bir not. Samsung şimdi gösterdi ama elletmiyor. Yani, 10 Nisan’dan itibaren almaya başlayabileceksiniz. O zamana kadar daha ne gibi özellikleri var öğrenmeye devam.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=cell&page=1

            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

1 Mart 2015 Pazar

Demet Akalın hit dünyası...

Demet Akalın’ın Gökhan Özen ile yaptığı düeti dinlediniz mi? Ben dinledim. Çok hoşuma gitti. Şarkının adı nefsi müdafaa. Demet Akalın yapmış yine yapacağını. Nasıl yapıyorsa bu işi. Yine hit bir şarkıya imza atmış. Altıncı hissi almış yürümüş Demet Akalın’ın. Bunu başka türlü açıklayamıyorum. Yaptığı her şarkı dillerde. Listelerde,zirvelerde.

Bu yüzden çok saygı duyuyorum kendisine. İşine çok önem gösteriyor. Belli ki çok eleyip sık dokuyor. Ve bunu büyük bir ciddiyetle yapıyor. Çünkü bu kadar başarı tesadüf olamaz. Arkada sistemli bir çalışmayı gerektirir bu kadar başarı. Sizlerin de böyle düşündüğünü zannediyorum. Bu söylediklerimi içimden gelerek büyük bir samimiyetle söylüyorum.
Bu söylediklerime bakılarak Demet Akalın fanı falan olduğum sanılmasın. Onu da her şarkıcı gibi seviyorum. Ama inanın fanatiklik derecesinde değil. Yanlış anlaşılmasın. Fanatikliği küçümsediğim falan da yok. Aksine ben de bir sanatçının fanatiği olmak isterdim. Ama bu yaşıma kadar hiç işim olmadı. Şimdiden sonra da olacağını düşünmüyorum. Yaptığı her şarkı ile bir level daha atlıyor. Ve müzik dünyasındaki yerini daha da sağlamlaştırıyor.

Foto kaynak:www.modamona.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Kadri'nin Götürdüğü Yere Git fiyaskosu...

Bu akşam Show Tv’de Kadri’nin Götürdüğü Yere Git filmini izledim. Normalde yine izlemezdim de. Diğer kanallarda bir şey olmayınca,”Bari izleyeyim” dedim. Eğer sinemaya gitseydim verdiğim paraya acırdım. İnsanı sıkan bir yanı var. Anlamsız sahneler almış başını gitmiş. Anlatmak istediği güzel bir hikaye. O tamam,onda sorun yok da. Sorun anlatış şeklinde. Yönetmen, daha önce ismini duymadığım biriydi. Bu yüzden önyargılı baktım yönetmene. Bakmamda da haklı çıktım. Ama filmi beğensem tersi olurdu. “Bu yönetmende iş var. Bu ismi bir yere not edeyim” derdim. Otel müdürü, itici tiplerin başında geliyordu. O adamın sahneleri çıkınca, “Yandık. Yine boş sahneler çıktı” dedim. Ne yazık ki, bunda da hiç yanılmadım. Alp Kırşan’ın yeni tanıştığı kızı oynayan ablamız hiç iyi oynayamadı. Ya yönetmen yanlış yönlendirdi onu, ya da yeteneği yoktu, potansiyeli bu kadardı. Zaten o ablamızı şimdilerde de bir yerde gördüğümüzde yok. Şafak Sezer’e sözümüz yok. Adam o kadar rahat ki. Sanki kendini oynuyor gibi rahat. Yetenek dediğimiz Şafak Sezer işte.Notum 5 üzerinden 1. Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com