sinema sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster
sinema sorgusu için yayınlar alaka düzeyine göre sıralanmış olarak gösteriliyor. Tarihe göre sırala Tüm yayınları göster

Cem Yılmaz, komedi filmi yapmıyor...

     Cem Yılmaz son filmi ile yine tartışmaların odağındaydı. Son filmi Arif ve 216 gişede şimdilik güzel gişe yaptı. Çünkü genelde Cem Yılmaz filmleri yüksek gişe yapmaz. Belirli sayılarda kalır hep. Çünkü kendisi komedi filmi yapmıyor. O komediyi stand-up şovlarında yapıyor. Filmlerinde komedi ise yan unsur. Esas amaç izleyiciyi güldürmek değil. O film yapmak istiyor. Ve o filmlerde de yabancı ve yerli olmak üzere tüm sinema dünyasına gönderme yapmayı seviyor. Bunları görünce kah kah gülmüyor, sadece gülümsüyorsunuz. Çevremdekilerden hep aynı şeyi duyuyorum, “Film hiç komik değildi”. Recep İvedik’teki gibi kahkaha atmak istiyor millet. Umduklarını bulamayınca da, “Film komik değildi” sözü habire tekrar ediliyor.

Cem Yılmaz

     Cem Yılmaz filmlerini anlamak için biraz sinema dünyasından haberdar olması lazım izleyenin. Kitap okuyan, film izleyen bir arkadaşımla konuştuk bu konuda. “Film komik değildi ama ben çok beğendim. Cem Yılmaz filmlerini anlamak için bir sinema kültürü lazım” diyor. Şimdi böyle diyenlerde var. Filmlerini bende izledim. Sonra bu duyduklarımdan da bir analiz yaptım. Ortaya bu çıktı. Yani yeni nesil daha çok Recep İvedik’ci. Arif Işık daha çok orta yaş ve üstüne hitap ediyor gibi. 20 yaşında bir sinema aşığından bahsediyorsak. Eminim oda beğenecektir. Çünkü sinemayla haşır neşirdir. Ve filmde yapılan göndermeler onun da hoşuna gidecektir. Bu Cem Yılmaz analizine siz ne diyorsunuz?

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/adult-bar-cafe-business-cinema-375885/

Cemal Süreya ve bir günü...

     Gündelik yaşamda Cemal Süreya nasıldı? Neler yapardı? Hiç merak ettiniz mi? Eğer merak ettiyseniz, size bir müjdem var. Bu yazı sayesinde, bu merakınızı giderebileceksiniz. Cemal Süreya günlük hayatını, Gösteri dergisi için yazmış. Derginin 21’inci sayısında. 1982 yılında. Bir gününü yazması zordur aslında onun için. Şair olmanın, bir sanat adamı olmanın etkisi ne kadardır bilinmez ama, günü gününe tutmaz. O yüzden anlatacağı bir günü, onu tam olarak yansıtamayacaktır bize. Bunu belirtir. Hatta geçirdiği bir günü değil de, geçirdiği bir haftayı anlatsa, okurun sorduğu soruya daha iyi bir cevap olabileceği düşüncesindedir. Ama her şeye rağmen, yine de anlatmaya çalışır.
ÖNERİ YAZI: Cemal Süreya: İmza günleri benim işim değil...
                                                   EN VERİMLİ SAATLERİ
     İstanbul’un Kadıköy’ünde oturmaktadır. İstanbul’lu kimliğinden çok, Kadıköy’lü kimliği daha ağır basmaktadır. Kadıköy’lülerin bir özelliğini de anlatır yazısında. Bir mecburiyetleri yoksa, çıkmazlarmış Kadıköy’den. Çünkü o yıllarda Kadıköy, hala bir kasaba gibidir. Ordaki mahalle kültürü, hala yaşamaktadır. Cemal Süreya o yıllarda, oğlu Memo Emrah ile yaşamaktadır. Memo Emrah, on üç yaşındadır. Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri dışındaki günlerde, işe gidişten eve dönme saatine kadar tüm hayatını oğluna göre planlar. Çünkü bu üç gün, oğlu annesinin yanındadır. En verimli saatleri sabahın 4’ü ile 9’u arasındadır. Bu saatlerden de anlaşılacağı gibi, erken saatlerde yatmaktadır. Bu saat dilimlerinde dünyayı bir kenara bırakıp, düşlerinin dünyasına dalarmış.
cemal süreya

                                        HAFTA SONLARINI NASIL GEÇİRİRMİŞ?
     Saat 9 olduğunda yorgunluk bir yandan, uykusuzluk bir yandan, belirtilerini göstermeye başlar. Yarım saatlik bir uyku, onu kendine getirecektir. Tabi uyuyabilirse. Eğer uyuyamazsa, o gün sersemlik çöker üstüne ve gitmek de bilmez. 4 ile 9 saatleri arasında kalkmayı alışkanlık haline getirmiştir. O kadar ki, kalkmayı gerektirecek bir neden olmasa bile, o saatlerde ayaktadır. O saatlerde kendisine çay eşlik eder. Çayı sever. Hatta, on bardağa kadar çay içtiğini bile söyler Cemal Süreya. Oğlunun yanında olmadığı hafta sonları, evde durmaz. Dostlarının kapılarını çalar. Vu bu dost ziyaretlerinin yapıldığı bazı akşamlarda, evinin ışıkları yanmaz. Dostlarının yanında sabahlamayı tercih etmiştir çünkü. Bozulan uyku düzeni nedeniyle, verimli saatleri de değişir.
ÖNERİ YAZI: Cemal Süreya'nın kötü roman ve kötü şiire bakışı nasıldı?
                                                    SİNEMA TUTKUSU
     Öğlenleri yemek yemez. Buna karşılık akşam yemekleri ise bir ziyafettir. Akşam 19:00 ile 20:30 saatleri, eşref saatidir. Bir kadeh şenlendirir bu saatlerini. Gençlik yıllarında sinema, onun için bir tutkuymuş denebilir. Her gün muhakkak bir sinemanın koltuğunda yerini alırmış. Bunun yanında tiyatro da var tabi. Sinema kadar hayatında kendine yer bulamasada.  Ama kahve alışkanlığı devamlıdır. Kahveden kahveye dolaşır. Birbirinden farklı üç kahveye girer çıkar gün boyu. Bu kadar kahve tutkunu olması boşuna değildir. Çünkü hiç de azınsanmayacak sayıda bir çok şiirlerini, kahvede yazmıştır. Bilinenin aksine sessiz, kendiyle baş başayken yazmaz şiirlerini. Aksine bu tip sesli ortamlar, alışkanlık haline gelmiştir onda. Evet, bir şairin günlük yaşamından kesitler böyle. Siz neler düşündünüz yazıyı okuduktan sonra, Cemal Süreya ve günlük yaşamı hakkında?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Mim: Sinema ve ben...

mim

Mim bayadır yapmıyordum. Bir Sosyolog, Bir Kitap ve Hayat  bloğunun yazarı İzel beni mimlemiş. Bu mimin konusu: Sinema. Gelelim sorulara.

1-Sinemada izlediğin ilk film?
Patron Mutlu Son İstiyor. Bir Tolga Çevik filmi.

2-Film en güzel  ………’de/da izlenir?
Film her yerde izlenir abi. Bu ev olur, sinema olur. Her ikisinin de farklı zevkleri var. Sinemada dev ekran, sesler gümbür gümbür. Evde ise yalnız başına. Sessizlik ve sakinlik içerisinde. Huşu içinde film izleme.

3-Film izlerken olmazsa olmazın var mı? Varsa neler?
Yanımda konsantre olmamı engelleyen bir şey olmamalı. Filmle alakası olmayan biri gibi.

a-Tek başına mı kalabalık mı?
Tek başına da kabulüm kalabalık da. Ama bence kalabalık izlenmesi makbul.

b-Mısır mı cips mi?
İkisine de hayır. Film izlerken bir şey yemek benim adetim değildir.

c-İki boyutlu mu üç boyutlu mu?
Zamanında boyut mu vardı kardeşim. Film olsun taştan olsun.

d-Avm sineması mı sokak sineması mı?
Artık sokak sineması mı kaldı? En azından bizim buralarda. Bizim buralar Düzce oluyor. Hep sinemalar avmde artık.

e-Filmden önce filmin fragmanını izlemek mi, yorumlarını okumak mı?
Her ikisi de. Hele çok beklediğim bir filmse.


Kimse kasmasın. Yapmak isteyen yapsın bu mimi.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/greyscale-photo-of-woman-between-two-man-53370/

İlk Türk filmi nedir?


     Dün, hafta sonu diye bir gazete alayım dedim. Gazetelerin hafta sonu ekleri güzel oluyor çünkü. Baktım gazetelere. Hangi gazeteler var-yok diye. Büyük gazetelerden Sabah vardı. Bende onu aldım. Geçtim odaya. Başladım sayfalarını çevirmeye. İlk önce Sabah Pazar’dan başladım okumaya. İlgimi çeken haberlerden biri, ilk Türk filmi ile ilgili olandı. İlk Türk filmi, 14 Kasım 1914’te çekilmiş. Filmin adı da: Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı

     Buradaki asıl amaç, ilk Türk filmini çekmek değilmiş. Buradaki amaç: O abideyi yıkarak Ruslara bir mesaj vermek. Bu mesajı nasıl daha güçlü bir şekilde verirsin? Tabi ki filmle. O yüzden bu film çekilmiş. Yani anlayacağınız Ruslara mesaj vereceğiz diye, İlk Türk filmi çekilmiş.

     Ve bu filmin çekildiği 14 Kasım 1914 tarihi sinemamızın kuruluş yılı olarak tarihe geçmiş. Haberde asıl konu edilen ilk Türk filmi nedir, değildi. Asıl konu edilen, böyle bir filmin gerçekten çekilip çekilmediğiydi. Sinemamızda birde böyle bir tartışma varmış. Bu tartışmayı konu edinmiş haber. Bu filmi izleyen yok. Bu filmin herhangi bir kopyası günümüze ulaşmamış. Buda şüphe uyandırmış. 

İlk Türk filmi nedir?

     Yoksa böyle bir film hiç olmadı mı sorusu zihinleri kurcalamaya başlamış. Ama Üsküdar Üniversitesi’nden Doç. Dr. İ. Arda Odabaşı’nın Osmanlı arşivinden bulduğu bir belge, bu filmin üzerindeki kuşkuları kaldırmış. Bulduğu belge, o zamanki bir gazete nüshası. Sinema Haberleri diye bir gazete varmış. Devire bakın ki, sadece sinema haberleri üzerine bir gazete çıkıyor.

     O gazetede filmin, Sirkeci’de, filmi çeken Fuat Uzkınay’ın da ortağı olduğu Ali Efendi Sineması’nda gösterildiği yazıyormuş. Olayın daha da netleşmesi için birkaç sorunun daha cevaplanması gerektiğini düşünüyorum. Rus Abidesi’ni kim ve neden yaptı? Rus Abidesi, Ruslar tarafından, 93 Harbi’nden sonra ölen Rus askerleri anısına yapılmış. 

     Pazar gününü bu tam sayfa sinema haberi ile güzel bir şekilde geçirdim. Ve bu yeni öğrendiğim bilgiyi sizlerle de paylaşmak istedim. Umarım sizde okurken zevk almışsınızdır. Yorumlarınızı heyecanla bekliyorum. Hemen aşağıdan yorumunuzu bırakabilirsiniz. Bu tip bilgi yazılarını devamını isterseniz de bunu da belirtebilirsiniz. İzleyiciler bölümünden de beni takibe alabilirsiniz.
    
Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/food-sweet-snack-tasty-37329/

Yılmaz Erdoğan, Netflix ile hangi ara anlaştı?


     Yılmaz Erdoğan, Netflix ile ne ara anlaşmaya vardı? Hiç böyle bir anlaşmadan da bahsetmemişti. Sessiz sedasız bir anda Netflix’de gördü herkes filmi. Bir anda bomba patladı. Şu anda ortalık karışık. Bir dünya soru var herkesin kafasında. Sabahtan beri internet sitelerini takip ediyorum. En son bu konuda ne yaşandı kaçırmak istemiyorum çünkü. Olayın birkaç yönü var. Önce mısır tartışması. 

     Sinema işletmecileri ve yapımcılar arasındaki. Günlerce bu tartışıldı. Yapımcılar bir şey söyledi. Sinema işletmecileri bir şey söyledi. Ama değişen bir şey yoktu. Tıkandı kaldı. Neyse ki devlet araya girdi. Yeni bir düzenleme yapıldı. Yapımcılar bu düzenlemeden memnun kaldı. En azından Birol Güven öyle açıkladı. “Birol Güven’in ne alakası var?” diyenler olabilir. Kendisi Televizyon ve Sinema Film Yapımcıları Meslek Birliği Başkanı. Bu konularda en başta görüş bildirmesi gereken kişi.

     Yılmaz Erdoğan da o düzenlemeye kadar bu konuda elinden geleni yaptı. Yapımcıların haklarını sonuna kadar savundu. İşte olay tam da burada kopuyor. Bu kadar biletler için uğraşmışken Netflix ile anlaşma nereden çıktı? Bilet, yapımcılar için bu kadar hayati derecedeyken ve bunun için günlerce konuşmuşken, çaba göstermişken şimdi bu yapılanı nasıl değerlendireceğiz? Film Netflix’de gösterilmeye başlandığından beri herkes konuştu. Açın bakın internete. Ama bir kişi konuşmadı.

Yılmaz Erdoğan

     Yılmaz Erdoğan. Ve bu saat olmuş hala bir açıklama yok. Hiçbir gazeteci merak etmiyor mu? Hiç biri arayıp böyle böyle bir durum var ne diyorsunuz diye sormadı mı? Herkes ne diyeceğini beklerken gazete ve televizyonlar neden peşinden koşmuyorlar anlamıyorum. 
Hadi medya tarafı böyle. Peki niye kendisi bir açıklama yapma gereği duymuyor? Medyada olanı biteni görmüyor mu, duymuyor mu? 

İkinci bir konu ise ne zaman Netflix ile anlaşma yaptığı. Medyatava’dan Canan Kaya’nın yazdığına göre film vizyona girmeden anlaşma yapılmış bile. Anlaşmaya göre film vizyona girecek, 6 hafta sonra da Netflix’de yayınlanmaya başlayacaktı. Ama yapımcılar ve işletmeciler arasındaki yaşananlar nedeniyle film 1 şubatta vizyona girdi. Böyle olunca da anlaşma gereği daha film vizyondayken aynı zamanda Netflix’de de yayına girmiş oldu.

      Ve ortaya bu durum çıktı. Bu durum Netflix yetkilileri ile görüşülerek vizyondan çıktıktan sonraki tarihe ertelenebilir miydi bilmiyorum. Herhalde bunu görüşmüşlerdir diye de düşünüyorum açıkçası. Bakalım Yılmaz Erdoğan neler diyecek?

Yılmaz Erdoğan ile ilgili diğer yazılarım için buraya tıklayabilirsiniz.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/VbGYLwHnw88

İbrahim Büyükak, daha çok filmler yazacak...


     İbrahim Büyükak, ilk Çok Güzel Hareketler’e dahil olduğunda “Nereden geldi bu çocuk?” demiştim. O zamanlar çok iyi bir Çok Güzel Hareketler izleyicisiydim çünkü.

     İlk başlarda nerden çıktı dediğim bu çocuğu bölümler geçtikçe sevmeye başlamıştım. Bu çocukta cevher vardı. Hem oyuncu olarak, hem de yazar olarak.

     Her skeçten sonra o skeci kimin yazdıkları söylenirdi. Bir bölümde 8 skeç varsa, en az dördünde onun da katkısı olurdu. Bu çocuğun bir şeyler olacağı o zamandan belliydi.

     Sonra hareketler bitti. 3 Adam programı başladı. Eser, Oğuzhan ve İbrahim. Bunlar normalde de çok iyi arkadaştılar ve aynı evde kalıyorlardı. Bu çok iyi anlaşmayı ekrana taşıdılar.

     Yine 3 Adam’da güzel esprileri olurdu. O programı izleyenler hatırlayacaklardır. Eser, hep İbrahim’e, “Sen olsan ne yapardın?” gibi sorular yöneltirdi.

     Çünkü biliyordu ki İbrahim’den esprili cevap alacaktı. Tabi her zaman kaliteli espriler yapamıyordu. Ama genele vurursak espri kalitesi yüksekti.

     Sonra gün geldi, 3 Adam’da bitti. Ama İbrahim’in durmaya niyeti yoktu. Senaryosunu yazdığı ve oynadığı ilk filmi, Küçük Esnaf’ı  çekti hemen.

     Bu ilk filminde kendisine BKM Mutfak’tan arkadaşı Zeynep Koçak eşlik etti. Artık sinema dünyasına da adım atmıştı. Daha durur muydu?

     Hemen arkasına yine senaryosunu yazdığı bir başka film çekildi. Yol Arkadaşım filmi. Bu sefer kendisine Oğuzhan Koç eşlik etti. Zaten çok yakın dost olan bu ikilinin enerjisi sinema perdesinden de izleyiciye ulaştı.

     Yol Arkadaşım çok sevildi. Böyle olunca da hemen ikincisi çekildi. İbrahim ile Oğuzhan’ın yol macerası bu filmde de devam edecekti. 2 gün önce Cuma günü vizyona girdi film.

     Pazartesi günü akşam saatlerinde gişe rakamlarına bakacağım. Bakalım ikincisi ne kadar ilgi gördü. Bu arada gişe rakamlarına hep Box Office Türkiye’den bakarım ben. Size de tavsiye ederim.
İbrahim Büyükak durmayacaktır. Ben her sene kendisinden bir sinema filmi bekliyorum. Bence dizi falanla da zaman kaybetmesin. Dizi köreltir onu.

     Senaryo yazmanın tadını aldıktan sonra bırakacağını zannetmiyorum. Birde filmleri beğenilince keyfine değecek yoktur herhalde.

     Dizi olabilir aslında, düşündüm de. Oda nasıl olur? Eğer kış sezonunu boş geçirmek istemezse yine senaryosunu kendisinin yazacağı bir dizi neden olmasın.

     Ama yine de şimdilik bulaşmasın dizi işlerine. Doya doya film senaryoları yazsın önce. Daha Türk sinemasına çok filmler hediye edecek.

     Yeni filmler yazdıkça kendisini daha da çok geliştirecek. Daha da iyi senaryolar yazmaya başlayacak. Türk sineması umut vaat eden bir senarist kazanmıştır. Hem yazan, hem de oynayan.

YOL ARKADAŞIM 2 FİLMİ İLE İLGİLİ İLK İZLENİMLER
     İşyerindeki kızlar filme gitmişler. Berna’ya sordum, “5 üzerinden kaç verirsin?” diye. Gülen bir emoji ile 5 cevabını vermiş.

     Bugün internette gezerken de İbrahim Ve Oğuzhan’ın katıldığı bir gösterimde izdiham olmuş. Tabi bu iki kafadarın Çok Güzel Hareketler döneminden de kendilerini takip eden kemik bir izleyici kitleleri var.

YOL ARKADAŞIM FİLMİYLE İLGİLİ YORUMUM
     İzlemeye sinemaya gitmedim. Kız kardeşimin bir arkadaşı gitmiş. “Keşke ilk yarının sonunda çıksaydım” demiş. Bunu duyunca gitmek hiç içimden gelmedi. Geçen günlerde Show tv’de yayınlandı. Tv8’de olabilir. Tam hatırlamıyorum.

     Ben filmi beğendim. Şimdikiler Recepİvedik gibi kendilerini her an, her dakika güldürecek bir film beklentisi içindeler. Yol Arkadaşım’da bu yok.

     Ama filmde bir hikaye var. Hikayesi olan filmleri her zaman sevmişimdir. Bu tip filmleri yabancı filmlerde görürdük hep. Artık bu tür bir hikaye anlatan filmler bizde de var.
Yol Arkadaşım 2’nin gişesi ne kadar olacak? İlk film 2.060.866  kişi tarafından izlenmiş. Bu sayıyı geçmesini bekliyorum ben. Ya siz?


Kocan Kadar Konuş filmindeki o detay...

Şahane Hayatım dizisinde kadın, öldürdüğü adamın hayaletini görüyor. Görmesi yetmiyor, bir de onunla konuşuyor. Böyle abidik gubidik şeyler canımı sıkıyor ya. Ölülerle konuşmada bana sempatik gelen tek film Kocan Kadar Konuş filmiydi. Oradaki kız, hayalinde bir yazar ile konuşuyordu. Kıza, hayat yolunda öğütler veriyordu yazar. Bak o iyidi, güzeldi işte.

SİNEMA YENİDEN CANLANMAYA BAŞLIYOR GİBİ…

Ahmet Kural’ın oynadığı Efsane filmi 2 Şubat’ta vizyona girecekmiş. Yavaş yavaş sinema sektörü pandemi öncesi döneme dönüyor gibi. Her hafta bir Türk filmi vizyona giriyor. Geçen haftalarda da Doğu Demirkol’un Yaşam Koçu filmi vizyona girmiş ve çok konuşulmuştu. Her yeni film haberine seviniyorum yani. Çok film olsun ve çarklar işlesin.

Tosun Paşa filmini yeniden çekmeyin sizde kardeşim...

      Cem Yılmaz ve Şahan Gökbakar, Kemal Sunal’ın Tosun Paşa filmini yeniden çekmek istemişler. Ertem Eğilmez’in oğlu Ferdi Eğilmez’den buna izin çıkmamış. Valla çok iyi yapmış izin vermemekle. Ben bu tarz filmlerin yeniden çekilmesine karşıyım. Ya zaten o efsane olmuş. Gönüllerde taht kurmuş. Kemal Sunal ile özdeşleşmiş. Varın siz yeni filmlerinizle isim yapın. 

Tosun Paşa

     Zaten yapıyorsunuz da. Cem Yılmaz’ın Arif Işık’ı var. Şahan Gökbakar’ın ise Recep İvedik’i. Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Bu karakterler sinema sektöründe var. Ben bu iki karakterin de başkaları tarafından yeniden çekilmesini istemem mesela. Her şey zamanında güzeldir ve onu ilk ortaya koyanla beraber kıymetlidir. Ben böyle düşünüyorum aga. Ya siz?

Foto kaynak: https://pixabay.com/tr/g%C3%BCn-bat%C4%B1m%C4%B1-sinema-g%C3%B6steri-filmi-3189813/

Organize İşler dizisinde oynayacak yıldızlar...

     Organize İşler’in dizisi yapılacak biliyorsunuz. Üç sezon yayınlanacakmış dizi. Dizide Russell Crowe, Cem Yılmaz ve Andy Garcia oynayacakmış. Kadro sağlam anlayacağınız.

SİNEMA ÖRGÜTLERİNDEN BERGEN ÇIKIŞI…

     Sinema örgütleri, Bergen’in katilinin tehditlerinin hala televizyonlarda yer almasını ve filmin Kozan’da gösterimden kaldırılmasına tepki göstermişler. “Failin sesini kısın, kadının sesi olun” demişler. Harika söylemişler.

İKİNCİ KİM?

     Trabzonspor ilk yarısı 2-2 biten maçta Göztepe’yi evinde 4-2 yendi. Trabzonspor şampiyon artık ya. Asıl soru: İkinci kim?

ERTELENMESİN, OYNANSIN…

     Pazartesi akşamı oynanacak olan Galatasaray-Beşiktaş derbisi ertelenecek mi? Perşembe günü Galatasaray’ın, Avrupa Ligi’nde Barcelona ile rövanş maçı var. Bu nedenle ertelensin isteniyor. Galatasaray’lı olarak ertelensin istemem. Ama kardan dolayı oynanamazsa o ayrı.

BU UZUN ÖZETLER DE OLMASA…

     Kardeşlerim dizisi başlayıncaya kadar TRT Spor ve A Spor arasında zap yaptım. Trabzonspor-Göztepe arasındaki maçı takip ettim. Kardeşlerim dizisinin özeti bitip, yeni bölümü başladığında saat 21:00’di. Bu uzun özetler sayesinde maçları takip ediyoruz biz de.

HERKESE SALDIRAN KEDİCİK…

     Herkese saldıran bir kedi gelmiş, nereden geldiyse. Dışarıya mama bıraktığımızda tüm kedilere saldırıyor. Onlara yedirmiyor. O yüzden adını haydut koyduk. Küçük/büyük ya da dişi/erkek demeden tüm kedilere saldırıyor. Ona ayrı bir köşede mama veriyoruz. Kedinin herkese karşı düşmanlığı var. Artık ne yaşadıysa kedicik.

EROL BÜYÜKBURÇ DEYİNCE…

     Erol Büyükburç’un, ölümünün yedinci yılıymış bugün. Erol Büyükburç deyince benim aklıma, Turist Ömer filmi ve katıldığı bir müzik yarışmasındaki, “Saksı değilim ben” çıkışı gelir.

 

Gülse Birsel, sinemada da kendini kanıtladı...

Gülse Birsel

     Gülse Birsel, Avrupa Yakası ile iyi bir senarist olduğunu zaten kanıtlamıştı. Ardından Yalan Dünya geldi. Ben dahil çoğu kişi Yalan Dünya’yı, Avrupa Yakası kadar sevemedi. Ama izlenmedi mi? İzlendi. Ama asla bir efsane değildir. Efsane, Avrupa Yakası’dır. Bu Yalan Dünya dizisinden sonra, Aile Arasında filminin başarılı olup olmayacağı konusunda kafamda şüpheler oluştu. Çünkü bu, ilk film senaryosu olacaktı. Çünkü sinema, başka bir dünyaydı. Çünkü ilk defa, bu büyülü dünyaya adım atıyordu. Açıkçası ben fragmanı pek beğenmemiştim. “Yoksa bu ilk deneme hüsran mı olacak?” demiştim. Ama öyle olmadı. Aile Arasında, seyirciden geçer not aldı. 4,5 milyona yaklaştı izleyen kişi sayısı. Gülse Birsel, sinema dünyasında da “Ben varım” dedi.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/architecture-building-business-cinema-436413/

Anadolu Yakası kitabı hakkındaki yorumum...

     Kitap okumayalı, bir ay kadar olmuştu herhalde. Bir ara, Mustafa Kutlu’nun, Anadolu Yakası Nehir söyleşi kitabına başlamıştım. Bi 20 sayfa falan okuyup, bir köşeye bırakmıştım. Sonradan devam edememiştim, kalmıştı öyle. Son bir hafta, kitaba kaldığım yerden devam ettim. Ve sonunda kitabı bugün bitirdim. Kitapta bir gazeteci, bir televizyon sahibi ile röportaj yapıyor. Ama röportaj deyince, “Aman ne röportajı, okuyamam şimdi” demeyin. Çünkü bende öyle dedim. Ama kitabı okudukça anladım ki, olay öyle değil. Evet, röportaj var ama. Bir okuyun, o röportajın içinde birde neler var? Televizyon sahibi Muzaffer Gönül’ün, yani Muzo’nun, sinema ve televizyon sevdası var. Yine Muzo’nun, sinema setlerinden nasıl televizyon patronluğuna yükseldiği var.  
     Sosyal hayata dair, bugünkü aydın dediğimiz kişilerin nasıl olması gerektiğine dair, televizyonun kültürel yaşama etkisine dair, kısaca hayat var yani hayat. Ben zevkle okudum. Zaten kısacık bir kitap. 207 sayfa. Şimdi kitaptan çok beğendiğim bir bölümü paylaşmak istiyorum sizlerle. Muzaffer, İstanbul’a okumaya gitmiştir. Seneler sonra ailesini ziyarete gelir. Ve orada köyüyle özlemini giderir. Eski günlerine gider. Yazar Mustafa Kutlu, burayı çok iyi anlatmış. Bende bu bölümü seçtim sizinle paylaşmak için.
anadolu yakası, mustafa kutlu, okuduklarım

     Camiden çıktık. Baba ben biraz dolaşacağım dedim. İyi dedi, geç kalma.
     Köyden çıktım kendimi artık ekilmeyen tarlalara, göz alabildiğine uzanan topraklara vurdum.          Bizim köy de boşalıyordu. Gençler gurbete gidip dönmüyordu, tarlaları ot kaplamıştı.
     Kuru otlar bastıkça çıtırdıyor, her birinden ayrı bir koku yükseliyordu. Dağdan gelen serin yel kekik kokuyordu. Yürüdüm, yürüdüm. Eskiden kuzu otardığımız yerlerden geçtim. Yemlik yedim, kuzu kulağı kopardım. Önümde ufuk. İşte bu, şehirde görülmeyen bir şeydir. Şehirde binalar, arabalar, kalabalık insanın üzerine gelir. Onu sindirir, bir zavallı kılar. Bu düzlük öyle değil, kendini özgür hissediyorsun. Sanki kollarını kaldırsan uçacaksın.
     -Abi film çekmeye başladın sen. Tarkovski oldun sanki.
     -Olurum, bir mani mi var?
     -Olursun inşallah.
     -Evet, dönüp geldim. Doğru mezarlığa. İri meşelerden birine sırtımı dayadım. Dualar ettim. Meşe yapraklarının kurumuş olanları, esen yelle ağır ağır mezarlar üzerine dökülüyor. Yaprak da fani, insan da.
     -Ama yaprak baharda yeniden çıkıyor be abi.
     -O yaprak eski yaprak değil. Bir babanın oğlu gibi. Baba toprağa karışıyor, oğlan hayatı sürdürüyor, Cenab-ı Hakk’ın kanunu bu.
     Bir çayır kuşu öttü. Bir daha öttü.
Gözümden yaş damladı. Bilmem neden?
    -Abi bu çok mühim. Neden ağladın?
    -Cevabı yok. Her yan metafizik. Hayat, ölüm, yaprak, kuş. Kimse bir şey açıklayamaz. İnsan orada aciz olduğunu anlıyor ve inancı varsa dua ediyor.
Dua insanın Allah’a en yakın olduğu an.
Belki bu sebepten gözlerimden yaş geldi.

Cem Yılmaz, gümbür gümbür geliyor...

Cem Yılmaz, 2017’ye bomba gibi giriyor. Bundan birkaç ay önce, ocaktan itibaren, yeniden stand-up şovlarına başlayacağını duyurmuştu. Şimdi ise film haberi geldi. Yeni filmi, “Arif ve 216”. Bu film haberi sevindirdi beni. Bu uzaylı filmlerinin hakkını veriyor. Son filmi, Ali Baba ve 7 Cüceler berbattı. En kötü filmleri sıralamasında, belki de birinci sırada bile yer alabilirdi, o kadar yani. Ondan önceki Pek Yakında, öyle değildi bak. Öyle ahım şahım, çok süper bir film olmasa da, bir aileyi anlatıyordu. Daha doğrusu, bir babanın kendini, ailesine yeniden kabul ettirme, yeniden bir aile olma yolundaki çabası vardı. Sırf o yüzden, o filme kötü diyemem.

cem yılmaz, arif ve 216, güncel
Cem Yılmaz, uzaylı filmlerine devam dedi

                                              TÜRK’ÜN UZAYLIYA BAKIŞI
     Cem Yılmaz, bu uzaylı filmlerinde niye başarılı peki? Çünkü bir Türk’ün, bu olaya bakışı, başlı başına bir mizah zaten. Bu konu için, ayrıca bir espri düşünmene, mizah yapmana gerek yok. E, bu adamda bir Türk, bu uzaylı meselesine hangi açıdan bakar, bunu iyi yansıtıyor beyaz perdeye. Bakın, arada böyle, sinema yazarları gibi, beyaz perde gibi teknik terimlerde kullanırım ha. Ama şimdi şöyle bir sorun var ki, o kadar uzaylı filmi çekti ki mübarek adam, daha uzaylılarla ilgili nasıl espri yapacak, onlardan nasıl bir mizah çıkaracak, soru işareti. İlk filmde, günümüzdeki uzaylılarla ilgili bir film yapmıştı: Gora.
                                           YEŞİLÇAM’DA UZAYLI OLURSA
     İkincisinde ise, bu sefer taş devrine yolculuğa çıkmıştık. Şimdi ise, 60’lara gidecekmişiz hep beraber. “Yeşilçam zamanı uzaylılar nasıl olur?” sorusundan yola çıktı herhalde, bu seferde. Aslına bakılırsa, Yeşilçam’dan da uzaylılar hakkında iyi malzeme çıkar. Kadın başrol oyuncusu, yine Özge Özberk mi olacak, belli değil. E, 216’yı kimin oynayacağını söylemeye gerek yok herhalde. Tabi ki Ozan Güven. Vizyona girdiği dönemde, sinemaya gitme gibi bir düşüncem olursa, gitmeyi düşünürüm. Bu filmde, belli bir seviyeyi yine yakalayacağını düşünüyorum. En azından, ilk yarı sonunda filmi bırakıp gideceğimi sanmıyorum. Stand-up şovuna, eğer sinemada yayınlanırsa, gözüm kapalı giderim zaten. Hem stand-up, hem film, ikiside beklentileri karşılarsa 2017, Cem Yılmaz için harika geçebilir.


Günün gelişmeleri - 1

HABERLER

     Cumhurbaşkanı Erdoğan, depremin en büyük hasarı verdiği İzmir’in Bayraklı ilçesine gitti ve enkaz alanında incelemelerde bulundu.


     Deprem enkazlarından 2 kedi kurtarıldı.


     31 Ekim 2020 koronavirüs tablosuna göre 75 can kaybı, 2 bin 213 yeni hasta var.


günün gelişmeleri
foto kaynak: unsplash.com


     Sunucu ikbal Gürpınar koronavirüs nedeniyle yoğun bakıma alındığı öğrenildi.


     Futbolcu Cristiano Ronaldo koronavirüsü yendi.


     İçişleri Bakanı Süleyman Soylu koronavirüse yakalandı.


FUTBOL

Galatasaray içerde Ankaragücü’nü Babel’in attığı golle 1-0 yendi.


     Trabzonspor’da beklenen oldu ve teknik direktör Eddie Newton’un görevine son verildi.


SİNEMA

     Eski James Bond oyuncularından Sean Connery, 90 yaşında hayatını kaybetti.


     Brad Pitt yeni film ile geliyor. Çok satan Japon romanından uyarlanacak filmin adı: Bullet Train. Çekimler yakında başlayacak.

    

Kıvanç Tatlıtuğ imaj değiştirdi. Yeni Organize İşler filmi mi geliyor?

Kıvanç Tatlıtuğ imajını değiştirmiş. Bu imaj değişikliğinin sebebi olarak yeni Organize İşler filmi gösteriliyormuş. Tabi bu iddia daha doğrulanmadı. Eğer doğruysa Yılmaz Erdoğan sadece İnci Taneleri dizisi ile uğraşmıyormuş. Kafasında yeni bir Organize İşler filmi döndürüp duruyormuş demek. Her zaman yeni filmler, yeni heyecanlar demektir. Bu arada film platformda mı yoksa sinema da mı yayınlanacak acaba?

Yavuz Seçkin sinema seyircisini küçümsedi...

     Yavuz Seçkin, Yıldızlar Da Kayar diye bir film çekmiş. Benim de haberim yeni oldu. Hafta sonu bir magazin programında gördüm. Film üzerine açıklamalar yaptı. Filmi beklenen ilgiyi görmemiş. Nasıl görsün ki? Benim bile yeni haberim oldu. Diyebilirsiniz ki, “Senin ne özelliğin var ki, benim bile yeni haberim oldu?” diyorsun. Ben genelde sosyal medyayı takip ederim. Televizyonda haftanın yeni çıkan filmleri bölümlerine denk geldiğimde izlerim. Zaten bir film tutulduysa o filmden her yerde bahsediliyor. İlk önce sosyal medyada patlıyor. Daha sonra televizyonda haberleri yapılıyor. Ama bu film ile ilgili bir haberi ne sosyal medyada okudum, ne de televizyonda izledim.

Yavuz Seçkin, Yıldızlar Da Kayar, Das Borak
Yavuz Seçkin hatalı bir açıklama yaptı

                                        VİZYON TARİHİ YANLIŞ
     Buradan Yavuz Seçkin bir ders çıkarmalı. Öncelikle filminin tanıtımını doğru dürüst yapamamış. Reklam önemli. Ayrıca bir komedi filminin vizyon tarihi sömestr tatilidir bence. Okullar tatil olduğu için gençler rahatlıkla sinemaya gidebiliyorlar. Zaten bu tür komedi filmlerini genelde gençler izliyor. Yani senin hedef kitlen gençler. O zaman bu filmin vizyon tarihi yanlış kardeşim. Reklamdan sonra vizyon tarihinde de sınıfta kalmış film. Bunların dışında söyledikleri hiç hoş değildi. Resmen seyirciyi küçümsedi. Kendisine yakıştıramadım bu durumu. Eğer filminde birkaç gaz çıkarsaymış filmi çok izlenirmiş. Recep İvedik’e gönderme yapıyor. Ben neyi eksik yaptım da filmim ilgi görmedi diyeceğine, başka filmlere laf yetiştirmekle, seyirciyi aşağılamakla meşgul.
                               RADYO PROGRAMI DAHA GÜZELDİ
      Kendisinin son dönemde yaptığı skeçleri hiç beğenmiyordum. Bundan yıllar önce bir aralar radyodan takip ediyordum kendisini. İnanın televizyondaki skeçlerinden daha iyi ve daha komikti radyo programı. Radyo programının adı da güzeldi. Yavuz’un Minibüsü diye. Sonra televizyona geçti. İlk başlarda skeçleri güzeldi. Bazılarını tekrar tekrar izlemişimdir. Ama sonradan eski tadı vermez oldu. Ve en son da sinemaya yöneldi. Orda da somut bir başarıdan söz edemeyiz. En son işi de Yıldızlar Da Kayar filmi oldu. Ama bunda da başarısız olunca, kendisini sorgulamak yerine başkalarına sardı. Filmdeki Das Borak karakterinin skeçleri de pek hoşuma gitmezdi. Programda o bölüm gelince başka kanala geçerdim. O yüzden başarısız olmasına şaşırmadım. Yavuz Seçkin kendisine aşırı güveniyor. Ne yaparsam tutar havasında. Ama tutmadı işte. O yüzden şapkasını önüne alıp düşünmeli. 


Oya Aydoğan, Neşeli Günler hakkında ilk defa duyacağınız bir bilgi...

Günlerden salı. Bir çalışma gününü daha geride bıraktık. Hafta sonuna son üç. Star’da, Neşeli Günler vardı biraz onu izledim. Her zaman ki gibi izlettiriyor kendini. Babam, Oya Aydoğan’ı göstererek, “İlk filmiymiş” dedi. “Hadi be” dedim. Çoktan ün yapmıştır da o yüzden bu filmde oynamıştır diye düşünüyordum. Meğer öyle değilmiş. Google’da biraz araştırma yaptım. Her sitede aynı şeyleri yazıyor. Kopyala yapıştır yapmışlar birbirlerinden. Neyse gelelim öğrendiklerime: Neşeli Günler, Oya Aydoğan’ın oynadığı ikinci filmmiş. Evet, yanlış okumadınız. Kariyerinin ikinci filmi daha. İlk filmi ise yine bir efsane, Cüneyt Arkın ile oynamış. Deli Şahin filminde. Kariyerinin başında Neşeli Günler gibi efsane bir film ile sinema dünyasına adım atmış yani.

 

Peyami Safa'nın Sözde Kızlar kitabı...

Peyami Safa’nın, Sözde Kızlar kitabını bitirdim. Beğendiğim kitaplarından biri oldu bu kitap. Mütareke döneminin bunalımlı günlerinde, babasını aramak amacıyla İstanbul’a gelen bir genç kızın macerası çerçevesinde, yüksek tabakanın içinde bulunduğu ahlaki çöküşü ele alan bir kitap. Bu arada Peyami Safa’nın ilk romanlarındanmış bu kitap.

İNTERNETSİZ BİR GÜN…

TRT 1’de, Hayatımın Neşesi dizisinde bir günlük internet kullanmama vardı. Evdeki herkes isyan etti bu duruma. Ama evin annesinin ısrarı nedeniyle mecbur kabul edildi. Aile, sessiz sinema oynayarak geçirdi o akşamı. Bir de küçük erkek kardeş, ablasının suratına bakarken, “Yüzünü hiç bu kadar yakından görmemiştim. Sivilce mi vardı sen de?” diye sordu. Yakınımızın yüzündeki değişikliği fark edemeyecek kadar dünyadan kopuyor muyuz gerçekten?

Kitap sevgisizliğine damardan bir örnek...

      Kitap okumayı seven kimse kitaplara çok değer verir. Kitabın incinmemesine çok dikkat eder. Mesela ben kitabın yaprağının kıvrılmamasına çok dikkat ederim. Sayfalar her zaman düzgün
olmalıdır. Genelde kitap okuyan kişilerde böyle durumlar vardır. Kitap okumayı sevmeyen kişilerin bunları anlaması, biraz zordur tabi. Onlara anlamsız hatta saçma da gelebilir. Bu durumu başımdan geçen bir olayı anlatarak somutlaştırmak isterim. Lise yıllarındayız. Ya ikinci ya da üçüncü sınıf. Benim zamanımda liseler de dört yıllık gibi bir muhabbet yoktu. Üç yıldı benim dönemimde liseler. Neyse işte. Benim bir arkadaşım vardı. Benim gibi okumayı seven. Bana bir kitap getirdi.
                                                       ÖYLE BİR ANI Kİ                                        
       Bir romandı. Ama tarihi bir roman. Yanlış hatırlamıyorsam Kanuni Sultan Süleyman’ı anlatıyordu. Kitap biraz  da eskiydi. O yüzden arkadaşımla ben üzerine çok titriyorduk kitabın. Bir şey olmasın diye. Sakınılan göze çöp batar misali olanlar oldu. Bizim bir haylaz arkadaşımız vardı. Biz kitapsever arkadaşımla kitabı açmış ordan burdan konuşurken, bizim haylaz al sen kitabı. Bir sayfasını kopar, arasına koy, tekrar bize ver. Biz bir anda donup kaldık. Sonra göz göze geldik. Kendimi toparlar toparlamaz, “Oğlum sen ne yaptın?” dedim. Dedim ama. Olan olmuştu. işte lise dönemimizdeki bir gencin kitapla olan durumu buydu. O günden bugüne değişen bir şey olduğunu sanmıyorum.

                                                   ARTIK OKUYORUZ

       Ama en azından okunma oranlarında ilerlediğimizi düşünebiliriz. Dün akşam, Abbas Güçlü ile Genç Bakış programında Zülfü Livaneli konuktu. “Eskisi gibi okumadığımızı düşünmüyorum. Mesela Amerika’ya göre çok iyi durumdayız. Amerika’da en çok satanlarda edebi eserler yok. Ama bizde en çok satanlar, hep edebi eserler” dedi. Artık okumuyoruz algısı değişiyor, gördüğünüz gibi. Kitap fuarları dolup dolup taşıyor. İmza günlerinde kuyruklar uzayıp gidiyor. Ama tabi yetmiş milyona göre elbette az. Bu durum sinema gişelerinde de öyle gerçi. Yetmiş milyonluk ülkede yedi milyon gişe çok az. Zülfü Livaneli’nin söylediği başka bir şey de çok dikkatimi çekti. “Kadınlar, erkeklere göre daha çok okuyor. İmza günlerinde gelenlerin %90’ı kadın” dedi. Evet, ben de bunun farkındayım. Çevremde de kadınlar daha fazla okuyor. 
                                                       EĞİTİM ŞART
       Şimdi bizim bu haylaz arkadaşın yaptığını nereye koymak lazım? Onun açısından bakarsak bir yere koymak gereksiz. Çünkü şu açık ki, kitap sevgisiyle büyümemiş. Kitabın kokusunu içine çekmenin ne kadar güzel bir duygu olduğunun farkına varamamış? Ama genel olarak gençlik açısından bakarsak, hiç de iyi bir görüntü olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.Yine dönüp dolaşıp 
eğitime geliyoruz. Daha ilkokul sıralarından kitap sevgisi verilmeli tüm çocuklara. İlla yazar olacak diye değil. Bir insan yazar olsun veya olmasın kitap okumalı.

Foto kaynak:pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com















Mustafa Uslu'ya önerimdir...


     Mustafa Uslu. Gişede çok iyi iş yapan Ayla ve Müslüm filminin yapımcısı. Kendisiyle beraber Türk sinema sektöründe yeni bir sayfa açıldı. Bu topluma mal olmuş insanların hayatlarını anlatmak. Bu anlatma işini de çok da iyi yapıyor. Sırada Naim Süleymanoğlu’nun hayatının anlatıldığı film varmış. 

     İşini bu kadar iyi yapan biri varken insan, “Keşke şunu da yapsa. Ne güzel anlatır” diyor. İşte o dediğim kişilerden biri de Seyit Onbaşı. 276 kg’lık top mermisini kaldırmasıyla tarihe geçmiştir. Normal şartlarda hiçbir insanın yapamayacağı bir şeydi bu. Bu nasıl imandır. Bu nasıl vatan sevdalısı olmaktır. Bu insanın çok güzel bir filmi olsa nasıl olur Mustafa Uslu.

Mustafa Uslu

GÜNE MESUT YAR İLE BAŞLAMAK
     Hafta içi her sabah Star’da sabah haberlerini sunuyor Mesut Yar. Çok da güzel sunuyor. Kendine has bir mizah anlayışı var. Haberleri o kadar esprili sunuyor ki. İnsan ister istemez gülümsüyor. Ağlanacak halimize gülüyoruz haberlerini bile esprili bir dille anlatıyor. 

     Hepsi iyi güzel de. Tek kötü yanı: Bu cinayet haberleri falan. Adam ne güzel haberleri sunuyor esprili bir dille. Güzel tatlı tatlı izliyorsun. Bakıyorsun cinayet haberi. Sabah sabah. Ağzının tadı kaçıyor. “Şimdi oldu mu bu?” diyorsun. Bence sabah haberlerini bu tip haberlere yer vermesin Mesut Yar. Birde gizemli haberleri var. Yok ufo görüntüleri. Yok deniz kızı görüntüleri. 

     Son izlediğimde deniz kızı görüntüleri vardı. Uzaktan deniz kenarını çekmişler. Bir tane deniz kızına benzeyen bir şey denize atlıyor. Çok enteresan. Tabi haberde fotomontaj olduğunu söyleyenler de var deniyor. Ama her şeye rağmen ilgi çekici. Eğer hafta içi bir sabah vaktiniz olursa bir göz atın derim.

MÜZİK DERSLERİ BÖYLE OLSA NASIL OLUR?
     Bizim için müzik dersleri boş geçen derslerden biriydi. Hala öyle mi bilmiyorum. Ama benim müzik dersleri konusunda bir önerim var. Müzik dersleri boş geçmesin. Gerçekten dolu dolu bir müzik dersi olsun. Mesela her derste tüm müzik türleri incelensin teker teker. Caz, rock gibi. Bu müzik türleri nasıl ortaya çıkmış? 

     İlk temsilcileri kim olmuş? Hatta ilk temsilcilerinin sınıfta şarkıları dinlenilsin. İşte müzik kültürü böyle oluşturulur. Siz ne dersiniz peki?

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/h484bQwgNFw