Düzce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Düzce etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Evet, ben de kendimi olduğum yaşımdan daha yaşlı hissediyorum...

     Yaşar’la konuşurken, “Kendimi olduğum yaşımdan daha yaşlı hissediyorum” dedi. “Yalnız değilsin Yaşar. Ben de aynı hissediyorum” dedim. Bu hissediş yaygın bir duygu durumu mu bilmiyorum. Ama benim hayatımda alışık olduğum bir duygu olduğunu söyleyebilirim. 

MEKANLARDA SEVMEDİĞİM BİR DURUM…

     Kardeşimle pizzacıya gittik. İçerisi küçüktü ve 4-5 masa vardı. Dışarısı da ufak ve ancak 2-3 masa vardı. Havanın biraz soğuk olmasından dolayı gelen, içeride oturmak istiyordu. Ama pazar olması nedeniyle masalar doluydu. Ve insanlar mecburen dışarıda oturmak zorunda kalıyordu. Bazen dışarıda da boş masa kalmıyordu. Bu dediğimi 15-20 kişi yaşamadı. 4-5 kişi belki yaşamıştır. Ama yine de can sıkıcı. Müşterileri öyle görünce oturduğum mekanın tadını çıkaramıyorum ben. O nedenle, o mekana bir daha gitmem. Gider alırım, evimde yerim.

GÜZEL YAPMIŞLAR…

     Düzce’mizde yakın zamanda Millet Bahçesi açıldı. Ve bahçe açıldıktan sonra ilk defa bugün gittim. Ve çok beğendim. Genişçe bir bahçe yapmışlar. Bol bol oturacak yeri var. Bugün biraz hava güzeldi. Millet akın etmiş bahçeye. Uzun zamandan beri ilk defa Düzce’ye güzel bir şey yapıldı.

ŞİMDİ DE EVİMİZDE YENEMEME SENDROMU BAŞLADI…

     Galatasaray evinde, Nef stadyumunda Fenerbahçe’ye 2-1 yenildi. Bir Galatasaray’lı olarak Fener’e yenilmek sinir bozucu. Ama hak ettik. Bir zamanlar Fenerbahçe’yi deplasmanda yenemiyorduk. 20 yıl sonra yenebildik. Şimdi de kendi evimizde yenemiyoruz adamları. Ne diyeyim bilmem ki?

VERDİĞİM PARAYA ACIRIM…

     Yaşar’la her buluştuğumuzda yaptığımız gibi kitapçıya gittik. Biyografi kitapları vardı. Tesla’nın, Elon Musk’ın vs. Çok almayı istedim. Ama ya beğenmezsem? Eğer bir kitabı alıp da beğenmezsem, verdiğim paraya acırım arkadaş. O yüzden almadım.

BİTMEYEN MASTERCHEF YAPMIŞLAR…

     Tv8’i ne zaman açsam MasterChef var. Arkadaş bu sezon ne kadar da uzun sürdü bu yemek programı. TV8’de döngü bellidir aslında. MasterChef başlar önce her yıl. Sonra O Ses Türkiye gelir. En son da Survivor ile yılı kapatırdı TV8. Ama bu yıl nedense, O Ses Türkiye başlamasına rağmen yemek programı bitmedi. Kardeşim, bu şarkı yarışmasını ne ara yayınlıyorsunuz siz?

ASGARİ ÜCRETTE HAYAL RAKAMLAR…

     DİSK, asgari ücret talebini 5200 lira olarak açıklamış. Olması gereken budur, doğrudur ama. Onlarda biliyorlar ki bu rakam, şu an için bir ütopyadır. Bu rakama ne hükümet ne de işverenler yanaşır. Ben sadece taktik olarak görüyorum bunu. Pazarlık payını ne kadar yüksekten başlatırsak o kadar kar diye düşünüyorlar muhtemelen. Hükümete yakın kişilerden de duyduğumuz, 3500 lira olacağı yönünde. Bu kesin gibi. Ama 5 bin hayaldir.

SADECE KÖTÜ OLMAKLA AÇIKLANABİLİR Mİ?

     Bir tanesi demiş ki, “Kadın cinayetlerini yapanlarda veya hayvanlara eziyet edenlerde illa ki psikolojik sorun veya delilik aramayın. Bu insanlar bildiğin kötüler işte. Bu kadar” demiş. Bir insanda psikolojik sorun aranmadan, bu yapılanlar sadece insanın kötü olmasıyla açıklanabilir mi? Akıl sağlığı yerinde biri, sadece kötü olması nedeniyle cinayet işleyebilir mi?

    

    

Spor Sokak olmuş mu sana Dönerciler Sokak...

     Düzce’nin en popüler sokağıdır Spor Sokak. Düzce’nin kalbi orada atar. Birkaç gün önce oradan geçtim. 

     Sokağın sonuna geldiğimde kullandığım cümle şu oldu: “Burası Spor Sokak değil Dönerciler Sokak olmuş” 

     Daha önceleri birkaç tane küçük dönerci dükkanı vardı. Şimdi en büyük dükkanlar dönercilerin olmuş. İki büyük dönerci açılmış. 

Düzce Spor Sokak
foto kaynak: onedio.com

     Yurt genelinde bilindik firmalar bunlar. İsimlerini unuttum. Unutmasaydım isimlerini de yazardım. Ama bunlar et döner satıyorlar. 

     Ben et dönerin ne kokusunu ne de kendisini sevebildim. Benim tercihim tavuk dönerdir her zaman. Birde dönerleri o kadar büyük ki. 

     Ben sarılsam iki elim birleşmez herhalde. O kadar döner gün içinde bitiyor mu ya? 

     Bu yazıyı okuyanlar yorum yapsınlar bakalım. Kendi yaşadıkları yerlerde de dönerci dükkanları hakimiyeti var mı?

Bu dünyada adaletin olacağına dair inancım kalmadı...


     Son birkaç gündür benim yaşadığım yer olan Düzce’de koronavirüs vaka sayısı artmış. Böyle giderse, içinde Düzce’nin de bulunduğu 9 ilde sokağa çıkma yasağı olabilirmiş. Zaten bugün itibariyle de anonslar yapıldı. Maskesiz gezene 3 bin küsur ceza kesilecek.

     Ece Üner bir tane YouTube kanalına konuk olmuş. Armağan Çağlayan’ın kanalıymış galiba. O röportajda dünyada adaleti sağlayamayacağımızı ama buna ses çıkarabileceğimizi söylemiş. Ben de bu dünyada adaletin sağlanmasından umudumu kestim artık.

     “Beni de alsanıza aranıza?” repliğini hatırlayanlarınız vardır. Avrupa Yakası’ndaki Burhan Altıntop’un unutulmaz repliği. Peki gerçekten bu hisse kapıldınız mı? Benim zaman zaman kapıldığım zamanlar oldu. İşte o anlarda Burhan Altıntop’u gerçekten anladım.

5.8'lik İstanbul depremi ve Düzce'de yaşananlar...


     İşyerindeki sebilden şişeme suyumu doldurdum ve masama doğru yöneldim. İçeri girmemle beraber herkesin ayakta olduğunu gördüm. Herkes birbirine, “Deprem oldu, deprem oldu” diyordu. Tam deprem sırasında ayakta olduğum için depremi fark etmedim.

TELEFONLA KİMSEYE ULAŞAMAMAK…
     İş yerinde de ilk defa depreme yakalanışım bu ayrıca. Öğrendik ki İstanbul’da 5.8’lik bir deprem olmuş. O buraya yansımış. Herkeste bir tedirginlik oldu. Bazıları aşağıya inmek istedi. İstanbul’da yakınları olan onlara ulaşmak istedi. Ama ne mümkün. Hiçbir hat çekmiyordu. Tüm operatörler kilit olmuştu. Neyse ki Whatsapp üzerinden yakınlarından bilgi alabildiler.

İstanbul depremleri

İSİMLERİ KOCA AMA ALT YAPILARI ZAYIF OPERATÖRLER…
     Daha bu kadarcık bir depremde telefonlar pert oluyorsa, kimse kimseye ulaşamıyorsa durum vahim demektir. Halk olarak hadi biz hazır değiliz. Peki o koca koca telefon operatörleri de mi hazır değil? Demek ki hazır değillermiş. Umarım bugün yaşananlardan sonra gerekli önlemleri alırlar.

İSTANBUL’DA NELER OLUYOR?
     İstanbul’da daha birkaç gün önce 4,6 büyüklüğünde bir deprem olmuştu. Birkaç gün sonra da bu. İstanbul’da gerçekten neler oluyor? Bu akşam televizyonda dinledim. Büyük depremin öncüsü de olabilir, onunla hiç alakası da olmayabilir deniliyor.

Foto kaynak: haber3.com
    

Hayat akıyor...


     Düzce’min Spor Sokağı’nda yürüyorum. Ama hızlı hızlı adımlarla. Gören de bir yere yetişeceğimi sanır. Yok öyle bir şey. Her adımda tempom biraz daha yavaşlar benim. Normal yani. Bir üniversite öğrencisi, elinde gitar canlı canlı şarkı söylüyor. Sesi güzel. Barış Manço’dan Dağlar Dağlar. Bizim Düzce’de yeni yeni böyle şeyler oluyor. Biz alışık değiliz. 

hayat akıyor

     Önüne baktım. Düzce’de bu işler yeni olmasına rağmen iyi para toplamış. Ama dediğim gibi. Sesi güzel. Hak ediyor çocuk. Yürümeye devam ettim. Müzik aletleri satan bir yerde farklı bir müzik çalıyor. Az biraz ötede başka bir dükkanda, başka bir müzik. İnsanlar bir aşağı bir yukarı yürüyerek sokakları işgal ediyor. Hafta sonu olmasından dolayı sokak kalabalık. Hayat akıyor yani. O an bu manzara karşısında mutlu oldum. “Hayat işte bu” dedim.

Foto kaynak: https://unsplash.com/photos/Q6-jv031muY

Yaşadığım yerin yerel radyosunu dinlemeyi seviyorum...


     Kendi yaşadığım yerin, yani Düzce’nin yerel radyolarını dinlemeyi seviyorum. Sabah işe giderken serviste bu radyolardan birini dinlerken bunları düşündüm. İş ilanlarını dinliyorsun ya da herhangi bir firmanın reklamını. “Evet, Düzce’deyim” diyorum o reklamları dinleyince. Bir zamanlar kardeşimin üniversitesi nedeniyle Bilecik’te yaşamıştım. Oranın yerel radyosunu dinlerken reklamlarda şu pastacı şurda diyordu. Hangi pastacı, neresi bilmiyordum tabi. 

yerel radyo dinlemek

     İşte o zaman anladım memleketinde olmak, her yerini bildiğin bir yerde yaşamak bir başka. Burada bilinen ünlü birkaç fabrikadan bir iş ilanına denk geliyoruz mesela serviste. O firma üzerine ve işçi alması hakkında konuşuyoruz arkadaşlarla. Ya da Düzce’ye gelen yeni firmanın açılışı ile ilgili reklamı duyduğumuzda onun üzerine konuşuyoruz. Yaşadığın yerin yerel radyosunu dinlemek bir başka işin özeti.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/audio-auto-automatic-automobile-449565/

"Siz erkekler de hemen pes ediyorsunuz."

     Çağrı merkezine daha ilk başladığım zamanlar. Yıl 2010. Eğitimin daha ikinci ya da üçüncü günü. Eğitimciye, “Ben yapamıyorum. Beni başka bir bölüme alın” demiştim. Oda tuttu beni, bir kadının yanına götürdü. Ya insan kaynaklarında çalışıyordu ya da başka bir görevi vardı kadının. Geçmiş zaman, hatırlamıyorum şimdi. Genç, güzel ve tam bir iş kadınıydı. Sanırım Düzce’li değildi, İstanbul’luydu. İş dünyasına baya hakimdi. Konuşmasındaki kendine güvenden belli oluyordu. Yanımdaki eğitimci durumu anlattı. Oturduk konuşuyoruz. İnternet firmasının çağrı merkezinde çalışacaktım. Modemler falan filan, onlar anlatılıyor. Teknik konular. 

çağrı merkezi

     Ben bir şey anlamıyorum. Evimde internet falan yok. Kırk yılda bir, bizim Düzce’de Spor Sokak’taki, Metin Büyük kafeye gidip takılmışlığım vardır, o kadar. Ama sınıfın yarısından fazlasının evde interneti var. Çoğu şeyi biliyorlar. Bu beni psikolojik olarak mahvetti. “Bilmiyorsan ne olmuş? Öğrenirsin. Siz erkekler de hemen pes ediyorsunuz” dedi. Motive edici bir konuşma yaptı sonra bana. Aldığım gazla devam ettim o eğitime. İyi ki devam etmişim. O sayede harika üç dost kazandım. O sayede iş tecrübem oldu. O sayede ilk paramı kazandım. O konuşma benim için kırılma anıydı. Başka bir projeye gitseydim hiç yapamayabilirdim. Çünkü diğer projeler genelde kart satışıydı. Ama benim çalışacağım bölüm, internete giremeyenlerin arayacağı bölümdü. Çağrı merkezi defteri benim için kapanacak ve harika üç dostu kazanamayacaktım.

Oyuncak Müzesi gezintim...

     Oyuncak Müzesi Düzce’ye gelmiş. Haberi internette gördüm ilk. Bizim burada yapılan ilk avmde sergileniyormuş. Benim için harika bir haberdi. Sunay Akın’ı severim. Bu müze olayını da çok sevmiştim. Gidip görmek kısmet olmamıştı. Ama işte o benim yaşadığım yere gelmişti. Tabi küçük bir bölümünü getirmişler. Müzeyi toptan kaldırıp buraya getirecek halleri yoktu ya.

     İlk kardeşim gördü. Dikkatini çeken şeyleri anlattı. Oraya birde defter koymuşlar. İsteyen düşüncelerini yazıyormuş. Oda bir şeyler yazmış. Benim gitmem de bugüne nasip oldu. Yarın son günü zaten. Bir arkadaşımla buluşmak için Düzce’ye gittim. Bu sayede hem arkadaşımla buluştum, hem de müzeyi gezdim. Bir taşla iki kuş yani 😊

     Oyuncak Müzesi gezintim 10 dakikada bitti. Dediğim gibi çok küçüktü. Oyuncaklar cam muhafaza içindeydi. Yabancıların oyuncaklarında ev oyuncakları dikkatimi çekti. Kimi oturma odasının, kimi de mutfağın oyuncağını yapmış. Bizimkilerin oyuncakları 70’lerdendi. Otobüsler, polis arabaları ve minibüsler.

Oyuncak Müzesi
Bizimkilerin yaptığı oyuncaklar

     Otobüs ve minibüslerin üzerinde o zamanki bazı firmaların reklamları. Gerçi de şimdi de otobüslere reklam veriliyor. Şuna dikkat ettim. Bizimkiler artık bu zamanın otobüslerinin oyuncaklarını yapmıyorlar. Kutudan yapmış olduğumuz bir pazzle vardı. Almanların çok oyuncağı vardı. Hangi oyuncağı, hangi millet, ne zaman yapmış?

     Hepsi oyuncakların altında küçük bir notta yazılıydı. Kısa gezintimden sonra geldim defterin yanına. Orada bir kızcağız vardı. “Bende yazabilir miyim?” dedim. “Tabi” dedi çok yardımsever bir şekilde. Hatta rahat yazabilmem için oturduğu koltuğu bana verdi. Defteri göstererek, “Bu merkeze gidecek mi?” dedim.

     “Tabi, Sunay Bey bakacak” dedi. Sunay Abim bakar ya. O hassas bir adam. Hassas olmayan bir adamın, böyle müze işleriyle ne ilgisi olabilir ki zaten. Yarım sayfaya yakın duygularımı yazdım. Yazının sonuna isim ve soy ismimi yazdım. Ve tarihi de attım. 11.11.2017 diye. Ne zamandır aklımda olan bu işi de bitirmiştim böylece.

     Bunları kardeşime anlattıktan sonra, “Keşke benim yazdığım sayfanın da fotoğrafını da çekseydin ya” dedi. Hakikaten hiç aklıma gelmedi. Bu günüme Oyuncak Müzesi gezisi ile değer katmış oldum.

Gece yürüyüşü...

         Merdivenleri indi. Evin dış kapısını açtı. Kapıyı kapatırken,”Hava almak gibisi yok”diye düşündü. Saatine baktı. 18:06. “İyi, ana habere kadar gider gelirim”dedi içinden. Gündüzleri hava biraz sıcak olsa da gece soğukluğunu hissettiriyordu. Mahallenin sokakları bomboştu. Geceleri böyle yürümeyi seviyordu. Kendisiyle yalnız kalıyor ve düşünüyordu. Elindeki bastonla yaşlı bir teyze gidiyordu önünden.

         Yaşlı kadın durdu. Gecenin bu saatinde arkasından gelenin kim olduğunu görmek ister gibi. Adımlarını bilerek hızlandırdı. Adeta teyzenin merakını gidermek istercesine. Tam yanından geçerken teyze döndü ve baktı. “Sanırım tanıyamadı” dedi. Çünkü yüzünde öyle bir ifade belirmişti. “Zaten beni tanıyamaz” dedi. Öyle sık dışarı çıkan biri değildi çünkü.

         Teyzeyi geride bırakarak yürüyüşüne devam etti. Şimdi derenin yanına gelmişti. Deredeki su hızlıca akıyordu. Ve ortaya suyun her zaman kendisine huzur veren sesi çıkıyordu. Onun için bir nevi meditasyon gibi bir şeydi. Aklına birden hafta sonunu içeren filmlerin gişe rakamlarına bakmadığı geldi. Nedense böyle bir merakı vardı. “Hangi film ne kadar gişe yapmış?” sorusunun cevabı her zaman kendisinde merak uyandırıyordu.

gece yürüyüşü


         En çok da merak ettiği, bu hafta vizyona giren Ali Kundilli filmiydi. Çünkü filmde oynayan ve senaryosunu yazan Cem Gelinoğlu onun gibi Düzce’liydi. Her zaman takip ettiği site boxofficeturkiye.com’a girdi. İnternet hızı düştüğü için sayfanın gelmesi uzun sürdü. Sonunda sayfa geldi. Heyecanla hemen hafta sonu en çok izlenen ilk 5 filme baktı. Evet,gördü. Ali Kundilli,listenin bir numarasındaydı. Sevindi. Hemen seyirci sayısına baktı. Tam 170.000 bin kişi izlemişti. Bir an hüsrana uğramış gibi oldu. İçten içe milyon beklemişti. “Hiç yoktan iyidir. Bir milyonu geçerse sanırım bu Ali Kundilli için başarı sayılacak” dedi.

         Dışarıya ekmek almak için çıkmıştı. Bu saatte bakkallarda ekmek kalmazdı. Onun için fırına gidiyordu. Bundan şikayetçi değildi. Böyle gece hava almaları için bir bahane oluyordu. Fırından ekmek almanın diğer iyi bir yanı da,bayat ekmek almak gibi istenmeyen bir durumla karşılaşmamasıydı. Gerçi bayat ekmek de satılıyordu. Bir zamanlar da onlar da bayat ekmek almak durumunda kalmışlardı. Hayat işte.

         Bu arada fırının önüne gelmişti. Bir kişi ekmek alıyordu. Diğer kişi de fırıncıyla konuşuyordu. Onu görünce konuşan adam yana çekildi. Fırıncı adama,”Hayırdır”dedi. “Ben ekmek almayacağım da. Sadece seni gördüm bir merhaba deyim diye geldim. Nasılsın?”dedi adam. “İyidir” dedi fırıncı. “İyi görüşürüz. İyi akşamlar” diyerek gitti adam.

         Öndeki adam ekmeğini alıp gitmişti. Sıra ona gelmişti. “3 ekmek abi” dedi. Bu adamı seviyordu. Güler yüzlüydü. Bazı insanların yüzüne yansır iyi oldukları. Bu adamın da öyleydi. Askere gitmeden buradan alışveriş yapmaya başlamıştı. Askerden geldikten sonra da yine tercihi bu fırın olmuştu. Ekmeklerini aldı. Alır almaz ekmekten küçük bir parça kopardı ve ağzına attı. Bunu alışkanlık haline getirmişti.

         Tam yürürken önüne bir araba kırar gibi oldu. Durdu. Geçmesi için bekledi. Araba geçmedi. Yoluna devam etti. Az ileride o araba yine önüne kırmak istedi arabayı. “Ne yapıyor bu adam şaşkın şaşkın. Muhtemelen buralı değil” dedi.  Arabanın plakasına baktı. Tahminin de yanılmamıştı. 06 Ankara.

         Meğer adam arabasını park edecek bir yer arıyormuş. Sonunda biraz ileride buldu ve arabasını park etti. “Muhakkak Belediye ya da Kaymakamlıkta işi olan bir bürokrattır” diye düşündü yola devam ederken. Yine derenin yanına gelmişti. Sokağı, sokak lambasının sarı ışığı aydınlatıyordu. Ve o, sokakta yalnızdı.

         Tam sokak lambasının yanından geçerken arkadan biri fotoğraf çekse çok iyi bir şiirin fotoğrafı olurdu. “Bir sokak lambası,uzunca bir sokak ve yalnız başına bir adam” diye düşündü. Gerçekten çok iyi bir konsept. “Her zaman değil ama zaman zaman yalnız kalmalı insan” diye düşündü. Biraz daha yürürken bir anda bir şeyin farkına vardı.

         Kendisine huzur veren iki şeyin ortasındaydı şu an. Bir yanda suyun o dinlendirici sesi. Diğer yanda ise gece. Gerçekten bu gece yürüyüşü ona iyi gelmişti. Sanki bir anlık da olsa, dünyanın dertlerini kenara bırakmış gibi hissetti kendini. Huzur doluydu. Artık yavaş yavaş eve yaklaşmaktaydı. İşte bir huzurlu anın daha sonuna geliyordu. Evin giriş kapısını açarken saatine baktı. Yediye on vardı. “Tam zamanında yetiştim. Az sonra haberler başlar” dedi.

Foto kaynak:https://unsplash.com/photos/RA5ntyyDHlw

         
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr