Powered By Blogger

27 Şubat 2015 Cuma

Deliha ve dostluk...

Dün akşam televizyonda izlenecek bir şey olmayınca. Ve izlediğim Beşiktaş-Liverpool maçının ilk yarısı beni sarmayınca. Kardeşimin,”Deliha’yı izleyelim mi?” teklifini geri çeviremedim. “Deliha’dan aklında ne kaldı?” derseniz. Size,”Dostluk”derim. O dört kişinin dostluğuna hayran kaldım. Hele üç kızın yanında bir erkeğin olması bana çok sempatik geldi. Hele de o adamın devamlı olumsuzluklardan beslenen bir halinin olması ayrı bir hoşluktu. Çevremizde böyle tipler var
dır bizimde. Ama buna rağmen onu, o gruba almışlar. Kendi halinde biri olması ve arada sırada konuşması adamı enteresan bir kişilik haline getirmiş. Hayatım boyunca böyle dostluklara hep imrenmişimdir. Hayatın tadı böyle çıkar bence. Bu hayatta sağlam birkaç dostun olacak. Hoşuma giden başka bir şey de. Filmin sonunda her şeyin cevabının verilmesiydi. Mesela,Deliha’nın neden teyzeoğlundan hoşlanmadığı. Evde kalan ablanın neden evde kaldığı. Tüm bu soruların cevapları filmin sonuna doğru cevap bulması da etkiledi beni. Çok iyi olmasa da,”İyi bir başlangıç” diyebilirim Gupse Özay için. Potansiyeli olduğu muhakkak. Oyunculuğu da harikaydı Gupse Özay’ın. Kısacası ben sevdim Deliha’yı.(Film yayından kalkalı çok oldu biliyorum ama izlemek ancak dün nasip oldu.) Foto kaynak:www.beyazperde.com Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

26 Şubat 2015 Perşembe

Gece yürüyüşü...

         Merdivenleri indi. Evin dış kapısını açtı. Kapıyı kapatırken,”Hava almak gibisi yok”diye düşündü. Saatine baktı. 18:06. “İyi, ana habere kadar gider gelirim”dedi içinden. Gündüzleri hava biraz sıcak olsa da gece soğukluğunu hissettiriyordu. Mahallenin sokakları bomboştu. Geceleri böyle yürümeyi seviyordu. Kendisiyle yalnız kalıyor ve düşünüyordu. Elindeki bastonla yaşlı bir teyze gidiyordu önünden.

         Yaşlı kadın durdu. Gecenin bu saatinde arkasından gelenin kim olduğunu görmek ister gibi. Adımlarını bilerek hızlandırdı. Adeta teyzenin merakını gidermek istercesine. Tam yanından geçerken teyze döndü ve baktı. “Sanırım tanıyamadı” dedi. Çünkü yüzünde öyle bir ifade belirmişti. “Zaten beni tanıyamaz” dedi. Öyle sık dışarı çıkan biri değildi çünkü.

         Teyzeyi geride bırakarak yürüyüşüne devam etti. Şimdi derenin yanına gelmişti. Deredeki su hızlıca akıyordu. Ve ortaya suyun her zaman kendisine huzur veren sesi çıkıyordu. Onun için bir nevi meditasyon gibi bir şeydi. Aklına birden hafta sonunu içeren filmlerin gişe rakamlarına bakmadığı geldi. Nedense böyle bir merakı vardı. “Hangi film ne kadar gişe yapmış?” sorusunun cevabı her zaman kendisinde merak uyandırıyordu.

gece yürüyüşü


         En çok da merak ettiği, bu hafta vizyona giren Ali Kundilli filmiydi. Çünkü filmde oynayan ve senaryosunu yazan Cem Gelinoğlu onun gibi Düzce’liydi. Her zaman takip ettiği site boxofficeturkiye.com’a girdi. İnternet hızı düştüğü için sayfanın gelmesi uzun sürdü. Sonunda sayfa geldi. Heyecanla hemen hafta sonu en çok izlenen ilk 5 filme baktı. Evet,gördü. Ali Kundilli,listenin bir numarasındaydı. Sevindi. Hemen seyirci sayısına baktı. Tam 170.000 bin kişi izlemişti. Bir an hüsrana uğramış gibi oldu. İçten içe milyon beklemişti. “Hiç yoktan iyidir. Bir milyonu geçerse sanırım bu Ali Kundilli için başarı sayılacak” dedi.

         Dışarıya ekmek almak için çıkmıştı. Bu saatte bakkallarda ekmek kalmazdı. Onun için fırına gidiyordu. Bundan şikayetçi değildi. Böyle gece hava almaları için bir bahane oluyordu. Fırından ekmek almanın diğer iyi bir yanı da,bayat ekmek almak gibi istenmeyen bir durumla karşılaşmamasıydı. Gerçi bayat ekmek de satılıyordu. Bir zamanlar da onlar da bayat ekmek almak durumunda kalmışlardı. Hayat işte.

         Bu arada fırının önüne gelmişti. Bir kişi ekmek alıyordu. Diğer kişi de fırıncıyla konuşuyordu. Onu görünce konuşan adam yana çekildi. Fırıncı adama,”Hayırdır”dedi. “Ben ekmek almayacağım da. Sadece seni gördüm bir merhaba deyim diye geldim. Nasılsın?”dedi adam. “İyidir” dedi fırıncı. “İyi görüşürüz. İyi akşamlar” diyerek gitti adam.

         Öndeki adam ekmeğini alıp gitmişti. Sıra ona gelmişti. “3 ekmek abi” dedi. Bu adamı seviyordu. Güler yüzlüydü. Bazı insanların yüzüne yansır iyi oldukları. Bu adamın da öyleydi. Askere gitmeden buradan alışveriş yapmaya başlamıştı. Askerden geldikten sonra da yine tercihi bu fırın olmuştu. Ekmeklerini aldı. Alır almaz ekmekten küçük bir parça kopardı ve ağzına attı. Bunu alışkanlık haline getirmişti.

         Tam yürürken önüne bir araba kırar gibi oldu. Durdu. Geçmesi için bekledi. Araba geçmedi. Yoluna devam etti. Az ileride o araba yine önüne kırmak istedi arabayı. “Ne yapıyor bu adam şaşkın şaşkın. Muhtemelen buralı değil” dedi.  Arabanın plakasına baktı. Tahminin de yanılmamıştı. 06 Ankara.

         Meğer adam arabasını park edecek bir yer arıyormuş. Sonunda biraz ileride buldu ve arabasını park etti. “Muhakkak Belediye ya da Kaymakamlıkta işi olan bir bürokrattır” diye düşündü yola devam ederken. Yine derenin yanına gelmişti. Sokağı, sokak lambasının sarı ışığı aydınlatıyordu. Ve o, sokakta yalnızdı.

         Tam sokak lambasının yanından geçerken arkadan biri fotoğraf çekse çok iyi bir şiirin fotoğrafı olurdu. “Bir sokak lambası,uzunca bir sokak ve yalnız başına bir adam” diye düşündü. Gerçekten çok iyi bir konsept. “Her zaman değil ama zaman zaman yalnız kalmalı insan” diye düşündü. Biraz daha yürürken bir anda bir şeyin farkına vardı.

         Kendisine huzur veren iki şeyin ortasındaydı şu an. Bir yanda suyun o dinlendirici sesi. Diğer yanda ise gece. Gerçekten bu gece yürüyüşü ona iyi gelmişti. Sanki bir anlık da olsa, dünyanın dertlerini kenara bırakmış gibi hissetti kendini. Huzur doluydu. Artık yavaş yavaş eve yaklaşmaktaydı. İşte bir huzurlu anın daha sonuna geliyordu. Evin giriş kapısını açarken saatine baktı. Yediye on vardı. “Tam zamanında yetiştim. Az sonra haberler başlar” dedi.

Foto kaynak:https://unsplash.com/photos/RA5ntyyDHlw

         
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

20 Şubat 2015 Cuma

Mutluluk...

            Gözlerini açtı. Birden üşüdüğünü hissetti. Yorgana daha sıkı sarıldı. Gözlerini kapattı. Bu sayede sanki ısınmaya konsantre oluyordu. “Hava da ne soğuk böyle”dedi. Sağ tarafına dönük yatıyordu. Sırt üstü döndü. Artık bir kere uyanmıştı. Daha uyuyamazdı. Gözlerini tekrar açtı. Gözlerini tavana dikmiş bakıyordu. Birden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiirini hatırladı.

            O şiirde de anlatılan kişi,tavana bakıp ayrıldığı sevgilisini düşünüyordu. Gerçi onun sevgilisinden ayrıldığı bir yıldan fazla olmuştu. Eskisi kadar olmasa da hala onu düşünüyordu. Bunları düşünüp bir süre tavana bakıp durdu. Sonra kafasını pencere tarafına çevirdi. Dışarıda kar yağıyordu. O kadar şiddetli değildi ama. Hani derler ya, “Lapa lapa”diye. O şekilde değildi bu kar yağışı. Yavaş bir tempo tutturmuştu kendine.
            “Kar yağışı izlemek ne güzel” dedi içinden. Evlerinin yanında küçük bir bahçeleri vardı. O bahçede de bir ağaç. Dut ağacı. Yaz ayı en büyük keyiflerinden biriydi. Ağaçtan dutları alıp alıp ağzına atmak. Ağaç,evlerine o kadar yakındı ki. Ağacın dalları balkonlarına kadar geliyordu.
            Balkonlarında yaz ayları hem oturuyorlar hem de dallardan dut topluyorlardı. “Herhalde doğayla iç içe olmak bu olsa gerek” diye düşündü. İşte o dut ağacı şimdi karlar altındaydı. Ağacın bazı dallarında karlar çokca birikmişken, bazılarında ise bir çizgi halini almışlardı. Bir yandan hafif hafif yağan kar, bir yandan da ağacın o karla bütünleşmiş hali. Tam kartpostallık bir görüntü oluşturmuşlardı. “Belki de mutluluk yaşadığım bu andır” dedi.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=man&page=2

            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

19 Şubat 2015 Perşembe

Tavanı akan otobüs olur mu?..(hikaye)

            Otobüse bindi. Ön tarafların hepsi doluydu. Arka tarafta boş yer olduğunu gördü. Arkaya doğru ilerledi. En arka beşliden, bir önceki sağdaki koltukta bir adam oturuyordu. Ve yanı boştu. Arka beşledi ise iki kız,bir de adam oturuyordu. Nedense ikili koltuktaki adamın yanına oturmak istemedi. Ve beşli koltuğun oraya geçti. Oturduktan sonra,”Ayaktakiler niye bu adamın yanına oturmadılar ki?”diye düşündü.
            Cevabını az sonra kendisi öğrendi. O koltuğa bakarken birden gözlerine inanamadı. Otobüsün çatısı akıyordu. Damlaların düştüğü koltuğu bakınca ıp ıslak olduğunu gördü. Hayret etti. “Otobüsün de çatısı mı akarmış”dedi kendi kendine. Şimdi kimsenin neden bu adamın yanına oturmadığı anlaşılıyordu. Onu da bir anlık hissi kurtarmıştı o ıslak koltuğa oturmaktan.

            “Burası Türkiye. Burada her şey olur”dedi içinden. Birkaç dakika damlanın nereden düştüğünü bulmaya çalıştı. Damla düşüyor ama nerden düştüğünü bir türlü yakalayamıyordu. İyice odaklandı. Kesinlikle bulacaktı. Sonuna damlayan yeri fark etti. Damlayan yer, otobüsün havalandırma deliklerinin olduğu yerdi. Oraya su tavandan gelmeliydi. Peki bu otobüsün tavanı nasıl delinmişti?
            Daha sonraki duraklardan otobüse binenlerden biri o ıslak koltuğa oturmak için yöneldi. İçi sevinçle doldu. Sonunda biri oraya oturmaya çalışacaktı. Ve o da o kişiyi uyaracaktı. “Bundan niye zevk alıyorum ki acaba?”diye sordu kendine. İlginç bir histi bu. “Oraya oturma kardeşim. Orası ıslak. Tavan akıyor” dedi. Yine kendi yaşlarındaki çocuk bu uyarıdan sonra geldi onun yanına oturdu.
            Yanına oturan bu çocuğu bir yerden anımsar gibi oldu. Ama çıkaramadı. Çocuğa dönerek, “Bu nasıl iş. Otobüsün tavanı akıyor “dedi. Yanındaki çocuk sadece gülümsemekle yetinip bu durumu kafasıyla onayladı. Bu sözü söylerken diğer yolculardan lafa katılanlar olur diye bekledi ama nafile. Kimse oralı olmadı.
            İşte ikinci kurban da geliyordu. Bu sefer bir bayan. Tam oturacakken yine söze karıştı. Biraz da telaşlı olarak. Çünkü bir bayandı. Yanlış anlaşılmaktan korktuğu için sesi biraz telaşlı çıkmıştı. Aslında telaşlanacak bir durum yoktu. Ama ortalık o kadar kötü olmuştu ki. İyilikle yapılacak bir hareket bile yanlış anlaşılabilecek bir konuma gelmişti. “Oraya oturmayın ıslak hanımefendi” dedi. “Islak mı? Tamam o zaman”dedi kadın ve ayakta beklemeye başladı. Diğer yolculardan da kimse uyarmıyordu. Sanki her yeri bir vurdumduymazlık kaplamıştı. Sanki herkesin hayatından bezmiş bir hal vardı.
            Yanına oturan çocuk ilk defa konuştu. “Biz gidince muhakkak biri,bu ıslak yere oturur” dedi. “Artık kime denk gelirse “dedi gülümseyerek. “Şimdi bu soğukta da ıslak elbise hiç çekilmez. İnsan öyle bir donar ki” diye düşündü. Yavaş yavaş ineceği durağa geliyordu. Hareketlenmeye başladı. Ve tam kalkacakken de yanındaki çocuğa,”Benden bu kadar artık, bekçilik sana emanet” diye gülümseyerek kalktı çocuğun yanından.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

O mekanda huzur duyacağım aklıma gelmezdi...

            Saatine baktı. Saat 20:30’du. Saat 21:00’da otobüsü vardı. ”Saat 21:00’e kadar ne yapsam?” diye sordu kendine. Hava da soğuktu. O kadar soğuktu ki, telefonla konuşurken eli donmuştu da telefonu diğer eline almak zorunda kalmıştı. Arkadaşı ile her zaman gittiği bir kahve vardı. ”Oraya gideyim en iyisi. Orası sıcaktır hem” dedi. Yürümeye başladı. Her dükkanın tabelalarının ışığı ortalığı aydınlatıyordu.

            Kahvenin önüne geldi. İçeri hemen girmedi. Zaten hemen öyle dangul dungul bir yere girmezdi. İlk önce dışarıdan bir kolaçan ederdi içeriyi. Yine öyle yaptı. Normal olarak kahvenin kapısı kapalıydı. Ve içerideki sıcaktan camları buğulanmıştı. Ve kahve şimdiye kadar görmediği bir şekilde kalabalıktı. Neredeyse oturacak yer yok gibiydi. ”Olsun. Elbet bir kenar köşe bulurum” diyerek girdi kahveye. Tam girerken kahveci çırağının dışarıdaki masalardan birinde oturan bir adama çay getirdiğini gördü.
            “Bu soğuk havada bu adamın dışarıda ne işi var. Deli mi nedir?”dedi içinden. Adama bakarak kahve kapısına yöneldi. Kapıyı açıp içeri girdi. Direk ocağa yöneldi. Deminki çırakla beraber iki kişi vardı ocakta. Devamlı gördüğü kahveci yoktu nedense. ”Selamün Aleyküm” dedi. ”Bana bir çay verir misin kardeşim?” dedi. Ve hemen ortama göz gezdirdi. Tam önünde boş bir masa vardı. Hemen gitti oturdu.
            Yine gözlüklerinin camları buğulanmıştı. Gözlüklerini çıkardı ve masanın üstüne koydu. Yan masalarda üç kişi telefonları ile uğraşıyorlardı. O da hemen telefonunu çıkardı. Ve hemen bloğuna girdi. ”Bakalım okuyan var mı?” dedi. Baktı ki öğlenden beri bir kişi daha okumuştu. Morali bozuldu. ”Neden okunmuyor?” diye sordu kendine. Bu duruma fazla kafa yormayarak hemen takip ettiği bloglara baktı. ”Yeni paylaşımlar olmuş mu?” diye.
            Ortam güzeldi. Telefonla oynayanların dışındaki masalarda sohbet muhabbet almış yürüyordu. Hemen yanındaki masada üç yaşlı amca oturmuş sohbeti iyice koyulaştırmışlardı. Dünyadan kopmuş gibi bir halleri vardı. Huzurlu bir ortamdı burası. İçinde o huzuru bir an duyumsar gibi oldu. Daha 10 dakika vardı otobüsün gelmesine. ”Bir yazı daha okurum” dedi. Son yazısını da okudu. Artık gitme vakti gelmişti. İçtiği çayın parasını verdi. Kapıya yöneldi. Kahvenin kapısını kapatıp durdu. Havayı içine çekti. Otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Ve o karanlıkta , o da diğer insanların arasına karıştı.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=cafe&page=4

            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

17 Şubat 2015 Salı

O kitaba bir şans daha verdim...

Televizyonda zap yaptı. İlk yirmi kanalda istediğini bulamadı. Yirmi kanalı tekrardan zap yaptı. Ve yine aradığını bulamadı. Televizyonu kapatmaktan başka çaresi kalmadı. ”Şimdi ne yapayım?”diye sordu kendine. Gözüne koltuğun üstünde duran, dün kütüphaneden aldığı kitaplar ilişti. Dün Cemil Meriç’in kitabını okumaya başlamıştı. Pek beğenmemişti kitabı. Ama biraz daha okumak istedi.Kitaba bir şans daha vermek istiyordu. Kitabı aldı. Ve her zamanki koltuğuna uzandı.

Kafasının altına yastığı aldı. Kitabı açtı. Ayracı yanına koydu. Dünkü kaldığı sayfa numarasına baktı. 50’inci sayfada kalmıştı. Tekrar okumaya başladı. Kitabı okurken bir yandan da düşünüyordu. Anladığı kadarıyla yazar bu kitapta Hindistan edebiyatını anlatıyordu. Ama okurken zorlanıyordu. Çünkü bilmediği kavramlar sık yer almaya başlamıştı satırlarda. ”Yok yok böyle olmayacak. Bilmediğim kavramları internetten öğreneyim. Bu da bir genel kültür olur hem”dedi.
Önüne çıkan ilk bilmediği kavramda durdu. Cep telefonundan mobil veriyi aktif hale getirdi. Google açtı. Ve bilmediği ilk kavramı yazdı. Ve önüne hemen oryantalizm ile ilgili sayfalar çıktı. En başta da Vikipedia’nın sayfası. Hemen tıkladı. Aslında daha önce oryantalizm kavramını çok duymuştu. Ama bu zamana kadar zahmet edipte bir türlü ne olduğunu öğrenmemişti. Vikipedia’daki tanım karmaşık geldi. Diğer sayfalara baktı. Sonunda ona göre en sade tanımı buldu. Kısaca, batının doğu kültürünü incelemesiydi. Bunu öğrendiğine göre interneti kapatabilirdi. Tekrar kitabı açtı ve okumaya başladı. Ama bilmediği kavramlar yine karşısına çıkmaya başladı. Ve yine interneti açmak zorunda kaldı. Ama yine de bu uğraşa rağmen memnundu halinden. Yeni şeyler öğrenmenin zevkini yaşıyordu.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=book&page=2


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

16 Şubat 2015 Pazartesi

Bir kütüphane hikayesi...

Merdivenlerden çıktım. Kütüphanenin kapısı kapalıydı. “Hava soğuk diye kapattılar herhalde”diye düşündüm. Normalde kapı açık olurdu. Bir ara gittiğimde ise kapalıydı. Hem de hafta içi. “Ancak bizim ülkemizde olur böyle şeyler”deyip elimde kitaplar eve dönmüştüm. Kapının kulpuna uzanırken,”Acaba yine kapalı mı?”diye sordum kendime.Kulpu çevirdim. Neyse ki açıldı. İçimden şöyle derin bir,”Ohh”çektim.
İçeri geçtim. Aylar oldu kütüphaneden kitap alıyorum. Kütüphanede bir kere öğrenci görmüştüm. Onun dışında hep geldiğimde bomboş bir kütüphane karşılıyordu beni. Bu sefer iki kız öğrenci vardı. Oturuyorlardı. Kitap almak için gelmiş bir halleri yoktu. Ben içeriye girince beni bir süzdüler. Ben hemen kitapları getirdiğim çantayı masaya koydum. Ve yeni alacağım kitapları seçmek için raflara yöneldim.
kütüphane

Çocukların sıkılmış bir halleri vardı. Biri diğerine sıkılgan bir ses tonuyla,”Saat kaç?”diye sordu. “Herhalde kütüphanecinin kızı birisi. Diğeri de arkadaşı olsa gerek”diye düşündüm. Ben kendi işime yöneldim. Kitaplara baktım. Hiç istediğim tarzda kitaplar yoktu.  İyice tarıyorum her yeri aradığımı bulmak için. 15 dakika uğraşmışımdır aradığım tarzda kitapları bulmak için. Ve sonunda üç kitabı seçebildim.
1)Ayşe Kulin-Veda:Gözüme çarpar çarpmaz hemen çekip aldım raftan. Bu kitabı duydum,biliyordum ama bir türlü okumak kısmet olmamıştı işte.
2)Halil İnalcık-Atatürk ve Demokratik Türkiye:Büyük Tarihçi olarak adlandırılıyor Halil İnalcık. Bende kitabı görür görmez aldım.
3)Cemil Meriç-Bir Dünyanın Eşiğinde:Cemil Meriç ismini ben Facebook’taki sözleriyle duydum. Gerçekten o sözler çok çarpıcıydı. “Bu çarpıcı sözlerin sahibinin kitabını muhakkak okumam lazım”dedim.
Bir kitap değişimi de böylece bitmiş oldu.


            Foto kaynak: Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

15 Şubat 2015 Pazar

Asla mantar yemezdim ama...

           Ben şu yaşıma kadar mantardan hiç hoşlanmamışımdır. Sadece birkaç kere ekmekle suyuna banmakla yetinmişimdir. Ta ki dün akşama kadar. Dün arkadaşla buluşmuştum. Akşam eve geldim. Bizimkiler mantar yapmışlar. Mantar deyince öyle toplamış olduğumuz mantar anlaşılmasın. Zaten ondan hiç anlamayız. Dediğim mantar marketten alınmış kültür mantarı. Mantarı değişik şekillerde yapıyorlar bizimkiler. Bu sefer yemek gibi yapmışlar. İçine soğan,domates eklemişler.

            Her zaman yaptığım gibi önce ekmekle birkaç kere suyuna bandım. Sonra da mantarlarından bir tane attım ağzıma. Baktım güzel geldi. Sonra bir tane daha attım. Bir tane daha derken gerisi geldi. Bir de baktım ki önüme konulmuş tabaktaki mantarı bitirmişim. Hala mantarı zevkle yediğimi söyleyemem.Hala tadı bir değişik geliyor bana. Ama hiç de yenilmeyecek gibi olmadığını da gördüm dün akşam.
            Böylelikle yemek hayatımda yeni bir ilke daha imza atmış oldum. Artık mantar yiyebiliyorum. Bilmiyorum sizin daha önceleri yemeyip sonradan yemeye başladığınız şeyler var mı ama bende oldu işte. Yıllar içinde ne değişti de mantar yemeye başladım anlamadım. Kısacası dün akşam itibariyle,”Mantarlı günlere merhaba”dedim. Tabi mantar yemeye başladım diye ordan buradan toplanmış mantarları yemeye başlayacak değilim. Adam mantardan anlamıyor zehirli değil diye tutup getiriyor. Bunlar yaşanmış şeyler. O yüzden market mantarından başkasını yemem.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=mush&page=1


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

O artık bir blogger...

O enfes içecek çay,yine enfes bir sohbete eşlik etti. Hem de çayın içilmesi en zevkli olan yerinde,kahvehanede. Sohbetin dibine vurduk. Dışarısı soğuktu. Kahvenin içerisi ise sıcacık. Karşıda televizyon açık. Yan masada oturan amcalar,dedeler koyulaştırmışlar sohbeti. Biz de onlar gibi aramızda koyulaştırdık bir güzel sohbeti.

Makale yazarak para kazanmam hakkında konuştuk. Daha önce böyle bir durumdan haberi yokmuş. Bu işi ilk duyduğumda benim dediğim gibi o da, ”Ben durmadan yazarım paraya para demem”dedi. Ahh, işte bir zamanlar ben de böyle demiştim. Ama işin içine girdiğimde hiç de dışarıdan göründüğü kadar kolay olmadığını acı bir şekilde görmüştüm. Ona bu işin kolay olmadığını, dışarıdan davulun sesinin hoş geldiğini anlatmaya çalıştım ama ikna edemedim. ”Dene bir bakalım. Ondan sonra konuşalım.Anlaşıldı sen lafla anlamayacaksın”dedim.
Ondan sonraki konumuz ise bloğumdu. Blog açma ve blog hakkında genel bilgiler verdim. ”Ta Amerika’dan,Hollanda’dan,Venezüela’dan yazılarımı okuyan birilerinin olması güzel”dedim. Bu işe her yeni başlayanın sorduğu bir soru daha sordu bana, ”Peki bu millet senin yazılarına nasıl ulaşıyor?”dedi. Ona bu işlerin nasıl olduğunu zevkle anlattım. O da gitti kendine bir blog açtı. Şimdi bana, ”Ne yazsam?”diye soruyor. ”Yaz da,ne yazarsan yaz”dedim. Yani bu gece blog dünyasına bir kişinin daha katılmasını sağladım.

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


12 Şubat 2015 Perşembe

Barmen Cem Yılmaz kahkahalara boğdu...

            Cem Yılmaz’ın son reklam filmi acayip komik.İzlemeye doyamıyorum.Zap yaparken reklamın sonuna denk gelsem bile o kanalı bırakıp izliyorum.O kadar yani.Bu reklam filmi çok hoşuma gitti.Bundan önceki bir iki tanesinden hiç hoşlanmamıştım.Ama bu başka.Harika.Reklam başından sonuna espriden yıkılıyor.”Bu adamı tanıyor musun?”diye uzatılan fotoğrafa bakıp,”Kim ki bu artist mi?Yerli mi yabancı mı?”diye sorması esprinin dibi resmen.
                                                                                                                                                
             Sonra dedektif doları uzatıyor.Hani filmlerde olur ya.Para verilince barmen konuşur.Adamın kim olduğunu söyler.Ama bizim barmen Cem Yılmaz adamın kim olduğunu söyleyeceği yerde doların üstünde resmi olan adamın ismini söylüyor.”Bunu bilmeyecek ne var.Benjamin Franklin”diyor.Yok böyle bir mizah.Bir de,”Küfürsüz komedi olmaz”diyorlar.Al sana küfürsüz,mis gibi komedi.Cem Yılmaz’da filmlerini yaparken yaptığı bu reklamları örnek alsa çok iyi olur aslında.Siz ne dersiniz?
            Olayı bir türlü anlamayan barmene dedektif bu işlerdeki adabı muaşeret-i anlatmaya başlar.”Hani dedektif gelir”der.Bizim barmen yine lafa girer.”Gelsin bizim bir çekincemiz yok”der.Ancak bir Türk böyle cevap verebilirdi zaten :)İşte bu ya.Olması gereken mizah bu.Bir de kurnaz barmen fotoğraftaki adamın kim olduğunu öğrenmek için dedektifin kendine verdiği doları tekrar dedektife uzatıp,”Bu kim?” diye sormaz mı?Harika bir replik daha.Kabul edelim.Çok iyi yazılmış bir senaryo. 

Foto kaynak:www.videooloji.net
            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
                                 

            

Unutkanlık sizde de var mı?..

             Evet,ben unutkanım.Bu gerçekle yüzleşeli çok oldu.Zaten insanın iç barışının ilk şartı kabullenmek değil midir?Ben de kabullendim bu durumu.Daha az önce markette şemsiyemi unuttum.Şemsiyemi almak için tekrar markete dönerken,”Bunu yazmalıyım.Bakalım benim gibi unutkan çok var mı?”dedim.Huyumu bildiğim için biri bana unutmaman gereken bir şey söylediğinde,”Muhakkak hatırlat.Yoksa ben kesin unuturum”diye uyarıyorum karşımdakini.
   
             Bundan yıllar yıllar önce yaşım on iki mi,on üç mü neydi,o zamanda otobüste yeni aldığımız şapkamı unutmuştum.Evde bir dünya azar yemiştim anne babamdan.Demek ki bende başından beri varmış unutkanlık.O yüzden kendime bir savunma mekanizması oluşturdum bu konuda.O da yazmak.Markete giderken de annem,”Şunu şunu al”der ama ben her zaman ki gibi yine unuturum.O yüzden alacaklarım beş parça şey olsa bile yazarım.   
             Bazen kendimde şunu da denk geldim.Eğer unutmamam gereken şey yapmayı istemediğim bir şeyse o şeyi unutuyorum.(Farkındayım çok şeyli bir cümle oldu:)Beyin bu noktada devreye giriyor bana unutturuyor heralde.Daha doğrusu ben beynime,”Unut”diye sinyal gönderiyorum.Bilmiyorum sizde böyle bir durum var mı?

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=woman&page=1

             
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

11 Şubat 2015 Çarşamba

Poyraz Karayel'de ayrılık rüzgarları...

Şu Sema yok mu Sema.Sevenlerin arasına girdi.Poyraz ile Ayşegül’ü ayırdı.Gaddar kadın.Ulan orda Payraz da çıkıp,”Ne olacak lan”demedi.”Söylemiyorum ne olacak?”demedi.Şu Sema denen kadına ifrit oldum abi.Bu kadını daha önce Aliye’den hatırlıyorum.Orda da oyuculuğu güzeldi,burada da.Ben ifrit olduysam,sinirlendiysem demek ki rolünü layıkıyla oynuyor demektir.Şimdi Google’dan ismini de buldum.Emel Çölgeçen’miş.İsmini de zikredelim yani.Haksızlık olmasın. 
            Poyraz denen bu adam hepimizin peşinden koştuğu aşkı bulmuş.Hem de öyle böyle değil.Dibine kadar yaşayabileceği tarzda birini bulmuş hem de.Neyse,gelelim ayrılık sahnesine.Adam zorlana zorlana ıkına sıkıla ayrılık kararını açıkladı.Ama ayrılık nedeni gerçekten saçmaydı.İnandırıcı değildiydi.Zaten Ayşegül’de söylüyor,”Senin gibi bir adam böyle ayrılamaz”diyor.Ama ne yapacaksın adam,”Ayrılalım”dedikten sonra.
Bana göre o ayrılık sahnesinin en çarpıcı sözü ise,”Ayrılmasını bilmeyen,sevmesini de bilmez”sözüydü.Ayşegül’ün hedefi on ikiden vuran atışıydı bu söz.Sema denen kadın bir de adam göndermiş masalarının yanına.”Bakalım söyleyecek mi,söylemeyecek mi?”diye.Kadına bak.Her tarafı örümcek ağı gibi sarmış.Ordan kaçsan buradan yakalıyor.Böyle kadınlardan korkulur abi.Bu yazıyı dizinin ilk reklam arasında yazıyorum.Nasıl tekrar bir araya gelecekler,senarist nasıl mantık çerçevesinde bu ilişkiyi tekrar başlatacak merak ediyorum.Hadi izlemeye devam o zaman.

Foto kaynak:haberlersaglik.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

Bülent Şakrak bombası...

         Mustafa Üstündağ ile Ceyda Düvenci TRT 1’deki Aşkın Kanunu dizisine başladığında söylemiştim bu dizinin tutmayacağını.Boşu boşuna söylememiştim bunu.Dizinin ilk bölümüne bakarak ben de bu kanaat oluşmuştu.O dizi yayından kalkalı çok oldu ama o dizi bir işe yaradı.Bülent Şakrak ile Ceyda Düvenci’nin tanışmasına.Neredeyse o dizi,”Sadece bu çiftin tanışması için yapılmış”dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız herhalde.
                                     
         Bu işin bu noktaya varacağı Mesut Yar’ın Burada Laf Çok programında belli olmuştu.O programda Bülent Şakrak ile Ceyda Düvenci arasında görmemesi imkansız olan bir çekim vardı.Ve o çekimin adı da aşktı.O programda bunu dile getirmeseler de beden dilleri adeta haykırıyordu bu durumu.                                                                                                                 
         O programda herkes gibi bende fark ettim bu durumu.Ama işi evliliğe götüreceklerine dair bir kanaat oluşmamıştı bende.Ama gördüm ki şimdi evleniyorlarmış.”Hayırlı uğurlu olsun” demek düşer bize.Darısı başımıza.Eğer birine bu çiftteki gibi gönlün akıyorsa beklemenin de alemi yok.Gerçi ikisi de daha önce evlenip boşanmış.İkisi de evlilik konusunda tecrübeliler.Bu tecrübeye sahip insanlar çok yoğun duygular yaşamasalar böyle bir karar almazlardı diye düşünüyorum.Peki ya sizce?

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up

            
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

10 Şubat 2015 Salı

Kar tatili...

Kar yağmaya başladığında,akşamları yarın okullar tatil olacak mı diye televizyonları izleyen öğrencileri görünce aklıma lise yıllarım geliyor.Okulda kar yağmaya başladığında,”Tatil yağıyor”diye birbirimize söylerdik.Sınıfın haşarı çocukları ise avaz avaz bağırırlardı.Bazen öğleden sonraları tatil olurdu.”Bari yemekhanede yemeğimizi yiyelim öyle eve gidelim”derdik.Şimdilerde öğleden sonraları tatil oluyor mu bilmiyorum.Gerek kalmıyor heralde geceden Valilik tatil olup olmayacağını açıklıyor.

Bizim zamanımızda Başbakan Ecevit’ti.Ecevit’in son yıllarıydı.Onun zamanında baya kar tatili yaptık.Sonradan iktidar değişip kar tatilleri eskisi gibi yapılmadığında bizim arkadaşlar Ecevit’i çok anmışlardı.”O olsa şimdi tatil yapardı”konuşmaları bile geçerdi aramızda.O zamanlar baksanıza tatile Başbakan’ın karar verdiğine dair bir düşüncemiz varmış.Ne alakası varsa.Belki hükümet olarak kar tatiline bakış Valileri yönlendirmiş olabilir.Olsa olsa böyle alakası olabilir diye düşünüyorum şimdilerde.
Ama şu bir gerçek ki ülkeyi yönetenlerde bile bir kafa karışıklığı var kar tatili konusunda.Milli eğitim Bakanını dinledim.”Çocuklar zorluklara alışsınlar”diye savunuyordu kar yağdı diye hemen tatil yapmamayı.Halkta da bakan gibi düşününler olduğu gibi tam tersi düşünenler de var.Onlar da,”Çocuklar bu karda kışta neden yollarda vakit geçirsin”diyorlar.Peki siz nasıl düşünüyorsunuz?

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=snow&page=1

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

9 Şubat 2015 Pazartesi

Sevdiğin işi yapmak yalan mı?

        Müzeyyen Senar’ın ölümünden birkaç yıl önce yapılan bir röportajını izledim.Spiker,”Benzemez kimse sana şarkısını sizden dinlemeyi özledik”dedi.Senar’ın verdiği cevapsa kafamda soru işaretleri oluşturdu.Senar,”Ben özlemedim,bıktım”diyordu.”Demek ki insan sevdiği işi bile yapsa gün gelip bıkabiliyor”dedim kendi kendime.”O zaman benim sevdiğim işi yapmak için arayışlarım boşuna mı?” diye sormadan edemedim kendime.

        Bize hep öğütlenen,”Sevdiğiniz işi yapın”değil miydi?Bende bu sözden yola çıkıp yıllardır severek yapabileceğim mesleği arayıp duruyorum.Bir arpa boyu yol alabilmiş değilim.Ama buna rağmen yine de kendimi sorgulamaya,yoklamaya devam ediyorum.Kim bilir belki bir gün kafamda o meşhur ışık yanar diye.Askere gitmeden önce çağrı merkezinde çalıştım tam üç yıl.Zaman zaman sevdim ama genelde çıkacağım günü hayal edip durdum.
        Ben sadece sevmeyerek yaptığım işte bıkkınlık yaşayacağımı düşünüyordum.O yüzden sevdiğim işi bulunca her şey bitecekti sözde,feraha erecektim.Hiç sıkılmayacaktım.Ama öyle değilmiş baksanıza.Hayatını şarkıcılığa vermiş Müzeyyen Senar’ın,”Bıktım”sözlerini duyunca beynimden vurulmuşa döndüm.Kurduğum tüm hayallerim yıkıldı.Demek ki bize hep anlatılan sevdiğimiz işte çalışırken bıkmayacağımız,sıkılmayacağımız sözleri yalanmış.Bir masaldan ibaretmiş.
         Ama buna rağmen seveceğim işi aramaktan vazgeçmeyeceğim.En azından kendi sevdiğim mesleğimde sıkılırım.Madem ki her halükarda sıkılacağım.Seçimimi sevdiğim meslekten yana kullanırım.

Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=work&page=1


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

Müzeyyen Senar'ı 8 maddede tanımak...

       Müzeyyen Senar dün hayatını kaybetti.Peki Müzeyyen Senar hakkında neler biliyoruz?Bu yazımda sizlere Müzeyyen Senar hakkında bilgi vermek istiyorum.8 maddede gelin Müzeyyen Senar’ı daha yakından tanıyalım.

       1)Müzeyyen Senar deyince akla gelen ilk şey Atatürk’e şarkı söylediğidir.Hem de bir kere değil.Bir çok kere.
      2)Sahneye son kez 1983 yılında çıktı.İstanbul Bebek Gazinosu bu ana tanıklık eden mekandı.
      3)Tarihler 1998’i gösterdiğinde artık o bir Devlet Sanatçısıydı.”Cumhuriyetin Divası”lakabını da yine bu tarihte aldı.
      4)Yıl 2004.Müzeyyen Senar’ın 73’üncü sanat yılıdır.Sezen Aksu sayesinde 73’üncü sanat yılı konsersiz geçmez.Konserde Müzeyyen Senar,Tarkan,Ajda Pekkan ve Nilüfer ile aynı sahneyi paylaşır.
      5)Bülent Ersoy,Senar’ın öğrencisidir.Öğrenci Bülent Ersoy,hocası Senar’a 2009 yılında büyük bir armağan verir.Cumhuriyetin Divası:Müzeyyen Senar adı altında bir sergi açar.Sergide Senar’ın sanat yaşamından kareler yer almıştır.
      6)Müzeyyen Senar sadece şarkılarıyla ünlü değildir.Şarkılarının dışında bardak yemesi ve elmayı eliyle ortadan ikiye bölmesi de kendine has özelliklerindendir.
      7)Senar,bir zamanlar sefire ünvanını da almıştır.Suudi Arabistan sefiri ile evlenmesi ona bu ünvanı kazandırmıştı.
      8)Türkiye’nin ilk solisti Müzeyyen Senar’dır.

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr        


Akşamların en güzel 2 yanı...

        Akşamla ilgili daha önce de yazdım.Yine yazıyorum.Çünkü akşamları seviyorum.Onun için, daha çokça akşamlar üzerine yazacağım sanırım.Bakmakla görmek farklıdır derler ya.Ben de akşamlara her baktığımda farklı şeyler görüyorum.Gördüklerim akşama özgü şeyler.Akşamın güzellikleri.Akşamı,akşam yapan özellikler.İnsana yaşama sevinci aşılayan şeyler.Aslında her anımız bize yaşama sevinci katacak şeylerle dolu.Ama bunlara sadece bakıyoruz,görmüyoruz.
        Hadi gelin akşamların görmemiz gereken 2 güzel yanını yazalım.

        1)Sokak lambalarının yanması:Teker teker sokak lambaları yanmaya başlar ya.O an, ailenin bir araya geleceği güzel bir gecenin habercisidir.Işıl ışıl yanan sokak lambaları altında eve dönmek ne de güzeldir değil mi?”Evet”dediğinizi duyar gibiyim.
        2)Evlerin ışıklarının birer birer yanmaya başlaması:Akşamları evlerin bayram yerine dönme zamanıdır.Çünkü birazdan tüm aile bireyleri bir sofranın etrafında bir araya gelecektir.Ve bir şenlik başlayacaktır.Aile şenliği.O sofrada neler paylaşılmayacaktır ki.Sevgi paylaşılacaktır.Huzur paylaşılacaktır.Neden yaşama dört elle sarılmamız gerektiğinin cevabı sofradaki yüzlerdir.O sofra,sıradan bir akşam yemeğinin dışında büyük şeyler ifade eder.Şimdi ben,evlerin ışıklarının yanmaya başlamasını sevmeyeyim de ne yapayım, sorarım size.
        Size göre başka güzel yanları nelerdir akşamın?


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

7 Şubat 2015 Cumartesi

3 maddede soba keyfi...

        Bugün,soba kullanmanın güzel yanlarını yazmak istiyorum.Aslında soba kullanmak zahmetli bir iş.Her sabah külünü temizliyorsun,tutuşturuyorsun.Yetmiyor,arada tekrar kömür ve fındık kabuğu atmak zorunda kalıyorsun.Tabi ki doğalgaz sobaya göre cennet.Akarı yok,kokarı yok temiz yakıt.Ama yine de her şeye rağmen,sobanın kendine has güzellikleri var.Bu güzellikleri paylaşayım istedim bugün.

       1)Sobanın üstünde ekmek kızartmak:Bizim buralarda kızartmanın yerine ısıtmak deriz.Ekmeğini ısıtırsın,kızarır her yeri.Ve o sıcacık,kızarmış ekmeğe yağı sürersin bi güzel.Çayla öyle bir iyi gider ki.Bir de odanın içini kızarmış ekmek kokusu sarmaz mı.”İşte hayat”dersin.Bir de öneri.Yağın üstüne acı salça sürerseniz harika oluyor.”Muhakkak deneyin”derim.
       2)Sobanın üstünde kestane pişirmek:Kış ayının klasikleşmiş eylemidir.Dışarda pala pala kar yağar.Sense gümbür gümbür yanan sobanın üstünde kestanelerini pişirirsin.Sonra sıcak sıcak masanın üstüne alırsın.Herkes toplanır.Güle oynaya bir güzel yenir kestaneler.Soğuk kış gecelerini ailecek böylece ısıtmış olursun.
       3)Sobanın üstünde devamlı çaydanlığın kaynaması:Çayını yaparsın,koyarsın çaydanlığı sobanın üstüne.Sen kahvaltını yaparken o kaynar durur.Çayın soğuma derdi yoktur.Çayını devamlı sıcacık içersin.Bunun dışında temizler koyarsın çaydanlığı sobanın üstüne.O kaynarken istediğin an çayını demlersin.


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

6 Şubat 2015 Cuma

Arkadaşlarla buluşmanın en güzel 3 yanı...

        Uzun bir aradan sonra ben,Semih ve Bilal bir araya geldik.Heralde bir aydan fazla olmuştur görüşmeyeli.Doğal olarak konuşacak şeyler birikti.Yemeğimizi yedik,çayımızı içtik,bol bol konuştuk.En son hayatlarımızda ne olup bitti onları paylaştık.Semih ve Bilal, benim çok yakın arkadaşlarım.Hani,”Can dostlarım”denir ya.İşte onlar benim için Semih ve Bilal.Onların haricinde birkaç kişi daha var tabi.Zaten,insanın hayatında can dostları kaç tane olabilir ki.Bir elin parmaklarını geçmez.
        Bu buluşma vesilesiyle ben de,arkadaşlarla bir araya gelmenin en güzel 3 yanını yazmak istedim.

        1)OLDUĞUN GİBİSİNDİR:Arkadaşlarının yanında,”Şu hareketi yapsam karşı taraftan nasıl algılanırım”diye bir endişen olmaz.Neysen osundur.Bu beni çok rahatlatıyor.İstediğim gibi konuşuyorum,davranıyorum.Yani,onlarla yan yana olduğumda hiç olmadığım kadar kendimi özgür hissediyorum.

        2)ELEŞTİRİLERİNDE ART NİYET ARAMAZSIN:Evet,sizde de öyle değil mi?Bu adamlar beni eleştiriyorsa bilirim ki beni sevdikleri içindir.Benim kötülüğümü istemezler.Ciddi şekilde beni eleştirdikleri noktaları düşünürüm.

        3)YAŞAMA SEVİNCİ DUYARSIN:Yaşama sevincimizi engelleyen o kadar çok şey var ki hayatımızda.İnsan böyle durumlarda tutunacak bir dal arıyor.İşte o dallardan biri de arkadaşların oluyor.Mesela dün akşam vakit nasıl geçti anlamadım.Ve her buluşmamızdan sonra dediğim gibi yine,”İyi ki bu adamlar benim arkadaşım”dedim.

       Okuyucuya Not:Bunlardan farklı olarak sizin güzel bulduğunuz yanlar var mı?Varsa ne duruyorsun,hadi yorum yapmaya



Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


5 Şubat 2015 Perşembe

Çocukluğumun 4 çizgi filmi...

        4 yaşında bir yeğenim var.Adı Aras.Bugün,çizgi film kanallarını gezerken Tomas’ı görünce yüzü ışıldadı.”Aaa Tomas”dedi.O an düşündüm.”Bir insan,bir çizgi film için bu kadar sevinir mi?”diye.İşte,çocuk olunca seviniyorsun.Yahu çocuk olmak ne güzelmiş.Bir çizgi filmi görünce heyecanlanmak ne güzelmiş.Bugün o günlerimi,çocukluğumu ne kadar da özlediğimi fark ettim.Ve çocukluğumdaki hiç kaçırmadığım çizgi filmlere gittim.
        Neler yoktu ki bizim zamanımızda.Bu arada ek bir bilgi vereyim.Bizim zamanımız diyorum.Ben 1987’liyim.Yavaş yavaş 30’a merdiven dayamaktayım.Sizinle çocukluğumun o unutamadığım ve hala çıktığında izlediğim çizgi filmleri paylaşmak istiyorum.

        1)Şirinler:Aklıma ilk Şirin Baba gelir Şirinler deyince.Ve mantardan evler.Şirinler’e dair en çok hatırladığım şey de Şirinler’in başlayış fragmanının sonundaki söze inanmamdı.Hani orda diyordu ya,”Siz de uslu bir çocuk olursanız belki bir gün Şirinler’i görebilirsiniz”diye.O söze o kadar çok inanmıştım ki.Şimdi de o söze inanmamı çocukluğun o temiz saflığına bağlıyorum.Keşke hep böyle şeylere inansak değil mi?
        2)Ninja Kaplumbağlar:Şimdilerde yapılan Ninja Kaplumbağları hiç beğenmiyorum.Böyle gözleri bembeyaz.Araba farları gibi.Hiç orjinalinden örnek almamışlar.Ama o ilk Ninja Kaplumbağalar bir harikaydı.
        3)Casper:Ninja Kaplumbağalar’ın yeni dönem çizgi filmlerinde olduğu gibi Casper’ın da yeni bölümleri çok kötü.O eski incelik ve naiflik yok.Çizgi film için incelik ve naiflik kelimeleri kullanılır mı?Casper için kullanılır.
        4)Tom ve Jerry:Herhalde Tom ve Jarry’i unutmamı beklemediniz.Kim bilir kaç nesil onlarla büyüdü.Bu arada hemen belirteyim ben Tom’cuydum.

        
Blog Linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

3 Şubat 2015 Salı

İşe girerken istenen 6 belge...

Yeni bir işe başladım.Ve benden bir takım belgeler istediler.Ordan oraya belgeler peşinde koşturdum.Benden 6 tane belge istediler.Bunlar;

        1)Sabıka kaydı:E-devlet şifreniz varsa adliyeye gitmenize gerek yok.Yazıcıdan çıktısını alabiliyorsunuz.Ben de öyle yaptım.Daha önceleri adliyeye gitmek zorunda kalıyordum.Sanırım para da veriyordum.Yanlış hatırlamıyorsam eğer.
       2)Sağlık raporu:Çalışacağım yerde 10 kişinin altında çalışan olduğu için sağlık raporunu aile hekimimden aldım.10’dan fazla çalışanı olan bir yere başlayacaksanız sağlık raporunu ortak sağlık güvenlik birimlerinden almanız gerekiyor.Bu kurumlar yeni çıkmış.Daha önce işe başlarken bu tip kurumlar yoktu.
       3)Kimlik fotokopisi:Bu zaten standart bir belge.Ne iş yapsanız kimlik fotokopisini kafadan istiyorlar.Bir tomar çektirip eve koyacaksın.Lazım olduğunda tomardan bir tane çekip kullanacaksın.
      4)İkametgah:Valilikteki nüfus müdürlüğünden aldım.
      5)Vukuatlı nüfus kayıt örneği:Bunu da ikametgah gibi yine nüfus müdürlüğünden tedarik ettim.Oradaki görevli bana bir kolaylık yaptı.İkametgah ve vukuatlı nüfus kayıt örneğini aynı sayfada verdi.Sağolsun beni evrak fazlalığından kurtardı.
      6)Fotoğraf üç tane:Bu da kimlik fotokopisi gibi standart olmuş.Her belgenin vazgeçilmezleri arasında.Bu nedenle devamlı vesikalık çektirmektense şöyle 50-100 tane çoğaltacaksın,bırakacaksın bir köşeye.Elbet lazım olacak.
     İşte böyle.Bu evraklarla işe giriş aşamasını tamamladım.


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr

1 Şubat 2015 Pazar

En sevdiğim,harika 4 kitap...

Ben çok kitap okumak isteyen bir insanım.Ama her şeyden olduğu gibi,fazla okumaktan da sıkılıyorum.Belli dönemlerde kitap okumaya ara veriyorum.Mesela bir hafta ya da iki hafta.Beklerim ki kitap okumayı özleyeyim.Özlerim de.Ondan sonra büyük bir arzu ile saldırırım kitap okumaya.Durmadan günlerce,gecelerce okuyacakmış gibi hissederim kendimi.Tabi böyle bir şey olmaz.An gelir yine sıkılırım.
       Sıkılmadığım anlarda okuduğum kitaplardan en beğendiklerimi,favorilerimi sizlerle paylaşmak istedim.

1 Numara:Elif Şafak-Aşk
      Geçmiş zaman ile bugünü o kadar çok iyi harmanlamış ki.Ancak bu kadar olur.Tekrar tekrar okumak istediğim kitaplardan biri.
2 Numara:Ayşe Kulin-Nefes Nefese
      Ayşe Kulin’in en sevdiğim kitabı.Adı gibi nefes nefese okuduğum bir kitaptı.
3)Halide Edip Adıvar-Sinekli Bakkal
      Sinekli Bakkal bir klasik.Ben bu klasiği çok sevdim.Olmayacak iki insanın aşkını anlatan harika bir kitap.
4)John Verdon-Aklından Bir Sayı Tut
      Harika bir polisiye romandı.Bu kitabı askerde okumuştum.Çoğu kez,”Bu kitabı evde rahat rahat,keyfini çıkara çıkara okumak vardı”demişimdir kendi kendime.Sanki kitabı okumuyordum da izliyordum.Bazı kitaplarda bu duyguyu hissederim.Beynimin içindeki sinemada oynadı adeta bu kitap.

Okuyucuya Not:Peki sizlerin en sevdiğiniz kitaplar hangileri?


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr