okumak üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okumak üzerine etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bu bir, "Yüzüncü kitabı da okudum" başlıklı bir yazı değil maalesef...

     Kitap okumaya başladığımdan beri, hep daha çok kitap okuma arzusu vardı bende. “Daha çok kitap okumalıyım” derdim kendime. Ama bu mümkün olmadı tabi. Okul, sonra iş, sonra hayat meşgalesi falan derken, bu zamana kadar istediğim sayıda kitap okuduğumu söyleyemem. Bir ara bir hedefim vardı benim. Askere gidinceye kadar yüz kitap okumak diye. Ama bu hedefimi tutturamadım. Askere gidip geldim, ama hala yüz kitap okuma barajını geçemedim. Haftada bir kitap okuma diye bir hedef koymuştum kendime. Ama o hedefi de gerçekleştiremedim. Bu hedef tutmayınca, büyük hedefe de ulaşamadım tabi. İnsan işten yorgun argın gelince ve birde yemek yeyince üstüne bir ağırlık çöküyor.
yüz kitap okumak

                                               ÇABUK SIKILAN BİR İNSANIM
     O ağırlıkla da kitap okuyamıyor insan. Okumaya çalışsa da kitap elinde uykuya dalıyor. Böyle bir ortamda sürekli bir kitap okuma hedefini tutturmak kolay değil. Birde benim sıkılma gibi bir durumum var. Bir şeyi çok yapınca sıkılırım ben. Arka arkaya her gün kitap okuyunca da bayıyor beni. Ondan sonra günlerce kitap okumuyorum. Ta ki canım bir daha kitap okumak isteyinceye kadar. Şu ana kadar okuduğum kitapların sayısını tam olarak bilemiyorum. Okuduğum kitapları not ettiğim ajandayı kaybettim. Ondaki kitap okuma sayısını tam olarak bilmiyorum. Tahmini bir rakam yürütüyorum bu yüzden. Kırk ile elli arasında kitap okuduğumu söyleyebilirim.
                                  YÜZ KİTAP OKUMA BARAJINI GEÇEBİLİR MİYİM?
     Yirmi de, şimdi not ettiğim küçük not defterinde kitap var. Toplamda, altmış ile yetmiş arasında kitap okumuşluğum var bu zamana kadar. Eğer vakit bulabilirsem, artık bu yüz kitap barajını aşmak istiyorum. Şöyle bir baktığımda, yıl sonuna kadar yüz kitap okuyabilir miyim diye sorduğumda, net bir cevabım olmadığını görüyorum. Geçebilirim de, geçemeyebilirim de. Bu tamamen şartlara bağlı. Ama yıl sonunda yüzüncü kitabımı da okudum şeklinde bir yazı yazmak da harika olurdu. Aslında ilk kitap okumaya başladığım zamanlar hedefim daha da devasaydı. Tam, bin kitap okumak gibi bir hedefti. O zamanlar ortaokulun sonu ya da lisenin ilk yıllarıydı. Çocukluk heyecanı işte. Kim bilir, belki bin kitap da okuruz. Siz bu zamana kadar kaç kitap okudunuz?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com 

Bayramda okuyacağım kitaplar...

     Dokuz günlük bir bayram tatili var. İlk günler akraba ziyaretleri, el öpmeler ve tatlı sohbetlerle geçecek. Bayramda da bir yere tatile gitme gibi bir planımız olmadığı için, bu boş vakitleri en iyisi kitap okuyarak değerlendirmek. Zaten televizyonlarda da doğru dürüst bir şey yok. Gerçi gündüzleri arkadaşlarla gezmeler, tozmalar, muhabbetin dibine vurmalar gibi durumlar elbette söz konusu olacaktır. Ama ya geceleri? Odaya geçip sessiz, sakin bir şekilde kitabını okumak en iyi seçenek gibi geliyor bana. Peki ne okuyacağım? Bu ara elimde iki kitap var. Biri hali hazırda okuduğum ve üzerine değerlendirme yazılarını da yazdığım Dan Brown’un Cehennem kitabı.
bayramda okunacak kitaplar

                                              BİR KİTABA TAKILI KALMAK
     Birkaç gündür okuyamadım kitabı. Kitap da beş yüz küsur sayfa olunca birkaç gün okumayınca ritmi kaybediyorsunuz. Ve diğer kitaplar gibi de hemen bitmiyor doğal olarak. Ama bu dokuz günlük tatilde bu kitabı bitirmeye çalışacağım. Çünkü ben bir kitabı uzun süre okumayı sevmiyorum. Belli bir günden sonra kitap sıkıcı hale gelmeye başlıyor. Özünde sıkıcı bir kitap olmasa bile. “Ne zaman bitecek bu kitap ya?” sızlanmaları başlıyor sonra. Yani olay sarpa sarıyor. O yüzden bu dokuz günlük tatili iyi değerlendirmek lazım. Disiplinli bir şekilde okursam, bu kitabı da bitirdiğim kitaplar listeme ekleyebilirim rahatlıkla.
                                 YILANLARIN ÖCÜ OKUYACAĞIM DİĞER KİTAP
     Elimdeki bir diğer kitap da Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü kitabı. Daha önce çekilmiş eski bir Türk filmini duymuştum. Sonra da bir dizisi çekildi. Ne filmine baktım ne de dizisine. Ama kitap farklı. Çünkü filmde ya da dizide kitabın dışında bir senaryo yazılabiliyor. Eğer ben de bu kitabı okumadıysam filmini ya da dizisini izlemeyi de hiç tercih etmem doğrusu. İlk olarak kitabını okumalıyım. Sayfa sayısı az. Bir yüklenirsem iki güne bilemedin üç güne bitirebilirim gibi. Bitirdikten sonra değerlendirme yazısı da gelecek tabi. Bayramda sizlerin kitap okuma gibi planlarınız var mı? Varsa hangi kitapları okumayı planlıyorsunuz? Ha birde Yılanların Öcü’nü okumuş olanlar bu kitap için ne derler? Onlardan da kısa bir yorum alsam iyi olur. Bu arada iyi bayramlar :)

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Neden gazete okuruz sizce?

     Bugün size, “Neden gazete okuruz?” diye sormak istiyorum. Herkes doğal olarak farklı nedenler öne sürebilir. Ama ben iki şık üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Birincisi: Sadece haber okumak için. ikincisi: Köşe yazıları için. Artık eskisi kadar gazete almıyorum. Malum artık internet dünyasındayız. Eskiden de günlük olarak gazete almıyordum. Ama bugüne göre daha sık aldığımı belirtebilirim.  Haber okumak için gazete almıyorum. Çünkü hepsi yanlı. Bir gazetenin manşetine bakmanız yeterli. İktidar yanlısı mı değil mi hemen anlarsınız. Benim okumak istediğim böyle bir habercilik değil. Ben tarafsızlık bekliyorum. Sadece gazeteler için söylemiyorum bunu. Televizyonlar için de aynı durum geçerli. Bana olduğu gibi haberi vermeli, içine yorum katmamalı.
neden gazete okuruz?

                                      GAZETEYİ KÖŞE YAZARI İÇİN Mİ ALIYORSUNUZ?
     “Neden gazete okuruz?” sorusuna cevabınız, “Haber okumak” mı sizin? Benim cevabım: Köşe yazısı okumak. Bu durum uzun zamandır böyle. Bu ülkede gazeteyi sattıran köşe yazarları mı sizce? Eskiden olsa bu soruya net bir cevap verilmeye bilinirdi. Artık cevap çok net: “Evet, köşe yazarları sattırıyor”. Çünkü şu an o kadar kutuplaştık ki, o kadar sivrileştik ki birbirimize karşı. Bu nedenle kendi görüşümüzün bir numaralı savunucularını okuyoruz. Onların yazdıklarını okuyarak rahatlıyoruz. Söylemek istediklerimizi onlar söylüyorlar çünkü. Bu söylediğim durumun hemen sağlamasını yapabilirsiniz. Hemen gazete tirajlarına bakın. En çok satanların tepesindekiler, iki karşıt görüşün gazeteleridir.
                                           ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERLERİ HER YERDE
     “Neden gazete okuruz?” sorusu için siz ne cevap vermek istersiniz şimdi? Haber okumak mı, yoksa köşe yazısı okumak mı? Hem haber okuyup, hem köşe yazısı okumak gibi bir cevabınız varsa eğer, bunun sizin için harika bir durum olduğunu söyleyebilirim. Çünkü yanlı haberlerin dışında birde üçüncü sayfa haberleri var. Son günlerde öyle olaylar yaşıyoruz ki, artık birinci sayfa haberlerinin çoğu, üçüncü sayfa haberlerinden oluşur oldu. Televizyonda izledikçe yeterince moralim bozuluyor. Birde gazete de okuyarak moralimi bozmak istemiyorum. Hatta haberlerde o bölümler geldiğinde, başka kanallara zaplıyorum. Artık yüreğim kaldırmıyor bu tür haberleri. O yüzden haber okumak için gazete almak defterini çoktan kapattım ben. Sizin görüşlerinizi merakla bekliyorum.

Foto kaynak: Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Çetin Altan köşe yazılarını okuyamamak...

     Gazetelerde köşe yazılarını okuma merakım, yeni yeni başlamış. Önüme gelen gazetedeki köşe yazarlarını okuyorum. Hangi tür yazarları seviyorum ya da hangi tip yazıları seviyorum, kendimi keşfetmeye çalıştığım dönemler. O dönemlerde, Passaparola diye bir yarışma vardı. Metin Uca’nın sunduğu. Çok severdim ve izlerdim. Kim Milyoner Olmak İster’den sonra, gerçek bilgi yarışması olarak gördüğüm tek yarışmadır Passaparola. Sorulardan biri, Çetin Altan ile ilgiliydi. Milliyet gazetesindeki köşesinin adı sorulmuştu. Daha önce görmüş ve okumuştum. O yüzden, köşenin adının Şeytanın Gör Dediği olduğunu biliyordum. Yarışmacı da bildi. Soru rast gitmiş. Çünkü yarışmacı, o köşenin devamlı takipçisiymiş. Çetin Altan okuyucusuna sorulacak soruydu tam yani.
çetin altan

                                           EN UZUN SÜRELİ YAZAN KÖŞE YAZARI
     Dediğim gibi, daha önce okumuştum o köşeyi. Ama Çetin Altan yazısı, çekmemişti beni. O yarışmadan sonra, tekrar bir düşündüm. “Acaba yeteri kadar şans vermedim mi?” diye sordum kendime. Belki de çok iyi bir yazardan mahrum kalacaktım, hemen onu okumayı bırakmakla. O yüzden ne zaman elime Milliyet gazetesi geçse, hemen Şeytanın Gör Dediği köşesini açar ve yazılarını okumaya başlardım. Ama ilerleyen zamanla beraber, hiçbir şey değişmedi. Yazılarından hala tat alamıyordum. Sonuçta büyük bir yazar olabilir. Çok okunuyor olabilir. Ama bunlar hiçbir şeyi değiştirmedi. Ben sevmemiştim, sevememiştim. Bir özelliği daha vardı. Dünyanın en uzun süreli köşe yazan, köşe yazarlarından biriydi.
ÖNERİ YAZI: Yerli klasikleri daha çok sevdim...
                                          HER ŞEYE RAĞMEN OKUMAYI BIRAKTIM
     Bu özelliğini de duyduktan sonra, çok okumak istemiştim. Onu okumaya başlamamın en büyük nedeni de, bu özelliğini duymuş olmamdı. Çok imrenmiştim. Dünyanın en uzun süre köşe yazan, köşe yazarlarından biri olmak ne demekti? Her gün yazacak bir şeyler bulabilmek. Böyle bir düşünceyle başlamıştım okumaya. Tüm bunlara rağmen beni sarmadı. Bir daha okumamak üzere o köşeyi bıraktım. Ne olursa olsun. Ben beğenmedikten sonra, okuyamadıktan sonra hiçbir önemi yoktu. Şimdi ise devamlı takip ettiğim sadece beş köşe yazarı var. Kafama uyan, yazıları beni sıkmayan ve yazıları akıcı olan. Sizin belli bir süre okuyup, sonradan okumaktan vazgeçtiğiniz köşe yazarları oldu mu? Ya da hiç Çetin Altan okumuş muydunuz?
ÖNERİ YAZI: Kitap oburu musunuz?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Kütüphaneden Kafka'nın Dava'sını aldım...

     Kafka
 Dün, kardeşim ile kütüphaneye gittik. Hava günlük, güneşlikken bir anda bozdu. Rüzgar esmeye başlamıştı biz yola çıkarken. Her ihtimale karşı kardeşim, şemsiyeyi aldı yanımıza. Akşam 16:30 sularıydı, kütüphaneye gittiğimizde. Doğal olarak o saatte kimse yoktu. Rahat rahat kitaplara bakabilecektik. Dışarıda da rüzgar iyice şiddetlendiğinden, olabilecek en hızlı şekilde yürüdük. Ve kendimizi kütüphanenin kapısından içeriye attık. İçerisi sessiz, sakindi. Kardeşim Elif Şafak’ın Aşk romanını sordu kütüphaneciye. Oturduğu yerden kalktı geldi. Bir o raf, bir bu raf. Dolaşıp durdu. Ama yok yok. Kitabı bulamadı. Kardeşim de o sırada, başka kitaplara bakıyordu. “Bulamadıysanız ben bu kitabı alabilirim” dedi, elindeki Türkan kitabını göstererek.
                                                  İLK TERCİHİM: DAVA KİTABI OLDU
     Zaten adam, “Aldıklarını yerine koymuyorlar” diye homurdanıyordu. Dışından söylemedi ama. İçinden, “Canıma minnet” demiştir, kardeşimin teklifine. Ben ne kitaplar aldım. Bana gelelim. İlk gözüme çarpan, yabancı romanlardı. Mesela Goriot Baba. Ama ben Türk kitapları almayı istiyordum. Bir tane Türk, bir tane de yabancı, daha doğrusu. İlerledim diğer raflara doğru. Baktım, Kafka kitapları var. Hemen Dönüşüm’ü taradı gözlerim. Yokmuş. Baktım, Dava kitabı var. Hemen çektim çıkardım onu, kitaplıktan. Kafka her zaman okunmaya değer. Hem de yeni basım. Mis gibi kitap yani. Dava kitabını okuduktan sonra, bir değerlendirme yazısı yazmayı düşünüyorum. Kafka ve Dava kitabı üzerine, edebiyat sitelerinde değerlendirmeler okumuştum. Bu değerlendirmeler doğrultusunda, okumak istediğim kitaplar arasındaki yerini almıştı.

                                OKUDUĞUM İKİNCİ YAVUZ BAHADIROĞLU OLACAK
     Yabancı bir kitap aldığıma göre, bir de Türk kitabı almalıydım. Rafda, kitaplara göz gezdirirken, birden Yavuz Bahadıroğlu ismi gözüme çarptı. Daha önce kendisinin Osmanlı’nın Doğuşu: Merhaba Söğüt kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Bu kitabının adı: Tarihimizin Gizli Odaları idi. Sevdiğim yazarlardan, bu tip araştırma kitaplarını okumak da hoşuma gider. Bu nedenle, Tarihimizin Gizli Odaları kitabını almakta, tereddüd etmedim. Çünkü benim için, Yavuz Bahadıroğlu ismi yeterliydi. İnsan, her zaman roman da okuyamıyor ki. Sıkılıyor. O yüzden, bu tip araştırma kitapları ile nefes alıyor insan. Yavuz Bahadıroğlu, iyi bir romancı. Araştırmacı kimliği için değerlendirmemi de, Tarihimizin Gizli Odaları kitabını okuduktan sonra, yine bir blog yazısıyla sizlerle paylaşmayı düşünüyorum. Sizler aldığım kitaplar hakkında ne düşünüyorsunuz? Devamlı kütüphaneden kitap alır mısınız?
Yavuz Bahadıroğlu



Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com







Ayşe Tolga'dan sürekli kitap okuyamayanlara dair...

     Biliyor musunuz, bilmiyorum. Her pazar, Trt Haber’de, Vapurda Çay Simit Sohbet diye bir program var. Sevdiğim konuklar olursa izliyorum. Bu haftaki konuğuna baktım. Ayşe Tolga’ydı. Hani, bu aralar Seksenler dizisinde Ahmet’in eşini oynayan. Sohbet sırasında Ayşe Tolga bir şey söyledi. O benim çok dikkatimi çekti. “Bazen durmadan kitap okursunuz. Bazen de hiç canınız okumak istemez. Böyle zamanlar kendinizi bilgiyle doldurmuşsunuz demektir. Ancak o bilgiyi kullandıktan sonra, yeniden okuma iştahınız gelir” dedi. Bu söz neden bu kadar dikkatimi çekti? Çünkü Ayşe Tolga, orada beni anlatmıştı da ondan. Benimde okuma dünyam böyle gel gitlidir. Kimi zaman açlıktan ölen bir insanın, yemeğe saldırması gibi saldırırım okumaya.
Ayşe Tolga

                                           OKUMA DÜNYAM ÜZERİNE TEORİLER               
     Kimi zaman da, hiç acıkmayacak gibi tok olan biri gibi, kitaplara bakarım, onlar da bana bakar. Neden böyle bir davranış şeklim olduğuma dair, kendi kendime teoriler üretirdim. İşte böyle teoriler ürettiğim bir zaman diliminde olduğum için, Ayşe Tolga’nın o sözü çok dikkatimi çekti. Söylediği söz bana çok mantıklı geldi. Belli bir kapasitemiz var. Ve o kapasiteyi dolduktan sonra, canımız okumak almıyor. O yüzden belli bir süre kitaplardan uzak kalıyoruz. Zaman geçtikte o bilgileri kullanıyoruz. Yeni bilgilere yer açıyoruz. Yeni bilgilere yer açıldığı dönem de, yeniden okuma isteğimizin, damarlarımızda dolaşmaya başladığı dönem oluyor. Ondan sonra, vuruyoruz kendimizi okumaya.
                                           YAPIMA GÖRE OKUMAMI DÜZENLEDİM
     Daha önce kaç kere yazdım bilmiyorum. Nefes almadan okuyabilen bir yapıya sahip olmak isterdim. Bunun için, çaba göstermedim de değil. Ama çabuk sıkılan bir mizacım olduğu için, kendimi okuyacağım diye sıkmam da, bir işe yaramadı. Ben de Ayşe Tolga’nın dediği gibi, akışına bıraktım. Ne zaman canım okumak isterse, başladım okumaya. Ne zaman daralmaya başladıysam, elimi çektim kitaptan. Sonradan bu durumu ben, kendini bilmek ve ona göre davranmak olarak değerlendirdim. Herkesin yapısı farklı. Madem ki benim yapım, çok ve devamlı kitap okumayı kaldırmıyor. Bende okuma hayatımı, buna göre planlamaya başladım. Sizler, devamlı kitap okur musunuz? Yoksa benim gibi, belirli zamanlarda mı? Ayşe Tolga’nın sözü için ne diyorsunuz?

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com
    


okumayı istediğim kitaplar...

     Okumayı istediğim kitaplar hangileri? Onları paylaşmak istiyorum sizinle. “Bugüne kadar niye okuyamadın?” derseniz. Çalıştığım zamanlar, mesaiden başımı kaldıramıyordum. Bırakın kitap okumayı, kendim bile zar zor dinlenebiliyordum. Şimdi ilk fırsatta, bu kitapları okuyacağım. İlk sırada, Sabahattin Ali’den Kürk Mantolu Madonna var. Sabahattin Ali’nin daha önce, Kuyucaklı Yusuf’unu okumuştum. Ama bir türlü Kürk Mantolu Madonna denk gelmemişti kütüphanede bana. Gittiğimde kütüphaneciye soruyordum. “Başkasında görünüyor” diyordu. Sonra da arada kaynadı gitti. Bunca yıl geçmesine rağmen, hala çok satanlar listesinde. Bunun haberi de yapıldı medyada. Bunca yıla rağmen hala ilgi görüyor olması, bir okur olarak beni de, bu kitabı okumam için heyecanlandırıyor.
okumayı istediğim kitaplar

                                              PUSLU KITALAR ATLASI, İKİNCİ SIRAMDA
     Okumayı planladığım ikinci kitabım: İhsan Oktay Anar’ın, Puslu Kıtalar Atlası. Çağrı merkezinde çalıştığım zamanlarda bir arkadaşım vardı. İşe gidip gelirken, elimde devamlı kitap gördükçe, en sonunda bana kitap kulübüne girmeyi teklif etti. Bu teklifi beni heyecanlandırmıştı. Kitap kulübünde doktorlar falan da vardı. Öylesi yani. Ortak olarak okunup, tartışılacak kitap, işte İhsan Oktay Anar’ın, Puslu Kıtalar Atlası’ydı. Galiba adını ilk orda duymuştum. Galiba diyorum. Çünkü ben, eğer denk gelirsem, kültür-sanat programlarını takip ederim. Orada yeni çıkan kitaplar, çok satan kitaplar bölümü vardır. Ya da bir yazar, okumak için kitaplar önerir. İşte bu programların birinde duymuş olabilirim, bu kitabın ismini. Bu da okumayı planladığım, ikinci kitap.
                                        BİR İNSAN BÖCEK OLARAK UYANSA NE YAPAR?
     Ve geldik son kitaba. Son kitap, yabancı bir yazarın kitabı. Kafka’nın Dönüşüm’ü. Bir sabah, kocaman bir böceğe dönüşmüş olarak, gözlerini açmış bir adamın hikayesi. Tabi bu görünen kısmı. Asıl anlatılmak istenen, başka bir şey. Ama Kafka, anlatacağı şeyin ilgi çekmesi için öyle bir hikaye bulmuş ki. Duyar duymaz insanın ilgisi kayıyor. Bir de kitabın çıktığı zamanları düşünsenize. O zamanlar böyle üç boyutlu filmler mi vardı. Hayal gücü daha kısıtlıydı. Görsel olarak. Bu zamanlar için bir adamın böcek olarak uyanması, fazla çekici gelmeyebilir. Onu demek istiyorum. Benim okumayı planladığım kitaplar bunlar. Sizin okumayı planladığınız kitaplarınız var mı? Varsa bizlerle paylaşmak ister misiniz?

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com
    





Kitaplarla nasıl arkadaş oldum?

     Kitapla ilk tanışmam lise yıllarımda olmuştu. Bunu daha önceki yazılarımdan birinde paylaşmıştım. Bugün düşündüm de. Ondan sonrasını paylaşmadım sizlerle. Her ne kadar lise yıllarında kitapla tanışmış olsam da, bu tanışma pek yakın bir arkadaşlık değildi. “Merhaba, merhaba” türünden soğuk bir selamlaşmaydı. Kitapla can ciğer olmam daha sonraki yıllarda oldu. Yolum yine kütüphaneye düştü kitaplar için. Bu sefer okulun kütüphanesi değil, halk kütüphanesiydi. İlk defa gidiyordum halk kütüphanesine. Daha önce arkadaşlar üye olmam gerektiğini söylüyorlardı. Üyelik içinde nüfus cüzdan fotokopisi yetiyormuş. O gün giderken yanımda nüfus cüzdan fotokopisini götürmüş olabilirim. Şimdi net olarak hatırlamıyorum. Girdim kütüphaneden içeri. “Ben üye olup kitap almak istiyorum” dedim.
kütüphaneden ödünç kitap almak

                                                   KÜTÜPHANEYE NASIL ÜYE OLDUM
     Ben, “Kimlik fotokopiniz lazım” denmesini beklerken TC’mi söylememin yeterli olduğunu öğrendim. Orada hemen üye oldum kütüphaneye. Prosedür falan beklerken işe bakın ki bir anda üye olmuştum. Hayatımda da hep böyle olmuştur. Bir işin zor geçeceğini düşünüyorsam o işim kolay geçmiştir. Yok, kolay geçeceğini düşünmüşsem o işim de zor geçmiştir. Böyle farklı bir durumum var işte. Bilmiyorum sizde de böyle durumlar oluyor mu? ilk zamanlarda sadece bir kitap alınabiliyordu okumak için. 15 günde okuma süreniz vardı. Eğer bitirememişseniz getiriyordunuz. Bir 15 gün daha uzatılıyordu kitap süreniz. Sonradan kitap sayısı üçe çıktı. Her gittiğimde üç kitabı almadan bırakmıyordum.
                                           KÜTÜPHANEDEKİ KİTAP SEÇME STRATEJİM
     Kitap seçerken dakikalar harcardım. Otobüsle gidip geldiğim için kütüphaneye, aldığım kitapları muhakkak on ikiden vurmalıydım. Ben öyle olmasına çalışırdım. Ama pek başarılı olduğumu söyleyemem. Bu on ikiden vurmak ne demek? Onu da açıklayayım. Sevebileceğim kitapları seçmek ya da seçmeye çalışmak. İşte bunda başarılı değildim. Üç kitaptan birisini muhakkak ismi duyulmuş yazarların kitaplarından alırdım. Kötü çıkmaması için. Diğer ikisini de kafama göre. İşte o kafama göre aldıklarımı da genelde beğenmezdim. İşte bu dönemim de kitaplarla arkadaş oldum. Zaman zaman okumaya ara versem de bu ara, kitap okuma arzusuyla susamış biri olarak dönmeme engel bir ara olmazdı. Peki sizler kitaplarla hangi döneminizde ve nasıl arkadaş oldunuz?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Kendimi bir anda Robinson Cruose'da sandım...

     Hayatın akışı içinde, yaşadığınız bazı anları, okuduğunuz kitaplardaki sahnelere benzetiyor musunuz? Bu biraz, romanların dejavusu gibi oluyor. Geçen gün yolda yürüyorum. Bir anda arkamdan, kurda benzer iki köpeğin geldiğini gördüm. Aklıma bir anda, Robinson Crusoe geldi. Sanki o romanın içindeydim ve etrafım kurtlarla çevriliydi. Kitabı okuyanlar bilecektir. Yolculuk sırasında bir ormandan geçerler. Her taraf kardan bembeyazdır. Ve aç kurtlar, sürüler halinde dolaşır. Sürüler halindeki bu kurtlar, Robinson Crusoe ve diğer yolcuların seyahat ettikleri atlı arabanın etrafını sararlar. Kurtlara yem olmamak için, yüz veya yüzden fazla kurtla, tabiri caizse savaşırlar. İşte kendimi tam da bu sahnenin ortasında hissettim bir anda.
okumanın faydaları

                                         ROMANLAR ADAB-I MUAŞERET ÖĞRETİR Mİ?
     Yaşadığım bu duygu, büyük bir zevk verdi bana. Hani bazı yazarlar, yaşadıkları her olaya bir roman gibi bakarlarmış ya. Kendimi bir an, o yazarlar gibi hissettim. Aldığım zevkin nedeni de buydu. Bu olaydan sonra düşündüm de. Kitaplarda okuduğumuz olaylar, gerçek hayatta bizlere yol gösterici oluyor. Yeri geliyor, daha önce hiç girmediğiniz bir ortamda nasıl davranmanız gerektiğini, bir romandan öğrenebiliyorsunuz. Ve gün gelip öyle bir mekana girdiğinizde, romanda okuduklarınızı uyguluyorsunuz. Bir nevi adab-ı muaşeret kurallarını da öğreniyorsunuz. Bu sadece bir örnek. Adab-ı muaşeret kurallarının dışında, daha hayatın bir çok yönüne de rehberlik edebiliyor, okuduğumuz romanlar. Buradan baktığımızda, romanların büyük katkıları olduğunu görüyoruz.
                                                            ROMANIN FAYDALARI
     Toparlamak gerekirse. Romanlar hakkında iki şey söyledik. Romanlardaki sahneleri gerçek hayatta yaşayabildiğimizden bahsettik, bir. Bir de okuduğumuz romanların, hayatta bize yol gösterici olduğundan, hatta adab-ı muaşereti bile öğreteceğini, bir örnekle açıkladık bu da, iki. Romanın faydaları ne diye soran bir kişiye, rahatlıkla bu cevapları verebiliriz. Tabi biz burada, sadece ikisini ön plana çıkardık. Peki sizler, bu yazıda ortaya koyduğumuz bu iki özellik için ne dersiniz? Aranızda benim gibi, günlük hayatında sanki kendini romanda hissetmiş gibi olan var mı? Varsa onları da duymak isteriz. Hangi roman ve hangi sahneydi? Bir de ikinci özellik, adab-ı muaşeret. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir? Sizce gerçekten bir romandan, adab-ı muaşeret öğrenilebilir mi? Yorumlarınızla bu yazı, daha zengin bir içerik haline gelebilir. Yorum yapmak isteyenleri, aşağıdaki yorum bölümüne alalım J

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Hikayeci misin yoksa romancı mı?

     Yazarların roman nedir ya da hikaye nedir sorularına verdikleri cevaplar daha anlaşılır değil mi? Sözlükteki tanımlamalar bana soğuk geliyor. Hemen bir örnek vermek isterim. Okuduğum bir yazıda roman ve hikaye şöyle tanımlanıyordu: “Hikaye, bir evin bir kapısından girip, diğer kapısından çıkmak gibidir. Roman ise eve girip, evdeki tüm eşyaları inceleyip, öyle evden çıkmak demektir”. Yani roman ayrıntı demektir. Burada çok güzel bir şekilde ifade edilmiş. Roman, tasvir etme sanatının zirve noktasıdır. İki karakter, bir odada konuşacaklar diyelim. Yazar başlar odayı anlatmaya. Bize tam olarak ambiyansı aktarmalı ki. Yapılacak olan diyalog bir anlam üzerine inşa edilsin. Odanın büyüklüğü, eşyalar, resimler vs.
hikaye ile romanın karşılaştırılması

                                                              HOPP HİKAYE BİTMİŞ
     Hikaye ise tam tersidir. İşin özünü bir çırpıda verme peşindedir okuyucuya. Aslında benim hikayeyi daha çok sevmem lazım ama romanı daha çok seviyorum. Çünkü benim sabırsız bir kişiliğim var. Hemen her şey olup bitsin isterim. Bu yüzden ilk bakışta hikaye yanlısı bir tutum sergilemem beklenir. Ama ben romancıyım. Kitapta hemen her şey olup bitsin istemiyorum. Tam hikayeye ısınıyorum. Bakıyorum hikaye bitmiş. Bu ciddi derecede moralimi bozuyor. Daha karakterleri tam kafamda oturtamamışım. Hopp hikaye bitmiş. O yüzden bana gelecekseniz romanlarla gelin. Hikayeyi dışladığım yok. “Bir daha yüzüne bakmam” gibi takıntılı bir bakış açım da yok.  Ama tercihim romandır.
                                                               BEN ROMANCIYIM
     Romancı olduğum için kütüphanede kitaplara göz gezdirirken karşıma hikaye çıkarsa durmam, devam ederim. Ha, bir kere bir hikaye kitabı gördüm. Durdum bak. Bir işim vardı. Bir saat sonraydı. O bir saati doldurmak için tercihimi hikayeden yana kullanmıştım. Kitap Murathan Mungan’ındı. İşte böyle bir durumda okumuştum en son hikayeyi. Bu yazıyla beraber kim hikayeci, kim romancı ortaya çıksın istedim. Ben gerekçelerimi ortaya koydum. “Romancıyım” diyerek de safımı belirledim. Peki siz necisiniz? Hikayeci mi? Romancı mı? Neden sizin için hikaye ya da niçin roman? Kendi içimizde tartışalım bunu. Tıpkı bir etkinlik gibi. Hatta ve hatta bir mim gibi. İsteyen bunu bir mim kabul etsin. Şimdiden yorumlarınızı ve yazılarınızı merak ediyorum.

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Hamam böceği olarak uyanan bir adam...

     Franz Kafka yazısına ilk okuduğumda beni çok etkilemiş olan bir sözüyle başlamak istiyorum: “Bir kitap başımıza inen bir darbe gibi bizi sarsalamıyorsa neden zahmet edip okuyalım ki?”. “Hangi tür kitapları okumalıyız?” sorusu içimizi kemiriyorsa işte bize ölçüt. Cümlelerini ölümsüzlüğe kurmuş yazarların, yaşamlarını birazcık olsun araladığımızda, bunun gibi daha nice altın değerinde öğütler bulabiliriz. Kafka’dan bahsedelim mi biraz? Kişiden kişiye değişmekle beraber hemen benim aklıma Dönüşüm kitabı geldi. Çünkü fantastik bir yapısı var. Hamam böceğine dönüşen bir adam. Bilim-kurgu filmlerinin dünyayı salladığı bu dönemde, gençlere bu şekilde bir kitap olduğu aktarılsa, ben, çoğu gencin, sırf bu nedenle kitabı alıp okumaya başlayacağı kanaatindeyim.
Franz Kafka

                                            GENÇLER İÇİN DÖNÜŞÜM ZAMANI OLABİLİR
     Elbette ki kitabın anlatmak istediği şey farklı. Sadece buradan gençler yakalanabilir. Kitaba başlamalarına, bir göz atmalarına vesile olur. Bir şekilde yeni nesil kitaplarla buluşturulmalı. İlk defa Franz Kafka okuyacak gençlere iyi bir başlangıç olabilir, Dönüşüm. Kimsenin kafasını cep telefonu ve tabletlerden kaldırdığı yok. İlgi çekici bir şeyler olacak ki, o kafalar o cihazlardan kalksın, hatta o cihazları bir kenara bıraksın. Dönüşüm, o cihazları bıraktıracak kadar ilgi çekici. Nasıl ki şu anda ortalık Örümcek, Demir Adam vesaireden geçilmiyorsa. Bunlar ilgi odağıysa. Bu ilgiden kitaplar adına faydalanmak gerekir. Diğer önemli bir kitabı da Dava. Bu Dava bize hiç de uzak değil.
                                                        BU HİÇ ESKİMEYEN BİR DAVA
     Bir kitabı ya da bir filmi veya başka sanat dallarından verilmiş herhangi bir ürüne baktığınızda: “Aynı bizim yaşadığımız hayat” diyorsanız, o eser ölümsüzlük kapısından geçmiş demektir. Dava kitabı da böyle bir eser. Bu tip eserlere dikkatlice bakıldığında şu da farkediliyor ki: Bu kitaplar kaç yıllar yıllar önce yazılmış. Ama bunca zamana rağmen bakın hiçbir şey değişmemiş. Buradan insanlığın bazı konularda milim ilerlemediği ya da ilerleyemeyeceği sonucu çıkabilir mi? Ya da farklı bir bakış açısından da bakarsak. İyilik ve kötülük, ikisi de içimizde at koşturuyor. Ama galiba kötülük önde gidiyor. Franz Kafka’nın bu iki eseri de, ister istemez bunları düşündürtüyor.

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com