Bugün ne yaptım ki?

Gün bitti. Artık yatma zamanınız geldi. Ama ben daha ruhumu tatmin edecek hiçbir şey yapmadım ki. Canım yatmak istemiyor dediğiniz oldu mu? Murat Göğebakan’ın filmine denk geldim televizyonda. 2014 yılında hayatını kaybetmiş. 1o yıl olmuş. Ne çabuk da 10 yıl olmuş. Efsane şarkıları vardı kendisinin. Yalan da olsa bazı şeyleri yine de duymak istiyor insan. Söylenen şeyin yalan olduğunu bile bile kanmak istiyor ona. Gecenin şu saatinde kim lafımı ediyor ki? Kulaklarım çınlıyor. Nedense bugün günü cuma zannediyordum ve hafta sonuna gireceğimiz için moralliydim. Bugünün perşembe olduğunu öğrendiğimde hevesim kursağımda kaldı. Ne zamandır simit çay yapamıyorduk. Bugün hasret giderdik çay ve simitle.

Haluk Bilginer, Haldun Dormen olmuş...

Maria filminde Haluk Bilginer’i, Haldun Dormen’e benzettim. Bi ben mi benzettim arkadaş? Ne zaman boğazımızda bir gıcıklanma, yutkunurken hafiften bir acı hissetsek hemen bir pastil atıyoruz ağzımıza kardeşimle. İlk müdahale ve acil müdahale olarak. Bir arkadaşım telefonda işlem yaparken, o işlemi videoya almış. Benim telefonda bulamadım öyle bir özellik. İphone 8 kullanıyorum. Belki de vardır da hangi menüde kim bilir. Bir arkadaşım da, bu kadar Dubai çikolatası reklamının yapılmasını, dışarıya sağlıksız olduğu için ihraç edilemeyen fıstıklara bağlıyor. Yani yine sağlığa zararlı şeyleri biz tüketiyoruz. Seçim zamanı sokak röportajlarında vatandaşlar Ekrem İmaro demişti, Murat Kavurma demişti. Hatırlıyor musunuz? Ne makarası dönmüştü o günlerde be.

Tutunamayanlar'ı çok seven bir kitap arkadaşı buldum...

Yeni bir kitap arkadaşı buldum kendime. Hemen birbirimize sevdiğimiz yazarları ve kitapları sorduk. Hatta arkadaşım, evdeki küçük kitaplığının fotoğrafını attı bana. Raflardan birinde Oğuz Atay’ın yazdığı Tutunamayanlar kitabını gördüm. “O, geri dönüp dönüp okuduğum bir kitap. Herkes sıkılır, sevmez ama ben çok seviyorum” dedi. İşte o sıkılıp, sevmeyenlerden biri de benim dedim. Daha önce de yazmıştım bunu. İki defa başlayıp, ikisinde de yarıda bırakmıştım Tutunamayanlar’ı. “Bence artık bitirirsin” dedi arkadaşım. Emin değilim ama tekrar okumayı denemek istiyorum. Bu arada yazar Hakan Günday, Tutunamayanlar için, “Anlamaya çalışmayın. Her şeyi anlamaya çalışmak da hastalıktır. Sadece duyguyu hissedin” diyor. Eğer tekrar okursam bu da kulağıma küpe olsun.

Güldür Güldür Show'un muhalif skeçleri...

Güldür Güldür Show’un geçen hafta yeni sezonu başladı. Yeni sezon başlar başlamaz da yaptığı iki skeç ile gündeme geldi. İlk skeç geçen haftaki Vergi Bulun skeciydi. Bir tane kurulumuz var. O kurulda devamlı yeni vergiler bulmaya çalışıyorlar. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bu skeçteki vergilerden yola çıkarak vergi koymasın sakın. Vergi önermeye çekinir olduk. Gerçek olacak diye. İkinci skecimiz ise Vatandaş Olimpiyatları. Bu skeci daha izleme şansım olmadı. Ama bu da hemen gündem oldu. Olacak O Kadar efsanesi kadar olmasa da baya baya muhalif skeçler yapıyor Güldür Güldür. Senaristleri böyle skeçler yapmaya iten neydi acaba? “Hadi, biz bu topa girelim” diye ne oldu da dediler? Hiç çekinmediler mi acaba? Artık bundan sonra gündemle ilgili konularda, “Acaba bunu Güldür Güldür nasıl skeç yapacak?” diye bekleyebiliriz herhalde.

Nescafe Matinal deneyimi...

Markete gitmişken kahve de alayım dedim. BİM’e gitmiştim. Kavanozda Nescafe Matinal vardı. Daha önce içmemiştim. Google’dan hemen sordum. Filtre kahve sevenler için öneriliyormuş. Filtre kahve yokken, içilebilirmiş. Çünkü filtre kahveye en yakın tatmış. Çok acı kahve sevmesem de yine de denemek istedim. Evet, sert bir kahve. Alışmam lazım. Alışıncaya kadar beyazlatıcı ile içsem daha iyi olacak galiba. Bu arada markette 10-12 yaşlarındaki bir kız, “Babaanne, soralım mı? Acaba Dubai çikolatası gelmiş midir?” dedi. Babaannenin cevabını duyamadım. Ben de baktım ama göremedim. Zaten bir arkadaşım da Şok da bulmuş. Anlayacağınız Dubai çikolatası fırtınası devam ediyor. Bir tane arkadaş da, “Bu çikolata yüzüne kadayıf fiyatları artacak” dedi. Hakikaten öyle bir şey olabilir mi?

Adam Fawer diye bir yazarın varlığını unutmuştum bile...

Bir zamanlar Adam Fawer ne ünlüydü be. Her yerde onun iki kitabı vardı. Olasılıksız ve Empati. Her ikisini de okuma şansına sahip oldum. Hatta bu kitaplardan bir tanesini, sahur yapmaya gittiğimiz mekanda unutmuştum. O gecenin sabahı gidip almıştım mekandan. Neyse ki kaybolmamış, saklamışlar. Nasıl da unutmuşsam. Kendime çok sinirlendiğimi hatırlıyorum. Şimdi durduk yere neden Adam Fawer’den bahsettim. Aslında durduk yere değil. Adam Fawer, Türkiye’ye imza gününe gelmiş. Her yeri de dolaşıyor. Hatta bugün de Bursa’daymış. İmza için sıra almış yürümüş, kuyruk olmuş. Tahmin edebileceğiniz gibi. İmza günü haberlerini görünce, “Bu adam hala kitap yazıyormuş mu ya?” dedim. Bir yazarın popülerliği bitince unutuluyor işte. Ya da ben unutuyorum. Yeni kitap çıkarmış. İsmi: Mobius. Zamanda yolculuk temasını işliyormuş kitapta.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabının yazarı Grigoriy Petrov hakkında dikkat çeken bilgiler...

Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabını okumaya başladım. Ama şöyle bir şey var ki daha kitaba başlayamadım. Nasıl yani derseniz, gelin anlatayım. 

Elimdeki kitap Alfa Yayınları’ndan çıkmış. Normalde kitap 264 sayfa ama bunun 63 sayfası kitabın yazarına, kitabın yazıldığı döneme ayrılmış. Yani direk hikayeyi okumaya başlamıyorsunuz. Bu kitabı öylece, sıradan bir kitapmış gibi okumayın. Önce yazarı Grigoriy Petrov kimmiş, onu bir öğrenin. Bu kitap neden başka ülkeleri değil de Finlandiya’yı anlatıyor, nedenini öğrenin. İşte o zaman kitabı boşa okumuş olmayacaksınız. diyor adeta kitap. 

Bu durumu ilk başta yadırgasam da sonra haklı olduklarını düşündüm. Önce bu kitap nasıl bir kişi tarafından ve hangi iklimde yazılmış onu bir anlarsak, daha fazla kitaptan zevk alırız ve kitabın içine daha çok gireriz değil mi? Kitaptan 30 sayfa okudum. 

Dikkatimi çekenleri paylaşayım: Birincisi, yazarımız önce rahip olmuş, sonra öğretmen. 1898 yılında Hayatın Temeli İncil adlı kitabı yayınlanmış. Bu kitap, inançsız entelektüeller arasında büyük ses getirmiş. Kitabın konusuna internette baktım, bulamadım. Petrov, ders verdiği zaman başka kimse ders veremiyormuş. Çünkü öğrenciler diğer derslere gitmeyip, onu dinlemeye gidiyorlarmış. İşte o kadar güçlü bir hatipmiş. 

Önsöz de deniyor ki, “Hatiplik yeteneği Petrov’da edebi yetenek haline gelmişti. Sade ve duygusal bir şekilde yazılmış kitapları, kendi kuşağının çok farklı kesimleri tarafından okunuyordu.” İşte tam bomba kısma geldik. Filozof Vasili Rozanov, “Taşradan gelen akrabalarımdan biri bana, ‘Bizim oralara onun kitaplarını taşımaktan yoruldum: Çok büyük ve sürekli talep var’ dedi” diyor. Hatta o günlerde kitap piyasasına hakim olan Tolstoy ve Maksim Gorki değil, Rahip Petrov’muş. 

Bir şey daha: Hayatın Temeli İncil adlı kitabın konusu hakkında internette bir şey bulamadığımı söylemiştim. Bakın o kitap hakkında Maksim Gorki, Çehov’a yazdığı mektupta ne demiş, Kitapta büyük bir ruh var, parlak ve derin bir şekilde inanan bir ruh. Bir papaz yazmış hem de bir papazın yazamayacağı şekilde demiş. 

Hayatın Temeli İncil kitabının ana fikrinin ne olduğu üzerine de birkaç şey söylenmiş. İncil’e yeniden dönme zorunluluğu, gerçek hayatta onun ideallerinden rehberlik almak diye açıklanmış. Petrov’un biyografının görüşüne göre, bu kitap Protestanlık ruhu taşıyordu ve Tolstoy’un dinsel öğretilerine yakın duruyordu. 

Tolstoy’un dinsel öğretileri mi? Öyle bir şey mi varmış? Hemen baktım Google’dan. Tolstoy, kurumsal dini kurumlara karşıymış. Ama buna rağmen tek tanrıcılığa (monoteizm) dayalı, eşitlikçi bir toplum idealini savunurmuş. Tekrar Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabına dönersek. Kitabın ilk başta adı: Hayat Mimarları olarak koyulmuş. Ama Bulgarcaya çevrilirken Beyaz Zambaklar Ülkesinde diye çevrilmiş.

 

Süper güç olarak neden beyin okumayı isterdim?

Bir süper güce sahip olma şansın olsaydı hangi gücünün olmasını isterdin? Zaman zaman muhabbeti döner bu konunun. Geçen Melike ile konuşurken konu buraya geldi. “Görünmezlik ya da beyin okuma” dedim. “O da çok standart cevaplar verdin” dedi. Haa, bu arada o ışınlanma gücünün olmasını istermiş. Daha önce hiç beyin okuma gibi bir gücüm olsun istemezdim. Taa ki Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’deki, Aklını Alırım adlı skeç serisinin ikinci bölümünü izleyene dek. 

Çocuğun doğum günüdür. Ev arkadaşı, sevgilisi ve kız kardeşi doğum günü sürprizi hazırlamışlardır onun için evde. Çocuk işten gelir. Pasta üfleme kısmına geçilir. O anda çocuktan bir dilek tutması istenir. O da, herkesin aklından geçenleri okumak ister. İlk başta çok heyecan verici olsa da duyduklarından pek de hoşlanmaz. 

Duydukları ne kadar hoş olmasa da insanların gerçek yüzlerini görmek, daha doğrusu duymak için beyin okumayı isterdim bir süper güç olarak. Ama o zaman da kafayı yemek garanti olurdu. İnsan, bunca gerçeği kaldıramaz değil mi? En azından bir yarım saatlik duymak isterdim o zaman. Nasıl bir şeymiş o duyguyu yaşamak için. Bu da bahsettiğim skecin linki: https://www.youtube.com/watch?v=blQcWQ8Yki4&t=234s

Bloglara girişte about blank hatası...

Dün akşam bazı bloglara girişte sorun yaşadım. Bana yorum yapan bloglara giriş yapmak istediğimde about blank yazıyordu ve ekran öylece bembeyaz kalıyordu. Sorunun benim internetimden kaynaklı olabileceğini düşünerek takmadım. Sabah olduğunda ise hala giremiyordum. Sorunun hala benden olduğunu sanarak Google’da araştırmalar yaptım. Sorunun çözümü için birkaç yol buldum. Akşam onları denemeyi düşünüyordum. Sonradan Momentos söyledi. Herkeste sorun varmış. Yani benlik bir sorun değilmiş. Akşama doğru neyse ki düzeldi. Şimdi bloglara rahatlıkla girebiliyorum. Zaman zaman sevgili Blogger, böyle şeyler yaparak biz Bloggerların ağzını yüreğine getiriyor. Bu arada herkeste farklı sorunlar yaşanmış. Mesela bazısı yorum yaptığında ismini görmüyormuş, anonim yazıyormuş.Neyse ki bir Blogger sorunu daha geride kalmış gibi gözüküyor.

İnstagram ve X'e sınırlama...

Yeni bir karar aldım- tabi uygulayabilirsem- Bundan sonra gün içinde İnstagram ve X’e girmeyeceğim. Akşamları bakacağım. Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabına daha başlayamadım. İki arkadaşımdan da grip haberi geldi. Pastil ve nane limona yönlendirdim. Siz de kendinize dikkat edin. Emre Fel’den, Sana El Pençe Durmam ve Naçar adlı şarkıları dinledim. Bu adamı dinleyince eskilere gitmeniz garanti. Ne zamandır aklımda ama bir türlü bu seriyi izleyecek modda olamadım. John Wick serisine başlayamadım. Gerçi ben serinin tamamını izlemem. İlk bölümü izlesem yeter. Abi artık dizilerde konak, silah, entrika, çapraşık ilişkiler görmekten sıkıldık. Normal sıradan insanların hayatlarını anlatın. Ama bir dakika? Ya sıradan insanların hayatları, istemediğimiz bu dizilerdeki hayatlar gibi olmuşsa ne olacak peki? Yandı gülüm keten helva o zaman.

Ali Poyrazoğlu'nun hayranlık veren yeniden başlama hikayesi...

YouTube’da gezerken Ali Poyrazoğlu’na denk geldim. 2023’ün Mart ayında Bloomberg HT’de, Aslı Şafak’la İşin Aslı programına konuk olmuş. O programda öğrendim ki Ali Poyrazoğlu’nun tiyatrosu yanmış. 20 Aralık 2022’de. Hiçbir şey kurtaramamışlar. Sadece tiyatro değilmiş yanan. İçinde kuklalar ve tablolar da varmış. Osmanlı kuklaları. Onları dünyanın dört bir yanından müzayedelerden almış. Müze açarak gelecek nesillere taşımak istiyormuş bu eserleri. Ama kadere bakın ki hepsi yanmış. Gel de insanın içi acımasın/yanmasın şimdi. 

Aslı Şafak, “Ağladınız mı?” diye sordu. Aslında saçma sapan bir soru olarak görülebilir. Adamın tiyatrosu yanmış. Bir şey kurtaramamış, ağlamaz mı? Ama Ali Poyrazoğlu’nun sanki hiçbir şey olmamış gibi hayata devam eden bir hali vardı. “Ağlamam mı? Bir gece boyunca içtim, ağladım. Telefondan kuklaların, tabloların fotoğraflarını okşadım” dedi. Yani yıkılmış adam. Dışarıdan göründüğü gibi değilmiş. 

Ama yeniden başlamış. Yangından sonra herkesler ellerinde olan kuklaları ona göndermeye başlamış. “Millet, benim yerime kukla toplamaya başladı” diyor. Sonradan yangınla ilgili araştırma yaparken okudum. Yangından sonra verdiği röportajda, “Dün yandı, bugün gelecek oyunun dekorunu yapmaya başladım” demiş. O noktada sıfırdan tekrar başlaması, sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatına/işine devam etmesi gerçekten hayranlık verici.

Aşk Mabudesi filmi...

Sabah kahvaltıda 360 kanalında, Türkan Şoray ve Cüneyt Arkın’ın başrollerinde oynadığı Aşk Mabudesi filmini izledik. Daha önce ne kardeşim, ne de ben bu filmi izlememiştik. Ama senaryo bir yerlerden tanıdık geldi. Ediz Hun ve galiba yine Türkan Şoray’ın oynadığı başka bir filmden. Bu arada mabudenin ne anlama geldiğini bilmiyordum. Tanrıça anlamına geliyormuş. Cüneyt Arkın, Türkan Şoray’a, “Benim aşk mabudemsin” diyordu filmde. Yani, “Benim aşk tanrıçamsın” anlamında diyormuş bu sözü. Bu arada Cüneyt Arkın filmde bir yazarı canlandırıyordu. Ama yazarlık Cüneyt Arkın’a gitmemiş. Yazarlık daha çok Ediz Hun’a yakışıyor Yeşilçam’da. Filmin tamamını izleyemedim. İşim vardı. Yarıda bırakmak zorunda kaldım. İlgilisine öneririm. Pazar günü bir film önerisi yapmış oldum böylece.

Atatürk'ün savaşta bile okuduğu kitap...

Sonunda Efendi Dayının Kozalakları kitabını bitirdim. Kitabı beğendim. Bu kitap sayesinde yeni bir yazarla tanıştım. Metin Savaş. Bundan sonra başka kitaplarına denk gelirsem onları da okumak isterim. Şimdi kitap okumaya birkaç gün ara. Sonra yeni bir kitaba başlama. Yeni başlayacağım kitabı da yazayım: Beyaz Zambaklar Ülkesinde. Okumamış olan birkaç kişiden biri de benim herhalde. Atatürk’ün okunması önerdiği kitaplardanmış bu kitap. Atatürk’ün çok sevdiği diğer kitaplardan biri de Çalıkuşu. Ben de okumuş ve beğenmiştim. Bu kitabı o kadar beğenmiş ki, cephede savaşırken geceleri çadırında bile okurmuş. Anadolu’ya öğretmenlik yapmaya giden Feride’nin hikayesini anlatır Çalıkuşu. Savaş sırasında bile kitap okumak. Gerçekten hayranlık verici.

Yalnızlık, eskisi gibi revaçta değil...

Vural Çelik, videolarından birinde yalnızlıktan dert yanmış. Evinin balkonunda, karşısında boş olan sandalyeyi göstermiş. Artık yalnızlık eskisi kadar kutsanmıyor. Belki de yalnızlık biz Türklere uyan bir şey değil. Elimdeki kitabı bitirebilirsem birkaç gün ara vermek istiyorum okumaya. Okuduğum roman üzerine düşünmek istiyorum. Millet olarak her zaman sorduğumuz bir sorudur: “Ne olacak bu memleketin hali?” diye. Ama şimdi bu soru çok can yakıcı bir soru oldu. Gerçekten ne olacak bu memleketin hali? Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’ye Hamza, Fatih, Evliya ve Gürhan geri döndü. Geri döndükleri bölüm, 178’inci bölüm. Yıllar sonra bu yazıyı okuyacak olanlara da not düşmüş olayım. Onlar gelince sezona, efsane olan iki skeç, Açın Kapıyı ve Mahalle Katkısı ile başladılar. İkisi de çok komik değildi.

Avrupa Yakası'nın Kubilay'ı, Seksenler'in Niyazi'si Vural Çelik hayatını kaybetti...

Akşam saat 20.00 gibi İnstagram’da gezerken son dakika haberi düştü. Avrupa Yakası’nın Kubilay’ı, Seksenler’in Niyazi’si Vural Çelik evinde ölü bulunmuş. Şok oldum. Daha ölecek yaşta değildi ki. Sanki ölüm yaşa bakıyormuş gibi. Ölüm nedeni daha belli değilmiş. Evinde ölü bulundu dediğine göre herhalde yalnız yaşıyormuş. Üzücü be. Daha 51 yaşındaymış. Efsane dizi Avrupa Yakası’nın senaristi ve oyuncusu Gülse Birsel de, “Kubilay’ımızı çok erken kaybettik. Çok üzgünüz” demiş. Kubilay’ın dışında bir de Gülenay karakterini de canlandırıyordu Avrupa Yakası’nda. O karakter de çok iyiydi. Arabesk şarkıları çok iyi söylerdi. Sesi çok iyiydi. Hayatımıza dokunmuş insanlardan biriydi. Kubilay’ın efsane gülüşü unutulmayacak. Allah rahmet eylesin.

Hababam Sınıfı'nın Ahmet'e yaptıkları rezillikler deli ediyor beni...

Hababam Sınıfı Uyanıyor filmini izleyemiyorum. Sınıf olarak Ahmet’e yaptıkları şeyler deli ediyor beni. Ama Ahmet’e de gıcık olmuyor değilim. Aga bir kere yaptılar anlamadın, ikinci kere yaptılar anlamadın. Üçüncü de anla be Ahmet. Seni pis işleri için kullanıyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar sonunda Ahmet mezun oluyor. Gitmeden de Hababam Sınıfı’nı fırçalıyor. Çocuklara göndermeye çalıştıkları şeyler de iğrenç. Ahmet o fırçayı atmakta o kadar haklı ki. O yıllarda liseyi bitiren öğretmen olabiliyormuş baksana. Ahmet liseyi bitirdi ve hemen atandı. Şimdi elini sallasan atanamayan öğretmene çarpıyor. Durduk yere nereden geldi aklına bu film derseniz. Durduk yere aklıma gelmedi tabi. Bu akşam Star’da yayınlandı. Bir şey bulamayınca devamlı yayınlıyorlar zaten.

Dubai çikolatası çılgınlığı...

X’te ve İnstagram’da, Dubai çikolatası diye bir çikolata görmeye başladık. Antep fıstıklı ve kadayıflı bir çikolata. Sosyal medyada gün geçtikçe paylaşımlar arttı ve sonunda Dubai çikolatası patladı. Hatta Ülker ve Bolçi markaları, Dubai çikolatası diye çikolata çıkardı. Tepkikolik’te izledim. Ülker’in çıkardığı Dubai çikolatasına tepki verdiler. Orijinal çikolata ile hiç alakasının olmadığını söylediler. İçlerinden biri Bolçi’nin çıkardığı çikolatayı yemiş. “O, daha güzeldi” diyor. Bu çikolata o kadar meşhur oldu ki. İstanbul’un Kadıköy ilçesinde, bir pastanenin önünde kuyruk olmuş. Haberlere konu oldu bu durum. Tam 50 metreymiş kuyruk. Bu arada ben daha yemedim. Bir arkadaşım A101 ve BİM’e bakmış ama bulamamış. En azından Ülker’in çıkardığından yemek için. Deneyenler varsa yorumlarda buluşalım.

Kredi kartı limit vergisi...

Kredi kartı limit vergisi. Dünya üzerinde olmayan bir vergi ile daha karşı karşıyayız. Dünün en çok konuşulan konularından biriydi bu. 100 bin TL üzeri limiti olanlardan, her yıl 5 Ocak’ta, 750 liralık kesinti olacakmış. Bu kesintiler bütçeye değil, savunma sanayine aktarılacakmış. Kıyamet koptu tabi. X’te ortalık yıkıldı. Kimisi, olmayan paradan vergi alınamayacağını söyledi. Çoğu kişi de kredi kartı limitlerini 100 bin liranın altına düşürmek için bankaları aradı. Herkes 99 bin liraya düşürdü. Düşürmeye de devam ediyor. Hatta sabah, bununla ilgili Mustafa Sandal bir paylaşım yapmış. Genelde haftaya spor yaparak başlayan Mustafa Sandal bu sefer ilk iş olarak kredi kartı limitini 99 bin liraya düşürmüş. Daha neler göreceğiz bakalım?

Halk, Köfteci Yusuf'un yanında...

Bakanlık, “Köfteci Yusuf, domuz eti kullanıyor” diyor. Köfteci Yusuf, “Böyle bir şey yok. Bunu yapmak için şizofren olmak lazım” diyor. X’te esen rüzgara bakarsak millet Köfteci Yusuf’un yanında duruyor. Süleyman Soylu, İçişleri Bakanı iken, Köfteci Yusuf’a, birileri çökmek istemiş ama Süleyman Soylu engel olmuş. İddia bu. Anlaşılan, millet bu domuz eti olayını, Köfteci Yusuf’u bitirme planı olarak görüyor ve onun için Köfteci Yusuf’un yanında yer alıyor. Durum böyle olunca tweetler de peşi sıra geliyor. Kimsenin bakanlığa güvenmeyip de Köfteci Yusuf’a güvenmesi, devlete güvenin nasıl da sarsıldığını göstermesi için örnek oldu. Atılan tweetler çoğunlukla bununla ilgili. Devlete olan güvenin, sıfıra inmesi. En acı olan taraf da bu.

Joker 2, Nolan'ın yeni filmi ve kendimden notlar...

Milli maç var diye Arka Sokaklar’ın yeni bölümünü yayınlamazlar diyordum ama yanılmışım. Yeni bölümü yayınladı kanal D. Biraz onu izledim bizimkilerle beraber. Sonra TV8’e geçtim. Türkiye- Karadağ maçı vardı. Son 10 dakikasını izledim. İrfan Can Kahveci’nin golüyle 1-0 yendik. Güzel de oynadık ayrıca. Efendi Dayının Kozalakları kitabına devam ediyorum. Çabuk sıkılıyorum nedense kitap okurken. Anca 10 sayfa okuyabildim. Belki de sosyal medyanın etkisidir. Artık bir şeylere odaklanmakta zorlanıyoruz. Christopher Nolan, yeni filmi için hazırlıklara başlamış. Filmin konusunun ne olduğu belli değilmiş. 17 Temmuz 2026’da vizyona girecekmiş ve Matt Damon ile görüşülüyormuş. Bir film haberi daha: Joker 2, gişede çakılmış. İlk hafta Kuzey Amerika’da 100 milyon dolara yakın gişe yapması beklenen film 40 milyon dolarda kalmış.

Hudutsuz Sevda dizisindeki o replik, toplumsal şiddettin geldiği yeri gösteriyor...

Bizimkiler Hudutsuz Sevda dizisini açmışlar. Normalde izlediğimiz bir dizi değil. İzlediğim sahnede geçen konuşma, “Eğer istediğimi yapmazsan seni parçalara ayırırım” Bir yerlerden tanıdık geldi mi size? Normal olmaması gereken bu sözler, normalleşti. Toplum olarak yeniden dizayn edilmeliyiz. Bakış açımızdan, sözlerimize kadar. Diziler, kitaplar ve filmler toplumu yansıtır. Güllük gülistanlık bir toplumda böyle diziler tutmaz ve izlenmez. Bugün cuma. Haftanın son günü. Yaşadığımız olaylar olmasa normalde ben neşeli neşeli girerdim yazıma. Şimdi ne cuma neşesi kaldı, ne hafta sonu neşesi kaldı. Neşemizi, sevincimi aldılar be. Normalde böyle iç karartcıcı yazılar yazmak istemiyorum. Ama gel de yazma. Huzur dolu haberlerin olduğu günleri görmek dileğiyle.

X'e girmeye çekiniyorum artık...

Efendi Dayının Kozalakları kitabına devam ediyorum. Yine hedeflediğim günlük okuma hedefine ulaşamamış olsam da, okumaktan kopmamak önemli. Artık X’e girmeye çekiniyorum. Yine ne kötü bir haber göreceğim diye. İnsan bir noktadan sonra bu haberlerden boğuluyor gibi hissediyor kendini. Uzun bir aradan sonra ilk defa film izledim. Linkedin’de takip ettiğim bir arkadaş The Ron Clark Story adında bir film hakkında paylaşım yapmış. Bir öğretmen filmi. Paylaşımı okumayı hemen bıraktım. Filmle ilgili bir ipucu okumayayım diye. Hemen filmi açıp izlemeye başladım. Film, beklentimin altında kaldı ama yine de izlenmeyecek gibi değil. Motive ediyor insanı. Filmi izlerken şunu düşündüm: Galiba ülke olarak bizim çocuklar da artık bu durumda.

Gülse Birsel, kadınların güvende olmaması hakkında konuştu...

Sonunda kitap okumaya yeniden dönebildim. Metin Savaş’ın yazdığı Efendi Dayının Kozalakları kitabına başladım. Şimdilik iyi gidiyor. Öksürük, düne göre azalmakla beraber hala peşimi bırakmış değil. İnstagram’da, Muzaffer İzgü’nün bir sözüne denk geldim ve hayran kaldım. “Kitap okuyan çocuk düşünmeye başlar, soru sorar. Değişmiştir o artık, sürünün koyunu değildir. Bir bireydir.” demiş. İşte okumanın önemi. Gülse Birsel de son günlerde yaşanan kadın cinayetleri ve tacizler hakkında konuşmuş. Hava karardıktan sonra bir kadının ne kadar güvende yürüdüğü, o ülkenin medeniyet göstergesidir demiş. Cüneyt Özdemir, YouTube kanalındaki canlı yayınının başlığını da Gülse Birsel’in bu açıklamasından koymuş. Gülse Birsel bile sokaktaki şiddete isyan ediyorsa, vatandaş ne yapsın? demiş.


Ülke iyice Teksas'a döndü...

Hala öksürük geçmedi. Geçmeyen öksürük yapmışlar. Doktora sorduk. En az bir ay geçmiyormuş öksürük. Yine kitaba bir türlü başlayamadım. Gerçekten bir ara vermeye kalkınca bir daha başlamak zor oluyormuş. Ülke iyice Teksas’a döndü. Her yerden intihar, cinayet haberleri geliyor. Ülke olarak nereye koşuyoruz bilmiyorum. Böyle bir ortamda insanın tadı tuzu nasıl olabilir ki? İphone 8 kullanıyorum. Ara ara donma yapmaya başladı. Galatasaray zor bela Alanyaspor’u 1-0 yendi. Okan Buruk ve Galatasaray için hiç iyi sinyaller değil bunlar. Oktay Kaynarca, Kim Milyoner Olmak İster’i zorla sunuyor sanki. Hiç zevk almıyor gibi bir hali var. Bitse de gitsek der gibi vücut dili.

Geçmeyen grip...

Hala gribi atlatma aşmasındayım. Halsizliğim biraz olsun geçti. Şimdi de öksürük nöbetleri başladı. Başladı mı durmuyor. İki dişi kedimizi belediye sağ olsun kısırlaştırdı. Bugün bir hafta, bir gün oldu. Dikişlerin kendi kendilerine atmalarını bekliyoruz. Öyle olurmuş. Dikişler, kendi kendilerine atarmış. Galatasaray, Avrupa Ligi’nde, Skola mıdır nedir, bir takımla berabere kaldı. Şimdi hiç Alanyaspor maçını heyecanla beklemiyorum. Türkiye’de 100 defa şampiyon olsan ne? Avrupa’da başarı elde edemedikten sonra. Joker filminin ikincisi vizyona giriyormuş. İlk filmi çok büyük ses getirmişti. O sese kendimi kaptırarak filmi izlemiştim. Ama film hayat enerjimi almıştı. O yüzden ikincisini izlemem artık. Filmin tarzı, bana göre değil yani.