Powered By Blogger

30 Temmuz 2017 Pazar

Pazar kahvaltısı...

     Pazar kahvaltısı ayrı bir güzeldir. Sabah belli bir saatte kalkmak gibi bir zorunluluğun yoktur. İstediğin kadar uyursun. Gerçi fazla da uyuyamazsın. Çalışırken bugün için, “Pazar günü saat 11:00-12:00’ye kadar yatacağım” dersin. Ama bu genelde gerçekleşmez. Saat 09:00’da ya da en fazla 10:00’da gözler açılır. Bir daha da kapanmaz. Uyuyamazsan bile yatak keyfi yaparsın. Rahat rahat gerinirsin. Evde hayat başlamıştır. Televizyon açılmıştır. Sen yine de yataktan kalkmak istemezsin. Yataktan bir süre daha gözlersin dünyayı. Yataktan televizyona bakarsın. En son kahvaltı sofrası kurulunca artık, “Hadi kahvaltıya” denir sana. Günün güzelliği ve harika hazırlanmış kahvaltı sofrası iyice iştahını açar. Gidersin bir güzel yüzünü yıkarsın.
Pazar kahvaltısı
EKMEK ALMAYA GİTMEK
     Pazar kahvaltısı için anlattığım bu senaryo, birinci senaryodur. Birde evde ekmek kalmamıştır. Ekmek alınması lazımdır. Kim alacak? Tabi ki sen. Ama o pazar günleri ekmek almaya gitmek bile ayrı bir güzeldir. Hele ki bu yaz gününde. Moralin yüksek, keyfin yerinde bir şekilde çıkarsın evden. Mahallenin bakkalına gidersin. Bakkallarda genelde kahvelerin yanında olur. Kahvelerin önünden geçersin. Kahveler doludur. Kimi yerde yaşlılar, kimi yerde gençler vardır. Muhabbetlerine bir bardak çayları eşlik eder. Ne güzel huzurlu bir tablodur bu. Bakkala gittiğinde hemen ekmek dolabına yönelirsin. Dolabın kapağını açarsın. Bakarsın ki ekmeklerin hepsi tazedir. Sanki ekmekler bile, gününü daha da güzelleştirmek istemektedirler.
TAZE EKMEĞİN SESİ
     Bakkala girersin. Bakkal ekmekleri poşete koyar. Tam çıkacakken, “Kardeşim lokumdan alsana” der. Lokumu sevmediğinden, “Teşekkürler” dersin. Ama Bakkalcı ısrar eder, “Lütfen al dostum. Çocuğum oldu da o yüzden dağıtıyorum” der. Bunları söylerken gözlerinin içinin de gülümsediğini görebilirsin. “Allah analı babalı büyütsün” dersin. Lokumdan bir parça alayım derken, üç parça yapışmış gelir. .Diğerlerini bırakayım tek parça alayım derken, “Olsun dostum olsun. Hiç ayırmaya çalışma. Senin nasibin öyleymiş” der. Gününe bir güzellik daha katar. Taze ekmeklerle eve gelirsin. Sıcacık çaylar koyulmuştur bardaklara. Geçersin yerine. Ekmeği koparırken, tazeliğini belli eden o muhteşem sesi duyarsın. Ve ailecek başlarsınız güzel bir kahvaltıya. Güzel bir pazar kahvaltısı mutluluktur.

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sesli kitap okuma..

     Sesli kitap okuma normalde yaptığım bir okuma türü değildir. Zaten sevdiğimi de söyleyemem. Hemen ağzım yorulur benim. Başım ağrımaya başlar. Kafam kazan gibi olur. Bu nedenle pek tercihim olmaz. Aldığım bir eğitimde eğitmen, bu okuma türünün güzel konuşmada büyük bir etkisinin olduğunu söyledi. “Roman okusak olur mu?” dedim. Olurmuş. Ama bir şartla. Roman okurken öyle düz bir şekilde okumamak gerekiyormuş. Romandaki karakterlere göre sesimizi değiştirmeliymişiz. Mesela bir çocuğun konuşmasını okuyorsan bir çocuk gibi, yaşlı birinin konuşmasını okuyacaksan bir yaşlı gibi okuman lazımmış. Öyle deyince aklıma Sunay Akın geldi. O’da hikaye anlatırken sesini konuştuğu kişiye göre değiştirir ya.
Sesli kitap okuma

TOLSTOY İLE BAŞLADIM
     Sesli kitap okuma çalışmama bugün itibariyle start verdim. Şu anda hali hazırda okuduğum kitaptan. Tolstoy’un Her Şeye Rağmen Sevgi kitabını okuyorum. Kitap hikayelerden oluşuyor. Hikayeler kısa oluyor diye hepsini yüksek sesle okuyayım dedim. Hikayeyi okurum okurum bitmez. Az önce de bahsettiğim gibi, ağzım yorulmaya, kafam da ağrımaya başladı. Baktım olacak gibi değil, sessiz okumaya geçtim. Ben sadece dudaklarımı oynatarak da okuyamam. Oda sevmediğim okuma türlerinden biridir. Benim için makbul olan okuma türü: İçinden okumadır. Ama bazı zamanlar, neden olduğunu bilmediğim bir şekilde okuduğumu anlayamıyorum. Öyle durumlarda, “Galiba okuma havamda değilim. Zorlamanın bir alemi yok” diyerek kitabı okumayı bırakıyorum. Çünkü hiç zevk almıyorum.
ALIŞKANLIK HALİNE GETİRMEK İSTİYORUM
     Normalde roman okurken bir ya da iki sayfasını yüksek sesle okurdum. Ama onu bir türlü alışkanlık haline getiremedim. Zamanla unuttum gitti. Bir ya da iki sayfa okuduğum için sıkılmıyordum. Hem ağzım yorulmuyor hem de kafam ağrımıyordu. Ama o zaman da okurken hiç karakterlere bürünüp okumuyordum. Ne çocuğu çocuk gibi, ne yaşlıyı bir yaşlı gibi seslendirmiyordum. Öyle dümdüz okuyup geçiyordum. Artık yeni bir dönem başlıyor benim için. Bu sefer bir alışkanlık haline getirmeye çalışacağım. Ve en büyük merakım: Gerçekten telaffuzuma etkisi ne düzeyde olacak? Alışkanlık kazanabilirsem ve güzel konuşmaya başlarsam, bunu size yeni bir sesli kitap okuma yazısında paylaşırım.

28 Temmuz 2017 Cuma

Blogu takip etme, sonradan takibi bırakacaksan...

     Blogu takip etme hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Ne zamandır yazacaktım da, bir türlü sıra gelmedi. Şimdi biz blogcular olarak her gün blog istatistiklerini takip ederiz. Sayfa görüntülenme sayısından, yapılan yorum sayısına kadar. Değişiklik olabilecek bütün değerlere bakarız. Bu değerlerden biri de, bizi takip eden kişi sayısıdır. Takipçi sayımızda göreceğimiz artışlar bizi ayrı mutlu eder. Eğer biri beni takip etmeye başlamışsa, “Yazdığım yazılardan biri, yine birinin kalbine dokunmuş ki beni takip etmeye başlamış” diyorum. Tam tersi olunca da üzülüyor insan. Bakıyorsun takipçi sayın düşmüş. ”Benim hangi yazımdan memnun olmadı acaba? Son günlerde sevmediği tipte çok mu yazı yazdım” diyorum.

Blogu takip etme

ARTIK SUİSTİMALE İZİN YOK
     Blogu takip etme olayında bir art niyet var gibi. Nasıl yani? Şöyle ki: Biz adamı, bizim yazılardan memnun kalmadı diye takibi bıraktığını düşünelim. Bunun için kendimizi sorgulayalım. Ama adam sen takip etmeye başladıktan birkaç gün sonra, seni takibi bıraksın. Sen o zaman takipçi kazanmak için beni takip etmişsin. Şimdi şu blog aleminde birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. Beni takip eden bir arkadaşım olursa, ben de takip ederim. Blogu ilgi alanıma girmeyen bir blog olsa bile. Çünkü bu takip işleri önemlidir. Takipçi sayısının artmasının blog yazarının dünyasındaki yansımasını bir üst paragrafta anlatmaya çalıştım. Ama bundan sonra böyle bir suistimale izin vermeyeceğim.
YAZILARIMI BEĞENMEYİP BIRAKANLAR
     Beni sadece takipçi sayısının artması için takip edenleri farkettiğimde, hemen takip listemden çıkaracağım. Ama şunu da belirteyim: Bir kişi gerçekten benim yazılarım hoşuna gitmediğinden dolayı takibi bırakabilir. Bak ona eyvallah. Diyecek lafım yok. Ama o beni takibi bıraktı diye ben bırakmam. Eğer ki yazıları hoşuma gidiyorsa, onu takibi sürdürürüm. Bugüne kadar bir ya da iki kişiyi takip listemden çıkarmışımdır. Oda son yazılarını beğenmediğimden. Gerçi yazılarını da beğenmesem hemen listemden çıkarmam. Ama son yazılarını beğenmiyorsam ve bu kişi de sıkça yazı paylaşmaya başladıysa. İşte o noktada takip listesinden silinme vakti gelmiş demektir. Blogu takip etme konusunda gözüme çarpan bu durumu sizlerle paylaşmak istedim. 

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Uykusuzluk

     Uykusuzluk hakkında sanırım daha önce de yazmıştım. Ama baya olmuştu o yazı. Belki iki yıl önceydi. O kadar ki, yazının içeriğini bile tam hatırlayamıyorum. Biliyorsunuz ki uyku çok önemli. Yemek kadar su kadar, hayati derecede hem de. Yaşamımızın büyük bir bölümünde vücudumuza haksızlık yapıyoruz. Gece geç saatlere kadar oturuyoruz. Sabahın köründe ise kalkıyoruz. Ama öyle bir zor kalkıyoruz ki. Resmen dayak yemiş gibi oluyoruz. Şimdi gel de o günden hayır bekle. Son 2-3 haftadır ben de genelde yataktan bu şekilde kalkıyorum. Daha doğrusu kalkmaya çalışıyorum. Sanki hiç uyumamışım gibi kalkıyorum yataktan. “Daha işe gideceğim. Simit falan kahvaltı yapacağım. Sonra öğle olacak vs.”

Uykusuzluk

ERKEN YATACAĞIM DERKEN
     Uykusuzluk uyandığım ilk dakikalarda, bana böyle hesaplar yaptırıyor. “İşten bir geleyim. Erkenden yatacağım” diyorum. Ama bu dediğimi yapıyor muyum peki? Tabi ki hayır. Saat 22:00 oluyor. “Daha bu saatte yatılmaz. Saat bir 23:00 olsun” diyorum. Sonra 23:00 oluyor. Yok, yine işime gelmiyor. Bu sefer “24:00’de yatarım” diyorum. Saat 24:00 oluyor. Hala ayaktayım. Onu yapayım, bunu yapayım, yok saati kurayım derken, saat oluyor mu 24:30. Bazı insanlar vardır. Yastığa kafayı koyar koymaz, hemen uykuya geçerler. Bende nerde öyle durum. En az yarım saat dönerim yatakta uyumak için. Bir yarım saatte burdan geldi mi? Al sana saat 01:00 oldu. Sözde kaçta yatacaktım, kaçta yattım.
VERİMLİ BİR GÜN İÇİN
     Tabi birde sıcaklar var. Onu da unutmamak lazım. İnsan sıcaktan da uyuyamıyor. Normal uyku sorunun var zaten, birde sıcaklar üzerine tuz biber oluyor. Şöyle, “Deliksiz bir uyku uyudum” demeyeli baya oldu. İnsan uykusunu alınca doping almış gibi kalkıyor yataktan. Enerjik oluyor. İstediği her şeye çok daha çabuk ve verimli bir şekilde konsantre olabiliyor. Zinde kalkınca doğal olarak neşeli oluyor. Etrafına da neşe saçıyor. Güzel başlayan gün, böylece güzel bir şekilde devam ediyor. Bu aralar benim gibi uyku sorunu yaşayan arkadaşlar var mı? Varsa onlar bu gibi durumlarda ne yapıyorlar? Buyrun tecrübelerimizi paylaşalım. Yorum bölümü bu defa, uykusuzluk konusu için sizleri bekliyor.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/apartment-bed-carpet-chair-269141/

25 Temmuz 2017 Salı

Gecenin sesi...

     Gecenin sesi şu anda kulaklarıma dolan. Televizyon açıktı. Onu kapattım. Bilgisayardan müzik dinliyordum. Onu da kapattım. Şimdi evin içi de sessiz. Pencere açık. O pencereden arada bir hafif bir esinti geliyor. Ve insana huzur veren sesler. Sessizlik ne güzelmiş ya. Kafam ağrımış sesten. Yaz gecelerine özgü sesler geliyor kulağıma. Ve birde bilgisayar tuşlarına basma sesleri. Arada bir uzaklardan köpek havlama sesleri duyuluyor. Aslında bu havada ne yapacaksınız biliyor musunuz? Balkona çıkacaksın. Efil efil esecek hava. Yanında en sevdiğin arkadaşlarından biri olacak. Karşılıklı sandalyelerde oturacaksınız. Hayatınızda olup bitenleri paylaşacaksınız. Kimi zaman gülmekten gözlerinizden yaşlar gelecek. Kimi zamansa boğazınız düğümlenecek konuşmaya çalıştıkça.

Gecenin sesi

İKİ ARKADAŞIN SOHBETİ
     Gecenin sesi bölecek konuşmanızı bölecekse eğer. Beraber dinleyeceksiniz bu sesi. Sonra konuşmaya kaldığınız yerden devam edeceksiniz. Sabahı iş olmayacak bu güzel muhabbetin. Doğacak olan güneş, cumartesi ya da pazar gününe doğmalı. Saat geç oldu, yarın iş var, erken kalkmak lazım stresi olmamalı her iki kişide de. Sohbet, uykuya direnebildiğin kadar devam etmeli. Ne zamandır böyle bir sohbete hasrettiniz çünkü. Gece 01:00’den sonra serinleyebilir hava. Pike almalılar üstlerine belki. Konuşmaya öyle devam etmeliler. Uyuya falan kalırlarsa üşümesinler diye. Gelecekte yapacaklarından konuşmalılar. Umutlarından, hayallerinden. Elbette ki hayatlarında olan o özel insanlardan. Sevdikleri adamlardan ya da sevdikleri kadınlardan. Ne zaman evleneceklerinden. Gözleri parlamalı anlatırlarken.
YALNIZLIĞINA EŞLİK EDEN HUZUR DOLU SES
     Bazı yazarlar geceleri yazarlarmış. Herkes yatarken. Gözlerden uzakta. Kimse ayak bağı olmasın diye. Bu ortamda da insanın yazası gelir gerçekten. Neden gece yazmak istediklerini anladım şimdi. Az önce balkonda arkadaşla oturup sohbet ederek vakit geçirilebileceğini yazdım bu güzel gecede. Bazı akşamlar da yalnız olur insan. Yine bu güzel gece eşlik eder insana. Evdekilerin hepsi uyuyordur. Ama senin gözüne uyku girmemiştir. Sıcaktan atmışsındır kendini balkona. Gecenin o güzel sesleri arasında düşüncelere dalarsın. Sonra uykuya yenik düşersin. O serin havada uykunun kollarında bulursun kendini. Gecenin sesi, böyle bir yazı yazmama ilham oldu bu gece.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/silent-street-during-night-69791/


24 Temmuz 2017 Pazartesi

Radyo dinlemek

     Radyo dinlemek hakkında bir yazı yazmak istiyorum bugün. Böyle bir yazıyı yazmak nerden aklıma geldi? Bugün işten gelirken, bir abiyi gördüm. Evinin bahçesindeki ağacın altında oturmuş sandalyesine, uzatmış ayaklarını, radyosunu dinliyor. İnsanı o kadar imrendirici bir hali vardı ki. İş-güç ne varsa bırakacaksın bir kenara. O abi gibi kendini atacaksın ağacın altına. Kuşların ötüşünü dinleyeceksin. Sessizliği dinleyeceksin. Kendini dinleyeceksin. Yaşı itibariyle haberleri dinliyordu herhalde. Radyodan da haber dinlemek gibisi yoktur hani. Alışkanlığı olmayanlara garip gelebilir. Dakikalar içerisinde günün öne çıkan haberlerini bir çırpıda öğrenirsiniz. Haberleri dinlemenin zevki ayrıdır. Ama radyo tiyatrosu olayına yetişemedim bak. Belki birkaç defa dinlemişimdir. O kadar.

Radyo dinlemek

ŞARKI VE ŞİİR İLE GELEN HUZUR
     Radyo dinlemek, sadece haberleri dinlemekten ibaret değildi benim için. Bundan dört-beş yıl önceydi. O zaman Bilecik’teydim. Çalışmıyordum o zamanlar. Radyoya daha çok vakit ayırmıştım o aralar. Pal fm adlı radyoyu keşfetmiştim. Benim genelde dinlediğim radyo Süper fm’di. Ama bir türlü onun yayınlarına ulaşamıyordum. O yüzden başka başka radyolar arıyordum. İşte o aramalarım sırasında Pal fm ile tanıştım. Geceleri hep pal fm’deydim. Geçerdim diğer odaya. Zaten ufak bir odaydı. Tam istediğim gibi. Kanepeye uzanırdım. Açardım radyoyu, dalardım düşüncelere. Bazen, bazen de o şarkıların yanına okuduğum şiirler eşlik ederdi. Ruhumu dinlendirdiğim anlardı. Huzur duyduğum anlar. Gözlerimi kapatır, düşünürdüm. Geçmişimi, geleceğimi, yapacaklarımı.
KALİTELİ BİR EDEBİYAT PROGRAMIYDI
     Böyle radyoları takip ederken, bir edebiyat programı yakaladım. Hangi radyoda peki? Tabi ki TRT fm’de. 20 dakikalık, kısacık bir programdı. Ama doyurucu bir programdı. Haftada iki gün yayınlanıyordu. Pazartesi ve cuma günleri. Saat 14:40 ile 15:00 arasındaydı galiba. Bir kadın ve bir erkek spiker beraber sunuyorlardı programı. Baya bir takipçisi olmuştum. Yazarların hayatlarını dinlemeyi seviyorum. Yazarları dinlerken kendimle de karşılaştırma yapardım. Dinlediğim yazarın huylarını, kendi huylarımla karşılaştırır, oradan yazarlığa yeteneğim var mı yok mu, kendimce çıkarmaya çalışırdım. Şimdilerde radyoya vakit ayıramıyorum. İşe gidip gelirken, serviste dinlediğim kadarıyla. Radyo dinlemek, benim için böyle güzellikler barındırıyordu.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/music-old-radio-speaker-1539/

23 Temmuz 2017 Pazar

Beni üzen olaylar

     Beni üzen olaylar hakkında bir yazı yazmak istedim sizlere. İlk olay sadece beni değil, eminim herkesi üzüyordur. Bu boğulma vakaları. Son boğulma vakalarından biri İstanbul’daydı. Arkadaşı, Furkan ve diğer arkadaşlarını denize atlarken ve Furkan’ın çırpınışlarını çekmişti. En son, Furkan’dan hala haber yoktu. Sadece Furkan mı peki? Yaz ayları geldiği zaman bu boğulma haberleri, rutin haberler haline geliyor. Her haberde muhakkak görüyorsunuz. İnsanın içi kan ağlıyor. Bir adam yine boğulmuş bir yerde. Çoluk çocuğu varmış. Ne olacak şimdi o çocuklar? Babasız büyüyecekler. Çok acı bir durum. Ya Furkan? Daha gençliğinin baharında bir çocuktu. “Yüzme bilmiyorsan keşke girmeseydin be çocuk” dedim, içim sızlayarak.

Beni üzen olaylar

YİNE Mİ MÜFREDAT DEĞİŞTİ?
     Beni üzen olaylar yazım, diğer bir olay ile devam ediyor. Diğer olay da, müfredatların devamlı değişip durması. Bu sene okullar başlarken yine müfredat değişecek. Bu kaçıncı? Ben şu anda okuyan bir çocuğun psikolojisini düşünemiyorum. Tam bir şeye adapte oluyorsun. Duyuyorsun ki müfredat yine değişmiş. O çocukların yerine kendimi koyuyorum da. Kolay bir psikoloji değil. Şu eğitim işini bir türlü çözemedik. “Sanki diğer tüm sorunlarımızı çözdük de, bir eğitim sorunumuz kalmıştı çözülmedik” diyenleriniz olabilir. Haklı olarak. Ama şunu da bilmeli ki: Eğer bu eğitim sorununu bir çözebilirsek, o şikayet ettiğimiz bir çok şeyin, yavaş yavaş düzelmeye başladığını göreceğiz. Bakalım bu müfredat ne kadar gidecek?
BONZAİDEN DAHA TEHLİKELİ BİR MADDE
     Son olay, yine gençlerle ilgili. Son yıllarda bonzai adını çok duyduk. Bu madde ucuz olması ve kolay temin edilmesi nedeniyle, içiciler arasında çok tercih ediliyor. Bonzai kullanıp kendinden geçen gençlerin haberlerini, her haber bülteninde görür olduk artık. Bu görüntüler, iç parçalayıcı görüntülerdi. Şimdi bu maddeden daha ucuz bir madde çıkmış piyasaya. Adı gelmiyor şimdi aklıma. Adını yazıp, reklam yapmaya da gerek yok zaten. Sosyal medyada bu maddeyi kullanan bir kızın videosunu gördüm. Madde etkisini göstermeye başladıktan sonra kız acayip acayip, anlamsız hareketler yapmaya başladı. Sanki bir robot gibi. İzlediğim görüntü, insanlık adına utanç vericiydi. Beni üzen olaylar bunlardı.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/black-and-white-man-young-lonely-48566/

22 Temmuz 2017 Cumartesi

Okuma günlüğüm #2

     Okuma günlüğüm ile yine karşınızdayım. Bu yazıda blog arkadaşlarımın yazılarına yer vereceğim. İlk okuduğum yazı Blog Tecrübem’den. Hani şu modemlere patates falan takılınca çekim gücü artıyor falan diyorlar ya. O konuya değinmiş. Benim merak ettiğim bir konuydu. Mübarek patatesi de elektronik dünyasının içine soktular ya. Peki patates gerçekten çekim gücünü arttırıyor muymuş? Cevabı Blog Tecrübem’in yazısında. İkinci okuduğum yazı ise Mustafa Sönmez’in bloğundan. Habertürk’te hadislerin tartışıldığı bir program vardı. Konuklar; Caner Taslaman ve adını ilk kez duyduğum Ebubekir Sifir’di. Ben ki o kadar dini içerikli yayınları takip ettiğimi sanırım, bu Ebubekir Sifir’i nasıl duymamışım, hayret. Programı başlarken gördüm aslında ama izlemedim.
Okuma günlüğüm
DEVE SİDİKLİ PROGRAM MI?
     Okuma günlüğüm yazımda bu programa yer vereceğim hiç aklıma gelmezdi. Gerçi programı yazmayı düşünmüştüm. Çünkü bu tür dini tartışmaları hiç kaçırmam. Beş dakika kadar izledim. Program beni sıktı. Bende o yüzden izlemedim. Ama Mustafa’nın yazısını görünce, programın detaylarını öğrenmek için tıkladım yazısına. Caner Taslaman programa deve sidiği getirmiş. Karşısındaki konuşmacıya içmesi için. Tartışma tam magazinlikmiş. Mustafa, hem o bölümünü,hem de programın tamamını yazısına eklemiş. Bu arada bugün Facebook’ta gezerken, programın kısa bir bölümüne denk geldim. O bölümde Kuran’da Cuma namazı var mıdır, yok mudur tartışmasıydı. İlk defa Caner Taslaman’ın bir soruya tatmin edici bir cevap veremediğini gördüm.
FELSEFEYİ BİRDE MECZUP’TAN OKUYUN
     Son yazı ise Meczup’tan. Kendisi YGS için çalışıyor. Çalıştığı konulardan biri de felsefeymiş. Felsefe hakkında öğrendiklerini bizlerle paylaşmış yazısında. Felsefenin doğuşundan, felsefenin sorularına kadar bizim anlayacağımız şekilde, sade bir biçimde yazmış. Yani öyle felsefe terminolojisine girip, yazıyı anlaşılmaz hale getirmemiş bazılarının yaptığı gibi. Bu arada kendisi blog temasını yenilemiş. Benim çok hoşuma gitti. Bakalım sizde beğenecek misiniz? Bugünki yazımda devamlı takip ettiğim bloglardan okuduğum yazıları paylaştım sizlerle. Bu serinin devamında da yine bloglardan beğendiğim yazıları yazabilirim ya da tamamen bunun dışında köşe yazılarından seçtiğim yazılarda olabilir. Okuma günlüğüm yeni yayınlarıyla, sıklıkla olmasa bile yine sizinle olacak.
     


21 Temmuz 2017 Cuma

Cem Yılmaz sosyal medya

Cem Yılmaz sosyal medya

     Cem Yılmaz sosyal medya hesaplarını kapatmış. Şahsen hiç üzülmedim. Çünkü devamlı takip ettiğim hesaplar değildi hesapları. Zamanında Twitter’da takibe almıştım onu. Birkaç tivitine baktım. Hiç beklediğim gibi değildi. Türkiye’nin en iyi komedyeninden, komik tivitler bekliyor insan doğal olarak. Baktım, hiç komik değildi. O zaman tivitlerine espri amaçlı bakmamaya çalıştım. Ne anlatmak istiyordu. Anlamaya çalıştım. Bu sefer de pek sarmadı beni tivitleri. Ama beni sarmadı diye, adama eleştiri ya da hakaret boyutuna varan tivitler atmadım. “Beni Twitter paylaşımları sarmıyor” deyip, devamlı takipçisi olmadım. Ama takipten de çıkmadım. Ama herkes benim gibi değildi. Adamı attıkları tivitlerle canından bezdirdiler. Bence en iyisini yaptı. Bunca insana laf anlatmakla baş olur mu?

20 Temmuz 2017 Perşembe

Yaş otuz beş şiiri

yaz otuz beş şiiri
     Yaş otuz beş şiiri, nerden geldiyse geldi aklıma. “Ya şu şiir nasıldı? Yeniden bir okuyayım” dedim. Ben de genelde herkeste olduğu gibi, şiirin ilk iki dizesini bilirim. Hani o meşhur iki dize. “Yaş otuz beş yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün”. Ama bundan sonrası yoktur bende. Cahit Sıtkı Tarancı ne de güzel yazmış. Bu arada kendisi, en sevdiğim birkaç şairden biridir. Şiiri bir okudum. Her okuyuşta olduğu gibi, yine sarstı beni. Bu nasıl bir anlatımdır böyle. Ölümü bu kadar iliklerinde hissetmek. Ve hissettiklerini bu kadar vurucu bir şekilde şiirleştirmek. Ey gidi Cahit Sıtkı. Kim bilir gözlerini son kez bu dünyaya kapatırken neler yaşadın? Bu arada şiiri okumak isteyenler, buradan okuyabilirler.  

19 Temmuz 2017 Çarşamba

İstanbul sel

İstanbul sel
     İstanbul sel görüntüleri yine Türkiye’nin gündemindeydi. Nasıl olmasın? Türkiye’nin en önemli ve marka kentinde olacak iş miydi bunlar? Ama burada oluyor işte. Kendimi bildim bileli ne zaman şiddetli bir yağmur yağsa, akşamları haber bültenlerinde sel baskınları haberleri yer alır. Ama hiçbir belediye de, “Önlem alalım. Bir daha böyle şeyler yaşanmasın” demez. Avrasya Tüneli’ni bile kapatmışlar. Dün gece Habertürk’te bir uzman konuşuyordu. “Daha en ufak bir yağışta o tüneli kapatıyorsanız, ya bir deprem olsa ne olacak?” dedi. Şimdi adam haksız mı? Bizim ülkede bu işler niye doğru dürüst yapılmıyor. Niye işler baştan savma yapılıyor? Galiba her şiddetli yağmurdan sonra bu soruları sormaya devam edeceğiz.

18 Temmuz 2017 Salı

Animasyon filmleri

     Animasyon filmleri furyası bitti gibi, ne dersiniz? Bu furyanın en bilinenleri Shrek, Buz Devri ve Oyuncak Hikayesi oldu galiba. Bunlar kadar iz bırakan olmadı herhalde. Belki benim unutmuş olduklarım vardır. Onları da yorum bölümüne yazın lütfen. Şimdi bu yazıyı yazmak nerden aklıma geldi? Bu akşam kanal D’de bir animasyon filmi vardı. Sözde tvde ilk kezmiş. Ben daha ismini ilk defa duyuyorum. Zaten bir film gişe yapmıyorsa, ondan pek iş çıkmıyor. O yüzden daha önce ismini hiç duymadığım bir film olursa, itibar etmiyorum. Geçen günlerde yine kanal D’de lego filmi vardı. Benim daha fragmanı görünce haberim oldu. “Yine de bakayım” dedim. Hiçbir işe yaramaz. “Neden duymadığım belli oldu?” dedim. Çünkü gişe yapmamış ve doğal olarak medyada haber olmamış. 
Animasyon filmleri
YENİ EFSANELER GELİR Mİ?
     Efsane olacak yeni animasyon filmleri bekliyorum. Yukarıdaki paragrafta yazdığım filmler gibisi gelir mi dersiniz? Bu filmler tuttu ya. Ota böceğe, aklınıza ne gelirse film yapmaya başladılar. Bu durum bizim Türk dizilerindeki duruma benzedi. Hani bir dizi tutar ya. Hemen peşi sıra onun gibi bilmem kaç tanesi daha ekranlara gelir. Gerçi bu adamlara helal olsun. Birbirlerinin kopyasını yapmadılar. Başka hayvan türlerine yöneldiler. Bazen hayvanlarla insanları aynı filmde buluşturdular. Ama çoğunluğu başarıya yakalayamadı. Hele bazıları vardı ki. Adamlar sadece film yapmak için film yapmışlar resmen. Birkaç dakikalık izleme yetiyordu o filmlere not vermek için.
ÜÇÜ GEÇMEYECEKSİN
     Birkaç dakika izledikten sonra daha fazla tahammül edemiyordum o filmlere. Afakanlar basıyordu resmen. Gerçi çok izlenenlerde seriyi devam ettirmek pek akıllıca bir iş olmuyor. Çünkü yeni senaryo bulmakta zorlanıyorlar. Zorlama senaryo da tat vermiyor. Mesela bu dediğime örnek olarak Buz Devri’nin 4’üncü filmini örnek verebilirim. Keşke o son bölümü yapmasalarmış. Böyle efsane olmuş bir filme, böyle bir final pek yakışmadı. Herhalde ben sonuna kadar izlememiştim. O kadar sıkmış beni. Bu üçlemelerde bir şey var. Bir sihir gibi. Üçü geçince, sanki o sihir bozuluyor. Ve ortaya kötü filmler çıkıyor. Animasyon filmleri hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Fatih Terim kavga...

Fatih Terim kavga...
     Fatih Terim kavga mevzu, herkesin gündeminde. Olayı ilk duyduğumda şaşırdım aslında. Hiç öyle mekan basıp, adam dövecek performans beklemezdim kendisinden. Ama sonra, “Niye şaşırıyorsun ki? Bunlar Türkiye’de normal şeyler” dedim. Çünkü bu ülkede herkes adaleti kendi sağlamaya çalışıyor. İşin kötü yanı, insanların adaleti kendi sağlamaları değil aslında. Kötü yanı: Toplumun bu tür davranışlardan hoşlanması. Tabi toplum derken, herkesi dahil etmiyorum. Ama büyük bir çoğunluk böyle insanlardan hoşlanıyor. Böyle otoriter, dediğim dedik insanlar çok seviliyor. Toplumumuzun genelinde var bu. Şimdi büyük bir çoğunluk, “Adama helal olsun. Mekan basmış. Hem de damatları ve korumalarıyla” diyordur. Mehmet Demirkol yazdığı yazıda, bu toplumumuzdaki yaraya değinmiş. İsterseniz ona da bir göz atın derim. Mehmet Demirkol’un yazısı.

16 Temmuz 2017 Pazar

Pazar günü çalışmak...

pazar günü çalışmak

     Pazar günü çalışmak adama koyuyor. Çünkü o gün tüm ülke yatar, çalışmaz psikoloji içinde oluyor insan. Halbuki o günde çalışanlar da azımsanamayacak kadar çok olabilir. “Ama herkes şu anda sıcak yataklarında yatıyorlar. Ben burada çalışıyorum” düşüncesi yok mu? Adamı kahrediyor. Gerçi şimdi yatakta yatıyorlardır düşüncesi daha çok kışa aylarında insanı esir alır. Şimdiki gibi yaz aylarında ise, “Millet şimdi bu güzel havada geziyordur. Ben ise bu kapalı mekanda kalmak zorundayım” düşüncesidir benliğini saran. Tıpkı bugünkü gibi. Birde şöyle bir pencereden bakarsın. Dışarısı güneşe boğulmuş. “Ahh ulan. Şimdi dışarıda olup bu güneşin tadını çıkarmak vardı” dersin.


15 Temmuz 2017 Cumartesi

15 Temmuz...

15 Temmuz

     
     15 Temmuz ile ilgili yeni bir yazı yazmak istemiyorum bugün. Onun yerine, bu darbe girişiminden sonra geçen sene iki tane yazı yazmıştım blogda. Size o yazılarımı paylaşmak istiyorum. Çünkü orada yazdıklarım hala benim için taze. O yazılarda hiç siyaset yok bu arada. Millet olarak neler yaşadık? Duygusal olarak ne fırtınalar koptu içimizde, onlar var. 


Kadınlar ne ister?

Kadınlar ne ister?

     Kadınlar ne ister sorusunun net bir cevabı yok. Ya da her kadın aynı cevabı vermeyebiliyor. Şöyle genel bir algı vardır mesela. Çiçeklere, “Hayır” diyemezler. Ama hiç de öyle değil. Bazıları çiçeklerden hiç hoşlanmıyorlar. Neymiş? Bu çiçek olayını genelleştirmeyecekmişiz. Öncelikle çiçek hakkında ne düşünüyor, onu öğreneceğiz. Ondan sonra çiçek alma işine gireceğiz. Biz erkekler için en garanti yol bu. Ha bir tane daha var. Ne var? Çok hoşlarına gittiğini sandığımız şeylerden biri. Onlara ilgi göstermek. Çok ilgi gösterince de bunalabiliyorlar. Bazısı her an ilgi bekliyor. Yani bu durumu göz önünde bulundurup yekten çok ilgili ya da çok da ilgisiz olmamak gerekiyor. 

foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/woman-wearing-yellow-dress-beside-woman-wearing-red-dress-506363/

13 Temmuz 2017 Perşembe

Şiir yazmak...

şiir yazmak

     Şiir yazmak benim için bir tutku derecesinde değil. En azından şimdilerde. Bundan 5-6 sene önce falan şiire yoğunlaşmıştım. Hatta küçük bir defterim vardı. Hatırladığım kadarıyla o defterde 15-20 arası şiirim vardı. O defteri saklıyordum, hatıra olsun diye. Ama şimdilerde kim bilir nerede? İlerleyen yıllarda şiirden koptum. Daha çok deneme yazmaya yöneldim. Ben ha deyince şiir yazamıyorum. Yazmam için yoğun duygular içinde olmam gerekiyor. Ya da moda girmem de gerekiyor diyebilirim. Böyle ya sessiz bir ortam olacak ya da evdeysem falan kulaklığı takıp dünyadan kopmam lazım. Tekrar eskisi kadar sık olmasa da ara ara şiir yazmak istiyorum. Blogdada birkaç gün önce yazdığım şiirim de burada. 

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/fire-and-ice-by-robert-frost-231088/

12 Temmuz 2017 Çarşamba

Facebook, niye İnstagram'ı taklit ediyor?

Facebook
     
     Facebook, diğer sosyal medya mecralarında ne görürse, hemen kendisi uygulamaya kalkıyor. Böyle yaparak antipatik olduğunu farkında mı acaba? Daha geçen günlerde bir veri açıklandı. Buna göre en çok kullanıcıya sahip uygulama kendisi. Hikaye özelliğinin falan eklenmesi artı bir kullanıcı kazandırmış mıdır? Belki. Ama ben hiç sempatik bulmuyorum böyle yaptıkça. Hikaye özelliğini İnstagram’da görmeye alışmışız. Telefonda o mavi F simgesine tıklıyorum. Sayfanın en başında hikayeler görüyorum. “Yanlışlıkla İnstagram’ımı açtım nedir?” diyorum. Her uygulamanın kendine has özellikleri var. O özellikleri koruması gerektiği düşüncesindeyim. Ha, yeni özellikler eklemeyecek mi? Ekleyecek tabi. Ama diğer uygulamalardaki özellikleri kendisinde kullanmaya başlayarak değil. 

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/access-app-application-apps-267399/

11 Temmuz 2017 Salı

Burası Türkiye

Belediye yol kazar
Ya su borusunu ya da doğalgaz borusunu patlatır
Su boşa akar, doğalgaz boşa yanar
Milli servet akar-yanar
Olan yine biz vatandaşa olur
Burası Türkiye der geçersin.
Zenginsen selam verilir
Fakirsen görmezden gelinir
İnsana değil paraya hürmet edilir
Burası Türkiye der geçersin.
Kumdan ev yapılır
Bunlar depremde peş peşe yıkılır
Altında binlerce insan kalır
Burası Türkiye der geçersin.

Burası Türkiye

Zayıflar ezilir
Güçlüler vezir edilir
İnsanca yaşamdan bahsedilir
Sadece acı acı gülersin.
Asgari ücret yerlerde
Vergisi zirvelerde
Zenginler köşklerde
Sen nasıl geçineceğim diye şaşarsın.
Uyuşturucu almış yürümüş
Gençler peşinde kul köle
Her sokak başında bir tanesi
Kendinden geçmiş bir halde yerde.
Her yer cinayet
Her yer kan
Ey güzel ülkem benim
Bu muydu senin için arzulanan?

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/red-lighted-candle-220618/




10 Temmuz 2017 Pazartesi

Barış Özcan I Abone olunası bir youtuber...

     Barış Özcan son vlogunu, Martin Luther King hakkında yapmış. Dün akşam, “Ne izlesem, ne izlesem?” diye kendi kendime sorarken bir baktım, bu son videosunu izlemediğimi fark ettim. “Güzel vakit geçirmek için, işte harika bir seçenek” dedim ve videoyu izlemeye başladım. İzlediğim sanki bir vlog değilde, Ntv’de bir belgeseldi sanki. O kadar kaliteli bir vlog yapmış. Böyle dedim diye sanmayın ki diğer videoları iyi değil. Onlarda çok kaliteli. Ama bu vlog, harika olmuş. Buram buram kalite kokuyor. Tekrar tekrar izlenecek bir video. Başından sonuna ilgiyle takip ettim videoyu. “Bu videonun herkese ama herkese ulaşması lazım. Bunu yazmalıyım” dedim. Ve bu yazı çıktı ortaya.


KANALINDAN NASIL HABERİM OLDU?
     Barış Özcan şu an itibariyle 610 bin takipçisi olan bir youtuber. Ama dediğim gibi şimdilik. Gün geçtikte takipçi sayısı hızla büyüyor. Ben kendisini takip etmeye başladığımda 200 bin küsürlerde bir takipçisi vardı. Çok yakın zamanda 1 milyon aboneye ulaşması içten bile değil. Beni kendisi ile tanıştıran ise Semih Keçecioğlu oldu. Zinciri Kırma diye ünlü bir videosu vardır. Bir gün baktım Semih onu paylaşmış. İzlenesi video olarak ana sayfasında. “Semih paylaştıysa iyi bir şeydir” deyip izledim. Hakikaten de kaliteli bir şeymiş. İşte o günden beri kendisini takip ediyorum. Kendisi her hafta pazar günleri bir video yayınlar. O video öyle bir videodur ki. Bir haftaya bedeldir.
HAFTALIK BİR VİDEO YAYINLIYOR
     Her hafta pazar günü oldu mu, Youtube’dan bildirim beklerim. Baktım yeni video bildirimi geldi. Hemen tıklarım videoya. “Bakalım bu hafta nasıl video hazırlamış?” diyerek. Her hafta da şaşırtır beni. Beklenmedik yerden vurur. İlk önce video başlar. “Bunu nereye bağlayacak?” dersiniz. En sonunda kişisel gelişime ya da hayat dersine bağlar. Tabi herkesin ilgi alanı farklı olabilir. Ben mesela. Daha önce Youtube’dan böyle kanallara abone olmak ilgimi çeken bir şey değildi. Ama son aylarda bu durum değişti. Benim gibi kişisel gelişimden, sanattan, hayata dair bir şeyler duymaktan hoşlanıyorsanız, Barış Özcan tam size göre.


Video kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=LRHIYT9ljdM&t=9s






9 Temmuz 2017 Pazar

Yirmilik diş çektirme maceram...

     Yirmilik diş, otuzumda çıktı yazımı okursanız, bu hikayenin öncesi hakkında da bilgi sahibi olursunuz. Geçen cuma gününe sıra verdi doktor. Dişçi koltuğuna oturdum. Hala bir şey yok. İki tane iğne yaptı. “Şimdi ağzının ve dilinin yarısı uyuşacak” dedi. Hakikaten dilimin ve ağzımın yarısı uyuştu. Doktor bir şeyler soruyor, cevap veremiyorum. İşte tam o sırada bir sıkıntı bastı beni. “Ne oluyoruz?” dedim. “Sakin ol bir şey yok” dedi doktor. Yarım saat içerisinde dişi çıkardı. Dişi de görecektiniz. Kocaman. Dişin yerine bez koydu, “Isır” dedi. Yarım saat onu öyle tuttum. Sonra çıkardım. Birden kan olmuş. Saat 11:00’de başladı işte. Yarım saate bitti.

yirmilik diş

YAPILMAYACAKLAR LİSTESİ
     Yirmilik diş çektirdikten sonra neler yapmamak lazım peki? “Öncelikle saat 14:30’a kadar hiçbir şey yemeyeceksin. Yemek yiyeceğin zaman taneli yiyecekler yemeyeceksin. Çorba iç. Diğer tarafınla ye. Asla sıcak bir şey yiyip içme. Dondurma yiyebilirsin. Antibiyotiğe devam et. Ağrıya baktın dayanamıyorsun. Ağrı kesiciyi o zaman içersin. Banyo yapma bugün. Diş çekilen tarafa yatma bu gece. Ve her yemekten sonra ağzını suyla çalkala. Bu pazartesi değil önümüzdeki pazartesi dikişleri aldırmaya geliyorsun” dedi Doktor. Bu arada daha üç tane varmış. Ama şimdilik onlar ağrı yapmadıkları için kalacaklar. İki tane de çıkan dişlerden kalan kökler vardı. Hazır çekilmişken onlar da aradan çıktılar. 

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/chairs-arranged-on-table-305564/

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Evren Günlüğü, Volkan Yılmaz ile blog sohbeti yaptı...



     Evren Günlüğü blog sohbetlerine devam ediyor. Dün akşam bu blog sohbetlerinden beşincisini izledim. Volkan Yılmaz ile yaptığı. Volkan Yılmaz, bir zamanlar blog dünyasını alt üst etmiş, şimdilerde ise yazı girilmeyen Wolkanca bloğunun yazarı. Ben sohbetten müthiş bir zevk aldım. Bu arada Wolkanca sitesine buradan girebilirsiniz. Ben girdim, baktım. Gerçekten harika içeriklerle dolu. Bu arada Evren Soyuçok harika bir moderatörlük yapıyor. Videoyu izleyin bakalım. Sizde benimle aynı fikirde olacak mısınız?

Video kaynak: https://www.youtube.com/watch?v=RPl5xH7ASN0

Ahmet Hakan Şeyma Subaşı

Ahmet Hakan Şeyma Subaşı

     Ahmet Hakan Şeyma Subaşı olayı ne kadar da çok gündemde yer aldı değil mi? Bunun tek nedeni: Ahmet Hakan’dır. Olayın üstüne o kadar çok gitti ki. Abi senin amacın ne? Tamam bir defa yazını yazdın. Daha ne uzatıyorsun? Neyin peşindesin? İyice kendisinden soğudum. Bu konuda Fatih Altaylı kendisine on numara bir cevap veren bir yazı kaleme almış. Onu okuyup rahatladık.


Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/man-couple-people-woman-343/

7 Temmuz 2017 Cuma

Blogger buluşması

Blogger buluşması haberim var size. Dahamutluyuz.com bloğu sahibi Yurdagül’ün organizatörlüğünde gerçekleştiriliyor. Yurdagül’ü çoğunuz tanıyorsunuzdur zaten. Kendisi bu buluşma için büyük emek harcadı. Hala da harcıyor. İlk olarak bu yazısında buluşma mekanının bulunduğunu duyurdu. Yetmedi. Mekanın her yerini fotoğrafladı. Menülerine kalana kadar.

Blogger buluşması

     Ben hayatımda oraya gitmedim ama o kadar detaylı fotoğraf çekmiş ki kendisi, gitmiş kadar oldum. Sonra bu yazısında da buluşma tarihini duyurdu. Ağustosun ikinci haftası olacakmış. Herkesin gelebilmesi için bu tarihe karar kılınmış. Dilerim emeklerinin karşılığını alır. Bir çok Blogger’ın katıldığı harika bir gün olur. Bu arada benim gidip gitmeyeceğim belli değil. O hafta belli olacak.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/blogger-text-163101/

6 Temmuz 2017 Perşembe

Günlükte neler yazılır?

     Günlükte neler yazılır? Ben ilk günlük tutmaya başladığım zamanlar o gün ne yaptıysam onu yazardım. “Arkadaşlarla top oynadım. Televizyona baktım” gibi mesela. Tabi çocukluk günlerime ait günlük tutmamdan bir örnekti. Sonraları içimde yaşadığım duygu fırtınalarını dökmeye başladım günlüğe. Ve hayatımda dönüm noktaları olan olayları yazdım.

Günlükte neler yazılır?

     Feridun Andaç da edebiyathaber.net’de Günlükte ne yazar, ne anlatırız?” başlıklı bir yazı yazmış. Ben keyifle okudum. Bu keyifli yazıyı sizin de okumanızı istedim. İyi okumalar.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/pen-writing-notes-studying-8769/

Tarkan yolla ...

     Tarkan yolla şarkısını dinlemeyeniniz yoktur herhalde. “Dinlemek zorunda mıyım? Belki dinlemedim. Belki adamı sevmiyorum” da diyebilirsiniz tabi. Böyle diyecekleri de göz önünde bulundurarak ben diyorum ki: “Ben şarkıyı dinledim. Pek hoşuma gitmedi. Ama bu adamın işi belli olmuyor. Şarkıları sonradan patlayabiliyor”.

Tarkan yolla
     
     Ama şunu söyleyebilirim. Şarkı belki o kadar tutmamış olabilir ama Twitter’da o kadar çok capsi yapıldı ki. Çok komik ve mizah dolu capsler yapıyorlar yapanlar da. O Tivitleri okurken o kadar keyifli dakikalar geçirdim ki. Hemen o tivitlere bir bakın derim. Şarkıyı da buradan dinleyebilir ve izleyebilirsiniz.


Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/black-headset-hanging-on-black-and-gray-microphone-185030/




4 Temmuz 2017 Salı

Tohumlar fidana...

DOĞAYA SEVGİYİ ANLATAN ŞARKI  
     Tohumlar fidana şarkısını hepimiz biliriz. Belki yeni nesiller bilmeyebilir. Duydularsa da belki Cem Yılmaz’ın filminde duymuş olabilirler. Bu şarkıyı dinleyince ben çocukluğuma gidiyorum. Okullarda ne de çok söylermişiz. Doğaya sevgiyi bu tip şarkılarla çocuklarımıza aşılamalıyız. Şimdi orman yangınları oluyor. Çoğu ya sigara izmaritinden ya da piknikten sonra bırakılan çöplerden çıkıyor. Bu nedenle doğaya sevgi duyan bir nesil yetiştirmeliyiz. Kamu spotlarında bu şarkıya yer verilmesi gerektiği düşüncesindeyim. Yeniden doğaya sevgiyi yeşertmek için. Okullarda müzik derslerinde bu şarkı öğretmeli. Tabi bu iş sadece şarkının öğretilmesiyle olmaz. Aynı zamandan doğa bizim için neden önemli? Neden doğayı korumalıyız? Bunlar ayrı ayrı anlatılmalı.

Beyonce Mevlana ...

     Beyonce Mevlana görünce ne alaka diyenleriniz olmuştur. Beyonce, doğan ikiz çocuklarından birine Rumi ismini vermiş. Rumi biliyorsunuz Mevlana’nın ismi. Diğer çocuklarına ise Sir ismini vermişler. Mevlana’nın bir şiirinde geçen efendim hitabı nedeniyle de diğer çocuklarına Sir ismini vermiş olabilecekleri konuşuluyor. Bahsi geçen şiir ise şöyle:

Beyonce, Mevlana, güncel

Getir aşkın ve özgürlüğün saf şarabını
Ama efendim, geliyor bir fırtına
Biraz daha şarap, öğreteceğiz bu fırtınaya
Bir iki şey, esmek hakkında

Foto kaynak:https://pixabay.com/tr/dans-dervi%C5%9Fler-d%C3%B6nd%C3%BCrmek-havlular-65035/


2 Temmuz 2017 Pazar

Challenge yerine, niye meydan okuma demiyoruz?

SUÇ, SADECE YABANCI KELİME KULLANANLARDA MI?    
     Challenge ifadesinin kullanımını hoş karşılamıyordu biri. Blogda mı okudum, yoksa Twitter’da mı, şimdi tam hatırlamıyorum. Niye Türkçe'sini, yani meydan okumayı kullanmıyorlarmış. Özellikle bu ifade youtuberlar tarafından çok kullanılıyor. Bu youtuberlar arasında benim de takip ettiklerim var. Benim takip ettiğim youtuberlar, baya popüler. Muhtemelen onlardan bahsediyor. Tamam, onların bu ifadeyi kullanmalarını eleştir. Peki suç sadece onlarda mı? Maalesef ülke olarak, yabancı olan her şeye karşı bir ilgimiz var. Osmanlı’nın son dönemlerinden beri, bir yabancı hayranlığıdır gidiyor. Giyimde, yaşamada ve tabi ki de dilde. Şimdi bizde mantık, “Bizden bir şey olmaz. Ne varsa Avrupa’da var”. Bu mantık

Yirmilik diş, otuzumda çıktı...

     Yirmilik diş bende hiç çıkmayacak gibi gelirdi. Ta ki bugüne kadar. İki gün önce boğazımın sol tarafında bir ağrı başladı. Belli aralıklarla bende boğaz ağrısı olur. Birkaç gün Dolorex içerim geçerdi. Yine Dolorex içtim. Ama yok, bu sefer fayda etmedi. Doktora gittim. “Boğazım ağrıyor. Geçmedi kaç gündür” dedim. Baktı. Boğaz ağrımın geçmesi için antibiyotik yazdı. Yani doktor boğazımda bir şey olmadığını anlamadı. İlaç yazıp gönderdi. Sonuçta dişçi değil ki, dişime bakıp anlasın. Ama boğazımda bir şey olmadığını görüp, niye antibiyotik yazdı? Neyse antibiyotiği kullanmaya başladım. Yok, yine geçmez. Ağrı yavaş yavaş dişime vurmaya başladı. “Acaba dişim mi ağrıyor. Yoksa ağrım dişime mi vurdu?” dedim.

yirmilik diş, yaşadıklarım

ÇIKMAYA ÇALIŞAN DİŞİM
     Yirmilik diş nedeniyle bu ağrıyı çektiğim aklımın ucundan geçmedi tabi. Benim daha önce çıkmış dişlerimden, arta kalan kökler vardı. “Muhtemelen onlardan ağrıyordur ağrıyorsa” dedim. Ağrı ne ağrısı bunun öğrenmenin tek yolu dişçiye gitmekti. Diş hastanesinin aciline gittim. Bekleyen hasta yok. Kaydımı yaptılar. Odaya geçtim. Hemşire o meşhur dişçi koltuğuna oturmamı istedi. Doktor odasındaymış. Kelli felli ya da yaşını başını almış bir kadın doktor beklerken gencecik, belki de benim yaşımda kadın bir doktor geldi. Onu hemşire sandım ilk. Meğer doktormuş. Baktı. Olayı bir dakika çözdü. Dişim çıkmaya çalışıyormuş. Ucu görünmüş. Ama çıkarken diğer dişe baskı yapıyormuş. Ben şok tabi.
DİŞİM AMELİYAT İLE ÇEKİLECEKMİŞ
     Ancak ameliyatla alınırmış bu diş. “Genel anestezi mi?” diye sordum. Lokal anestezi yapılıyormuş. Sadece o bölge. Ama Düzce’de yapılamıyormuş bu ameliyat. Bolu’ya gitmem gerekiyormuş. Hastanenin adresini yazdı. Ameliyattan sonra konuşmakta zorlanabilirmişim. “E ben çağrı merkezinde çalışıyorum. Ne olacak?” dedim. Gülerek, “Rapor alacaksın bir hafta” dedi. Boğaz ağrısı için Cravit adında antibiyotik kullanıyordum. Daha doğrusu boğaz ağrısı sandığımız aslında diş ağrısı olan ağrı için. Bu doktor da antibiyotik verdi. “Cravit’i bırak” dedi. Largopen adında bir antibiyotik verdi. Birde ağrı kesici. En kısa sürede dişi çektirmemi istedi. Yirmilik diş çekim sürecimi de anlatan bir yazı yazacağım bu arada.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/view-of-clinic-305568/