okumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okumak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Niye kelime hazinem genişlemiyor benim?


     Kitap okuyorum, köşe yazısı okuyorum, blog yazısı okuyorum. Ama tüm bu okumalarıma rağmen, sanki kelime hazinem hiç genişlemiyor gibi geliyor bana. Sanki hep yerimde sayıyorum. Hep aynı kelimelerle yazıyorum. Sanki konuşma dilindeki gibi belli kelimeler arasında yazıp duruyorum. Kitap okuyorum dedim ama. Öyle ahım şahım bir okuma değil benimkisi. 

kelime hazinem niye gelişmiyor?
foto kaynak: unsplash.com
     Genelde ben bir kitabı 15 günde bitirir, sonra bir 15 gün ara verir, sonra yeni bir kitaba başlarım. Bu ara verme işinin bazen bir aydan fazla sürdüğü bile olur. Köşe yazılarını ve blog yazılarını daha fazla okurum. Merak ediyorum, okuduğum bu köşe yazılarının ve blog yazılarının kelime hazinemi geliştirmeme hiç mi etkisi olmuyor?

Blogda daha güzel yazılar yazmam için kat etmem gereken daha çok yol var...


      Blog arkadaşlarımın bloglarındaki yazılarını okuyorum. Hayran kalıyorum. O kadar güzel yazıyorlar ki. “Keşke bende duygularımı bu kadar güzel ifade edebilsem” diyorum. Ve diyorum ki: “Sen güzel yazmıyorsun oğlum. Daha senin kırk fırın ekmek yemen lazım”. Belki de böyle hissetmemin nedeni: Kitaplarla fazla haşır neşir olmamaktır. 

     Hiçbir zaman düzenli bir kitap okuru olmadım. Bazı zamanlar çok düzenli okudum. Ama an geldi sıkıldım. Uzunca bir süre kitabı elime almadım. Sonra özledim tekrar okumayı. Ve başladım yeni bir kitaba. Benim için okuma dünyamdaki döngü buydu hep. İstikrarlı değildim okumada. 

yazmak
foto kaynak: https://unsplash.com/photos/o032ZyI93GY

     Devamlı kitap okuyanların yazdıkları yazılar o kadar güzel oluyor ki. İnsan okumaya doyamıyor. Ben böyle okumaya doyulmayan yazılar yazdığımı pek düşünmüyorum. En azından genelinde. Ben daha çok yazmaya önem verdim. Elimden geldiğince yazdım. Bir ara haftada bir yazıyordum. Sonra ayda bir. Ama aldığım en son karar ile günlük yazmaya başladım. 

     Kısacık da olsa bir şeyler yazmalıydım. Kendimi zorlamalıydım. Böyle düşünerek yazmada bir istikrar tutturdum. Ama bu sefer de okumayı çok boşladım. Böyle olmaz diyerek okumaya tekrar başladım.

GÜNLÜK KİTAP OKUMALIYIM, BİR SAYFADA OLSA…
Kitapsız geçen günlerim için kendime çok kızıyorum. Günlük yazı yazmak gibi niye günlük okuma hedefimi bir türlü tutturamıyorum. Pazartesinden beri bu kızgınlığımın verdiği enerjiyle her akşam tekrardan kitap okumaya başladım. “Bir sayfada olsa okuyacağım” dedim. Önemli olan o günü pas geçmemek. Ki dün akşam tam da böyle oldu. Üç sayfa falan okudum. Ama hiç olmazsa demoralize olmamış oldum. Pazartesiden beri başlayan seriyi bozmadığım için moralli yattım yatağıma.

okumak
foto kaynak: https://unsplash.com/photos/WY_J0_9sVFg

HANGİ KİTABI OKUYORUM PEKİ?
İş yerinden arkadaşım İbrahim’den aldığım kitabı, Ruhlar Dükkanı’nı okuyorum. Stephen King yazarı. İlk defa kendisinin bir kitabını okuyorum. Böyle isim yapmış bir yazarın kitabın okuduğum için heyecanlıyım. 560 sayfalık bir kitap. Ben daha 130’uncu sayfadayım. Kitap şu an için iyi gidiyor. Bittiğinde nasıl bir görüşe sahip olacağım kitap ve yazarı hakkında şimdiden merak ediyorum.

TAM BİR BURASI TÜRKİYE’LİK BİR DURUM…
Servisle akşamleyin eve geliyoruz. Yolun bir bölümünü kapatmışlar. Yolun kapanan bölümüne geldiğimizde merak edip baktım. “Yolda ne gibi bir çalışma yapıyorlar?” diye. İnanır mısınız kimsecikler yoktu. Onu bırak. Yolla ilgili bir çalışma olduğunu gösteren en ufak bir eşya bile yoktu. Kazmadır, kürektir falan. Yol öylesine bomboştu. Şimdi gel de, “Burası Türkiye” deme.

YUTKUNURKEN BOĞAZIM AĞRIYOR…
Bendeki bu durum hastalığın habercisidir. Öğlenden beri böyleyim. Yutkunmaya çalıştıkça boğazımda ağrı oluyor. Böyle durumlarda kendimi hemen ilaç koruması altına alırım. Ağrı kesici olarak Arveles, grip için Aferin içtim. Birkaç gün daha böyle devam etmem lazım. Hastalık daha başlamadan kapıda imha etmem lazım onu.

“KISACIK YAZIYORSUN”
     Bunu bana söyleyen iş yerinden arkadaşım Burcu’ydu. O sözü bana söylediğinden beri aklımdan çıkmıyor. “İnsan tam okumaya kendini kaptırmışken yazı bitiyor” demişti. Yazılarımı okuduğunu ilk defa o gün öğrendim. Yazılarımı okuyan arkadaşlarım arasında onun olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yazılarımı okumuş olması ve düşüncesini paylaşması çok hoşuma gitti. Burcu’nun söyledikleri üzerine çok düşündüm. 

     Gerçekten kısacık yazıyorum. Hemen bitiyor. Aslında bende uzun yazmak isterim. Ama o konu hakkında düşüncem o kadar. Daha fazla kelime yazmak için zorlasam bu sefer de tekrara girmiş olacağım. Tekrara girmekse benim bir yazıda en sevmediğim şeylerden biridir. Ben başkasının yazısını okurken tekrar bir bölümle karşılaştığımda sinirleniyorken kendim nasıl böyle bir şey yapardım. 

     Ama yazıların bu kısalığına da çözüm bulmam lazım. Yeni bir karar aldım. Madem ki bir konu hakkında en az 300 kelime yazamıyorum. O zaman bu kelime sayısını doldurana kadar o günkü gözüme çarpan her konuda yazmak. Bu yeni kararımı dün akşamki yazım ile uygulamaya koydum. Yeni aldığı kararları hemen uygulamaya geçirmek de bir sorunum yoktur. Önemli olan devamını getirmemdir. Bakalım ne zamana kadar bunu devam ettirebileceğim?

ARSIZLIKTA ARŞA ÇIKMIŞ DİLENCİ…
İş yerinde sohbet ederken konu dilencilere geldi. Herkes dilenciler hakkında ne duyduysa ve ne yaşadıysa onları anlattı. Nihan’ın anlattığı ve bizzat yaşadığı bir dilenci olayını anlatmak isterim sizlere. Zaten bu bahsettiğim konuşma geçer geçmez, “Blogda bunu da yaz. Tam bir blogluk konu” dediler. Alışveriş yapmak içim bir markete gidiyor Nihan. Kapıda bir dilenci. “Bana tavuk alır mısın?” diyor. Tavuk mu? Evet, tavuk. Bende ilk defa duyuyorum tavuk isteyen bir dilenciyi. 

     Nihan, “Bir an emin olamadım. Gerçekten ihtiyaç sahibi mi değil mi? Kimseye güvenemiyor insan” dedi. Yerden göğe kadar haklısın be Nihan. Ama yine de gönlü el vermemiş girmişler markete. Yanında gelen kadın başlamış, “Şundan da al, bundan da al” demeye. “Ne oluyoruz? Sadece tavuk alırım başka bir şey almam” demiş Nihan. “Sen iyi tavuğu almışsın. Ben öyle söyledikten sonra tavuğu bile almazdım” dedi Öznur. Ebru’nun olayı değerlendirdiği cümle ise bu yazının başlığını oluşturdu: “Dilenci, arsızlıkta arşa çıkmış”.

“ÇOK SİNİRLİ GÖRÜNÜYORSUN CEM ABİ”
Molaya çıktım. Merdivenlerden aşağıya iniyorum. Şeyma ile karşılaştık. İşte o karşılaşmamız sırasında söyledi bu cümleyi bana. Aslında hiç de sinirli değildim. Ama dışarıdan öyle görünüyormuşum demek ki. Beni tanımayanlar dışarıdan o halimi görünce hiç de iyi şeyler düşünmüyorlardır. Belki de, “Ne suratsız bir çocuk” diyorlardır.

TARÇINLI KARANFİLLİ ÜÇÜ BİR ARADA ÇIKMIŞ…
Kahve içen arkadaşlar söylediler bugün. “Tarçınlı karanfilli kahve çıkmış” diye. Nihan içmiş, hiç beğenmemiş. Bende daha önce damla sakızlısını içmeye çalışmıştım. Bir yudumdan sonra çöpe atmıştım. Aşağıda molada otururken Bahar’a söyledim. “Al da içelim o zaman” dedi. Bende bugün bir tane alıp verdim ona. İçti mi içmedi mi, beğendi mi beğenmedi mi yorumunu alamadım. İş çıkışına çok yakındı. Sorma fırsatım olmadı. Yarın soracağım kendisine.

“DIŞARIDAN ÇOK SAKİN GÖRÜNÜYORSUN”
Konu nereden geldiyse bana geldi. Şimdi tam hatırlamıyorum. “Dışarıdan çok sakin ve sessiz görünüyorsun” dedi Ebru. “Dışarıdan öyle görünüyorum ama birde bana sor. İçimde fırtınalar kopuyor” dedim. Gelecek endişesi yaşıyor bir kere insan. Şükür bugün çalışıyoruz. Ya sonra? Nereye kadar böyle gidecek? Günlük iş stresi sonra. Bir günün içinde değişik değişik psikolojilere sahip bir sürü insanla konuşuyorsun. 

     Her zaman sakin olman gerek. Alttan alman gerek. Kendine hakim olman gerek. Bunu sağlayabilmek kolay değil. Her gün bunun için bile ayrı bir stres söz konusu. Sonra geleceğe yönelik beklentilerin var. Bunların gerçekleşme olasılıklarının günbegün değişiklik göstermesi var. Bunları sadece ben yaşamıyorum. Herkesin kendi içinde sorunları var. Bu yazıyı okuyan senin bile kim bilir ne sorunların var. Evet, dışarıdan sakin görünüyorum. Gülüyorum. Devamlı güler yüzlüyüm. Ama ruh halim böyle soruların cevaplarıyla meşgul. Hiçbir insan dışarıdan göründüğü gibi değil. İnsanları sadece davranışlarıyla değerlendirmek hataya götürebiliyor bizi. O yüzden en iyisi yakından tanımak onu.




Beyine egzersiz yaptırmanın yolu: Okumak...


     Beyine egzersiz yaptırmanın yollarından biri de kitap okumakmış. Bir Tutam Karınca’nın son yazısında öğrendim bunu. Okuma için ayrıca motive eden bir bilgi oldu bu. Yazısını buradan okuyabilirsiniz.

     Yeni haftanın ilk günü geride kaldı. Bir pazartesi sendromunu daha atlattık. Kafamızı kaşıyacak vaktimiz yoktu. O kadar yoğunduk. Beklentimiz diğer günler yoğunluğun biraz olsun azalması.

     Evde yapılan çayın yerini dışarıda yapılan hiçbir şey çay tutmuyor.

beyin

     Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’nin yeni sezonu başladı. Birkaç skeç izledim. Berbattı. Kötü bir başlangıç yaptılar diyebilirim. Birde Yılmaz Erdoğan’ın hiç de güzel olmayan skeçler için tutup zili çalmasını hiç anlayamıyorum. Belki de bir taktiktir diyorum.

     Keşke bugün okula başlayanların arasında bizde olabilseydik. İnsanın en güzel dönemlerinden biriymiş okul hayatı. Metin öğretmenimiz, “Gün gelecek bu sıraları çok arayacaksınız” demişti. Doğruymuş be öğretmenim. Aranıyormuş.



Okuma ve yazma iştahım arttı...

      Kaç gündür yazmaya, okumaya doyamıyorum. Her gün yeni bi blog yazısı yazınca böyle oldu. Zihnimdeki kelimeler yetmiyor artık. Daha fazla kelime lazım, daha fazla. Daha fazla değişik hikaye, roman, köşe yazısı okumam lazım. Değişik yazım stilleri görmek ve kendimi geliştirmek için. Bakın siz de deneyin. Her gün düzenli olarak bir şeyler karalamaya başlayınca, canınız okumak isteyecek. Ve daha fazla yazmak. Yazmak bi tutku. Bu tutkuyu her gün yazarak beslerseniz daha da büyüdüğünü göreceksiniz.

  BELLİ BİR KONUDA YAZMIYORUM
     Benim belli bi temam yok yazarken. Yazacağım şeyi o anki ruh halim belirliyor. Bazen siyaset, bazen bir dizi, bir film bazen de sadece kendime ait bir şeyler yazıyorum. Ve bu durumdan büyük bir huzur duyuyorum. Çünkü kendimi ifade edebiliyorum. Hani içinde tutma, psikolojin bozulur gibi laflar ederler ya. Ben de içimde tutmuyorum işte. Yazıyorum. Bloğuma yazıyorum. Yetmiyor, diğer bloğuma yazıyorum. O da yetmiyor günlüğüme yazıyorum.
        DEVAMLI YAZMAK TUTKUSU
     Bir yazar söylemiş ama adı şimdi aklıma gelmiyor. "Yazın, devamlı yazın. Hatta duvarlara kömürle yazın". Bu sözü her okuduğumda durmadan yazmak istiyorum. Her an, her dakika yazmak. Olan her gelişmeyi not etmek. Küçük bir not defterim olsun istemişimdir hep. Özenmişimdir. Yanlarında hep not defterleri taşıyan yazarlara. O küçük not defterleri de beni yazmaya tahrik ederler. Gün gelir de geçimimi tamamen yazılarımla kazanırsam yaparım öyle bir şey.

Foto kaynak:www.pixabay.com

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Suc ve Ceza yarida kaldi...

    ise baslamadan once Suc ve Ceza romanina baslamistim. ilk baslarda cok bunaltti beni. Ama ortalara dogru belli bir standarta oturdu. Acikcasi ilerleyen sayfalarda ne olacak merak ediyorum. Ama okuyamiyorum. Sabah sekizde cikip,  gece on bir bucukta evde olursam nasil okuyabilirim ki? Zaten yorgunluktan oluyorum. Birak kitap okumayi, kolumu kaldirmaya halim olmuyor.
             BAYRAMDA OKUMAYA
                         DEVAM
   Aslinda, ben bir kitabi okumaya basladigim zaman yarida birakmayi sevmem. Birakirsam tamamen okumayi birakirim. Ama Suc ve Ceza oyle olmadi. Yarida biraktim. Bilerek, isteyerek. Ama devam etmek niyetiyle. Bir turlu geri donemedim. Devamli calis, calis. Ama bayram tatiliyle beraber onumde bir f irsat dogdu. Arefe gununden itibaren kurban bayrami tatilim basliyor. Bu 7 gunluk tatil boyunca hedef im:Kitabi bitirmek olacak.
             BELLi OKUMA SAATiM
                    OLACAK AMA
   Amasi: is yerinde belli calisma saatim yok. Kimi zaman aksam 18:00'de cikiyoruz. Ama cogunlukla da mesaiye kalip gece 22:30'da cikiyoruz. Siz de takdir edersiniz ki,  boyle belirsiz bir ortamda okumayi rayina oturtmak zor. Eger rayina oturtabilmis olsaydim, coktan Suc ve Ceza bitmis olurdu. "Bu kadar isin gucun arasinda niye kitap okumaya calisiyon ki. Sende bi alemsin" diyenler olabilir. Benim de cevabim su, boyle diyenlere: Okumak benim icin bir hobi. Okumak meditasyon gibi.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Akıcı bir yazı okunmaya doyulmaz...



    Akıcı bir yazı, tadindan yenmez bir yazidir. Okumaya doyamam. Onun icin, bir yazida ilk dikkat ettigim şey,  yazinin akici olmasidir. Yağ gibi akmasi lazim bir yazinin. Mesela; Hıncal Uluç ile Ayşe Özyılmazel'in yazilari öyledir. Okumaya baslar baslamaz, yazi alir götürür beni. Kendimi, her şeyi unutmus, sadece yaziya odaklanmis bulurum. Sizin de, böyle okumaya hayran oldugunuz yazarlar varsa paylasin. Böylesi yazarlari ben de çok tanimak isterim. Ne kadar böyle akici yazi yazan yazarlar okursak, o kadar iyi yazariz.
       Akici olmayan bir yazı insani yazidan sogutur. O yüzden önüme gelen her yazari okumam. Okuma dunyamdaki dengemi bozacak diye. Kimse kusura bakmasin. Okuma konusunda yazarlara ön yargili yaklasirim. "Acaba yazim dili nasildir?" diye, her yeni tanistigim yazarda kuşku duyarim. Ilk bir kac cumlesinden itibaren beni yakalarsa ne ala. Yoksa aldigim gibi yerine koyarim o kitabi. Romancilardan da Ayşe Kulin'i örnek verebilirim. Romanlarinda öyle bir akici dil kullanir ki. Kapilir gidersiniz o ahenge.
      Nefes Nefese romani, bu romanlarindan biridir Ayşe Kulin'in. Hatirliyorum da kelimeleri sanki yudum yudum su icermis gibi yutuyordum. Kitabi okurken, "Bu kitabi okumadan su fani dünyadan gocseydim yazik olurdu" bile dedim. Düşünün artik. Kelimelerin benim üzerimde nasil da hakimiyet kurduklarini. Kelimeler böyledir işte. Akici bir yazinin icinde bir araya gelen kelimeler, ruh dunyaniza girerler hemen. Ve üzerinden ne kadar yıllar gecse de unutamaz olursunuz, o kelimelerin size verdiği hazzı. Benim de tek amacim, burada anlattigim gibi akici yazilar yazan bir blogcu olmak. Şimdilik bu kadar. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=&page=2



Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Kitap okuyacağım da ne olacak???

      Yillarca okullarda, orda burda,  kitap okumamiz söylendi. Ama sadece soylendi. Biri cikip da, neden kitap okumamiz gerektigini soylemedi, anlatmadi. Bu cagda insanlara neyi, neden yapmaları gerekiyor izah etmeliyiz. Yoksa o adam, cani isterse kitap okuyor. "Bunlar entel, dantel işler" diyor. Adama kitap okuma bilinci asilamadigin zaman, adam da böyle konuşur tabi.
       Kitap okumayi zaman kaybı olarak gören çok. "Okuyacağım da elime ne geçecek?" diyor. Iste, bu soruyu soran adama, cevabi daha ilk baştan verilmeliydi. Bu ülkede, kitap okuma diye dersler olmalı. O derste her zaman, neden kitap okumaliyiz anlatilmali. Ve topluca kitap okunmali. Kitap okutmak, öğretmenin insiyatifinden alinmali. Istisnasiz, her zaman okunmasi sağlanmalı. Birine ne ekerseniz,  gelecekte onu bicersiniz.
       "Eğitim şart" diye klasiklesmis bir lafimiz var. Ama doğru. Her şeyin başı eğitim. Bir planlama yaparsınız. On yil, yirmi yıl sonrasi icin. Okuyan bir nesil yetistirirsin. Bunlar atla deve değil. Ama planlama lazim işte. Bizim millet olarak eksik olduğumuz sey. Genç, korpe beyinlere sadece, "Oku" demek yetmez. Neden okumasi gerektiği de anlatilmali. Bakin, görün o zaman. Simdikinden daha fazla genç okuyacak.
      Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up
      Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com.tr


Okumak serüvenimde yaşadıklarım...

       Bilmiyorum sizde de oluyor mu?Bazen durmadan okumak istiyorum.Sabahlara kadar.”Sadece yemek için ara vereyim devamlı okuyayım”diyorum.Ama bir zaman da geliyor ki canım hiç mi hiç okumak istemiyor.Sanki bir daha elim hiç kitaba gitmeyecekmiş gibi hissediyorum.İsterdim ki canım hiç sıkılmasın devamlı okuyayım.Bilmiyorum devamlı roman okumaktan dolayı mı böyle hissediyorum?
       Değişik türde kitaplar okumuş olsam bu sorun ortadan kalkar mı diye düşünmedim değil.O yüzden son olarak kütüphaneden aldığım kitapların hepsini roman olarak almadım.Bir tane günlük aldım.Bir tane inceleme kitabı aldım.Üçüncü kitabı da farklı alacaktım ama farklı bir şey bulamadım.Mecburen yine roman almak durumunda kaldım.İlk olarak günlükleri okuyarak başladım.Romanı en sona bıraktım.
       Günlük okumanın güzel yanı da:Kimin ismi geçiyorsa hemen google’a yazıp resmini görüyorsun.”Şu anda hakkında bahsedilen adam demek buymuş”diyorum.Romanda,sonuçta hayali bir karakter.Ne kadar hayal edebilirseniz tasvirinden o.Okuduğum günlük,yazar Muzaffer Buyrukçu’ya ait.Yazarlarla yaşadıklarını anlatmış.İlk sayfalarda şair Cemal Süreya ile olan yaşadıklarını anlatıyor.O ismini duyduğumuz büyük şairin normal hayatlarından kesitler sunuyor.Bu da heyecan verici.

Foto kaynak :www.sitebuilderreport.com/stock-up


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com