yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yazmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Çok kitap okuyan biri yazmıyorsa bence biraz eksiktir...

Çok kitap okuyanlar, bence kitap da yazmalılar. Ya da en azından blog açmalılar. Ya da daha olmadı günlük tutmalılar. Çok kitap okuyan biri, sadece okumakla kalmamalı bence, yazmalı. Eğer yazmazsa eksik kalır gibi geliyor bana. Ahmet Ümit’in son çıkan kitabı Yırtıcı Kuşlar Zamanı şu ana kadar ne kadar sattı diye merak ettim. Kitap Yurdu’nda 10,621 adet satılmış. İnstagram’da bir söze denk geldim. Başarının mutluluk getirmediğini, asıl mutlu olan birinin başarıya ulaştığını söylüyordu. Bugüne kadar bize böyle öğretilmedi. Biz hedefimize ulaşınca, başarınca mutlu olacağız diye programladık kendimizi. Evet, bunun üzerine düşünelim. Ya düşünüyorum da: Eskiden insanların böyle dertleri var mıydı? Mesela Osmanlı zamanında. Böyle bakmıyorlardı herhalde hayata?

Hasan Can Kaya'nın yazmaya olan tutkusunu dinlemek...

Hasan Can Kaya başarıya giden yolda neler yaşadığını anlatırken ve yazma işine olan tutkusunu anlatırken hayran hayran dinliyorum her zaman.

SONUNDA BİTİREBİLDİĞİM KİTAP…

Aydaki Kadın kitabını sonunda bitirdim. 5 üzerinden 3 verebilirim bu kitaba. Yaklaşık bir ayda anca bitirdim. Şimdi gelsin yeni kitap.

EFSANE OLACAK BİR MARŞ BEKLEDİM HEP…

Cumhuriyet’in 100. Yılı için yapılan marşlardan hiç birini beğenmedim. 10. Yıl marşı gibi unutulmaz marşlar bekliyorum ben.

GÜZEL BİR YARIŞMA…

360 kanalında Ben Bilirim adındaki bilgi yarışmasını izledik. Bence güzel bir yarışma. Ama sadece birazcık uzun gibi.

BÖYLE OLSA ÇALIŞMAK YİNE DE KOYAR MI BİZE?

Niye çalışmaktan bıkıyoruz? Neden çalışmak canımıza yetiyor? Günde 8 saat çalışıyor olsak ve hafta sonlarımız da tatil olsa, yine de çalışmaktan dert yanar mıyız böyle?

Şeytanlaşan insan, yeni bir deneyim için yazmak ve gülümseten bir dizi...

İtiraf kitabına devam ediyorum. Artık yavaş yavaş finale geliyoruz. Bir insanın nasıl şeytanlaşabileceğini görüyorsunuz.

GÜLÜMSEYEREK İZLEDİĞİM BİR DİZİ…

TRT 1’de Kendi Düşen Ağlamaz dizisini izledim biraz. İzlerken insanın içini sıcacık eden bir yanı var.

BEĞENDİĞİM SÖZLER DEFTERİ…

Ben de beğendiğim sözleri yazmak için bir alıntı defteri mi tutsam diyorum. Bu fikri aklıma sokan kişi biliyor kendini.

SIKAN BİR VİDEO…

Tepkikolik’te, “Bu videoları sadece kardeşler anlıyor” başlıklı videoyu yarıda bıraktım. Galiba sıkıldım.

YENİ BİR DENEYİM YAŞAMAK İÇİN YAZMAK…

Beyhan Budak, hikaye yazmamızı öneriyor. İçinde fantastik olayların da olabileceği. Farklı bir deneyim yaşamamız için, içimizdeki yazma yeteneği varsa onu çıkarmamız için.

24 SAATTEN DAHA NE KADAR DÜŞEBİLİR?

Artık bir gün 24 saatten azmış. 24 saatin bize neden yetmediği belli oldu. İşin esprisi bu tabi. Ama bu saat azalmaya devam ederse ne olacak?

DOĞRU DÜRÜST BİR İSİM KOY BE ELON…

Elon Musk yine çocuğunun ismini değiştirmiş. X’li miksli bir şey koymuş yine. Farklı olmak için illa isimlerde de farklı olmak gerekir mi?

BİZ DE UZAYLILARI GÖRECEK MİYİZ?

Ufolar yine dünya gündeminde. Tabi doğal olarak uzaylılar da. ABD’li eski Hava Kuvvetlerinde çalışan biri, “Ufo ve uzaylılar var” demiş. Şu fani dünyada uzaylıları da görecek miyiz?

YANAKTAN ÖPÜCÜK…

Twitter’da, Kendi Düşen Ağlamaz için yorum yapmış biri: “TRT 1’de yayınlanan Kendi Düşen Ağlamaz dizisinde en fazla yanaktan öpücük görebilirsiniz” diye. Evet, doğru diyor. Açıkçası ben bundan memnunum.

İYİ GÜZEL DE BEN 05:00’TE KALKAMAM Kİ…

Başak Sayan, YouTube kanalındaki videosunda sabah 05:00’te kalkmanın önemini anlatıyordu. Anlattıkları mantıklı geldi. Ama ben o saatte kalkamam.

BÖYLE DEVAM GÜZEL İNSAN…

Beyhan Budak son sürat YouTube videolarına devam ediyor. Kendisini seven ve kanalını takip eden biri olarak bu durumdan çok memnunum.

HALUK TATAR’IN UZAYLI VE UFOLU VİDEOSU…

Haluk Tatar da uzaylılarla ilgili bir video yapmış. Canlı yayın. En başından bugüne ufo ve uzaylıları, kronolojik olarak anlatmış. Bazı yerlerinde de çok güldüm. Esprili de anlatıyor.

BAY KEMAL, KARAGÜMRÜK YANIYOR SÖYLERSE…

Yapay zeka ile Kemal Kılıçdaroğlu’na, Karagümrük Yanıyor şarkısını söyletmişler. Biraz dinledim. Gideri var, dinlenebilir.

MOĞOLİSTAN STARBUCKS…

Starbucks, ta gitmiş Moğolistan’a şube açmış. Her yer bitti de orası mı kaldı be insanlar. Oraların kültürünü de bozmayın yahu.

İLK DEFA KONUDAN KONUYA GEÇEN BİR VİDEO…

Evrim Ağacı YouTube kanalının ilk defa bir video da birden fazla konuya değindiğini gördüm. Deprem tahmini, uzaylı sinyali ve aspartam konularına değinmiş. Yaklaşık 17 dakikalık bir video.

BİR GÜN GERİYE KALACAKLAR…

Nietzsche’nin ölmeden önceki son görüntülerini izledim. Hüzünlendiriciydi. Bir gün bizden de geriye videolar, fotoğraflar ve yazılar kalacak.

BU HABERE ÜZÜLDÜM…

Tarık Akan ve Kemal Sunal, küs ayrıldılar diye bir haber gördüm. İnsanlar elbette anlaşamazlar. Ama bu büyük iki ismin kırgın ayrılmaları üzüyor insanı.

 

 

 

 

Yazmadan geçen bir günüm için artık moralim bozulmayacak çünkü...

     Nil Karaibrahimgil’in, Hürriyet’teki yazısı harikaydı. Yazı yazmadığım ve okumadığım bir günü kayıp olarak görürüm ben. Ve o gün için moralim bozulur. “Moraliniz bozulmasın” diyor Nil. Erykah Badu, bir röportajında, “Çalışmadığım zamanlarda, çalışmıyor değilim, o zamanlarda indiriyorum” demiş. Peki neyi indiriyor? Nil açıklamış onu da. “Hayatı, söylenenleri, aklına gelenleri, şahit olduklarını, gördüğü yerleri… Sonra o indirdiklerinden bir şarkı yapacak” işte bu yazıyı okuyunca içim rahatladı benim de. Bundan sonra yazamadığım günler için moralim bozulmayacak.

DOLAR 9 OLDU…

    8,95’ten sonra bir süre oralarda takılan Dolar 9 lira oldu. Şu anda Twitter’da bir numaralı konu bu. Muhalifler ve yandaşların tweet savaşı kıyasıya devam ediyor.

 

Medium'a değil de duvara yazıyorum sanki...

     Medium’da da yazıyorum buranın dışında. Ama orada yazdığım son yazılarda hiç okunmadı yazılarım. Bir kere bile olsun. Gerçi diğer yazılarımın da çok okunduğu yoktu. Ama hiç olmazsa okunuyordu yine de. Bu son yazdıklarımda ise bir kere bile okunmadı. Hani, “Sanki duvara konuşuyorum” derler ya. Ben de sanki duvara karşı yazıyorum. Hiç tık yok istatistiklerde.

NEREDE BU DÜZCE?   

     Bayramın birinci günü yani dün Düzce sokaklarındaydık kardeşimle. Ama Düzce’de kalabalık yoktu. “İnsan yok gibi Düzce’de” dedim kardeşime. “Hepsi Akçakoca’da denizdedirler ya da kurban kesme ve dağıtma telaşındadırlar” dedi. “Ben de kavurma yapma telaşındadırlar” dedim.

7/24 HAMBURGER YEMEK…

     Burger King’e gidip hamburger yedik. Sanki 7 gün 24 saat hamburger yiyebilirmişim gibi hissettim o an. Hep bu zararlı şeyler niye bu kadar güzel olmak zorundalar. Patates kızartması ve buz gibi kolası. İnsanı kendinden geçiriyor.

GARSON GİBİ GARSON…

     Çay içmek için gittiğimiz kafeden kalkarken garson, “İyi bayramlar, iyi akşamlar” diledi bize. Çok güleç bir yüzle. İçten gelerek. O an imrendim o garsona. Mutlu etti beni. “Ben de çağrılarda müşterilere böyle davranabilsem” dedim içimden. Davrandıklarım oluyor elbette. Ama genele yayamıyorum. Çağrı merkezi doğası gereği tartışmaya açık bir sektör. Acaba onlar müşterilerle sorun yaşadıklarında nasıl tepki veriyorlar? Biz yine telefondayız. Onlar yüz yüze. Onlar için daha zor olsa gerek.

SAAT KULESİ MERAKI…

     Bizim ülkemizdeki bu saat kulesi yapma merakı nedir? Neredeyse her ilimiz saat kulesi yapma yarışına giriyorlar. Biriniz de farklı bir şey yapın. Orijinal olun.

HİÇ UMUDUM YOK PSV MAÇI İÇİN…

     Bu akşam 2. Ön Eleme ilk maçında Galatasaray deplasmanda PSV ile karşılaşacak. Yine transferler yetişmedi. Her sene olduğu gibi. Yeni yönetim geldi. Onda da transferin bu kaderi değişmedi. Geçen seneki kadro ile çıkacağız. Benim hiç ümidim yok. Bunu bir Galatasaray’lı olarak söylüyorum. Maç TV8’den yayınlanacakmış. Rahat rahat izleyeceğiz maçı. İşte bu güzel haber.

 

Blogda daha güzel yazılar yazmam için kat etmem gereken daha çok yol var...


      Blog arkadaşlarımın bloglarındaki yazılarını okuyorum. Hayran kalıyorum. O kadar güzel yazıyorlar ki. “Keşke bende duygularımı bu kadar güzel ifade edebilsem” diyorum. Ve diyorum ki: “Sen güzel yazmıyorsun oğlum. Daha senin kırk fırın ekmek yemen lazım”. Belki de böyle hissetmemin nedeni: Kitaplarla fazla haşır neşir olmamaktır. 

     Hiçbir zaman düzenli bir kitap okuru olmadım. Bazı zamanlar çok düzenli okudum. Ama an geldi sıkıldım. Uzunca bir süre kitabı elime almadım. Sonra özledim tekrar okumayı. Ve başladım yeni bir kitaba. Benim için okuma dünyamdaki döngü buydu hep. İstikrarlı değildim okumada. 

yazmak
foto kaynak: https://unsplash.com/photos/o032ZyI93GY

     Devamlı kitap okuyanların yazdıkları yazılar o kadar güzel oluyor ki. İnsan okumaya doyamıyor. Ben böyle okumaya doyulmayan yazılar yazdığımı pek düşünmüyorum. En azından genelinde. Ben daha çok yazmaya önem verdim. Elimden geldiğince yazdım. Bir ara haftada bir yazıyordum. Sonra ayda bir. Ama aldığım en son karar ile günlük yazmaya başladım. 

     Kısacık da olsa bir şeyler yazmalıydım. Kendimi zorlamalıydım. Böyle düşünerek yazmada bir istikrar tutturdum. Ama bu sefer de okumayı çok boşladım. Böyle olmaz diyerek okumaya tekrar başladım.

GÜNLÜK KİTAP OKUMALIYIM, BİR SAYFADA OLSA…
Kitapsız geçen günlerim için kendime çok kızıyorum. Günlük yazı yazmak gibi niye günlük okuma hedefimi bir türlü tutturamıyorum. Pazartesinden beri bu kızgınlığımın verdiği enerjiyle her akşam tekrardan kitap okumaya başladım. “Bir sayfada olsa okuyacağım” dedim. Önemli olan o günü pas geçmemek. Ki dün akşam tam da böyle oldu. Üç sayfa falan okudum. Ama hiç olmazsa demoralize olmamış oldum. Pazartesiden beri başlayan seriyi bozmadığım için moralli yattım yatağıma.

okumak
foto kaynak: https://unsplash.com/photos/WY_J0_9sVFg

HANGİ KİTABI OKUYORUM PEKİ?
İş yerinden arkadaşım İbrahim’den aldığım kitabı, Ruhlar Dükkanı’nı okuyorum. Stephen King yazarı. İlk defa kendisinin bir kitabını okuyorum. Böyle isim yapmış bir yazarın kitabın okuduğum için heyecanlıyım. 560 sayfalık bir kitap. Ben daha 130’uncu sayfadayım. Kitap şu an için iyi gidiyor. Bittiğinde nasıl bir görüşe sahip olacağım kitap ve yazarı hakkında şimdiden merak ediyorum.

TAM BİR BURASI TÜRKİYE’LİK BİR DURUM…
Servisle akşamleyin eve geliyoruz. Yolun bir bölümünü kapatmışlar. Yolun kapanan bölümüne geldiğimizde merak edip baktım. “Yolda ne gibi bir çalışma yapıyorlar?” diye. İnanır mısınız kimsecikler yoktu. Onu bırak. Yolla ilgili bir çalışma olduğunu gösteren en ufak bir eşya bile yoktu. Kazmadır, kürektir falan. Yol öylesine bomboştu. Şimdi gel de, “Burası Türkiye” deme.

YUTKUNURKEN BOĞAZIM AĞRIYOR…
Bendeki bu durum hastalığın habercisidir. Öğlenden beri böyleyim. Yutkunmaya çalıştıkça boğazımda ağrı oluyor. Böyle durumlarda kendimi hemen ilaç koruması altına alırım. Ağrı kesici olarak Arveles, grip için Aferin içtim. Birkaç gün daha böyle devam etmem lazım. Hastalık daha başlamadan kapıda imha etmem lazım onu.

“KISACIK YAZIYORSUN”
     Bunu bana söyleyen iş yerinden arkadaşım Burcu’ydu. O sözü bana söylediğinden beri aklımdan çıkmıyor. “İnsan tam okumaya kendini kaptırmışken yazı bitiyor” demişti. Yazılarımı okuduğunu ilk defa o gün öğrendim. Yazılarımı okuyan arkadaşlarım arasında onun olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yazılarımı okumuş olması ve düşüncesini paylaşması çok hoşuma gitti. Burcu’nun söyledikleri üzerine çok düşündüm. 

     Gerçekten kısacık yazıyorum. Hemen bitiyor. Aslında bende uzun yazmak isterim. Ama o konu hakkında düşüncem o kadar. Daha fazla kelime yazmak için zorlasam bu sefer de tekrara girmiş olacağım. Tekrara girmekse benim bir yazıda en sevmediğim şeylerden biridir. Ben başkasının yazısını okurken tekrar bir bölümle karşılaştığımda sinirleniyorken kendim nasıl böyle bir şey yapardım. 

     Ama yazıların bu kısalığına da çözüm bulmam lazım. Yeni bir karar aldım. Madem ki bir konu hakkında en az 300 kelime yazamıyorum. O zaman bu kelime sayısını doldurana kadar o günkü gözüme çarpan her konuda yazmak. Bu yeni kararımı dün akşamki yazım ile uygulamaya koydum. Yeni aldığı kararları hemen uygulamaya geçirmek de bir sorunum yoktur. Önemli olan devamını getirmemdir. Bakalım ne zamana kadar bunu devam ettirebileceğim?

ARSIZLIKTA ARŞA ÇIKMIŞ DİLENCİ…
İş yerinde sohbet ederken konu dilencilere geldi. Herkes dilenciler hakkında ne duyduysa ve ne yaşadıysa onları anlattı. Nihan’ın anlattığı ve bizzat yaşadığı bir dilenci olayını anlatmak isterim sizlere. Zaten bu bahsettiğim konuşma geçer geçmez, “Blogda bunu da yaz. Tam bir blogluk konu” dediler. Alışveriş yapmak içim bir markete gidiyor Nihan. Kapıda bir dilenci. “Bana tavuk alır mısın?” diyor. Tavuk mu? Evet, tavuk. Bende ilk defa duyuyorum tavuk isteyen bir dilenciyi. 

     Nihan, “Bir an emin olamadım. Gerçekten ihtiyaç sahibi mi değil mi? Kimseye güvenemiyor insan” dedi. Yerden göğe kadar haklısın be Nihan. Ama yine de gönlü el vermemiş girmişler markete. Yanında gelen kadın başlamış, “Şundan da al, bundan da al” demeye. “Ne oluyoruz? Sadece tavuk alırım başka bir şey almam” demiş Nihan. “Sen iyi tavuğu almışsın. Ben öyle söyledikten sonra tavuğu bile almazdım” dedi Öznur. Ebru’nun olayı değerlendirdiği cümle ise bu yazının başlığını oluşturdu: “Dilenci, arsızlıkta arşa çıkmış”.

“ÇOK SİNİRLİ GÖRÜNÜYORSUN CEM ABİ”
Molaya çıktım. Merdivenlerden aşağıya iniyorum. Şeyma ile karşılaştık. İşte o karşılaşmamız sırasında söyledi bu cümleyi bana. Aslında hiç de sinirli değildim. Ama dışarıdan öyle görünüyormuşum demek ki. Beni tanımayanlar dışarıdan o halimi görünce hiç de iyi şeyler düşünmüyorlardır. Belki de, “Ne suratsız bir çocuk” diyorlardır.

TARÇINLI KARANFİLLİ ÜÇÜ BİR ARADA ÇIKMIŞ…
Kahve içen arkadaşlar söylediler bugün. “Tarçınlı karanfilli kahve çıkmış” diye. Nihan içmiş, hiç beğenmemiş. Bende daha önce damla sakızlısını içmeye çalışmıştım. Bir yudumdan sonra çöpe atmıştım. Aşağıda molada otururken Bahar’a söyledim. “Al da içelim o zaman” dedi. Bende bugün bir tane alıp verdim ona. İçti mi içmedi mi, beğendi mi beğenmedi mi yorumunu alamadım. İş çıkışına çok yakındı. Sorma fırsatım olmadı. Yarın soracağım kendisine.

“DIŞARIDAN ÇOK SAKİN GÖRÜNÜYORSUN”
Konu nereden geldiyse bana geldi. Şimdi tam hatırlamıyorum. “Dışarıdan çok sakin ve sessiz görünüyorsun” dedi Ebru. “Dışarıdan öyle görünüyorum ama birde bana sor. İçimde fırtınalar kopuyor” dedim. Gelecek endişesi yaşıyor bir kere insan. Şükür bugün çalışıyoruz. Ya sonra? Nereye kadar böyle gidecek? Günlük iş stresi sonra. Bir günün içinde değişik değişik psikolojilere sahip bir sürü insanla konuşuyorsun. 

     Her zaman sakin olman gerek. Alttan alman gerek. Kendine hakim olman gerek. Bunu sağlayabilmek kolay değil. Her gün bunun için bile ayrı bir stres söz konusu. Sonra geleceğe yönelik beklentilerin var. Bunların gerçekleşme olasılıklarının günbegün değişiklik göstermesi var. Bunları sadece ben yaşamıyorum. Herkesin kendi içinde sorunları var. Bu yazıyı okuyan senin bile kim bilir ne sorunların var. Evet, dışarıdan sakin görünüyorum. Gülüyorum. Devamlı güler yüzlüyüm. Ama ruh halim böyle soruların cevaplarıyla meşgul. Hiçbir insan dışarıdan göründüğü gibi değil. İnsanları sadece davranışlarıyla değerlendirmek hataya götürebiliyor bizi. O yüzden en iyisi yakından tanımak onu.




Hangi konuda yazmak beni mutlu eder?


     Sıkılıyorum. Yazmaktan değil ama yazdığım konulardan. Bir konunun üzerine çok yoğunlaşırsam, birkaç yazı sonra sıkılıyorum.
Son yazılarım medya ve güncel konular üzerineydi. Bir anda bu tür yazılarım sevimsiz geldi bana. Hemen kendi hayatımdan ya da yazmaktan, okumaktan yazmak istedim.

     Aslında kendi hayatımdan konuşmayı da yazmayı da sevmem. Ama bu blog ile beraber kendimden biraz biraz bahseder oldum.
Bu blog sayesinde başkalarının hayatını okumaktan da zevk aldığımı öğrendim. Genelde kendi hayatında olup bitenleri yazan bloglar favorilerim oldu.

     Kendi hayatını yazan blog olarak ilk Evren Günlüğü’nü gördüm. Bir insanın nasıl kendi hayatını çok güzel anlatabildiğine tanık oldum.

     Çok da ilgi çekici başlıklar kullanıyor Evren Günlüğü. Başlık çekiyor ilk başta insanı. Bazen kısacık yazmasına rağmen, o bile çok anlamlı oluyor.

     Ama sorun şu ki: Devamlı kendi hayatımı yazdığımda da bir süre sonra ondan da sıkılıyorum. Yahu benim devamlı üzerine yazacağım bir konu olmayacak mı?

     Yazmayı seviyorum. Bazen sadece yazmak için saçma şeyler yazmalı diye düşünüyorum. Ama birde ne üzerine yazabileceğime bir karar versem.

     Karar vermek yanlış oldu. Ruhumun devamlı ne yazarsam mutlu olacağını bir keşfedilsem. Belki de yazı dünyasında benim payıma düşen budur.

     Konular arasında, ordan oraya savrulmak. Belki de sadece bir konu üzerine yazamayacağımı kabullenmeliyim.


Son ana kadar yazan bir yazar: Güngör Uras...


Güngör Uras

     Güngör Uras hayatını kaybetmiş. Kendisi sevdiğim bir ekonomi yazarıydı. Devamlı yazılarını takip ettiğimi söyleyemem. Denk geldikçe okurdum yazılarını. Ama daha çok Ntv’deki ekonomi programlarına bakmışlığım vardır. Hatta bir keresinde canlı yayını bir lokantadan yapmışlardı. Oradaki lokantacının ve yemeğe gelenlerin görüşlerini almışlardı. Taziye mesajlarından birinde son ana kadar kalemini bırakmadığı söyleniyordu. Bende böyle olmak isterim. Belki ünlü bir yazar olamayacağım. Belki de yazı hayatım bu blog ile sınırlı kalacak. Her iki şekilde de ömrümün son anına kadar yazmak isterim. Çetin Altan da son anına kadar yazmış. Hatta dünyanın en çok köşe yazısı yazan, yazarlardan olduğu söyleniyor. Bende böyle anılmak isterim. Yorumlarınızı hemen alttaki yorum bölümünden bırakabilirsiniz. Ayrıca İzleyiciler bölümünden de beni takibe alabilirsiniz.

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/person-uses-pen-on-book-1061576/

Gülse Birsel nasıl yazıyor?

Gülse Birsel

     Gülse Birsel yazılarını takip ederim. Ama öyle sıkı bir takipçisi olduğumu söyleyemem. Kendisine Avrupa Yakası’ndan dolayı bir sempatim var. Aynı sempatiyi yazılarında da duyarım diye düşünüyordum. Ama düşündüğüm gibi olmadı. Yazıları o kadar tat vermiyor bana nedense. Ama bazı yazıları var ki çok hoşuma gidiyor. Bunlardan biri de size şimdi bahsedeceğim bu yazısı oldu. Yazısında o çok merak ettiğimiz soruya yanıt vermiş. Bir yazar nasıl yazar sorusuna. Verdiği cevap beni motive etti. Yazmanın yetenekle ilgili olmadığını, önemli olanın istemek ve devamlı çalışmak olduğunu söylüyor. Ben yazısını zevkle okudum. Sizin de okumanız için şuraya bırakıyorum. Birde siz okuyun bakalım. Siz ne diyeceksiniz?

Foto kaynak: https://www.pexels.com/photo/brown-notebook-in-between-of-a-type-writer-and-gray-and-black-camera-220135/

Yazmak rahatlatır. İnanmıyorsan dene...

     Yazmak, duyguların paylaşımıdır. Duyguları paylaşmanın farklı yolları var. En çok kullandığımız konuşmaktır. Ama her zaman konuşmak da istemiyor ki insan. Bazen sadece susmak istiyor. Hiçbir kimseye laf anlatmamak. Hatta kimsenin kendisine, soru sormamasını bile istiyor. O anlarda, soru sorulmasına bile sinir oluyor. İşte bu gibi durumlarda başka bir alternatif yol da, yazmaktır. İnsan konuşmak istemez ama, yine de paylaşmak ister. Kimsenin olmadığı bir odaya geçersin. Yalnız kalırsın. Kalemini kağıdını alırsın önüne. Artık yazmak için her şey hazırdır. Başlarsın yazmaya. Aklını meşgul eden şeyleri. Seni kötü hissettiren şeyleri. Hayata küstüren şeyleri. Yanlış giden şeyleri. Kendine bir dokunduğunda bin yazarsın. Görürsün ki yazmak rahatlatır.

                                   KENDİNE SÖYLEMEKTEN KORKTUĞUN ŞEYLERİ BİLE YAZ
     Bakın, yazmak büyük bir özgürlüktür aslında. O kağıtla baş başa kaldığında, aklına gelen her şeyi ama her şeyi kağıda dökebilirsin. Sınırın yoktur. Kendi hayatında olan veya olması gereken şeyleri, büyük bir rahatlıkla yazarsın. Her zaman rahat da yazamazsın tabi. Kendine bile söylemek istemediğin şeyleri, rahatsız bir şekilde kaleme alabilirsin. Ama o rahatsız olduğun şeyleri yazarken bile, etrafı yine de kolaçan edersin. Aniden biri içeri girer de, yazdıklarını okur diye. Bakın, öyle durumlarda benim bir önerim var. O kimsenin okumamasını istediğiniz şeyi, yine de yazın. Ama sonra saklamayın. O kağıdı yırtın atın. Önemli olan yazıp rahatlamanızdır. “Acaba kimsenin eline geçer mi?” diye tedirginlik duymanız değil.
                                                    YAZARAK DEŞARJ OLMAYI Bİ DENE
     Bazen hayat çok bozuyor, çok bunaltıyor bizi. Doluyor doluyor ve taşıyoruz. İşte bu gibi durumlar, deşarj olmayı gerektiren anlardır. Hani, bazen ağlarsın ve rahatlarsın ya. Bu gibi durumlarda da ya çok yakın bir arkadaşınla dertleşirsin. Saatlerce konuşursun. O en yakınından destek alırsın. O saatlerde rahatlarsın, kendini deşarj edersin. Ve tekrar hayat yoluna devam edersin. Ama yalnızlıkta ihtiyaçtır. Bazen en yakın arkadaşının yanında olması bile kesmez seni. Yalnız kalıp kendin düşünmek, kendin yüzleşmek istersin olanlarla. İşte tam bu noktada, kendinle yüzleşmeni en iyi sağlayacak yollardan biridir yazmak. Yazdıkların ayna tutar içindekilere, kafandakilere ve kalbindekilere. Daha önce yazarak deşarj olmayı hiç denemeyenler varsa eğer onlara, “Bi deneyin” derim. Yazmak rahatlatır.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

1000 kelime yazma çılgınlığı...

     Okumakla ilgili çok şeyler söylendi. Hala da söyleniyor. Ben de bu söylenenleri takip ediyorum. Genelde edebiyat sitelerinden. Büyük yazarlar okunma üzerine neler söylemiş. Okuyorum ve onları kulağıma küpe yapmaya çalışıyorum. Tabi sadece okumak üzerine olanları değil. Bir de yazmak. Yazmak üzerine de yazılanları bir solukta okurum. Büyük yazarların öğütlerini okuduğunuzda farkediyorsunuz ki, her yiğidin yoğurt yiyişi farklı. Bizim gibi yeni nesil yazarlar için önemli olan, bu öğütleri tutup kendi yazma şeklimizi yakalamak. Ben daha kendi yazım sitilimi bulamadım. Bu nedenle sürekli yazmaya çalışıyorum. Yazdıkça sitilimi bulacağıma inanıyorum. Yazdıkça insan açılıyor. İlk başlarda 150 kelimeyi zor buluyordum. Sonra sonra açıldım.

                                              1000 KELİME YAZIYORMUŞ ADAM
     Şimdi de 300 kelimeyi bulmakta zorlanıyorum. Bu daha fazla kelime ile yazma konusunda bir yazı okumuştum. O yazı beni çok cesaretlendirdi diyebilirim. Yazma konusunda da cesaret gerekiyor insana. “Sen yaparsın, edersin” gibilerinden pohpohlamalar iyi oluyor. O yazının başlığı da çok ilgi çekiciydi. “1000 kelime nasıl yazmaya başladım?” gibilerinden bir başlıktı. Ben balıklama atladım tabi. Hemen tık tık yaptım. Yazının sonunda, “Adam yazmış abi ya” dedim. Başlık boşa atılmış bir başlık değildi yani. Dolu dolu bir içerikti. O yazıyı okuduktan sonra kendime bir güven geldi, bir güven geldi ki sormayın. “Tamam lan. Ben de bundan sonra daha fazla yazmaya çalışacağım” dedim.
                                                ARTIK 300 KELİME YAZIYORUM
     Tabi hemen 1000 kelime yazmaya başlamadım. Zaten yazamam da. Şu anki yazıyı yazarken bile kıvranırken 1000 kelimenin altından nasıl kalkarım? Ben blogda genelde 150 kelime yazıyordum. Evet, az olduğunu biliyordum. Seo açısından da iyi olmadığını biliyordum. Ama ne yaparsın? O kadar çıkıyordu. O yazıyı okuduktan sonra ben de yazılarımda 300 kelimeyi hedefler oldum. Artık o günden beri 300 kelime yazıyorum. Hayalim 1000 kelime yazabilmek tabi. Ama hiç mi hiç, kolay bir şey değil. Dışardan görenler, “Alt tarafı bir yazı. Ne olacak ki?” diyebilir. Şu yazı için bile, bir saat klavyede parmaklarım dans ederken, 1000 kelimeyi hiç düşünemiyorum.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Yazmak için ilhamın keyfinin gelmesini mi bekleyeceğiz?

      Herkesin yazma rutini farklıdır. Doğal olarak benim de farklı. Ben defterin ya da bilgisayarın başına yazmak için ne zaman otururum? Benim yazmam için acayip gelebilir ama sinirlenmem gerekiyor. O an kelimeler patır patır dökülüyor. Bu yazma rutinim daha çok günlük olaylar hakkında yazarken oluyor. Bir haber izliyorum ya da bir şey okuyorum. O an o habere sinirlendiysem hemen bunu yazarak dile getirmek istiyorum. Benim ilhamım da böyle geliyor. Hani derler ya hep, “Yazmak psikolojik olarak rahatlatır” diye. Gerçekten de rahatlıyorum. Yazarak rahatlamak sadece bu tip konularda değil tabi. Özellikle moraliniz çok bozuk olduğunda yazın. Rahatladığınızı hissedeceksiniz ve buna şaşıracaksınız.

                                                 YAZI BAŞINA NASIL OTURURUM?
       Yani, “Hadi ben oturayım da bir şeyler yazayım” deyince olmuyor, yazılmıyor. Yazmak için bir nedenim olmalı. Beni isyan ettiren, “Bu daha düzelmeyecek mi?” dediğim şeyler olmalı. Ya da bir diziye yeni bir oyuncu girmesi. Bu da yazı başına oturmamı sağlayabilir. “Bu olmamış” demişsem eğer, neden olamayacağını yazarım hemen. Zaten o an kafamda belirmiştir neden olmayacağı. Benim için sadece o andan sonra yazı başına oturmak kalır. Blog yazmaya başlayıncaya kadar bu böyleydi. Gerçi hala öyle de. Artık yazarken bunun dışındaki bir durumda da zevk almaya başladım. Yeni öğrendiğim bir bilgiyi paylaşmak bu durum. Bunun üzerine birkaç yazı yazdım.
                                               ÖĞRENDİĞİM YENİ BİLGİYİ YAZIYORUM
        Okuduğum bloglarla ilgili yazılarda hep okumuşumdur, “Blog sizi yeni şeyler öğrenmeye iter” diye. Ama o durum bana pek inandırıcı gelmiyordu. Çünkü biri blog yazmaya başladı diye yeni şeyler öğrenmez. Ya da yeni bir hobi edinmez. Bir hobisi vardır ya da öğrenmeye meraklıdır o yüzden blog açmıştır. Ama son bir haftadır bu görüşüm değişti. Mesela bir haber izliyorum ya da program. Ordaki konuşulan konu hakkında edindiğim bilgileri blogda yazarak herkesle paylaşmak istiyorum. Dediğim bu stili diğer bloğumda uyguluyorum. Ama ona her zaman yazı girme fırsatı bulamıyorum. Benim için ilk etapta önemli olan şu an okuduğunuz bloğumdur. Tabi bu bloğum için de araştırma ve okumalar yapıyorum. Takip ettiğim üç edebiyat sitesi var. Günlük olarak o sitelerden okumalar yapıyorum. Ve ordan edindiğim bilgiler ile bloğumda sizlere bu yazıları yazıyorum.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Günlükten bloğa yazı hayatım...

      Yazım dünyam nasıl gelişti,nasıl evrildi? Biraz bundan bahsedelim istiyorum. Siz de kendinizi bir sorgulayın bakalım. İlk olarak ne tür bir yazı yazdınız? Hikaye mi, günlük mü, şiir mi? Ben ilk olarak hikaye yazmayı çok arzu ederdim. Çünkü büyük yazarlar daha çocuk yaşlarda küçük küçük hikayeler yazmaya başlarlarmış. Sırf bu yüzden isterdim ilk olarak hikaye yazabilmeyi. Ben yazı dünyasına ilk olarak günlük ile başladım. Ama her gün farklı olaylar olmuyordu ki, günlüğe farklı şeyler yazalım. Günlüğe her gün aynı şeyleri yazıp duruyordum. Sabah kalktım. Okula gittim. Okuldan geldim. Ders yaptım. Televizyona baktım ve yattım. Bir süre sonra beni sıkmaya başladı.
                                        YAZIMDA FARKLI BİR MEKAN: KOMPOZİSYON
       Ondan sonra bir ara yazı dünyasından koptum. Yazı yazmaz oldum. sonra kompozisyon dersi girdi hayatıma. Günlüğün dışında farklı bir şey yazdığım bir dersti kompozisyon dersi. Artık atasözleri hakkında yazıyordum. Kendi sınırlı dünyamın dışına çıkmıştım. Köyünden ya da mahallenden yaşadığın ilin merkezine gitmek gibi bir şeydi kompozisyon yazmak. Lise son sınıfta yıllardır kompozisyon yazmanın en büyük notunu almıştım seksen ile. Sonraları evde kendi kendime atasözleri açıklayan kompozisyonlar yazmayı düşündüm. Ama o kompozisyonları değerlendirecek bir öğretmenim olmayacağı için çekici gelmedi bana evde kompozisyon yazmak. Ama yine de yazmak istiyordum. İçimde yazmak isteği vardı, ne yapacaktım? Evet, o günlerde köşe yazılarını okumaya başlamıştım.

                                                    ARTIK KÖŞE YAZISI YAZACAKTIM
          Okuduğum köşe yazıları bana ne yazacağım konusu hakkında bir fener görevi gördüler. Evet, bundan sonra ben de kendimce köşe yazısı yazmalıydım. Haberleri izliyor, tartışma programlarını kaçırmıyordum. Yani köşe yazabilecek az buçuk bir birikimim vardı. Sadece köşe yazısı yazacağım bir defter edindim. Ve genelde günlük yazmaya dikkat ederek yazmaya başladım. O gün gündem neyse ben de gündemi kendimce yorumluyordum. Mesela bir yaz ayını hatırlıyorum. Devamlı orman yangınları haberleri vardı. “Şu orman yangınları meselesini bir önleyemediler” diye bir asabiyetle yazı yazmıştım. Bunun gibi şeyler yani. Kimi zaman futbol. Yazılarımda futbol hakkında kehanetlerde bulunmayı da çok seviyordum. Kimisi çıkıyordu, kimisi çıkmıyordu o ayrı.
                                                      SON DURAK: BLOG YAZMAK
         Ve son olarak şu an okuduğunuz bu bloğa düştü yolum. Artık bir yıldan fazla bir süredir mekanım bu blog oldu. Artık sevindiğimde, üzüldüğümde bu bloğa yazar oldum içimden geçenleri bir bir. Bloğun güzel yanı herkes tarafından okunur olması. Hani öyle çok okunma sayılarına ulaşmadım. Popüler bir blog olmak istemediğim anlaşılmasın. Kim istemezki popüler olmayı. Yazısının daha büyük kitleler tarafından okunmasını, yorumlanmasını. Burası er meydanı. Kendini sınadığın bir mecra. Belki size abartı gibi gelebilir ama. Benim için yazımı bir kişinin okuması bile çok güzel, çok memnun edici bir durum. Yazdığım yazıyı okuyup benim hissettiğim duyguyu hissediyorsa bir kişi benim için o yazı amacına ulaşmıştır.

Foto kaynak:pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com



Kompozisyon dersi edebiyat parçalamak mı demek?

       Ben ilk yazılarımı günlüğüme yazmıştım. Ondan sonra farklı bir yazı çeşidi olarak kompozisyon dersi girdi yazın dünyama. Bu ders sayesinde farklı konularda yazmaya başladım. Genelde atasözleri üzerine yazardık. Sakla samanı gelir zamanı gibi. Benim lisedeki sıra arkadaşım, “Yine edebiyat parçalayacağız” derdi kompozisyon dersleri için. Böyle demesi hoşuma giderdi. O şaka olsun diye böyle diyordu ama gerçeği de bu değil miydi? Evet, bütün sınıf bir ders boyunca boş kağıtları kelimelerle dolduruyorduk. Yani edebiyat yapıyorduk. Arkadaşımın söylemesiyle edebiyat parçalıyorduk. Yazmaya başlarken çok zorlanırdım. İlk cümle hep zor gelirdi bana. Şimdi blogda çektiğim ne yazayım sıkıntısını o zamanlar da çekiyordum.

                                 KOMPOZİSYONDAN ALDIĞIM EN YÜKSEK NOT
       Gelişme bölümü 7-8 satır olmalıydı. Ben de o satırları tamamlayabilmek için bir düşünceyi uzattıkça uzatırdım. Sakız gibi çektikçe çekerdim. Tıpkı şu anda yaptığım gibi. Galiba lise son sınıftı kompozisyondan en yüksek notu aldığım zaman. O da seksendi. Edebiyat hocamız en yüksek notu olan üç kişiyi tahtaya çıkardı. Ve bizden yazdığımız kompozisyonları okumamızı istedi. Ama ben okumadım. Hocanın ısrarına rağmen üstelik. Çünkü çekindim. Yazdıklarımla alay edeceklerini düşündüm sınıftakilerin. O edebiyat hocamızın benim yazdığım bir yazıyı bu kadar beğeneceğini hiç tahmin etmezdim. Onun tarafından beğenilmiş olmanın zaferini yaşıyordum aynı zamanda. Ben onun gözünde kendimi silik görüyordum. Benim gibi silik birinin yazısını beğenecek değildi ya.
                                        KOMPOZİSYON YAZIMDA İKİNCİ EVRE
        Beni böyle gördüğünü düşündüğüm bir hocanın dersinden en yüksek notu alan üç kişiden biri olmanın önemini sizde takdir edersiniz. Kompozisyon dersi giriş cümlelerinde de bahsettiğim gibi yazın dünyamda bir değişiklikti. Günlük başımdan geçen olayları yazarken birden farklı tarzda yazmaya başlamıştım. Ben kompozisyonu yazım dünyamda ikinci evre olarak görüyorum. Üçüncü evrem ise: gündemdeki olayları yorumlamaktı. Artık günlüğümün yanına bir defter daha eklemiştim. Onda sadece Türkiye’nin gündemini yazarak yorumluyordum. Futboldan siyasete, sinemadan toplumsal olaylara kadar geniş mi geniş bir dünya vardı artık önümde. Ama o yazıları bugün olsa blogda yayınlayamam. Çok argo yazıyordum çünkü. İçimden geldiği gibi. Bir gün daha detaylı bunu da yazarım sizlere. Tamam blog özel bir emek ve sevgi gerektiren bir iş. Ama kompozisyon değil. Bir insan yazar gibi olmasa da çok üzüldüğünde ya da çok sevindiğinde yazmalı. Her halükarda paylaşmak insana çok iyi geliyor çünkü.

Foto kaynak:pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com


Hangi yazar gibi yazmak isterdin?

       "Keşke şu yazar gibi yazabilseydim" dediğiniz oldu mu hiç? Benim oldu. Ben Orhan Kemal hayranıyım. Onun gibi yazabilmek isterdim. Onun gibi topluma değinebilmek. Onun kitapları hala güncelliğini koruyor. Herhangi birini seçin okuyun. Şu anki toplumsal hayatımızı okumuş olursunuz. Özellikle Evlerden Biri romanı. Toplumun fotoğrafı bu kadar mı güzel çekilir. Zamanında dizisi de yapıldı. Ama duygu seyirciye aktarılamadı. Yoksa Yaprak Dökümü kadar izlenme oranlarına ulaşabilirdi. Kendinden çokça bahsettirirdi. Eskici ve Oğulları kitabı da aynı kaderi yaşadı. Sanırım o da Trt 1'de yayınlanmıştı. Ama gün gelip yeniden çekilirse başarıyı yakalayacaktır diye düşünüyorum. Ben ilk olarak Eskici ve Oğulları kitabını okudum. Ve çok beğendim.  Sonra Evlerden Biri geldi. Bu ikisinden sonra Orhan Kemal benim bir numaralı yazarım oldu. Kendimi onda buldum. Çünkü ben de toplumu yazmak istiyordum.

         YAZARLIKLA GEÇİNİLİR Mİ?
        Toplumu yazabilmek, toplumu anlatabilmek kolay bir iş değil. O yüzden Orhan Kemal oluyorsunuz ya. Toplumcu yazar deyince benim için birinci sırada gelir. Edebiyat sitelerinde onunla ilgili yazılmış yazıları okudum. Hatta yazmakla ilgili bizzat kendisinin kaleme aldığı bir yazı da okudum. Bu yazılar sayesinde onu daha yakından tanıma fırsatı buldum. Çok yoksulluk çekmiş. Hatta yakacağı yokmuş. Arkadaşına yazdığı mektupta birebir anlatmış bu durumu. O yüzden boşuna demiyorlar, "Önce işin olsun. Para kazan. Bi yandan da yazı yaz" diye. Bugün de durum pek farklı sayılmaz. Bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda yazar sadece yazarak geçinebiliyordur. Ahmet Ümit, Ayşe Kulin gibi. Orhan Kemal şu zamanda yaşasaydı ve yazsaydı onu da bu yazarlar arasına yazardık. Neden bu kadar emin konuşuyorum peki? Çünkü topluma ayna tutuyor. "İşte bakın siz busunuz" diyor. Biz toplum olarak böyle şeyleri severiz.
           NAZIM HİKMET DAMGASI
       Peki size ilk olarak Orhan Kemal şair olmak istiyormuş desem. Ben bunu ilk duyduğumda şaşırmıştım. Benim hayalimde hep başından beri roman ya da hikaye ile ilgilendiği vardı. Peki Nazım Hikmet ile çok yakın olduklarını söylesem. Hatta ve hatta Orhan Kemal'i roman yazmaya iten de Nazım Hikmet'miş. Hapishanede denk gelmişler. Şair olmak istediğinden bahsetmiş. Bir kaç şiirini de göstermiş Nazım Hikmet'e. Yazdığı hikayeleri okumuş biri olarak, "Sen en iyisi roman yaz" demiş. O günden sonra hikaye ve romana yönelmiş. Ya işte böyle. Edebiyatımız böylelikle usta bir toplumsal romancı kazanmış. Ben bu bilgiyi kitaplarının önsözünde okumak isterdim. Çünkü bu yazın hayatındaki kırılma noktası. Böyle bir şeyi tüm okuyucuların öğrenmesi, bilmesi gerekir. Ben anca sitelerden öğrendim bunu. Sadece kitabı okuyanların böyle bir şeyden haberleri yok. Çünkü benimde yoktu. Yazarların birbirleriyle böyle içli dışlı olmaları bugüne de çok güzel örnek olur.

Foto kaynak : pixabay.com

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
   
     

Okuma ve yazma iştahım arttı...

      Kaç gündür yazmaya, okumaya doyamıyorum. Her gün yeni bi blog yazısı yazınca böyle oldu. Zihnimdeki kelimeler yetmiyor artık. Daha fazla kelime lazım, daha fazla. Daha fazla değişik hikaye, roman, köşe yazısı okumam lazım. Değişik yazım stilleri görmek ve kendimi geliştirmek için. Bakın siz de deneyin. Her gün düzenli olarak bir şeyler karalamaya başlayınca, canınız okumak isteyecek. Ve daha fazla yazmak. Yazmak bi tutku. Bu tutkuyu her gün yazarak beslerseniz daha da büyüdüğünü göreceksiniz.

  BELLİ BİR KONUDA YAZMIYORUM
     Benim belli bi temam yok yazarken. Yazacağım şeyi o anki ruh halim belirliyor. Bazen siyaset, bazen bir dizi, bir film bazen de sadece kendime ait bir şeyler yazıyorum. Ve bu durumdan büyük bir huzur duyuyorum. Çünkü kendimi ifade edebiliyorum. Hani içinde tutma, psikolojin bozulur gibi laflar ederler ya. Ben de içimde tutmuyorum işte. Yazıyorum. Bloğuma yazıyorum. Yetmiyor, diğer bloğuma yazıyorum. O da yetmiyor günlüğüme yazıyorum.
        DEVAMLI YAZMAK TUTKUSU
     Bir yazar söylemiş ama adı şimdi aklıma gelmiyor. "Yazın, devamlı yazın. Hatta duvarlara kömürle yazın". Bu sözü her okuduğumda durmadan yazmak istiyorum. Her an, her dakika yazmak. Olan her gelişmeyi not etmek. Küçük bir not defterim olsun istemişimdir hep. Özenmişimdir. Yanlarında hep not defterleri taşıyan yazarlara. O küçük not defterleri de beni yazmaya tahrik ederler. Gün gelir de geçimimi tamamen yazılarımla kazanırsam yaparım öyle bir şey.

Foto kaynak:www.pixabay.com

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Hemingway nasil yazarmis?..

    Yazmaya ne zaman baslamaliyiz sorusu, biz amator yazarlarin cevap bulamadigi sorulardan biridir. Bu durumda buyuk yazarlar ne yapmis, onlara bakmak en dogrusu galiba.

           Hemingway ne diyor?

     Bahsettigim o buyuk yazarlardan biri de, Hemingway. Bunaldigimiz bu konuda, Hemingway neler yapiyormus bakalim mi? Hemingway, yazmaya bana gore cok cok enteresan gelen bir zamanda basliyor. Hani, sabahlari, "Yerler yeni yeni isimaya basladi" deriz ya. iste bu zaman dilimi, Hemingway'in yazmaya basladigi zamanlar. Ne diyelim, buyuk yazarlarin acayip halleri oluyor boyle.

            Yazmak istiyorsaniz

      "Evet, istiyorum" dediginizi duyar gibiyim. O zaman okumaya devam edelim. Bu noktada da, Hemingway'e kulak verelim isterseniz, "Siz yazmak istedikten sonra, hic kimse ama hic kimse buna engel olamaz. Bunun disinda, havanin sicak ya da soguk olmasi da sizi etkileyecek faktorlerden degildir. isine konsantre ol ve sevkle yaz" diyor.

            Ya yazamazsam korkusu

     Ben bu yaziya baslarken bile bu korkuyu yasadim, "Ya tikanirsam, ya guzel olmazsa" diye tedirgin oldum durdum. Ama Hemingway'in, bu soylediklerini okuduktan sonra icime su serpildi. Daha sakin bir sekilde yazmaya basladim.

      Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com