Kişisel Blog Yazıları #69: Bir Yıl Daha Yaşlanırken...

Dışarıda rüzgar var. Saat 22.10 geçiyor. Günlerden salı. Yarın, 2025 yılının son günü.

Babam, “Bir yaş daha yaşlanacağız” dedi. İnsan belli bir yaş aldıktan sonra her yılbaşına böyle bakıyor herhalde.

Kişisel blog yazıları serisinde 2025’in son iki yazısından birini okuyorsun şu anda. Diğeri de yarın akşam yayında olacak. Okumak istersen beklerim. Bloğuma hoş geldin.

Beşinci Kuşak kitabını sonunda bitirdim. Bu kitapta aşk da var, bir çocuğun okumak için verdiği mücadele de. Yılın bu son kitabını ben beğendim. Yılı böyle bir kitapla bitirmek güzel oldu. Bu arada kitapta anlatılarlar gerçek bir hikayeye dayanıyor. Zaten kitabı yazan da kahramanımızın kendisi.

Akşam televizyonda bir şey yoktu. Kanal D’de, Kemal Sunal’ın, İnek Şaban filmi vardı. Onu izledik. Normalde Kemal Sunal’ın sevdiğim filmlerinden biri değildir. Ama bir şey olmayınca mecbur izledik.

Birkaç gündür yine doğru dürüst uyuyamıyorum. Sanki hiç uyumamış gibi kalkıyorum. Ondan sonra gün içinde de esneye esneye bir hal oluyorum.

Dünden, Gizli Sayılar filminin son 20 dakikası kalmıştı. Sıkılıp son 20 dakikasında kapatmıştım filmi. Söz de onu izleyecektim bugün. İzlemek içimden gelmedi. Gereksiz uzatmışlar filmi.

Yazı bittikten sonra ışığı kapatıp yatarım ben de. Dışarıdaki rüzgar sesiyle beraber düşünürüm. Bugünümü, yarınımı falan. Böyle düşünmek iyi geliyor.

Bazen çok uyuşukluk ediyorum, salıyorum kendimi. Hiçbir şeyi umursamıyorum. “Boşver” diyorum.

Kişisel blog yazıları ile sizlerle paylaşıyorum içimdekileri. Yarın akşam, 2025’in son yazısı ile paylaşmaya devam edelim o zaman.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #68: Ayazlı bir gece yazısı…

 

Kişisel Blog Yazıları #68: Ayazlı bir gece yazısı...

Kar yağışı durdu ama fena ayaz var. Ayaza çekiyor derler bizim burada.

Kişisel blog yazıları serisi yoluna devam ediyor. Hoş geldin.

Yılbaşı haftası olduğu için dizilerin yeni bölümleri yok. Bu akşam normalde kanal D’de, Uzak Şehir dizisini izlerdik. Ama onun yerine Derinlerdeki Dehşet diye bir yabancı film koymuşlar.

Kanalların genelinde yabancı filmler var zaten. Atv’de, Jackie Chan’in ilk defa gördüğüm, Kızıl Hare adındaki filmi vardı. Onu bıraktık en son. Hiç yoktan iyidir. Ama ne yaşlanmış Jackie Chan be.

Beşinci Kuşak kitabına devam ediyorum. Artık son sayfalara doğru yol alıyorum. Sonu nasıl bağlanacak bakalım.

Düzce’de ve 10’dan fazla ilde okullar tatildi bugün. Kardeşime dedim, “Okullar tatil de sizin iş niye tatil olmuyor?” diye. “Biz, okul değiliz” diyor. Maksat muhabbet olsun işte.

Bir kız arkadaş, şimdiden üzümleri hazırlamış. Yılbaşı gecesi masanın altına geçip dilek tutacakmış. Geçen seneye kadar yoktu böyle bir şey. Yoksa vardı da benim mi haberim yoktu? Size sorayım: Daha önce var mıydı böyle bir şey?

Hidden Figures- Gizli Sayılar adındaki filmi izledim. Son 20 dakika kala kapattım. Sıkıldım. Yarın son kalan 20 dakikayı da izlerim.

Yapılan bir araştırmaya göre son 10 yılda, insanların yeni yıl heyecanı azalmış. Ne bekliyordunuz ki? Zombi saldırısı ve uzaylıların gelmesi dışında her şey oldu.

Kişisel blog yazıları bu akşam da bitti. Yarın akşam görüşürüz.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #67: Gündemden aklımda kalanlar…

Kişisel Blog Yazıları #67: Gündemden aklımda kalanlar...

Sıradan bir pazar gününün nesini anlatabilirim ki size? Ama yine de oturdum yazmaya. Kişisel blog yazıları serisi boş kalmasın diye her şey.

Brigitte Bardot, hayatını kaybetmiş. Eğer Hıncal Uluç yaşasaydı, Bardot’un ölümü üzerine bir yazı yazardı. Onu nasıl ve hangi filmle tanıdığını anlatırdı yazısında. Gençlik zamanlarında ona nasıl hayran olduklarını falan.

1 Ocak 2026’dan itibaren İphone 6’larda, Whatsapp kullanılamayacakmış. Hiç sevmiyorum şu işi. Yeni telefon almaya niye zorluyorsunuz ki milleti?

Oytun Erbaş’ı sevin ya da sevmeyin. Şu bir gerçek: Adam kendini dinletiyor.Her şey üzerine de söyleyecek bilimsel açıklamaları var. Bu adam, nasıl gündem olacağını çözmüş. Bundan sonra asla gündemden düşmez.

Nihat Hatipoğlu, bu yıl Ramazan programı yapmayacak diye bir haber çıktı. Ama yalanmış. Sosyal medyasından açıklama yaptı Hatipoğlu. Bu yıl da Ramazan programı yapacakmış.

Beyazıt Öztürk, Joker programı ile kanal D’ye geri dönüyor. İlk bölümü 4 Ocak 2026, Pazar günü. Yarışma programı riskli iş. Birkaç bölümde yayından kalkarsın haberin olmaz. Beyaz Show’u neden yapmıyor, anlamıyorum.

Kişisel blog yazıları serisinin bu akşamki bölümü güncel haberlerden derleme oldu. Günlük hayattan buraya yazacak bir şey olmayınca. Mecburen.

O zaman bu akşamın sorusu da bu olsun. Hep böyle güncel haberler mi okumak isterseniz yoksa hayata dair şeyler mi?

Ben de merak ettim bak. Yarın akşam nasıl bir modda olacağım ve nasıl bir blog yazısı yazacağım. Beklerim.

Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #66: Kış modu ve ev günü…                          

Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #68: Ayazlı bir gece yazısı...

Kişisel Blog Yazıları #66: Kış modu ve ev günü...

Söz de bugün arkadaşım ile buluşacaktım. Buluşamadık. Tahmin edin bakalım, neden? Çünkü yılın ilk karı yağdı. Kişisel blog yazıları serisine hoş geldin. Kar yağışlı bir açılış oldu bu.

Kiremitleri üstü beyazladı. Öyle yerleri doldurmadı. Ama hava çok soğuktu. Bu soğukta dışarı çıkmayı göze alamadım. Çöp atmaya dışarı çıkmıştım. Hava buz gibiydi. İyi ki gitmemişim dedim.

Evde olunca ne yaptım? Kitap okudum. Beşinci Kuşak kitabını okumaya devam ettim. İki gündür okuyamıyordum. Bugün için verimli bir okuma oldu diyebilirim.

Film de izleyecektim de ona fırsatım olmadı. Ara ara kar, lapa lapa yağdı. Biraz onu izledim. Klasik, kış modu yani. Kış modu açılmıştır, vatana millete hayırlı olsun.

Kardeşim işten gelirken ekmek alayım mı diye sordu. Normalde bu akşamlık evde ekmek var. Ama bizimkiler, yarın kar çok yağar, gidemeyiz diye alsın dediler. Bu karda kışta bir de ekmek almaya gitmekle uğraşmayalım değil mi?

Kardeşimin çalıştığı yerde yeni bir kız işe başlamış. Kaç gündür aynı dosyaları işlemesine rağmen yine de takılıp, sorular soruyormuş. Daha 24 yaşında kız. Normalde zehir gibi kapması lazım işi. Acaba bu sosyal medya kullanımından dolayı mı böyle oldu diyorum.

Kişisel blog yazıları serisinin bu akşamki sorusu da bu olsun o zaman. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Bir şeyleri anlamakta, algılamakta güçlük çekmememizin nedeni aşırı sosyal medya kullanımı olabilir mi?

O zaman yarın akşam da burada mıyız?

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar…         

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #67: Gündemden aklımda kalanlar...

Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar...

Kişisel blog yazıları serisine cuma gününün iş yoğunluğu ile başlıyorum.

Bazen fırsat bulup su bile içemiyor insan. Yani her iş, dışardan göründüğü gibi kolay değil. Bazıları, biz çağrı merkezinde çalışanlar için, “Devlet memuru gibisiniz. Otuyorsunuz” diyorlar. İşte o iş, öyle değil.

Neyse, öyle böyle iş bitti. Bir cuma gününün ve bir haftanın da böylece sonuna geldik.

2026 için bir dünya video var YouTube’da. “2026’ya şöyle girin, böyle girin” falan diye. Belki bu videoların çoğu boş ama seviyorum bu tarz videoları. Ne olursa olsun, yeni yıl, yeni başlangıçlar demek.

Tarih Obası, YouTube kanalından Ceren, “Hiçbir şey okuyamıyorsanız sözlük okuyun. Her gün bir madde” diyor. Bu sözlük okuma önerisini daha önce de duymuştum. Daha iyi yazmak için öneriliyordu. Bunun üzerine bir sözlük aldım. Birkaç defa da elime alıp, okudum. Ama sonra alışkanlık haline getiremedim, kaldı öyle.

Şimdi önümde iki seçenek var. Birincisi: Yarın, haftanın yorgunluğunu atmak için gün boyu yatabilirim, dinlenebilirim. Ya da arkadaşla buluşup bir şeyler içebilirim. Yarın sabah bir olsun, öyle karar vereceğim artık. O an ki ruh halim bana ne diyecek bakalım?

Saat 23.46 olduğuna göre, yavaş yavaş yazıyı sonlandırma zamanı gelmiş demektir.

Kişisel blog yazıları serisi ile yarın akşam da burada olur muyuz? Oluruz gibi. Sen ne dersin?

*Önceki yazı: Kişisel blog yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım…         

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #66: Kış modu ve ev günü...

Kişisel Blog Yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım...

Kişisel blog yazıları günlüğüne hoş geldin. Ben Cem.

Bugün aklıma yazacak bir şey gelmiyor. Böyle olduğu zamanlar benim de canım sıkılıyor.

Bir yazar, gün içinde yaşadığın şeylerden, yazacak bir şeyler çıkarmalı değil mi? Bazen bir şey çıkaramıyorum işte.

Bazen de aynı şeyleri yaşıyorum. Aynı şeyleri tekrar yazmaktan ben sıkılıyorum. Aynı şeyleri okumaktan, okur da sıkılmaz mı?

Böyle yazdım ama bir dakika. İlham geldi, ilham geldi. Şaka şaka. Bugün ne izledim diye düşünürken aklıma yazacak bir konu geldi.

Tarih Obası, YouTube kanalında Ceren’i izledim. Kitap okumak hakkında konuşuyordu.

İnsanların saatlerce sosyal medyada vakit geçirmekten dolayı dikkatlerinin dağıldığını, hiçbir şeye odaklanamadıklarını, kitap okuyamadıklarını ve kitap okumayanların aptal olacağını söylüyordu. O zaman gelecek nesiller, aptal olacak demek bu.

Kişisel blog yazıları serisinde her zaman kitap okumak ile ilgili görüşlere yer vereceğim. O yüzden Ceren’in söylediklerini sizinle de paylaşmak istedim. Aslında korkunç bir şeyden bahsediyor Ceren. Ama kimin umrunda derseniz. Kimsenin.

Saat 23.44 oldu. Bir günü daha bitiriyoruz. Yarın cuma. Haftanın son günü. Ondan sonra hafta sonu. Ondan sonra tekrar iş. Bir kısır döngü gibi.

Şunu da düşünüyorum aslında: Eğer bir işte çalışmasak, delirir miyiz? Çok saçma bir soru mu oldu bu? Saçma mı, anlamlı bir soru mu? Siz ne dersiniz?

Son dönemde kişisel gelişimcilerin yeni söylemi var ya: Kendinizi meşgul edin diye. Buradan aklıma geldi bu soru.

Kişisel blog yazıları serisine bu akşam da bu soru ile noktayı koyalım. Yarın akşama kadar kendinize iyi bakın. Görüşürüz.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #63: Bir gün daha, bir tuğla daha…      

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar...

Kişisel Blog Yazıları #63: Bir gün daha, bir tuğla daha...

Kişisel blog yazıları serisine bir tuğla daha koymak için buradayım. Merhaba ben Cem.

Çağrı merkezinde yoğun geçen günlerden biriydi. Bazen laf lafı açıyor. Müşteriler sordukça soruyor ve çağrılar uzadıkça uzuyor. Bugün böyle aldığım üç/dört tane çağrı vardı.

Akşam yemeğinde yoğurtlu ve sarımsaklı ıspanak güzel gitti. Çayı da kanal D’de, Eşref Rüya dizisini izlerken içtik.

Yeni yıl yaklaşıyor ya. YouTube kanallarında ajanda seçimleri ve ajanda önerileri üzerine tonla video yapılıyor. Ama bunlar benim ilgimi çekmiyor. Çünkü bugüne kadar hiç ajanda kullanmadım.

Bizim burada yeni bir mekan açılmış. Mantıcı. Arkadaşla gitsek mi diye düşündüm. Sonra da ortalık gıda zehirlenmelerinden geçilmiyor. Durduk yere başımıza iş almayalım deyip vazgeçtim. En iyisi tanıdığın, bildiğin yerlerden yemeğe devam etmek.

Feyyaz Yiğit, “Her şeyi yapsanız da başarılı olamayabilirsiniz” dedi ya. Şimdi kişisel gelişimciler de bu sözün üzerine videolar yapmaya başladılar.

Ama Feyyaz’ın böyle konuşması güzel oldu. Hedefi olan insanların bunun farkında olmaları lazımdı. Yani, birinin bunu dile getirmesi gerekiyordu.

Evet, hedeflerimiz için çalışacağız. Evet, elimizden geleni yapacağız. Ama bütün bunlar kesin başarılı olacağımızın garantisini vermiyor bize. Bunu bilelim de yine çalışmaya devam edelim.

Bazı arkadaşlar soruyor. “Yılbaşı akşamı ne yapıyorsun?” diye. “PTT” diyorum. “O ne demekmiş” diyorlar. “Pijama, terlik, televizyon” diyorum. Kola, kuru yemiş falan işte.

Kişisel blog yazıları serisinde bugün de veda zamanı. Yarın akşam yine buradayız. Kaçırırsanız, üzülürsünüz. Bir zamanların efsane sözlerinden biriydi bu da.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #62: İçinden hayat geçen yazılar…        

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım...