Kişisel Blog Yazıları #54: Sıradan bir gün, iç ısıtan düşünceler...

Kişisel Blog Yazıları #54 ile hayattan bahsetmeye geldim yine. Bugün pazartesi. Haftanın ilk günüydü. O kadar da yoğun geçmedi. Haftaya rahat bir başlangıç yaptık diyebilirim. Kanal D’de, Uzak Şehir dizisinin yeni bölümü başlayıncaya kadar Show TV’de, Eyvah Eyvah’ı izledik. Yıllarca izlenecek bir film yaptı Ata Demirer. Eski Türk filmleri gibi. Tekrar tekrar izleniyor. Uzak Şehir’in yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçtik. Biraz bizimkilerle beraber onu da izledim. Sonra bu kadar yeter deyip kitap okumaya geçtim. Beşinci Kuşak kitabını okumaya devam. Şu ana kadar kitaptan memnunum. Umarım böyle devam eder. Evet, adım adım 2026’ya doğru gidiyoruz. Ufak da olsa içimde bir heyecan var gibi. Peki siz de var mı yeni yıl heyecanı? Yılbaşı akşamı şöyle güzel bir kar yağsa. Herkesin gönlünden geçtiği gibi bir akşam olsa. 2026 yılı, hevesimizin ve umudumuzun arttığı bir yıl olsa. Karda yürümek ayrı bir güzel olur. Sokakta kimsecikler yoktur. Gecenin bir saatidir. Aslında çok da geç bir saat değildir. Ama herkes evindedir. Bu sahneyi hayal edebiliyor musunuz? Bu sahne içinde kendimi hayal ettiğimde huzur buluyorum. Tam şiir yazmalık, hikaye yazmalık bir sahne. Bu akşam biraz romantik takıldık sanki. Artık yazı bizi nereye götürürse. İç karartıcı şeyler yazmaktan ben de sıkıldım. Biraz olsun kişisel blog yazıları serisinde böyle iç ısıtan cümlelerde kendilerine yer bulsun.

Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #53: Azalan umutlar ve varoluşsal farkındalık…

Kişisel Blog Yazıları #53: Azalan umutlar ve varoluşsal farkındalık...

Kişisel Blog Yazıları #53 ile haftayı kapatıyoruz. Bugün pazardı. Bugün tatildim. Arkadaşım Yaşar’la buluşma planımız vardı. Hava biraz soğuktu. O da biraz rahatsızlanmış. Sonuç olarak buluşma planı yattı. Öğleden sonra biraz daha uyudum. Akşam haberlerini izledim Now’da. İzlediğim her haber ile ülkemin geleceğine dair umudum biraz daha azaldı. Sonra Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i izledik. Saati 23.24 yaptık. Böylece bir pazar gününün daha sonuna geldik. Yarın yine iş var. Modumun nasıl olduğunu varın siz düşünün. Beşinci Kuşak kitabını okumaya devam ettim. 1915 yılında çekilen yoksulluğu okudum da. Şükür bugünümüze. Bu ülke, buralara neler çekerek gelmiş. Kişisel blog yazıları serisine başladığımdan beri sanki okunma oranlarında düşüş oldu. Bu seriyi sevenler olduğu gibi belki de çoğu kişi de beğenmedi. Onun için de okumayı bıraktı. Olabilir. Belki de bu seriyi bırakırım. Belki de blogların genelinde okunma oranlarında düşüş de olabilir. Günlük hayat, koşturma, iş hayatı ve sosyal medya bazı şeylerin farkına varmamıza engel oluyor. Aslında doğmamız, dünyaya gelmemiz, yaşamamız ve sonunda da ölecek olmamız. Bunlar sıradan, basit şeyler değil. Nasıl bir mucizenin ortasında olduğumuzun farkında değiliz. Beynin sınırlarını zorlayan şeyler bunlar. Siz hiç bunun farkına vardınız mı? Bir an olsun böyle düşündünüz mü? Bu akşam da varoluşsal farkındalıkla ilgili bir şeyler yazdığımıza göre yazının sonuna geldik demektir. Kişisel Blog Yazıları #54 ile yarın görüşmek üzere.

Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #52: Cumartesi çalışması, kitap notları ve Wow uzay sinyali…

Kişisel Blog Yazıları #52: Cumartesi çalışması, kitap notları ve Wow uzay sinyali...

Kişisel Blog Yazıları #52 ile bir günün notlarıyla daha karşınızdayım. Bugün cumartesi ama çalıştım. Çünkü hafta içi tatil yapmıştım. Neyse ki o kadar da yoğun değildi. Bir hafta sonu çalışmasını da böylece atlatmış olduk. Kanal D’de, Güller ve Günahlar dizisini izledik. Dizideki Berrak karakteri tam bir şeytan. Bu sefer bitti, elinde bir şey kalmadı diyorsun, daha da güçlenerek çıkıyor karşına. Yok böyle bir şey. Beşinci Kuşak kitabına devam ediyorum. Tam da istediğim tarzda bir kitap. Şu anda Çanakkale Savaşı zamanlarındayız. Anlatıcımız o zamanlar bir çocukmuş. Ne zor günlermiş be. YouTube’da birkaç video izledim. Uzaydan gelen wow sinyali varmış. Hala nerden geldiği tespit edilememiş mesela. Bunu ilk defa duydum. İşte bu sinyalden yola çıkılarak Contact filmi yapılmış. Eğer izlemediyseniz ve bu uzay konularına meraklıysanız, dakika kaybetmeden bu filmi izleyin derim. Finansal özgürlük üzerine de birkaç video izledim. Kısa zamanda finansal özgür olmak zor. Ama bir yerden de başlamak lazım. Kenara ufak da olsa bir para ayırmadan geçen her gün bize zarar. İş arkadaşlarıyla müşterilerin çok sinirli olmaları üzerine konuştuk bugün. Bu konuşmamızın kişisel blog yazıları serisinde yer almasını isterim. O yüzden bahsetmek istiyorum. Sadece müşteriler sinirli değil, ülke olarak hepimiz sinirliyiz. Çünkü ekonomik şartlar olsun, geleceğin belirsizliği olsun, önümüzü görememek olsun hepimizi sinirli yapıyor dedim. Arkadaşlarım bu görüşüme katıldılar. Çünkü onlar da aynı şeyleri yaşıyorlar, aynı duyguları hissediyorlar. Hepimiz aynı ülkede yaşıyoruz sonuçta. O zaman cumartesi gününü de böyle bitirelim. Yarın, kişisel blog yazıları serisinin #53 ile buluşmak üzere.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #51: Hayat, rutin ve birkaç düşünce…

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #53: Azalan umutlar ve varoluşsal farkındalık...

Kişisel Blog Yazıları #51: Hayat, rutin ve birkaç düşünce...

Kişisel Blog Yazıları #51 bölüm ile yeni bir yazı yolculuğuna başlıyoruz. Normal iş günlerinden biriydi bugün. Yarın çalışmıyor olsam daha da güzel olurdu ama neyse. Kanal D’de, Arka Sokaklar’ın yeni bölümü başlayıncaya kadar Show TV’de, Kızılcık Şerbeti’ni izleyelim dedik. Takıldık, kaldık. Hala kendini izlettiriyor. Yok, daha bitmez bu dizi. Bugün yeni bir kitaba başladım. Aydan Sümercan’ın, Beşinci Kuşak kitabı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan bir aile hikayesi. Severim böyle hikayeleri. Başak Şengül’ün YouTube kanalına Farah Yurdözü konuk olmuş. Onu izledim. Çok iyi bir programdı. Evet, şimdi bundan sonra ne yazayım? Kişisel blog yazıları serisinde güncel olaylara çok yer vermek istemiyorum. Daha çok hayattan şeyler olsun istiyorum. Tekrar şöyle bir düşüneyim bakalım. Bugün başka neler oldu? Her gün aynı şeyler. Rutin bir hayat yani. Rutin hayatın, iyi bir şey olmadığı söylenip duruldu bize. Ama şimdilerde bazı kişisel gelişimciler rutin hayatın içindeki sakinliği, huzuru görmemizi öğütlüyorlar. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Rutin hayat gerçekten sıkıcı mı? Yoksa bize devamlı rutin hayatın sıkıcı ve olumsuz bir şey olduğunu söyledikleri için mi rutin hayat hakkında olumsuz düşünür olduk? Bugün babam, hastaneye ilaç yazdırmaya gitmişti. Bugün bir hasta muayene olmaya gelmiş. Hastanede fenalaşıp hayatını kaybetmiş. Ölümün nerede geleceği belli değil işte. Zamanında Facebook’ta test gibi bir şey vardı. Soruları cevaplıyordun ve tahminen nasıl öleceğini söylüyordu. Hatırlayanlar olacaktır. Ben de birkaç kere yapmıştım. İnsan nasıl öleceği üzerine test yapar mı? İnsanız işte. Ölümümüzü bile merak ediyoruz. Bu oyundan yola çıkarak aklıma şu geldi: Peki siz hiç ölümünüzün nasıl olacağı üzerine düşündünüz mü? Ya da şöyle öleyim falan diye aklınızdan geçirdiniz mi? İnsanız. İyi ya da kötü, her şeyi ama her şeyi düşünüyoruz. O zaman bu akşamlık da kişisel blog yazıları serisine noktayı koyalım.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #50: Yağmur, uyuşukluk ve bir kitabı bitirmenin huzuru…

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #52: Cumartesi çalışması, kitap notları ve Wow uzay sinyali...

Kişisel Blog Yazıları #50: Yağmur, uyuşukluk ve bir kitabı bitirmenin huzuru...

Kişisel Blog Yazıları #50 bölümden sevgi ve saygıyla selamlıyorum sizleri. Bugün offtum. 10-11’e kadar yattım. Tatil olunca bu saatlere kadar uyumadan olmaz. Kalktım, kahvaltı falan derken saat 13:00 oldu. İşte çalışırken zaman böyle hızlı geçmez. Tatil günlerinde uçuyor sanki. Size de böyle oluyor mu? Kütüphaneye gidecektim, kitap değiştirmeye. Hava yağmurlu olunca gitmedim. Aslına bakılırsa pek de gitmek istemiyordum. Yağmur da bahanesi oldu. Üzerimde bir uyuşukluk vardı. Ben de Kapıları Açmak kitabına kaldığım yerden devam ettim ve bitirdim. Sonu biraz Yeşilçamvari olsa da yine de güzeldi. Yeni bir romana başlayacaktım aslında. Bitirdiğim kitabı bir hazmedeyim, yarın başlarım diye düşündüm. Akşam, Star’da, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’den iki tane skeç izledik. Sonra Atv’ye, Kim Milyoner Olmak İster’e geçtik. Programda Oktay Kaynarca türküler hakkında çok güzel bir şey söyledi. “Türkülerde seni seviyorum ifadesi geçmez. Ama aslında türkünün tamamı seni seviyorum demektir.” Normalde bu kadar aile içinden bahsetmem ama kişisel blog yazıları serisinde bunları yazmak istiyorum. Babam yine eskilerden konular açtı. İşte çalışırken doğru dürüst hak ettiği parayı alamadığını ve buna karşılık günün büyük çoğunluğunu iş yerinde çalışarak geçirdiğini anlattı. Çünkü mecburdu. Çünkü bizler vardık. Bizim için katlanmalıydı. Mecburiyetler işte. İnsanın başka bir iş alternafinin olmaması ne kötü değil mi? Aslında bugün Yaşar’la buluşmayı düşünüyorduk. Ama yağmur yağdığı için vazgeçtik. Eğer bir aksilik olmazsa pazar günü buluşacağız. Cuma ve cumartesiyi hemen atlayıp pazara geçebiliyor muyuz? Neyse bu akşamlık da kişisel blog yazıları serisinden bu kadar. Görüşürüz.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları 49: Zor bir gün, zor insanlar ve daha zor düşünceler…

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #51: Hayat, rutin ve birkaç düşünce...

Kişisel Blog Yazıları #49: Zor bir gün, zor insanlar ve daha zor düşünceler...

Kişisel blog yazıları #49 bölüme hoş geldiniz. Dün akşam doğru dürüst uyuyamadım. O yüzden bugün pek kolay geçmedi. İş desen yoğun. Bir de iş dışında başka şeylerle de uğraşmak durumunda kalmak, insanı daha da yoruyor. İnsanları anlamıyorum. Farkında mısınız? Herkes, işleri zorlaştırmakla meşgul. Kanal D’de, Eşref Rüya’yı izledik. Evet, bu dizileri izliyoruz, seviyoruz ama. Bu diziler sayesinde insan öldürmek çok sıradan oldu. Kendi adaletini kendin sağlamak çok sıradan oldu. Sıradan olmak yanlış oldu belki de. Doğrusu, sanki olması gerekenler bunlarmış gibi bir algı oluştu. Ülkemin geleceği için üzülüyorum. Ne diyeyim başka? Siz ne diyorsunuz dizilerin bu durumu ile ilgili olarak? Kapıları Açmak kitabına devam ediyorum. Sanırım yarın bitiririm. Sonu belki çok şaşırtmayacak ama yine de merak ediyorum. Bir kitaptan beklentim öyle çok büyük şeyler değildir benim. Sıradan hayatlar. Senin, benim yani bizim hayatımızda olan biten şeyleri okumak isterim. Orhan Kemal’in romanlarını sırf bu nedenle çok severim mesela. Bu tarz kitaplar varsa bildiğiniz yorumlarda bana yazar mısınız? Gelsin kitap önerileri o zaman. Ata Demirer zayıflamasının formülünü vermiş. İnsan yapımı bir şey yemeyin diyor. Reçel mesela. İnsan yapımı. Yemeyin. Bal mesela. Arı yapımı. Bak onu yiyin. Farkında mısınız? İnsanlık olarak, insanlığı bitirecek şeyler üretiyoruz. Kendi elimizle, kendimizi yok ediyoruz yani. Bu akşam ki kişisel blog yazıları serisinin bu yazısı biraz karamsar içerikli oldu değil mi? Bu akşam da böyle olsun. Hayatta güzel ve neşeli şeyler olduğu gibi, kötü ve iç karartıcı şeyler de var değil mi? YouTube’da, Merve Başibüyük adında bir YouTubera denk geldim. O da benim gibi bir seri başlatmış. Tam 50 gün boyunca her gün YouTube’a video atacakmış. Şu an 25’inci videoda. Kendisi bir psikoloj. Hayatımızdaki sorunlarla ilgili her gün bize bir şeyler anlatıyor. Yarın akşama kadar hoşkalın o zaman. Kişisel Blog Yazıları #31: Dışarı çıkmak da rutinleşiyor eğer başka bir yazı okumak istersen de Kişisel Blog Yazıları #32: Rüzgarlı bir gecede yazılan bir pazar yazısı

Kişisel blog yazıları #48: İçimde fırtına, dışımda sakinlik...

Kişisel blog yazıları #48 bölüme hoş geldiniz. Bugün zaman zaman sinirlerime hakim olamadığım bir gündü. Çağrı merkezinde çalışıyorsanız sinirlerinize hakim olmanız gerekir normalde. Ama biz de insanız değil mi? Robot değiliz. Tabi sinirimi müşterilere yansıtmadım. Kendi içimde yaşadım. Akşam kanal D’de, Kemal Sunal’ın Kılıbık adlı filmi vardı. Ailecek izledik. Bu filmler asla eskimez. O zaman ki sorunlar hala devam ediyor çünkü. O bittikten sonra Show TV’ye geçtik. Yeni başlayan Rüya Gibi adlı dizinin ikinci bölümü vardı. Annem, “Bu dizi çok karışık. Kimin ne yaptığı belli değil. Bu dizi tutmaz” dedi. Anneme katılıyorum. Konsantre olmakta zorlanıyor insan. Finansal özgür olmakla ilgili bir video izledim YouTube’da. Bir de adam, bunu kimse söylemiyor diye başlık atmış. Özellikle açtım, izledim. Ne söyleyecek diye. Hiçbir şey. Koskoca hiçbir şey. Ben seni takip eder miyim peki bu videodan sonra? Bir daha videona denk gelirsem izler miyim? Küçük hesaplar peşinde koşmayın be mübarek insanlar. O Ses Türkiye’nin yılbaşı programı jürileri belli olmuş. Hadise, Murat Boz, Acun Ilıcalı ve Gupse Özay. Acun, jürilikten gram anlamıyor. Biri bunu ona söylemeli. Kız arkadaşın annesi hastalanmış. “Geçmiş olsun, neyi var?” dedim. Vertigo varmış. Bir de kalp çıkmış. Şimdi de kardiyolojiye gideceklermiş. Bizim ailede de herkes kalpten sorunlu. Aşılardan sonra patladı bunlar hep ya. Grip gibi bir şey olacak. Herkesin kalpten sorunu olacak. Tabi arkadaşıma bundan bahsetmedim. Daha da morali bozulmasın diye. Salı akşamından da bu kadar. Çarşamba günü görüşmek üzere. O zamana kadar ya bunu kişisel blog yazıları #30: Mandalina kokusundan nerelere ya da bunu kişisel blog yazıları #40: Bir skeç, bir dizi ve bitmeyen bir kitap okuyabilirsin.