Kişisel Blog Yazıları #66: Kış modu ve ev günü...

Söz de bugün arkadaşım ile buluşacaktım. Buluşamadık. Tahmin edin bakalım, neden? Çünkü yılın ilk karı yağdı. Kişisel blog yazıları serisine hoş geldin. Kar yağışlı bir açılış oldu bu.

Kiremitleri üstü beyazladı. Öyle yerleri doldurmadı. Ama hava çok soğuktu. Bu soğukta dışarı çıkmayı göze alamadım. Çöp atmaya dışarı çıkmıştım. Hava buz gibiydi. İyi ki gitmemişim dedim.

Evde olunca ne yaptım? Kitap okudum. Beşinci Kuşak kitabını okumaya devam ettim. İki gündür okuyamıyordum. Bugün için verimli bir okuma oldu diyebilirim.

Film de izleyecektim de ona fırsatım olmadı. Ara ara kar, lapa lapa yağdı. Biraz onu izledim. Klasik, kış modu yani. Kış modu açılmıştır, vatana millete hayırlı olsun.

Kardeşim işten gelirken ekmek alayım mı diye sordu. Normalde bu akşamlık evde ekmek var. Ama bizimkiler, yarın kar çok yağar, gidemeyiz diye alsın dediler. Bu karda kışta bir de ekmek almaya gitmekle uğraşmayalım değil mi?

Kardeşimin çalıştığı yerde yeni bir kız işe başlamış. Kaç gündür aynı dosyaları işlemesine rağmen yine de takılıp, sorular soruyormuş. Daha 24 yaşında kız. Normalde zehir gibi kapması lazım işi. Acaba bu sosyal medya kullanımından dolayı mı böyle oldu diyorum.

Kişisel blog yazıları serisinin bu akşamki sorusu da bu olsun o zaman. Siz ne diyorsunuz bu konuda? Bir şeyleri anlamakta, algılamakta güçlük çekmememizin nedeni aşırı sosyal medya kullanımı olabilir mi?

O zaman yarın akşam da burada mıyız?

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar…

Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar...

Kişisel blog yazıları serisine cuma gününün iş yoğunluğu ile başlıyorum.

Bazen fırsat bulup su bile içemiyor insan. Yani her iş, dışardan göründüğü gibi kolay değil. Bazıları, biz çağrı merkezinde çalışanlar için, “Devlet memuru gibisiniz. Otuyorsunuz” diyorlar. İşte o iş, öyle değil.

Neyse, öyle böyle iş bitti. Bir cuma gününün ve bir haftanın da böylece sonuna geldik.

2026 için bir dünya video var YouTube’da. “2026’ya şöyle girin, böyle girin” falan diye. Belki bu videoların çoğu boş ama seviyorum bu tarz videoları. Ne olursa olsun, yeni yıl, yeni başlangıçlar demek.

Tarih Obası, YouTube kanalından Ceren, “Hiçbir şey okuyamıyorsanız sözlük okuyun. Her gün bir madde” diyor. Bu sözlük okuma önerisini daha önce de duymuştum. Daha iyi yazmak için öneriliyordu. Bunun üzerine bir sözlük aldım. Birkaç defa da elime alıp, okudum. Ama sonra alışkanlık haline getiremedim, kaldı öyle.

Şimdi önümde iki seçenek var. Birincisi: Yarın, haftanın yorgunluğunu atmak için gün boyu yatabilirim, dinlenebilirim. Ya da arkadaşla buluşup bir şeyler içebilirim. Yarın sabah bir olsun, öyle karar vereceğim artık. O an ki ruh halim bana ne diyecek bakalım?

Saat 23.46 olduğuna göre, yavaş yavaş yazıyı sonlandırma zamanı gelmiş demektir.

Kişisel blog yazıları serisi ile yarın akşam da burada olur muyuz? Oluruz gibi. Sen ne dersin?

*Önceki yazı: Kişisel blog yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım…

Kişisel Blog Yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım...

Kişisel blog yazıları günlüğüne hoş geldin. Ben Cem.

Bugün aklıma yazacak bir şey gelmiyor. Böyle olduğu zamanlar benim de canım sıkılıyor.

Bir yazar, gün içinde yaşadığın şeylerden, yazacak bir şeyler çıkarmalı değil mi? Bazen bir şey çıkaramıyorum işte.

Bazen de aynı şeyleri yaşıyorum. Aynı şeyleri tekrar yazmaktan ben sıkılıyorum. Aynı şeyleri okumaktan, okur da sıkılmaz mı?

Böyle yazdım ama bir dakika. İlham geldi, ilham geldi. Şaka şaka. Bugün ne izledim diye düşünürken aklıma yazacak bir konu geldi.

Tarih Obası, YouTube kanalında Ceren’i izledim. Kitap okumak hakkında konuşuyordu.

İnsanların saatlerce sosyal medyada vakit geçirmekten dolayı dikkatlerinin dağıldığını, hiçbir şeye odaklanamadıklarını, kitap okuyamadıklarını ve kitap okumayanların aptal olacağını söylüyordu. O zaman gelecek nesiller, aptal olacak demek bu.

Kişisel blog yazıları serisinde her zaman kitap okumak ile ilgili görüşlere yer vereceğim. O yüzden Ceren’in söylediklerini sizinle de paylaşmak istedim. Aslında korkunç bir şeyden bahsediyor Ceren. Ama kimin umrunda derseniz. Kimsenin.

Saat 23.44 oldu. Bir günü daha bitiriyoruz. Yarın cuma. Haftanın son günü. Ondan sonra hafta sonu. Ondan sonra tekrar iş. Bir kısır döngü gibi.

Şunu da düşünüyorum aslında: Eğer bir işte çalışmasak, delirir miyiz? Çok saçma bir soru mu oldu bu? Saçma mı, anlamlı bir soru mu? Siz ne dersiniz?

Son dönemde kişisel gelişimcilerin yeni söylemi var ya: Kendinizi meşgul edin diye. Buradan aklıma geldi bu soru.

Kişisel blog yazıları serisine bu akşam da bu soru ile noktayı koyalım. Yarın akşama kadar kendinize iyi bakın. Görüşürüz.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #63: Bir gün daha, bir tuğla daha…      

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #65: Yorgun bir cuma gecesinden notlar...

Kişisel Blog Yazıları #63: Bir gün daha, bir tuğla daha...

Kişisel blog yazıları serisine bir tuğla daha koymak için buradayım. Merhaba ben Cem.

Çağrı merkezinde yoğun geçen günlerden biriydi. Bazen laf lafı açıyor. Müşteriler sordukça soruyor ve çağrılar uzadıkça uzuyor. Bugün böyle aldığım üç/dört tane çağrı vardı.

Akşam yemeğinde yoğurtlu ve sarımsaklı ıspanak güzel gitti. Çayı da kanal D’de, Eşref Rüya dizisini izlerken içtik.

Yeni yıl yaklaşıyor ya. YouTube kanallarında ajanda seçimleri ve ajanda önerileri üzerine tonla video yapılıyor. Ama bunlar benim ilgimi çekmiyor. Çünkü bugüne kadar hiç ajanda kullanmadım.

Bizim burada yeni bir mekan açılmış. Mantıcı. Arkadaşla gitsek mi diye düşündüm. Sonra da ortalık gıda zehirlenmelerinden geçilmiyor. Durduk yere başımıza iş almayalım deyip vazgeçtim. En iyisi tanıdığın, bildiğin yerlerden yemeğe devam etmek.

Feyyaz Yiğit, “Her şeyi yapsanız da başarılı olamayabilirsiniz” dedi ya. Şimdi kişisel gelişimciler de bu sözün üzerine videolar yapmaya başladılar.

Ama Feyyaz’ın böyle konuşması güzel oldu. Hedefi olan insanların bunun farkında olmaları lazımdı. Yani, birinin bunu dile getirmesi gerekiyordu.

Evet, hedeflerimiz için çalışacağız. Evet, elimizden geleni yapacağız. Ama bütün bunlar kesin başarılı olacağımızın garantisini vermiyor bize. Bunu bilelim de yine çalışmaya devam edelim.

Bazı arkadaşlar soruyor. “Yılbaşı akşamı ne yapıyorsun?” diye. “PTT” diyorum. “O ne demekmiş” diyorlar. “Pijama, terlik, televizyon” diyorum. Kola, kuru yemiş falan işte.

Kişisel blog yazıları serisinde bugün de veda zamanı. Yarın akşam yine buradayız. Kaçırırsanız, üzülürsünüz. Bir zamanların efsane sözlerinden biriydi bu da.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #62: İçinden hayat geçen yazılar…        

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #64: Yazacak bir şey yoktu, yazdım...

Kişisel Blog Yazıları #62: İçinden hayat geçen yazılar...

Kişisel blog yazıları serisinde, içinden hayat geçen yazılar yazıyorum. Bloğuma ve seriye hoş geldin. Ben Cem.

İçinden hayat geçen yazılar deyince aklıma geldi. Yılmaz Erdoğan, Çok Güzel Hareketler Bunlar’da oyunculara her zaman, “Skeçlerinizi hayatın içinden yazın” dermiş. O yüzden ne varsa, hayatın içinden yazmakta var.

Canınız çekmesin. Bir komşumuz poğaça yapıp getirmiş. İçinde bir şey yok, sade. Ben sade poğaça da severim ama. Çayın yanında güzel gitti.

Son yıllarda, hiç yılbaşı akşamları kar yağmış mıydı? Ben hatırlamıyorum. Siz hatırlıyor musunuz? Peki bu sene yılbaşı akşamı kar yağsa nasıl olur? Şimdi hayal ettim de. Kişisel blog yazıları serisinin yılbaşı akşamı yazısını yağan kara karşı yazmak çok güzel olurdu.

Şairler, yaşadıklarını mı yazarlar şiirlerinde yoksa hayal ettiklerini mi? Okuduğum bazı şiirler bana, “Şair, kesinlikle bunu yaşamış olmalı. Yoksa başka türlü yazılamaz bu şiir” dedirtiyor. Sizin de böyle olduğunu düşündüğünüz şiirler var mı? Varsa yorumlara yazın da hep beraber okuyalım.

Ajda Pekkan, bir tane çikolata reklamında oynuyor şu sıra. Çikolata markasını yazmayayım da reklam olmasın şimdi. Ben de reklama bakarak o çikolatadan aldım. Ama yerken Ajda Pekkan gibi zevk alamadım. Paramı geri istiyorum. Şaka şaka. Reklamdaki her şeyi bayılarak yiyecek halimiz yok sonuçta.

Bazı blog arkadaşlarımın yazılarına bakıyorum da. Birkaç cümle yazmış ve bir şarkının linkini bırakmış. O kadar. Basit ve sade. Bu tarz blog yazıları da çok hoşuma gidiyor.

Kişisel blog yazıları serisinin bu akşamlık da sonuna geldik. Yarın akşam, hayattan yeni notlarla, yine buradayız.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #61: Küçük alışkanlıklar, büyük sorular…

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #63: Bir gün daha, bir tuğla daha...

 

Kişisel Blog Yazıları #61: Küçük alışkanlıklar, büyük sorular...

Kişisel blog yazıları serisi yolculuğuma hoş geldin. Ben Cem.

Pazartesi sendromu o kadar vurmadı bugün. Yumuşak bir geçiş yaptım diyebilirim.

Akşam 19.00’dan sonra abur cubur yememek için kendimle savaştım. Saat 23.03 ve şu ana kadar başardım. Resmen çikolata krizi geliyor.

İnstagram’da bir saati aştım yine. Bugünlük izin ver dedim. Boş durduğum her an, elim telefona gitti yine.

Televizyon reklamlarında yılbaşı kazakları görüyoruz. Kardeşime söyledim alalım diye. Bin liraymış. “Kalsın kardeşim kalsın” dedim.

Kaç gecedir 00.30 ile 01.00 arası yatıyorum. Artık buna bir dur demem lazım.

Bu akşam bir komşumuz takvim getirmiş bize. Takvimi görünce sevindim. Eskisi gibi her gün yapraklarını koparmıyoruz. Ama adet işte. Nostaljik bir şey. Mutlu oluyor insan.

Bu akşam bir blogcu arkadaşımın blog yazısını okuyordum. Yazısında devamlı takip ettiği bloglar olduğunu, her zaman yorum yapmasa da o blogları okuduğunu söylüyordu. Her zaman yorum yapmak da istenilen bir durum değil demek ki. İnsan, her zaman görünür olmak istemeyebilir. Çok normal.

Kişisel blog yazıları serisi güzel. Ama her akşam da insan anlatacak bir şey bulamıyor hayata dair. Tekrara düşsün istemiyorum yazılar.

Yazıyla alakasız gibi olacak ama aklıma takıldı. Az önce bir YouTube videosu izlerken sordum bu soruyu kendime. Videodaki kadın, kendini bildi bileli sorgularmış. Nereden geldik, nereye gidiyoruz falan diye. Peki niye bazı insanlar böyle sorgulamalar yapıyor da bazılarımız kendini hayata kaptırıyor? Sanki ömürlerinde bir kez olsun bile, bu soruları kendilerine sormamış gibiler. Siz ne diyorsunuz bu konuda?

Kişisel blog yazıları serisi ile hayata dair sorular sormaya devam edeceğim. Yarın, yine buluşalım mı?

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #60: Tam da en heyecanlı yerinde…

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #62: İçinden hayat geçen yazılar...

Kişisel Blog Yazıları #60: Tam da en heyecanlı yerinde...

Kişisel blog yazıları serisine yeni bir yazı daha eklemek için buradayım. Merhaba ben Cem. Bloğuma hoş geldin.

Dizi/film ya da yarışma izlerken, en önemli anında bizimkilerden biri bir şey anlatmaya başlıyor. “Şimdi sırası değil” diyorum ama içimden. Hem ekrandaki izlediğim şeyi kaçırmamaya çalışıyorum, hem de bizimkilerin anlattığı şeyi dinlemeye çalışıyorum. Arada kalıyorum yani. “Şu sahne bir geçsin, öyle anlat” diyemem. Karşı tarafın kırılmasından korkarım. Karşı taraf heyecanla bir şey anlatırken, hevesini kırmak istemem.

Güller ve Günahlar dizisinde Zeynep’in annesi, bilmeden Zeynep’in düşmanı Berrak’ın yeni taşındığı eve temizliğe gidiyor. Sonradan, eve taşınan kişinin kızının düşmanı Berrak olduğunu anlıyor. Temizlik bezini yere fırlatıyor. “Kendi temizliğini kendin yap” diyor. Berrak da, “Ver o zaman temizlik için aldığın parayı” diyor. Zeynep’in annesi Refika, o an, kala kalıyor. Çünkü parayı alır almaz kredi kartının borçlarının kapanması için oğluna vermiş. Mecburen yere attığı bezi alıyor ve temizliğe devam ediyor. İşte o an, “Fakirliğin gözü kör olsun” diyor insan.

Kişisel blog yazıları serisinde genelde böyle hayatın içinden konulara yer vermeye çalışıyorum. Fazla gündeme girmeden. Artık gündemden sıkıldık çünkü. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? Gündeme girmeden böyle yazmam nasıl sizce?

Haşmet Babaoğlu, Sabah gazetesindeki köşesinde bugün, “Kar yağacak mı?” başlıklı bir yazı yazmış. İşte Haşmet Babaoğlu’nun bu tür yazılarını seviyorum ben. İşte bu tür yazıları gibi yazmak istemişimdir ben de. İsterseniz yazıyı bir okuyun, üzerine konuşalım.

Kişisel blog yazıları serisi hayata düşülen notlardır. Yarın akşam yine burada buluşmak dileğiyle. İyi akşamlar.

*Önceki yazı: Kişisel Blog Yazıları #59: Hayattan küçük testler…               

*Sonraki yazı: Kişisel Blog Yazıları #61: Küçük alışkanlıklar, büyük sorular...