Yoğun bir perşembe günüydü. Akşamın olmasına Godot’u bekler gibi bekledim. Neyse ki akşam oldu. Yemekten sonra haber izlemektense YouTube’da video izlemeyi tercih ettim. Çünkü haber izlemek, ufak çaplı bir sinir krizi geçirmek isteyenler için birebir bu aralar. Gerçi YouTube’da da bir şey yoktu. Bari kitap okuyayım dedim. Birkaç sayfa kitap okuyup, karnımızdan sonra ruhumuzu da doyurduktan sonra ver elini blog yazısı dedim. İşte burdayım. Hee, unutuyordum bak. Star’da, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Birkaç skeç izledim. Ama beğenmedim. Bu sefer güldürmedi. Abi her hafta skeç yazmak bitirir o çocukları ya. Dışardan da skeç yazdırmalılar. Beyin bu. Bu akşamlık da perdeyi kapatalım o zaman. Kendinize iyi davranın.
Neyse ki akşam oldu...
Kendini okumaya veren adam...
*Adamın biri, kimseyle muhatap olmuyormuş. Kitaba vermiş kendini. Günde 8 saat kitap okuyormuş. İnsanlardan izole etmiş kendini. Harika bir izole yöntemi. Mis gibi. Abim geçinme problemini çözmüş demek ki. Geçinme problemini çözsek var ya. Kimse, kimseyle muhatap olmaz. Kitaba, doğaya vurur herkes kendini.
*Bizim
burada bir simitçi var. Günler oldu açılacak. TOKİ, şimdiye kadar kaç tane bina
dikmişti be kardeşim. Biraz acele. Bünye sabahları talaş böreği istiyor, simit
istiyor, poğaça istiyor. İnsanız işte. Yeni olan her şey insanın ilgisini
çekiyor. Yoksa simit, poğaça her yerde var.
*Taşacak
Bu Deniz, Kızılcık Şerbeti’nden reytinglerde birinciliği aldı. İyi güzel de.
Ben hiçbir şey anlamıyorum diziden. Sıkıyor beni. Yani işin özü: Bu deniz,
benim için taşmadı.
Tüm dünyada ya elektrikler gidecek ya da internet...
Bugün bir ara internet gitti. Ben de benim internetle ilgili zannettim. Meğer dünyada gitmiş. Neyse ki uzun sürmedi ve geldi. Bu kesinti benim aklıma, iddia edilen büyük kesintiyi getirdi. Gün gelecek ve dünyada tüm internet kesilecek. Ya da dünyanın tümü elektriksiz kalacak. Bir arkadaşıma söyledim bunu. İnternetsiz kalmayı tercih ettiğini söyledi. Ben de internetsiz kalmayı tercih ederim. Çünkü elektriksiz kalmak tam bir felaket olur. Ama benim gibi bir internet bağımlısı için de depresyon sebebi olurdu internetsiz kalmak. Düşünsenize: YouTube yok, İnstagram yok, X yok ve en önemlilerinden bir tanesi bloğum yok. Bloğuma yazı yazıp yayınlayamayacağım. Peki siz hangisini tercih ederdiniz?
Klasik bir pazartesi değildi bu...
Evet, bir pazartesi sendromunu daha geride bıraktık. Gerisi diğer pazartesilerin başına. Aslına bakılırsa pazartesi sendromu yaşanacak bir gün de değildi. Klasik bir pazartesi yoğunluğu yoktu. İki gecedir hava çok soğuk. Ayaz var ayaz. Bazı yerlerde kar yağmış. Bizim buralara ne zaman gelecek bakalım beyaz bereket? Yazarların, okumak ve yazmak ile ilgili söylediklerini okudum biraz. Akşam akşam iyi geldi. Bizimkiler kanal D’de, Uzak Şehir dizisini izliyorlar. İnstagram’da biri, Uzak Şehir dizisi için Hint dizilerine başladı diye yorum yapmış. Ülke olarak zaten Hindistan’a benzemeye başladık. Feyyaz Yiğit, İbrahim Selim’in YouTube kanalına konuk olmuş. Dizilerini pek beğenemedim ama sohbetini/muhabbetini sevdim Feyyaz Yiğit’in. Bu arada kendisi, 11 yaşına kadar burada, yani Düzce’de yaşamış. Bu yüzden de sempatim arttı tabi. Şimdilik bu kadar. Görüşürüz.
Soğuk bir geceye hazırlanan sokaklar...
Soğuk bir pazar günüydü. Ekmek almaya çıktım akşam. Tüm iş yerlerinin ve evlerin ışıkları yanmış bir şekilde karşıladı beni sokaklar. Soğuk bir geceye hazırlanır gibiydi herkes. Yürüdükçe ısındım. Ekmeğe alıp eve döndüm. Yemek ve çay faslı. Sonra televizyonda ne var? Klasik bir akşam işte. Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisine bakıyordu bizimkiler. Bu dizide reytinglerde istediğini alamamış ve yakında final yapacakmış. Daha kitap falan okuyamadım. YouTube’tan bir tanecik bile olsun video izleyemedim. Sözde pazar günü her şeyi yapacaktım. Film de izleyecektim. O da yalan oldu. Yalan rüzgarı gibi bir gün. Saat olmuş 22.00 ve pazarın bitmesine kalmış iki saat. Ne ara geldin pazartesi?
Aynı şeyleri düşünüp duruyorum...
Arkadaşla buluşmak için otobüse bindim. Bir tek boş yer ters koltukta vardı. Ayakta kalmaktansa ters koltuğa oturdum. Ters gitmeyi sevmem ben de çoğu kişi gibi. Yolu izlemedim. Gözlerimi kapattım ve düşündüm. Son bir haftayı, geçmişi ve geleceğimi. Ya zaten insanın devamlı düşünüp durduğu şeyler vardır. Onların bir kere daha üstünden geçtim. Mide bulantısı falan olmadan otobüs yolcuğunu bitirdim. Arkadaşla çay kahve içtik. Babası rahatsız. Biraz ondan konuştuk. Daha yaşımız kırk olmadı ama iki arkadaş da tansiyon çıktı. Ben de kolesterol ve panik atak. Ne varsa eski topraklarda var görüşünde birleştik. Onlar bizim yaşımızdayken yoktu böyle hastalıkları. Arkadaş da teknoloji bitirdi bizi dedi. Ben çağrı merkezinde çalışıyorum. Devamlı oturuyorum. O elektrik projesi çiziyor. Devamlı oturuyor. Böyle yaşamlar hastalıkları getiriyor dedi. Sonra otobüsle tekrar eve dönüş. Bu sefer oturacak yer vardı. Ters koltukta gelmek zorunda kalmadım.
Seni görenin aklına yazmak gelecek...
Yorucu bir haftanın son günü. Hafta sonu için bol bol uyuma planım var. Ama böyle dediğime bakmayın. Sabah 09.00’da yine ayakta olurum. Tatil olunca uyunmuyor. Artık bu bilimsel bir gerçek. Hafta sonu için bir film izleme planım var. Bakın, bunu yapmaya çalışacağım. Bir de bir kafeye gidip ya kitap okumak, ya da bilgisayarda yazı yazmak istiyorum. İnsanları gözlemleyerek yazmak istiyorum. Artık o an bana ne hissettirirlerse. Belki de hiçbir şey hissetmem. Belli mi olur. Bir tane yazar, yazmayı bir rutininiz haline getirmelisiniz diye öğüt veriyordu yazmak isteyenlere. Her şey aynı yola çıkıyor yani. Hayatta ne olmak ya da ne yapmak istiyorsan hayatına entegre edeceksin onu. Millet seni gördüğünde hemen akıllarına o gelecek. Bence böyle. Peki ya sizce?