Kayıtlar

Mart, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şiir ezberlemenin faydalari...

Resim
Şiir ezberlemenin faydalari     Şiir neden ezberlemeliyiz? Şiir ezberlemenin faydalari nelerdir? Bu yasiniza kadar illaki, okulda da olsa şiir okumussunuzdur. 23 Nisan'da da şiir ezberleyip okuyanlariniz da olmuştur. Peki, siir ezberlemek size ne kazandirdi hic düşündünüz mu? Bu toplumda, hep şiir okumamiz soylendi ama, neden okumamiz ya da ezberlememiz gerektiği soylenmedi. Bir is yapıyoruz ama,  bize faydasi ne bilmiyoruz. Siir ezberlemenin iki temel faydasini görürüz.       Birincisi; kelime dağarcığını gelistirir. Kelime dagarcini gelistirmek, hem yazarken, hem de okurken çok işimize yarar. Çünkü ne kadar çok kelime bilirsek, kendimizi o kadar iyi ifade ederiz. En basitinden mail atmak. Is yerlerinde, ne istediginizi ifade eden kısa ve öz mailler atmak onemlidir. Maili alan kisi, okuduklarindan sizin ne istediginizi anlamalidir. Siz de takdir edersiniz ki, sınırlı kelimelerle pek de fazla bir şey anlatamazsiniz. Yani,  siir ezberlemenin faydalari matematik gibi değildir. "

Günlük tutmak, geleceğe hatıra birakmaktir...

    Günlük tutmak, gelecek yillar icin bir nostaljidir. "Zamaninda neler yazmisim?" ya da "O zaman böyle mi düşünüyor musum?" gibi sorular soracaklar, ilerde günlüklerine göz gezdirirken günlük tutanlar. Sanirim,  herkes bir dönem günlük tutmustur. Tabi hep ayni seyler sayfalari kaplamistir. "Kalktim, yüzümü yikadim, yemek yedim" gibi. Sizin enterasan yazilariniz olduysa,  yoruma yazin. Bakalim, siz neler yaziyormus sunuz?       Günlük tutmak hakkında yazı yazdigima bakmayin. Ben de sadik bir günlük yazari degildim. Iste, son üç-dort aya kadar. Bu son üç-dort aydır, "Günlük tutmanin hakkini veriyorum" diyebilirim. Birakin yıllar önce yazdiklarima, aylar once yazdiklarimi okuyunca da, aradaki hem yazi, hem de düşünce farkini görebiliyorum. E tabi bir de nostalji oluyor. "O olay, bu tarihte mi olmuş?" diye sorduğum oluyor kendime.        Şunu da soyleyeyim. Benim farkli  bir günlük tutma tarzim var. Birincisi; herkesin ki gibi, yasadig

Akıcı bir yazı okunmaya doyulmaz...

    Akıcı bir yazı, tadindan yenmez bir yazidir. Okumaya doyamam. Onun icin, bir yazida ilk dikkat ettigim şey,  yazinin akici olmasidir. Yağ gibi akmasi lazim bir yazinin. Mesela; Hıncal Uluç ile Ayşe Özyılmazel'in yazilari öyledir. Okumaya baslar baslamaz, yazi alir götürür beni. Kendimi, her şeyi unutmus, sadece yaziya odaklanmis bulurum. Sizin de, böyle okumaya hayran oldugunuz yazarlar varsa paylasin. Böylesi yazarlari ben de çok tanimak isterim. Ne kadar böyle akici yazi yazan yazarlar okursak, o kadar iyi yazariz.        Akici olmayan bir yazı insani yazidan sogutur. O yüzden önüme gelen her yazari okumam. Okuma dunyamdaki dengemi bozacak diye. Kimse kusura bakmasin. Okuma konusunda yazarlara ön yargili yaklasirim. "Acaba yazim dili nasildir?" diye, her yeni tanistigim yazarda kuşku duyarim. Ilk bir kac cumlesinden itibaren beni yakalarsa ne ala. Yoksa aldigim gibi yerine koyarim o kitabi. Romancilardan da Ayşe Kulin'i örnek verebilirim. Romanlarinda öyle bir

Hızlı okuma bana göre değil...

Resim
Kitap başka bir dünya       Dün akşam Beyaz, bir üniversite ogrencisini konuk aldi. Kızın ozelligi hizli okumasi. Yirmi dakikada-daha da az olabilir tam hatırlamıyorum su an-300 sayfalik bir kitabi okuyormus. Inanilmaz bir özellik. Ben yavaş okurum. Ama bu kadar da hızlı okumak istemezdim. Öyle tat almam ben. Ben bir kitabi günlerce okumak isterim. Gunlerimi o kitapla gecirmek isterim. Hele bir de sevmissem kitabi, degmeyin keyfime. Tadini cikara cikara okurum her gün.        Kitap okuyanlar bileceklerdir. Çok sevdiğim kitaplarin sonuna geldikce uzulmeye baslarim. Çünkü okudugum o enfes kitabin sonuna gelmisimdir. Isterim ki o kitap bitmesin. Bitmesin ki aldığım zevk günlerce sursun. Gunlere yayilsin. Merak etmeyi severim, "Bir sonraki gün acaba neler olacak?" diye. Bir zamanlar arkasi yarinlar varmis,  onun gibi işte. Böyle bir hisse kapilmissam, o kitap beni sarip sarmalimistir. Iyice kitabin icine girmisimdir.        Hizli okuma olmali evet, ama kararinda. Bosuna dememis

Internetten alisveriste yeni mekan...

Resim
     Internet dunyasinda cok dolasir, cok gezerim. "Yeni ne var, ne yok?" diye girip cikmadigim yer kalmaz. Çünkü, öyle bir çağda yaşıyoruz ki. Her an bir degisim icersindeyiz. Bu değişimin dışında kalmamak için de devamli takip durumundayim. Yine böyle arama, tarama yaparken boluavm.com ile karsilastim. Internetten alışveriş olmazsa olmaz. O yüzden ne var, ne yok taradim siteyi. "Iyi ki karsilasmisim bu siteyle" diyorum. Yok, yok.       Ben genelde elektronik esyalarla ilgiliyimdir. Ilk etapta baktigim bu bölüm oldu. Benim için seçenek olmasi çok onemliydi. Bir iki markanin, bir kaç ürünü kesmezdi beni. Aradigimi da buldum. Telefonlar, bilgisayarlar çeşit çeşit. Özellikle bizim gibi işi devamli internetle olanlar için, çok iyi tasarlanmis bir site burasi. Teknoloji yerinde saymiyor. Devamli gelişim halinde. En son teknolojik ürünleri aradigimda bulmam lazim. Bu yonden de benden geçer not aldi. En son çıkan telefonlarin hepsini rahatlikla buldum.        Ben devaml

Silahsiz bir Türkiye için 4 kural...

Resim
     Türkiye'de bireysel silahlanmaya karşı tedbirlerin caydirici olduğunu söylemek zor. Gerçek anlamda bir politika olusturulmali. Ve bu politika da cocukluktan baslatilmali. Cocuklara silah sevdirilmemeli. Silahlar, cocuklardan uzak tutulmali. Cocukla silah arasina duvarlar orulmeli. Bu topraklardan silah silinmeli. Bunun için yapılması gerekenler belli aslında. Önemli olan niyet, samimiyet. Silahsiz bir toplum için benim 4 onerim var. Bu onerilere sadik kalinirsa. Yarinin silahsiz Türkiye'sine adım atılmış olunur.       1) Oyuncak silahlar satilmayacak: Silahla ilk tanışma maalesef çocukluk cagi. Çocuğa oynasin diye silah verilip nasıl silahsiz bir toplum beklenebilir ki. Oyuncak sektöründen silahlar kaldirilmali. Bir daha oyuncak raflarinda yerini alamayacak sekilde hemde.       2) Ruhsatli da olsa kimseye silah satilmayacak: Ben bu mantığa karsiyim. Zaten ruhsatlarin guvenilirligi de tartışma konusu. Guvensek bile, bir anlik sinire yenik dusulmeyecegini kim garanti edebi

Hıncal Uluç, Ingilizceyi nasıl ilerletmis???

     Bugün, Hıncal Uluç'un yazisini okuyordum. Yazısında, nasil Ingilizcesini ilerlettigini anlatiyordu. Bugünkü yazisini muhakkak internetten okuyun. Ingilizcesini,  kitapları orjinal dilinden, yani Ingilizceden okuyarak ilerletmis. Böyle bir şey, hiç sizin akliniza gelmis miydi? Gerci Hıncal Uluç,  "Ingilizcemi ilerleteyim" diye okumamış. Kitaplarin cevirileri o kadar berbatmis ki. O da, bu duruma en sonunda isyan etmis. Bu kitap çevirisi olayı, gercekten kanayan bir yara. Daha bir kaç gün önce ben de yazmistim bu konuyu.        Şükür, birileri bu konuya da degindiler. Bazi kitaplar gerçekten azap verici. Okuma zevki birakmiyor insanda. Simdi düşünüyorum da, yabancı kitaplara karşı antipatim,  bundan dolayı olmasin? Neyse işte. Okuduğu kitabin zevkine varmak için, Ingilizcesinden okumaya başlamış. Ve normalde çevirisini okuyup begenmedigi bir kitabi cok sevmiş. Ve bu inadi da Hıncal Uluç'a,  cok iyi Ingilizce ogrenmesini sağlamış. Şimdi, bunu herkes yapabilir m

Takibi biraktigim 3 köşe yazarı...

     Ben normalde 5 köşe yazarı takip ediyordum. Bu bes yazarın ucunden sıkıldım. Ben de onlari takip etmeyi bıraktım. Şimdi sadece iki ismi takip ediyorum. Onlar da Hıncal Uluç ve Ayşe Özyılmazel. Kimleri takip etmeyi biraktigim ve nedenine gelirsek;      1)Haşmet Babaoğlu: Daha önceleri hayata dair yazilar yazardi. Zeytinden, domatesten bahsederdi. Son dönemde siyasi yazmaya başladı. Ben siyasi yazilarini okuyarak sevmemistim ki. O yüzden ilk takibi biraktigim köşe yazarı o oldu.      2)Mehmet Barlas: Başka yazarlardan yaptığı alintilari anlamıyorum. Adamlar o kadar derinden yazıyor. Zamanla o da, yaptığı alintilardaki gibi ağır yazmaya başladı. Ben de takibi biraktim.      3)Engin Ardıç: Bilenler bilir. Engin Ardıç yazilarini alayimsi yazar. Ama son zamanlarda bu durumu çok abartti. Isin civigi çıktı yani. Ben de takibi biraktim.       Yeni yazarlar okuyorum. Ama kafama göre birilerini bulamadim. Kimi çok yanli yaziyor, kimi vur deyince öldürüyor. Şimdilik bu kadar. Bir daha

Cocuk korosu vardı bir zamanlar...

Resim
   Bir zamanlar TRT'de çocuk korosu vardı. Sesleri o kadar guzeldi ki. Sanki bir irmaktaki su sesi gibiydi. Onları dinlerken öyle zevk alırdım ki. Ruhumun huzur senfonisiydi. Simdilerde böyle yayinlara rastlayamiyorum. Neden yayinlamazlar bilmiyorum. Pazar gunleri yine eskisi gibi yayinlasalar çok güzel olur. Bunun gibi bazı güzel geleneklerimizi devam ettirelim istiyorum. Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Robinson Crusoe ile adadayiz...

Resim
     Robinson Crusoe kitabini, en son beş altı yıl önce okumaya çalışmış, ama devam edemeyip sıkılıp birakmistim. Iste o yıllardan sonra yeniden okumaya karar verdim. Şimdi düşünüyorum da, belki de çeviri iyi olmadigi icin okuyamamistim. Şimdiye kadar kirk sayfa okudum. Şimdilik çeviri de o kadar da sorun görmedim. Belki de o yaşlar anlamam icin uygun değildi. Okuduğum kitap, Alkim Yayinevi'ne ait. Bu kitabi daha önce okumus olanlar varsa görüşlerini beklerim.       Daha kirkinci sayfada, hatta daha önce, Robinson adada yalnız kaldı. Kitap 319 sayfa. Daha yüzlerce sayfa ne yapacak bu adam adada. Bir de yazilar çok küçük. Bir sayfadan iki sayfa çıkar. Kuculte küçülte iki sayfayi tek sayfaya indirmisler. Yoksa kitap tuğla gibi olacakmis belli. Bir de bende soyle bir durum var. Bazen ama, her zaman değil. Kitap okurken gözlerim kapanıyor. Uykuya geciyorum. Kitabi elimden dusururken uyaniyorum. Sizce bu neden? Bilen arkadaslar varsa yorum kosesinden bana ulasmalarini rica ede

Arkadaşlarla buluşunca...

Resim
Arkadas buluşması Iphone 4s      Uzun zamandır bizimkilerle gorusmemistik. Bizimkiler dedigim Semih ve Bilal. Ikisiyle de çağrı merkezinde calismaya basladigimda tanismistim. O gün bugündür arkadasiz işte. Arkadastan da öte dostuz da diyebilirim. Arada bir araya gelir. Gorusmedigimiz zaman diliminde neler yaptigimizi paylasiriz. Yine paylastik. Hayatimizda ne olup bittiyse. Her zamanki gibi, bizim Krempark Avm'nin orda buluştuk.       Ben gittiğimde ikisi de gelmisti. Telefonla ugrasiyorlardi. Selam verdim. Oturdum yanlarina. "Kalk, kalk oturma. Ethem'e gidiyoruz" dediler. Ethem dedigimiz bizim Duzce merkezdeki ünlü pidecimiz. Siparisler biraz geç gelse de. Yine de tercihimiz orası. Balkon tarafina gectik. Üstteki fotografimiz da oradan. Oturur oturmaz hemen oranin internetine bağlandık. Son guncellemeleri indirmek için. Benim guncelleme yokmuş. Semih indirmeye başladı. Onun telefonu Iphone 4s. 8.1 ios indiriyordu. Bilal hemen atıldı. "Bu sürüm hata veriyor. Iph

Artık Antalya otobüsündeler...

Resim
     Normalde, sabahin bu saatinde yazi yazmam. Kardesimi Antalya'ya gönderdiğim için ayaktayim. Sonunda Antalya'ya gittiler. Sabah 06:50 gibi uyandim. Bizimkiler çoktan kalkmislardi. Son hazirliklarini yapiyorlardi. Bizimkiler tek başlarına gitmediler Antalya'ya. Yakin arkadaslari, bir diğer çift,  Cansel ve Bedir'de yanlarinda gitti. Kader birliği yaptilar yani. Cansel'le Bedir geldi. Bedir, "Daha kalkmadin mi ya" dedi. O saatte kalkmaya vücut alışık değil ki. Beş dakika yatakta kivrandim.       Ayilmaya calistim. Oturdum. Bir beş dakika da öyle gecti. Üstümu giyindim. O zamana kadar,  bizimkilerde valizleri disariya cikarmislar. Bizimkilerin iki valizi vardi. Bir de bebek arabasi. Bizim Aras biraz yuruyunce, "Anne yoruldum. Kucağına al" diyor. Bu gibi durumlar için işte, araba da alindi. Valizleri başladık çekmeye. Duragin orda borekci vardı. Servis gelesiye kadar orda bekledik. Ben kiymali börek aldım. Benim gibi kiymali börek alan da vardi.

Aras'in akıllı telefon bayrami...

Resim
    Yegenim Aras, hangi akıllı telefon ile oynayacagini sasirdi. Bende Samsung Grand Neo var. Anne ve babasindaysa Samsung Galaxy Mega. Birini birakiyor, digerini alıyor. Bu arada babası bozuk olan tabletini de yaptirmis. Çocuğun hepsiyle oynamaya vakti kalmıyor. Ama genelde benim akıllı telefon ile oynamayi tercih ediyor. Çünkü benimkinde dinazor oyunu var. Ona bir kere telefonu verirken mobil veriyi açık unutmuşum.        Biliyorsunuz, internet açıkken oyun oynadiginizda önünüze oyun reklamlari geliyor. Aras oyun oynarken bu dinazor oyununun reklami çıkmış. O da girmiş. Girmekle kalmamis, indirmeye baslamis. Neden inmedigini hatırlamıyorum şimdi. Sonra, "Dinazor oyunu nerde? " deyip ağlar diye ben indirdim. Ilk basta anlamadik. "Amca telefonda dinazor var" deyip duruyordu. Telefonu elinden aldıktan sonra anladik olayi.       Gerçekten de dinazor varmış. Aslinda saçma sapan bir oyun. Bilmem kac kat bir plaza var. Dinazor da ona tirmanip altin topluyor. Ama sadece

Antalya yollarina dusuyorlar...

Resim
     Bu cumartesi, kardeşim ve ailesi Antalya'ya gidiyor. Is icin. Burada bir çağrı merkezinde calisiyordu kardeşim. Üç yıldan fazla olmuştu orda calisali. Ama geçen hafta ayrıldı. Çünkü kendisine vaad edilen terfi verilmedi. Bir de üstüne daha da statüsünü düşürmeye kalktilar. O da bu duruma restini çekti. Şimdi yeni bir hayat için Antalya yollarina dusecekler.      Kardeşim, eşi ve yegenim Aras. Cumartesi sabahi cikacaklar yola. "Neden Antalya?" derseniz de. Antalya'da ortak bir arkadaslari var ikisinin. Orada bir magazada calisiyormus. Bizimkilere de, "Burada is cok. Gelin" demiş. Onlarda bunun üzerine gidecekler işte Antalya'ya. "Birinin lafı üzerine gidilir mi Antalya'ya?" derseniz. Ikisinin de yakin arkadaslari. Ve guveniyorlar.       Aras'i çok ozleyecegiz tabi. Adami iki üç gün gormeyince ozluyoruz da. Şimdi Antalya'lara gidecek. Ozlenmez mi? Aras, ucaga binerken, uçağa bindiginde eminim durmadan anne, babasina sorular sor

Çanakkale Savaşı gazete eki...

Resim
     Posta gazetesi, Çanakkale Savaşı için tam 7 sayfa ayırmış. Hazırlayan,  Yetkin Iscen. Inanir misiniz, yedi sayfanin yedisini de okudum. Hem de sıkılmadan. Icerik güzel ve ilgi çekici. Mesela, "Türk askeri nasil Mehmetçik oldu?" sorusunun cevabi var. Yine bu konuyla ilgili olarak, "Mehmetçik ismini kim buldu? " sorusuna da cevap var. Bu basliklar gibi ilgi cekici daha bi kaç başlık daha var. Bugüne özel, iyi hazirlanmis bir ek. Okuyun, pişman olmayacaksiniz.        Ne yalan söyleyeyim. Posta'dan böyle güzel bir içerik beklemezdim. Önyargı işte. Onyargilardan kurtulmam lazim. Ama doğru değil mi? "Posta" deyince aklıma Haydar Dümen geliyor. Neyse biz yine yaziya dönelim. Ilgimi çeken diğer başlıklar hakkında da bilgi vermek istiyorum size. Bunlardan biri de, Mustafa Kemal'in Çanakkale'de siirini okuduğu şair oldu. Ismini ilk defa duydum. Emin Bülent. Zaten,  işin içinde şiir olmasi dikkatimi çekmek için yeterliydi.        Peki, size bir sor

Evde film izleme...

Resim
    Toplulukla film izlemek güzel oluyor. Senin gulmedigin bir replige,  diğer adam gülüyor. E gulmenin de bulasici bir yani var. Sende gülüyorsun. Ondan sonra, anında herkes görüşünü söylüyor. Sende söylüyorsun. Muhabbet ediyorsun aynı zamanda yani. Boşuna,"Insan sosyal bir hayvandır" dememisler. Hep beraber yapılan şeyler zevkli oluyor. Bu tip organizasyonları sık yapmalı. Hayattan daha fazla zevk almak için.       Bu yaziyi yazma nedenim, bu akşamdi. Televizyonda, Eyvah Eyvah 3 vardi. Dört kisi izledik. Bir de benim yegen ile birlikte beş. Yukarda anlattığım her şey oldu bu aksam. Yazmadigim bir şey daha var yukarida. Onu da yazayim. Yegenim Aras, biz filme bakarken devamli televizyonun önüne geçiyordu. E biz de göremiyoruz. Yegenim gibi dört yaşında olan çocuklarda, bu yakından bakma hastaligi nedir anlayamadim.        Simdi hakkini yemeyelim. O kadar da sorun cikarmadi cocuk. Iki kere gitti tekevizyonun önüne. Ondan sonra da bir daha gitmedi. Sinemada, anında degerlend

Kitap okuyacağım da ne olacak???

      Yillarca okullarda, orda burda,  kitap okumamiz söylendi. Ama sadece soylendi. Biri cikip da, neden kitap okumamiz gerektigini soylemedi, anlatmadi. Bu cagda insanlara neyi, neden yapmaları gerekiyor izah etmeliyiz. Yoksa o adam, cani isterse kitap okuyor. "Bunlar entel, dantel işler" diyor. Adama kitap okuma bilinci asilamadigin zaman, adam da böyle konuşur tabi.        Kitap okumayi zaman kaybı olarak gören çok. "Okuyacağım da elime ne geçecek?" diyor. Iste, bu soruyu soran adama, cevabi daha ilk baştan verilmeliydi. Bu ülkede, kitap okuma diye dersler olmalı. O derste her zaman, neden kitap okumaliyiz anlatilmali. Ve topluca kitap okunmali. Kitap okutmak, öğretmenin insiyatifinden alinmali. Istisnasiz, her zaman okunmasi sağlanmalı. Birine ne ekerseniz,  gelecekte onu bicersiniz.        "Eğitim şart" diye klasiklesmis bir lafimiz var. Ama doğru. Her şeyin başı eğitim. Bir planlama yaparsınız. On yil, yirmi yıl sonrasi icin. Okuyan bir nesil yeti

Soguk yalnızlık...

Resim
     Bugün, konuk yazar olarak ben Seda Schmidt Kazan yazı yazacağım sizlere. ilk konuk yazar olarak beni seçmesinden dolayı, sevgili Cem'e teşekkür ederim.       Çok zor bir dönemden geçiyordum .Almanyada doğmuşum .2 yaşında Türkiye'ye dönmüşüz. Okula falan Zonguldak  ve Düzce'de 10 yaşına kadar idare ettim . Sonrasında Almanya'ya  gitmeye,  daha iyi eģitim ve hayat kurmak için yola çıktım. En son, belkide hiç hatırlamadiğım bir dönemde  gelip, Türkiye'ye alışmıştım. Oranın dilini,  hiç bir yerini bilmiyor, tedirginlik,  ürkeklik, korkmuş bir sekilde hava alanına gittim. Uçağa binmek için kapıdan gecerken, teyzem ile vedalaşıp pasaportu gosterip gectim. 15 dk sonra, ucağın kapisi acildi, yolcular tek tek binmeye basladi. Değişik insanlar her türden bulabilirdin. Nereye baksan yabanci dil konusan  kisiler vardi. Uçağa bindim ve koltuk numarami buldum.  Uçak havalandi. 2 saat 45 dk  sonra Stutgart Havalanına indim .Tekrar pasaport kontrolünden sonra valizimi alıp, a

Oyun zamanı...

Resim
     Yegenim Aras'i, oyun salonuna götürdük. Ama ondan fazla benle babasi oynamistir. Çocuk olmak gibisi var mı ya. Oyun salonuna girer girmez, oyuncaklar ondan fazla bizim ilgimizi çekti. Benim zamanımda böyle oyun konsollari yoktu. Belki de vardı. Bizimkilerin oralara götürme imkanı yoktu. Iste, bu yüzden yasayamadigim  cocuklugu buldum oyun salonunda.       Önce araba yarışı icin oturdum koltuğa. Aras'i da önüme aldım. Start verildi ve oyuna başladık. Gaza yuklendikce yuklendim. Aras'da direksiyonu durmadan sağa sola ceviriyordu. Oyun bir dakika da bitti. Doğal olarak yetmedi o minnacik bir dakika. Insan yine oynamak istiyor. Kendimi kaptirdim gitti. Zaten etraf çocuk kaynıyor. Onlarin neselerini, eglencelerini gördükçe ben de gaza geldim. Biraktim kendimi. Bir çocuk gibi hissettim.       Begenmedigim bir durum oldu yalnız. Silah oyunlari da koymuşlar. Bu olmamali. Daha o yaslarda cocuklara silah sevgisi asilanmamali. Silahlari görünce üzüldüm. Valilik bu gibi durumlar

Yağmur...

Resim
     Bugün otobüs ile carsidan gelirken yağmura tutulduk. Hemen kendimizi otobüs durağına attik. Ve yağan yağmuru izlemeye başladım. Bir süre sonra, burnuma toprak kokusu gelmeye başladı. "Iste,  yağmurun güzelliği" dedim. Yağmur,  güzeldir. Yağmur, romantiklik demektir. Yağmur, sevgilinle islanmak demektir. Yağmur,  insanların sağa sola kacismasi demektir. Yağmur, huzur demektir. Kisacasi yağmur, bir güzellik demektir.         Yağmur yağarken, otobüs durağında beklemek bile güzeldi. Beklerken de yağmuru izlemek. Sanki bir tabloya bakarmis gibiydim. Bu tablonun ressami tabiat anaydi. Kendimi o anki güzelliğe biraktim. Bir de o ara trafik sıkışmışti. Normalde Düzce'mizde böyle trafik olmazdı ama. Olmustu iste. Gelen her araba, iki ya da üç dakika bekliyordu duragin önünde.        Duragin önünden gecen her arabada da ayrı bir hayat vardı. Bir tanesinde Hande Yener'in Atma sarkisi caliyordu. Bir digerinde ise slov bir Trabzon müziği. Arabalarin camlari bugulanmisti. Ve

Yürümek...

Resim
     "Kalabalikta yürümek, ne de güzel oluyor" dedim bugün. Insan yasadigini hissediyor. Sosyallesiyor bir manada. Bir yandan yürürken, bir yandan da insanlari gozledim. Kimi otobüs bekliyor. Kimi bir yere yetismek için hızlı hızlı yürüyor. Hayat akıyor yani. Ben de o hayatin icine dahil oldum işte yürüyerek. Devamlı bir kosturmaca.       Insanlari izlemeyi severim. Bir kaç dakika da olsa, onlarin hayatlarina dahil olmayi isterim. Bu nedenle insanlar arasında yürümeyi severim. Ama kosusturanlarin içinde olmak istemem nedense. Ben bakmayi, izlemeyi severim. Hani bir söz vardır, "Her insan bir kitaptır" diye. Bende bir kaç dakikaligina da olsa okurum bu insanlari. Hayat bence sokaklardadir. Hayat,  sokaklarda gezen insanlardadir.        Ne zaman bunalsam, cikarim sokağa. Aşağı yukarı gezen insanlarin arasina girerim bende. Yururum. Rahatlarim böylece. "Hayat bu işte. Gelip geçen şu insanlar" derim. Hayatta huzur icin, mutluluk için, çok da büyük şeyler ger

Sofra hazır, buyrun sofraya...

Resim
    En sevdiğim sözlerden biridir bu söz. Bana, mutluluğa bir çağrı gibi gelir. Çünkü o sofraya tüm aile çağrılır. Tüm aile, ortak bir şey yapmanın zevkini yaşarlar doyasıya. Onun için sofralar, aileler için çok önemlidir. Bir şeyler paylaşmanın  yerlerinden biridir sofralar. Hele ramazan sofraları daha da bir başkadır. Mutluluk, katlanır da katlanır. Ramazan gelse de, yine yazsak o güzel sofraları. foto kaynak: pinterest.com Hanımlar mutfakta yemekleri hazırlarlar. Beyler, televizyon karşısında sabırsızlıkla yemeği beklerler. Dakikalar geçer. "Hadi Ayşe Hanım, açlıktan öldük" der evin en yaşlısı. Bir yandan da harıl harıl sofra kurulur. Tabakların, her masaya konuşlarında çıkan o kendilerine has sesleri, sabırsızlığı bir kat daha arttırır. Klasik bir sofra kuruluşunu anlatıyorum dikkat ettiyseniz. Ama o mutluluk klasik değil. O mutluluk, bizi biz yapan hisler.        Artık her şey hazırdır. Ve o,  mutluluk verici söz ağızdan çıkar, " Sofra hazır, buyrun sof

Hayirli evlat Hazal(!)

Resim
    Paramparca dizisindeki Hazal karakterinden yola çıkarak, hayırlı evlat kavramini incelemek istedim. "Evladin bile hayirlisini iste" diye boşuna dememisler. Hazal sayesinde bu sözün doğruluğunu bir kez daha anliyorsunuz. Evlat bu. Atsan atilmaz, satsan satilmaz. Ömür boyu basini agritip durur. Cevremizde öyle evlatlar var ki,  Hazal'a rahmet okutur.        Hazal tabi burda cok bilinen bir örnek olduğu için kullanma ihtiyaci hissettim. Akşam haberlerini izlemeniz yeterli hayirli evlatlari gormeniz icin(!) Anasina babasina şiddet uygulayan hatta hayatlarina son veren cocuklar var. Yani,  buyuttugunuz evladiniz değil de katiliniz de olabilir. Bunlari yazmak bile ruhuma ağır geliyor. Ama ne yazık ki gerçekler.          O yüzden, "Ne olursa olsun, evlat olsun" anlayisinin ne kadar da sakat bir düşünce olduğunun farkına varalim. Hayirli evlat dileyelim. Büyük lokma yiyelim, büyük konusmayalim. Hirslarimizin kurbani olmayalim. Tabi is sadece bununla da bitmiyor. Ç

Çocuk olmak...

Resim
    Şu dünyada, en güzel şey çocuk olmak. Çünkü, en küçük seyler bile mutlu ediyor çocukları. Geçen otobüs duragindayim. Bir tane çocuk, otobüs geldiği için deliler gibi sevindi. Ayni anda da bagiriyordu. "Otobüs geldi, otobüs geldi" diye. O an düşündüm. "Hayat cocuklara güzel heralde sadece" dedim. Derinden bir, "Ahh" çekerek cocuklugumu özledim.       Sanirim hepimiz, istisnasiz tekrar cocuklugumuza dönmek isteriz. O sorumluluktan kurtulmus, derdimizin sadece oyun oynamak olduğu zamanlara. Çünkü, hepimiz sorumluluklarimizin altında eziliyoruz. Kaçacak yer ariyoruz. Iste, tam bu noktada tekrar çocuk olmak hevesi sarıyor bizi. O yüzden hepimiz imrenerek bakariz çocuklara. Neselerinden bir parça da biz almak istiyoruz.       Gülmeyi unutturdu hayat bize. Artık, sadece iş cikislarinda mutlu oluyoruz. Bir de cuma günleri. Gerisi hayatin hengamesi. "Icindeki çocuğu oldurmemek" diye de bir kavram var. Ciddi ciddi düşündüm. Icimdeki çocuk olmuş mu, o

Ev hikayesi...

Resim
   Siz değerli blog okuyucularima bir ev hikayesi anlatmak istiyorum. Evimiz, iki katli ve ahşap. Eski zaman evlerinden. Bundan yıllar önce, evimizde her odanin ışığı ayrı ayrı yanardi akşamları. Anlatacağım hikaye bir aile hikayesi. Beş cocuklu bir aile. Dört kız, bir oğlan. Çocukken,  kardeslerimle beraber hep onların yanına gitmek isterdik. Çünkü onlarin yanında eğlence vardı. Devamlı bir hengame olurdu evde. Devamlı bir hareket.        Sonra, gel zaman git zaman kızlar evlendi gitti. Geçen sene de baba vefat etti. Oğlu ile annesi kaldi bi başlarına. Çocuk da hayırsız çıktı. Ickiden evin yolunu bulamaz hale geldi. En son kızlardan biri gecen hafta annesini yanına aldi diye duydum. Belirli bir zaman için mi yoksa tamamen mi yanina aldi bilmiyorum. Ama tamamen yanina alabilecegini de düşünmüyorum. Ne de olsa, eskilerin deyimiyle el evinde. Damat istemezse, annesine ne kadar isterse de yaninda bakamaz. Ne yapacaksin işte, dünya.       Iste bir zamanların civil civil, neşe icinde olan

Kullandığım telefonlar ( mim )

Resim
    Beni mimleyen Bildigini yazar blogun değerli yazari Haydar Samur'a çok teşekkür ediyorum. Onun sayesinde bende sizinle beraber bir telefon yolculuğuna çıkacağım. Yukarda gördüğünüz Siemens benim ikinci telefonumdu. Ondan öncesi, yani ilk telefonumun hikayesi ise Sabah gazetesine dayanir. (Gazeteyi Sabah diye hatirliyorum. Geçmiş zaman yanlış da hatırlıyor olabilirim.)       Alcatel one touch view db desem sanirim herkes hatirlayacaktir. Sabah gazetesi kuponla veriyordu onu. Ve o gazete o tekwfon nedeniyle kapış kapis gidiyordu. Biz de o furyaya kendimizi kaptirdik. Gazete ayirttirirdik bakkala. Çoğu kişi de öyle yapardi. Heralde bir ay kupon biriktirdik. Ve bir gün babam elinde kutuyla cikageldi. O zamanlar o telefona nasil da kamasan gozlerle bakiyorduk. Iste bende böylece ilk telefonuma sahip olmustum. Sadece bu donemi iceren bir mim bile yapilabilir. Turkiye'yi o kadar derinden etkileyen bir donemdi o dönem.      Alcatel'in hiç de, "Vav" denilecek bir tel

Hayaliniz ne???

Resim
     Bu soruyu sordum diye sakın beni kişisel gelisimci falan sanmayin. Ben de sizin gibi biriyim iste. Sadece, benim hayatımda devamli sorduğum bu soruyu siz de soruyor musunuz merak ettim. Kişisel gelisimci olmak ister miydim? Elbette isterdim. Başarı hikayelerimi paylaşmak büyük bir mutluluk olurdu benim icin.       Size aniden, "Hayalin ne?" diye sorsam cevap verebilir misin pat diye. Yoksa düşünmeye mi baslarsiniz, "Benim hayalim neydi ya?" diye. Ünlü düşünürler, bilim adamlari ve basariya ulasmis pek çok insan hep hayallerden bahseder. Bu nedenle hayalinizin olmasi çok önemli. Yoksa, "Mesai dolsa da eve gitsem bir an önce" dersiniz.       Düşünsenize bir, her gün azap cekiyorsunuz. Istemediginiz bir işte calisarak. Böyle ömür mü geçer. O yüzden hayallerimiz olmali. Her gune heyecanla uyanmaliyiz. Bir adım daha hayalimize yaklasacak olmanin mutluluğunu hissetmeliyiz icimizde.       "Bu kadar anlattin da senin hayalin ne?" derseniz. Blog a

Çay azalttim. Çünkü...

Resim
     Bunun tek sebebi sayin Ayşe Tolga'dir. "Kim bu Ayşe Tolga?" diyen varsa eğer. Hani Seksenler dizisinde Ahmet"in eşini oynayan var ya, işte o. Daha da tanimadiysaniz artik. Bi zahmet Google'a sorun. Benden bu kadar yardım. Ayşe Hanim, Ceyhun Yılmazin Trt'de başlayan yeni programani katilmisti. Orda konu sağlıklı yaşama geldi.       Ayşe Tolga, sağlıklı yaşamaya çok özen gosterirmis. Cevresinde de böyle taninirmis. Bende o programda öğrendim. Çay ikram etmislerdi. "Cayla ilgili ne diyorsun?"  sorusuna Ayşe Hanım, "Fazla icmemek lazim. Kansizliga yol açıyor" dedi. Ben bunu bir duy. Bir numarali da icecegim benim. Bir şeyler yapmam gerektiğini anladim ve harekete gectim.     "Ne yaptin?" derseniz. Bir bardak eksilttim cayimi. Üç bardak icerdim normalde. Büyük bir karar alip bunu ikiye düşürdüm. Bire düşer mi? Zor. Üç fazla tamam da. Bir de çok az. Böylelikle hayatimda bende sağlıklı yaşam yönünde bir adım attım. Başka sağlıkl

Kanal D biktiriyor...

   Bir dizinin fragmani ne kadar gosterilebilir ki? Insani bunaltacak,biktiracak hatta, kusturacak kadar gosterilebilir. Iste bir örnek. Poyraz Karayel. Dün akşam kanal D'de Küçük Ağa dizisine baktık. Her reklam arasında istisnasiz Poyraz Karayel'i gösterdi. Dün akşam biktirdi resmen. Diziyi izlemeden sanki izlemis gibi oldum. Bir de hep aynı fragmani gosterip durmuyorlar mi. Diziden sogudum.        Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com        

Müslüm Gürses ve değişim.

         Müslüm Gürses oleli iki yil olmus. Yıllar ne çabuk da geçiyor değil mi? Müslüm Gürses denince benim aklıma değişim geliyor. Simdi, "Ne alakasi var?" diyebilirsiniz. Aslinda bence çok alakası var. Çünkü o sadece bir arabeskci olarak kalmadı. Degisti. Hem de kimliğinden ödün vermeden. Yıllar önce kim derdi Müslüm Gürses, Teoman'ın Paramparca şarkısını söyler diye. Ama o bunu yapti. Yaşadığı çağa ayak uydurdu. Sadece arabeskcilere hitap etmekle 8de kalabilirdi. Ama o genclerle de kucaklasmak istedi. Iste tüm bu nedenlerden dolayı Müslüm Gürses dendiginde aklima değişim gelir. Foto kaynak : http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=&page=2 Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Yaşar Kemal bilinmeyenler...

Resim
            Bir büyük usta, Yaşar Kemal hayata gözlerini yumdu. Ama sanat adamları ölmezler. Eserleriyle hep yaşarlar. Yaşar Kemal’de böyle olacak. Artık aramızda eserleriyle yaşayacak,nefes alacak. Yaşar Kemal deyince benim aklıma İnce Memed romanı gelir. Artık o romanla özdeşleşmiştir. Peki Yaşar Kemal deyince bunun dışında aklımıza ne gelmesi gerekiyor? İşte onları da sizler için derledim.             1)Yazarın gerçek adı Yaşar Kemal değildir. Bunu öğrendiğimde çok şaşırdım. Sanki gerçek isminin Yaşar Kemal olduğundan yüzde yüz eminmişim gibi. Kemal Sadık Göğçeli gerçek ismi. Ne kadar da yabancı geliyor değil mi?             2)Yaşar Kemal neden büyük yazar? Hani çok kullandığımız o umut kelimesi var ya. İşte onu Türkçe’ye kazandıran kişi olduğu için. Türkçe’ye kalıcı bir şekilde imzasını attığı için.             3)Yaşar Kemal’in Teneke adında bir romanı olduğunu yeni öğrendim. İlk fırsatta okuyacağım. Ve işte o Teneke isimli roman operaya uyarlanmış. Fabbio Vacchi yapmış

Senem Kuyucuoğlu ikinci şans...

Resim
            Hülya Avşar, Senem Kuyucuoğlu işe almış. Güzel yapmış. İyi yapmış. Şov için yapsa bile iyi yapmış. Gerçi Hülya Avşar bu işi şov için yapacak karakterde biri değil. O yolları çoktan geçmiş,aşmış ruh dünyasında. Yani bir manada nirvanaya ulaşmış. Bir kişi,bir kişidir. Birinin hayatına dokunmak kadar güzel bir şey var mıdır?             Hülya Avşar,elinde sihirli bir değnek olan bir peri gibi değmiş Senem Kuyucuoğlu’nun hayatına. Ona bir şans daha verdi. Artık sıra Senem’de. Kendine verilen bu şansı en iyi şekilde kullanmalı. Hayata dört elle sarılmalı. Zira böyle fırsatlar insanın hayatında bir kere ya gelir, ya gelmez. Senem’e altın tepsi içinde bir şans sunulmuş oldu böylece.             Hülya Avşar, Senem’de bir ışık görmüş olmalı ki onu işe aldı. Avşar’ın hayat tecrübesi o ışığı anlayabilmesi için yeter de artar bile. Böyle bir şey yaptığı için Avşar tebrik edilmeli. En başta kadın örgütleri tarafından. Bir kadına yeniden hayata tutunma şansı verdiği için.  

Koşun!Samsung Galaxy S6 çıktı...

Resim
            Ben telefonda Samsung’cuyum. O yüzden bende Samsung Galaxy S6’nın çıkışını merakla bekliyordum. Sonunda bugün Samsung Galaxy S6 tanıtıldı. Google Trend’de de şu anda aranılanlar arasında 3’cü sırada. Şu anda herkes, “Yeni ne özellikleri var” diye araştırıp duruyor. Tıpkı benim gibi. Bende haberi aldığımdan beri site site dolaşıyorum.             Bazı siteler çok çok detaya girmişler. O yüzden yazılara anlamaz gözlerle bakıyorum. Ve o sitelere buradan sesleniyorum, “Lütfen anlaşılır bir şekilde yazın. Herkes sizin kadar teknik bilgiye sahip değil”. Değil mi ama. S6’nın, bir de Edge’sini çıkarmışlar. Yine telefoncular yaşadı. Artık kuyruk olur telefoncularda. Bu ülkede yaşayan bizler için telefon çok önemlidir. (Telefon satışına mı girsem ne yapsam?) O yüzden telefoncular bu ülkede çok ekmek yer.             Gözüme çarpan yeniliklere gelirsek. GB’ları çeşitlendirmişler.32,64 ve 128. Seç,beğen,al. Sonra kamerayı manyak hızlı yapmışlar. 1 saniyeden hızlı açılan bir kam

Demet Akalın hit dünyası...

Resim
Demet Akalın’ın Gökhan Özen ile yaptığı düeti dinlediniz mi? Ben dinledim. Çok hoşuma gitti. Şarkının adı nefsi müdafaa. Demet Akalın yapmış yine yapacağını. Nasıl yapıyorsa bu işi. Yine hit bir şarkıya imza atmış. Altıncı hissi almış yürümüş Demet Akalın’ın. Bunu başka türlü açıklayamıyorum. Yaptığı her şarkı dillerde. Listelerde,zirvelerde. Bu yüzden çok saygı duyuyorum kendisine. İşine çok önem gösteriyor. Belli ki çok eleyip sık dokuyor. Ve bunu büyük bir ciddiyetle yapıyor. Çünkü bu kadar başarı tesadüf olamaz. Arkada sistemli bir çalışmayı gerektirir bu kadar başarı. Sizlerin de böyle düşündüğünü zannediyorum. Bu söylediklerimi içimden gelerek büyük bir samimiyetle söylüyorum. Bu söylediklerime bakılarak Demet Akalın fanı falan olduğum sanılmasın. Onu da her şarkıcı gibi seviyorum. Ama inanın fanatiklik derecesinde değil. Yanlış anlaşılmasın. Fanatikliği küçümsediğim falan da yok. Aksine ben de bir sanatçının fanatiği olmak isterdim. Ama bu yaşıma kadar hiç işim olmadı

Kadri'nin Götürdüğü Yere Git fiyaskosu...

Bu akşam Show Tv’de Kadri’nin Götürdüğü Yere Git filmini izledim. Normalde yine izlemezdim de. Diğer kanallarda bir şey olmayınca,”Bari izleyeyim” dedim. Eğer sinemaya gitseydim verdiğim paraya acırdım. İnsanı sıkan bir yanı var. Anlamsız sahneler almış başını gitmiş. Anlatmak istediği güzel bir hikaye. O tamam,onda sorun yok da. Sorun anlatış şeklinde. Yönetmen, daha önce ismini duymadığım biriydi. Bu yüzden önyargılı baktım yönetmene. Bakmamda da haklı çıktım. Ama filmi beğensem tersi olurdu. “Bu yönetmende iş var. Bu ismi bir yere not edeyim” derdim. Otel müdürü, itici tiplerin başında geliyordu. O adamın sahneleri çıkınca, “Yandık. Yine boş sahneler çıktı” dedim. Ne yazık ki, bunda da hiç yanılmadım. Alp Kırşan’ın yeni tanıştığı kızı oynayan ablamız hiç iyi oynayamadı. Ya yönetmen yanlış yönlendirdi onu, ya da yeteneği yoktu, potansiyeli bu kadardı. Zaten o ablamızı şimdilerde de bir yerde gördüğümüzde yok. Şafak Sezer’e sözümüz yok. Adam o kadar rahat ki. Sanki kendini o