Kişisel blog yazıları serisi yolculuğuma hoş geldin. Ben Cem.
Pazartesi
sendromu o kadar vurmadı bugün. Yumuşak bir geçiş yaptım diyebilirim.
Akşam
19.00’dan sonra abur cubur yememek için kendimle savaştım. Saat 23.03 ve şu ana
kadar başardım. Resmen çikolata krizi geliyor.
İnstagram’da
bir saati aştım yine. Bugünlük izin ver dedim. Boş durduğum her an, elim
telefona gitti yine.
Televizyon
reklamlarında yılbaşı kazakları görüyoruz. Kardeşime söyledim alalım diye. Bin
liraymış. “Kalsın kardeşim kalsın” dedim.
Kaç
gecedir 00.30 ile 01.00 arası yatıyorum. Artık buna bir dur demem lazım.
Bu
akşam bir komşumuz takvim getirmiş bize. Takvimi görünce sevindim. Eskisi gibi
her gün yapraklarını koparmıyoruz. Ama adet işte. Nostaljik bir şey. Mutlu
oluyor insan.
Bu
akşam bir blogcu arkadaşımın blog yazısını okuyordum. Yazısında devamlı takip ettiği
bloglar olduğunu, her zaman yorum yapmasa da o blogları okuduğunu söylüyordu.
Her zaman yorum yapmak da istenilen bir durum değil demek ki. İnsan, her zaman
görünür olmak istemeyebilir. Çok normal.
Kişisel
blog yazıları serisi güzel. Ama her akşam da insan anlatacak bir şey bulamıyor
hayata dair. Tekrara düşsün istemiyorum yazılar.
Yazıyla
alakasız gibi olacak ama aklıma takıldı. Az önce bir YouTube videosu izlerken
sordum bu soruyu kendime. Videodaki kadın, kendini bildi bileli sorgularmış.
Nereden geldik, nereye gidiyoruz falan diye. Peki niye bazı insanlar böyle
sorgulamalar yapıyor da bazılarımız kendini hayata kaptırıyor? Sanki
ömürlerinde bir kez olsun bile, bu soruları kendilerine sormamış gibiler. Siz
ne diyorsunuz bu konuda?
Kişisel
blog yazıları serisi ile hayata dair sorular sormaya devam edeceğim. Yarın,
yine buluşalım mı?
*Önceki
yazı: Kişisel Blog Yazıları #60: Tam da en heyecanlı yerinde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder