Powered By Blogger

17 Nisan 2016 Pazar

Kafka'nın mezarı başında, Tezer Özlü'nün düşündükleri...

     Yazarların kendi idolü olan yazarlarla, daha iç içe bir yaşam sürdürmesini seviyorum. İç içe yaşam nasıl olur peki? Onun hakkında yazılar yazarak. Onun hayatıyla kendi hayatında benzerlikler kurarak. Hatta ve hatta bir konuda aynı düşündüğünü öğrendiğinde buna sevinerek. “Vay be! O da benim gibi düşünüyormuş” diyerek.  Ya da onun yaşamış olduğu eve giderken ya da mezarını ziyaret ederken, kalbinin daha hızlı çarparak. Yani her anlamda onunla yaşayarak. “Yaşadığım bu durumda o ne derdi?” diyerek. “O bu durumda şöyle yapmış. Bende öyle yapmalıyım” diye, kendini motive ederek. Şimdiki yazarlarda ben böyle durumlar görmüyorum. Ya da yemekten, yattığı yatağa kadar, her şeyin paylaşıldığı bir ortamda, bu tip duygularını paylaşmanın uygun düşmeyeceğini düşündüklerinden olabilir.
Tezer Özlü

                                             TEZER ÖZLÜ, KAFKA’NIN MEZARINDA
     Bu yazımda Tezer Özlü’den alıntı yapacağız. Tezer Özlü, tam da yukarıda anlattığım yazar profiline birebir uyan bir yazar. Çünkü o Cesare Pevase hayranıdır. Onun dışında Kafka’nın evini de, mezarını da ziyaret etmiştir. Tam bir yazar bence. Çok sevdiği yazarların yaşadığı, nefes aldığı yerlerde kendi gezmek, kendi nefes almak isteyen bir yazar. Alıntılayacağımız yazısı, Kafka’nın evini ve mezarını ziyaret etmesiyle ilgili. “Neden buradaki yeşil, yabansı sessizlik şimdi sana içinde yaşamak zorunda bırakıldığın dünyayı unutturuyor. Aynı dünyanın en derin acısını Kafka çektiği için mi rahatsın onun mezarı yanıbaşında. Hiçbir yere gitmek istemezcesine.
                              ÖLDÜĞÜNDE DE BABASINDAN KURTULAMAYAN KAFKA
     Babası, ardından da annesi aynı mezara gömülmüş. Şimdi Viyana’da Kafka’nın babasına mektubunu düşünüyorsun. Yaşamı süresince baskısı üzerinden kalkmayan babanın, mezarda da onun üzerine yattığını. Ne garip, dün mezarı başında bunu düşünmemiştin. Aksine belki biraz da rahatlatıcı bulmuştun yalnız yatmayışını. Nazi kamplarında öldürülmüş kız kardeşler ile Milena’yı düşünmüştün. Kafka’nın bu kamplara girmemesi içini sevinçle doldurmuştu. Genç yaşta veremden ölmesi onun için en büyük acılardan kurtuluş da demekti. Sessizlik ve yaban yeşilliklerin bürüdüğü mezarlıktan çıkarken, ağabeyimin sözlerini algılıyorum. Berlin’in Aralık gecesi buz gibi soğuk. Kar, asfalt üzerinde donmuş, Zoo istasyonundan çıkılınca, yan köprü altındaki durakta 66 numaralı otobüsü bekliyoruz. O, Vvansee’ye gidecek.
                          “ÖLÜ GÖVDEMİN NE OLACAĞINI DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMEM”
     Kentin Batı yakası sınırındaki göl kıyısına. Bahçenin derinliğindeki büyük, sessiz, yalnız yapıya. ‘İstanbul’da mezarlarımızı hazırlamalıyız,’ diyor birden. Nereye gömüleceğim beni hiç ilgilendirmez. Ölü gövdemin ne olacağını düşünmek bile istemem. Toprakla mı, suyla mı birleşeceği, yoksa kül mü olacağı diyorum. Sözleri, o gece bana gereksiz bir melankoli gibi geliyor. Öylesine soğuk bir Berlin gecesinde bir de insanın kendi mezarını düşünmesi. Şimdi Prag’da, yazarlarımın mezarları doğrultusunda çıktığım yolculuğun başlangıcında onun sözlerinde haklı olduğunu düşünüyorum. Ama gene de İstanbul kentinde bir mezarım olsun istemiyorum. Otobüse biniyor. Pencere önünde bir yere oturuyor. Ben, kentin gece yaşamına dönüyorum. Soğuğun ve karanlığın içine.” Ne güzel de anlatmış değil mi? Önce Kafka’yı, sonra da kendisinin ölümüyle ilgili düşündüklerini.

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder