Deliha ve dostluk...
Dün akşam televizyonda izlenecek bir şey olmayınca. Ve izlediğim Beşiktaş-Liverpool maçının ilk yarısı beni sarmayınca. Kardeşimin,”Deliha’yı izleyelim mi?” teklifini geri çeviremedim. “Deliha’dan aklında ne kaldı?” derseniz. Size,”Dostluk”derim. O dört kişinin dostluğuna hayran kaldım. Hele üç kızın yanında bir erkeğin olması bana çok sempatik geldi. Hele de o adamın devamlı olumsuzluklardan beslenen bir halinin olması ayrı bir hoşluktu.
Çevremizde böyle tipler vardır bizimde. Ama buna rağmen onu, o gruba almışlar. Kendi halinde biri olması ve arada sırada konuşması adamı enteresan bir kişilik haline getirmiş. Hayatım boyunca böyle dostluklara hep imrenmişimdir. Hayatın tadı böyle çıkar bence. Bu hayatta sağlam birkaç dostun olacak.
Hoşuma giden başka bir şey de. Filmin sonunda her şeyin cevabının verilmesiydi. Mesela,Deliha’nın neden teyzeoğlundan hoşlanmadığı. Evde kalan ablanın neden evde kaldığı. Tüm bu soruların cevapları filmin sonuna doğru cevap bulması da etkiledi beni. Çok iyi olmasa da,”İyi bir başlangıç” diyebilirim Gupse Özay için. Potansiyeli olduğu muhakkak. Oyunculuğu da harikaydı Gupse Özay’ın. Kısacası ben sevdim Deliha’yı.(Film yayından kalkalı çok oldu biliyorum ama izlemek ancak dün nasip oldu.)
Foto kaynak:www.beyazperde.com
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
Deliha,
Gupse Özay,
güncel
Gece yürüyüşü...
Merdivenleri indi. Evin dış kapısını
açtı. Kapıyı kapatırken,”Hava almak gibisi yok”diye düşündü. Saatine baktı.
18:06. “İyi, ana habere kadar gider gelirim”dedi içinden. Gündüzleri hava biraz
sıcak olsa da gece soğukluğunu hissettiriyordu. Mahallenin sokakları bomboştu.
Geceleri böyle yürümeyi seviyordu. Kendisiyle yalnız kalıyor ve düşünüyordu.
Elindeki bastonla yaşlı bir teyze gidiyordu önünden.
Yaşlı kadın durdu. Gecenin bu saatinde
arkasından gelenin kim olduğunu görmek ister gibi. Adımlarını bilerek
hızlandırdı. Adeta teyzenin merakını gidermek istercesine. Tam yanından
geçerken teyze döndü ve baktı. “Sanırım tanıyamadı” dedi. Çünkü yüzünde öyle
bir ifade belirmişti. “Zaten beni tanıyamaz” dedi. Öyle sık dışarı çıkan biri
değildi çünkü.
Teyzeyi geride bırakarak yürüyüşüne
devam etti. Şimdi derenin yanına gelmişti. Deredeki su hızlıca akıyordu. Ve
ortaya suyun her zaman kendisine huzur veren sesi çıkıyordu. Onun için bir nevi
meditasyon gibi bir şeydi. Aklına birden hafta sonunu içeren filmlerin gişe
rakamlarına bakmadığı geldi. Nedense böyle bir merakı vardı. “Hangi film ne
kadar gişe yapmış?” sorusunun cevabı her zaman kendisinde merak uyandırıyordu.
En çok da merak ettiği, bu hafta
vizyona giren Ali Kundilli filmiydi. Çünkü filmde oynayan ve senaryosunu yazan
Cem Gelinoğlu onun gibi Düzce’liydi. Her zaman takip ettiği site
boxofficeturkiye.com’a girdi. İnternet hızı düştüğü için sayfanın gelmesi uzun
sürdü. Sonunda sayfa geldi. Heyecanla hemen hafta sonu en çok izlenen ilk 5
filme baktı. Evet,gördü. Ali Kundilli,listenin bir numarasındaydı. Sevindi.
Hemen seyirci sayısına baktı. Tam 170.000 bin kişi izlemişti. Bir an hüsrana
uğramış gibi oldu. İçten içe milyon beklemişti. “Hiç yoktan iyidir. Bir milyonu
geçerse sanırım bu Ali Kundilli için başarı sayılacak” dedi.
Dışarıya ekmek almak için çıkmıştı. Bu
saatte bakkallarda ekmek kalmazdı. Onun için fırına gidiyordu. Bundan şikayetçi
değildi. Böyle gece hava almaları için bir bahane oluyordu. Fırından ekmek
almanın diğer iyi bir yanı da,bayat ekmek almak gibi istenmeyen bir durumla
karşılaşmamasıydı. Gerçi bayat ekmek de satılıyordu. Bir zamanlar da onlar da
bayat ekmek almak durumunda kalmışlardı. Hayat işte.
Bu arada fırının önüne gelmişti. Bir
kişi ekmek alıyordu. Diğer kişi de fırıncıyla konuşuyordu. Onu görünce konuşan
adam yana çekildi. Fırıncı adama,”Hayırdır”dedi. “Ben ekmek almayacağım da.
Sadece seni gördüm bir merhaba deyim diye geldim. Nasılsın?”dedi adam. “İyidir”
dedi fırıncı. “İyi görüşürüz. İyi akşamlar” diyerek gitti adam.
Öndeki adam ekmeğini alıp gitmişti.
Sıra ona gelmişti. “3 ekmek abi” dedi. Bu adamı seviyordu. Güler yüzlüydü. Bazı
insanların yüzüne yansır iyi oldukları. Bu adamın da öyleydi. Askere gitmeden
buradan alışveriş yapmaya başlamıştı. Askerden geldikten sonra da yine tercihi
bu fırın olmuştu. Ekmeklerini aldı. Alır almaz ekmekten küçük bir parça kopardı
ve ağzına attı. Bunu alışkanlık haline getirmişti.
Tam yürürken önüne bir araba kırar gibi
oldu. Durdu. Geçmesi için bekledi. Araba geçmedi. Yoluna devam etti. Az ileride
o araba yine önüne kırmak istedi arabayı. “Ne yapıyor bu adam şaşkın şaşkın.
Muhtemelen buralı değil” dedi. Arabanın
plakasına baktı. Tahminin de yanılmamıştı. 06 Ankara.
Meğer adam arabasını park edecek bir
yer arıyormuş. Sonunda biraz ileride buldu ve arabasını park etti. “Muhakkak
Belediye ya da Kaymakamlıkta işi olan bir bürokrattır” diye düşündü yola devam
ederken. Yine derenin yanına gelmişti. Sokağı, sokak lambasının sarı ışığı
aydınlatıyordu. Ve o, sokakta yalnızdı.
Tam sokak lambasının yanından geçerken
arkadan biri fotoğraf çekse çok iyi bir şiirin fotoğrafı olurdu. “Bir sokak
lambası,uzunca bir sokak ve yalnız başına bir adam” diye düşündü. Gerçekten çok
iyi bir konsept. “Her zaman değil ama zaman zaman yalnız kalmalı insan” diye
düşündü. Biraz daha yürürken bir anda bir şeyin farkına vardı.
Kendisine huzur veren iki şeyin
ortasındaydı şu an. Bir yanda suyun o dinlendirici sesi. Diğer yanda ise gece.
Gerçekten bu gece yürüyüşü ona iyi gelmişti. Sanki bir anlık da olsa, dünyanın
dertlerini kenara bırakmış gibi hissetti kendini. Huzur doluydu. Artık yavaş
yavaş eve yaklaşmaktaydı. İşte bir huzurlu anın daha sonuna geliyordu. Evin
giriş kapısını açarken saatine baktı. Yediye on vardı. “Tam zamanında yetiştim.
Az sonra haberler başlar” dedi.
Foto kaynak:https://unsplash.com/photos/RA5ntyyDHlw
Blog
linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
Ali Kundilli,
ana haber,
Ankara,
boxofficeturkiye.com,
Cem Gelinoğlu,
dere,
Düzce,
ekmek,
fırın,
gece yürüyüşü,
gişe rakamları,
günlük,
huzur,
konsept,
meditasyon,
su sesi
Mutluluk...
Gözlerini
açtı. Birden üşüdüğünü hissetti. Yorgana daha sıkı sarıldı. Gözlerini kapattı. Bu
sayede sanki ısınmaya konsantre oluyordu. “Hava da ne soğuk böyle”dedi. Sağ
tarafına dönük yatıyordu. Sırt üstü döndü. Artık bir kere uyanmıştı. Daha
uyuyamazdı. Gözlerini tekrar açtı. Gözlerini tavana dikmiş bakıyordu. Birden Ümit
Yaşar Oğuzcan’ın bir şiirini hatırladı.
O şiirde de anlatılan kişi,tavana
bakıp ayrıldığı sevgilisini düşünüyordu. Gerçi onun sevgilisinden ayrıldığı bir
yıldan fazla olmuştu. Eskisi kadar olmasa da hala onu düşünüyordu. Bunları düşünüp
bir süre tavana bakıp durdu. Sonra kafasını pencere tarafına çevirdi. Dışarıda kar
yağıyordu. O kadar şiddetli değildi ama. Hani derler ya, “Lapa lapa”diye. O şekilde
değildi bu kar yağışı. Yavaş bir tempo tutturmuştu kendine.
“Kar yağışı izlemek ne güzel” dedi
içinden. Evlerinin yanında küçük bir bahçeleri vardı. O bahçede de bir ağaç.
Dut ağacı. Yaz ayı en büyük keyiflerinden biriydi. Ağaçtan dutları alıp alıp
ağzına atmak. Ağaç,evlerine o kadar yakındı ki. Ağacın dalları balkonlarına
kadar geliyordu.
Balkonlarında yaz ayları hem
oturuyorlar hem de dallardan dut topluyorlardı. “Herhalde doğayla iç içe olmak
bu olsa gerek” diye düşündü. İşte o dut ağacı şimdi karlar altındaydı. Ağacın
bazı dallarında karlar çokca birikmişken, bazılarında ise bir çizgi halini
almışlardı. Bir yandan hafif hafif yağan kar, bir yandan da ağacın o karla
bütünleşmiş hali. Tam kartpostallık bir görüntü oluşturmuşlardı. “Belki de
mutluluk yaşadığım bu andır” dedi.
Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=man&page=2
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
ağaç,
dut,
günlük,
Kar,
kartpostal,
mutluluk,
soğuk,
şiir,
Ümit Yaşar Oğuzcan,
yaz
Tavanı akan otobüs olur mu?..(hikaye)
Otobüse
bindi. Ön tarafların hepsi doluydu. Arka tarafta boş yer olduğunu gördü. Arkaya
doğru ilerledi. En arka beşliden, bir önceki sağdaki koltukta bir adam
oturuyordu. Ve yanı boştu. Arka beşledi ise iki kız,bir de adam oturuyordu.
Nedense ikili koltuktaki adamın yanına oturmak istemedi. Ve beşli koltuğun
oraya geçti. Oturduktan sonra,”Ayaktakiler niye bu adamın yanına oturmadılar
ki?”diye düşündü.
Cevabını az sonra kendisi öğrendi. O
koltuğa bakarken birden gözlerine inanamadı. Otobüsün çatısı akıyordu.
Damlaların düştüğü koltuğu bakınca ıp ıslak olduğunu gördü. Hayret etti. “Otobüsün
de çatısı mı akarmış”dedi kendi kendine. Şimdi kimsenin neden bu adamın yanına
oturmadığı anlaşılıyordu. Onu da bir anlık hissi kurtarmıştı o ıslak koltuğa
oturmaktan.
“Burası Türkiye. Burada her şey olur”dedi
içinden. Birkaç dakika damlanın nereden düştüğünü bulmaya çalıştı. Damla
düşüyor ama nerden düştüğünü bir türlü yakalayamıyordu. İyice odaklandı.
Kesinlikle bulacaktı. Sonuna damlayan yeri fark etti. Damlayan yer, otobüsün
havalandırma deliklerinin olduğu yerdi. Oraya su tavandan gelmeliydi. Peki bu otobüsün
tavanı nasıl delinmişti?
Daha sonraki duraklardan otobüse
binenlerden biri o ıslak koltuğa oturmak için yöneldi. İçi sevinçle doldu. Sonunda
biri oraya oturmaya çalışacaktı. Ve o da o kişiyi uyaracaktı. “Bundan niye zevk
alıyorum ki acaba?”diye sordu kendine. İlginç bir histi bu. “Oraya oturma
kardeşim. Orası ıslak. Tavan akıyor” dedi. Yine kendi yaşlarındaki çocuk bu
uyarıdan sonra geldi onun yanına oturdu.
Yanına oturan bu çocuğu bir yerden
anımsar gibi oldu. Ama çıkaramadı. Çocuğa dönerek, “Bu nasıl iş. Otobüsün
tavanı akıyor “dedi. Yanındaki çocuk sadece gülümsemekle yetinip bu durumu
kafasıyla onayladı. Bu sözü söylerken diğer yolculardan lafa katılanlar olur
diye bekledi ama nafile. Kimse oralı olmadı.
İşte ikinci kurban da geliyordu. Bu
sefer bir bayan. Tam oturacakken yine söze karıştı. Biraz da telaşlı olarak.
Çünkü bir bayandı. Yanlış anlaşılmaktan korktuğu için sesi biraz telaşlı
çıkmıştı. Aslında telaşlanacak bir durum yoktu. Ama ortalık o kadar kötü
olmuştu ki. İyilikle yapılacak bir hareket bile yanlış anlaşılabilecek bir
konuma gelmişti. “Oraya oturmayın ıslak hanımefendi” dedi. “Islak mı? Tamam o
zaman”dedi kadın ve ayakta beklemeye başladı. Diğer yolculardan da kimse
uyarmıyordu. Sanki her yeri bir vurdumduymazlık kaplamıştı. Sanki herkesin
hayatından bezmiş bir hal vardı.
Yanına oturan çocuk ilk defa
konuştu. “Biz gidince muhakkak biri,bu ıslak yere oturur” dedi. “Artık kime
denk gelirse “dedi gülümseyerek. “Şimdi bu soğukta da ıslak elbise hiç
çekilmez. İnsan öyle bir donar ki” diye düşündü. Yavaş yavaş ineceği durağa
geliyordu. Hareketlenmeye başladı. Ve tam kalkacakken de yanındaki çocuğa,”Benden
bu kadar artık, bekçilik sana emanet” diye gülümseyerek kalktı çocuğun
yanından.
Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
bekçilik,
gülümsemek,
günlük,
hayattan bezmek,
his,
ıslak koltuk,
otobüs,
tavan akması,
telaş,
vurdumduymazlık
O mekanda huzur duyacağım aklıma gelmezdi...
Saatine
baktı. Saat 20:30’du. Saat 21:00’da otobüsü vardı. ”Saat 21:00’e kadar ne yapsam?” diye
sordu kendine. Hava da soğuktu. O kadar soğuktu ki, telefonla konuşurken eli
donmuştu da telefonu diğer eline almak zorunda kalmıştı. Arkadaşı ile her zaman
gittiği bir kahve vardı. ”Oraya gideyim en iyisi. Orası sıcaktır hem” dedi. Yürümeye
başladı. Her dükkanın tabelalarının ışığı ortalığı aydınlatıyordu.
Kahvenin önüne geldi. İçeri hemen
girmedi. Zaten hemen öyle dangul dungul bir yere girmezdi. İlk önce dışarıdan bir
kolaçan ederdi içeriyi. Yine öyle yaptı. Normal olarak kahvenin kapısı
kapalıydı. Ve içerideki sıcaktan camları buğulanmıştı. Ve kahve şimdiye kadar
görmediği bir şekilde kalabalıktı. Neredeyse oturacak yer yok gibiydi. ”Olsun. Elbet
bir kenar köşe bulurum” diyerek girdi kahveye. Tam girerken kahveci çırağının dışarıdaki
masalardan birinde oturan bir adama çay getirdiğini gördü.
“Bu soğuk havada bu adamın dışarıda ne
işi var. Deli mi nedir?”dedi içinden. Adama bakarak kahve kapısına yöneldi. Kapıyı
açıp içeri girdi. Direk ocağa yöneldi. Deminki çırakla beraber iki kişi vardı
ocakta. Devamlı gördüğü kahveci yoktu nedense. ”Selamün Aleyküm” dedi. ”Bana bir
çay verir misin kardeşim?” dedi. Ve hemen ortama göz gezdirdi. Tam önünde boş bir
masa vardı. Hemen gitti oturdu.
Yine gözlüklerinin camları
buğulanmıştı. Gözlüklerini çıkardı ve masanın üstüne koydu. Yan masalarda üç kişi
telefonları ile uğraşıyorlardı. O da hemen telefonunu çıkardı. Ve hemen bloğuna
girdi. ”Bakalım okuyan var mı?” dedi. Baktı ki öğlenden beri bir kişi daha
okumuştu. Morali bozuldu. ”Neden okunmuyor?” diye sordu kendine. Bu duruma fazla
kafa yormayarak hemen takip ettiği bloglara baktı. ”Yeni paylaşımlar olmuş mu?”
diye.
Ortam güzeldi. Telefonla oynayanların
dışındaki masalarda sohbet muhabbet almış yürüyordu. Hemen yanındaki masada üç
yaşlı amca oturmuş sohbeti iyice koyulaştırmışlardı. Dünyadan kopmuş gibi bir
halleri vardı. Huzurlu bir ortamdı burası. İçinde o huzuru bir an duyumsar gibi
oldu. Daha 10 dakika vardı otobüsün gelmesine. ”Bir yazı daha okurum” dedi. Son
yazısını da okudu. Artık gitme vakti gelmişti. İçtiği çayın parasını verdi. Kapıya
yöneldi. Kahvenin kapısını kapatıp durdu. Havayı içine çekti. Otobüs durağına
doğru yürümeye başladı. Ve o karanlıkta , o da diğer insanların arasına karıştı.
Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=cafe&page=4
Blog
linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
O kitaba bir şans daha verdim...
Televizyonda zap yaptı. İlk yirmi kanalda istediğini
bulamadı. Yirmi kanalı tekrardan zap yaptı. Ve yine aradığını
bulamadı. Televizyonu kapatmaktan başka çaresi kalmadı. ”Şimdi ne yapayım?”diye
sordu kendine. Gözüne koltuğun üstünde duran, dün kütüphaneden aldığı kitaplar
ilişti. Dün Cemil Meriç’in kitabını okumaya başlamıştı. Pek beğenmemişti
kitabı. Ama biraz daha okumak istedi.Kitaba bir şans daha vermek istiyordu. Kitabı
aldı. Ve her zamanki koltuğuna uzandı.
Kafasının altına yastığı aldı. Kitabı açtı. Ayracı yanına
koydu. Dünkü kaldığı sayfa numarasına baktı. 50’inci sayfada kalmıştı. Tekrar
okumaya başladı. Kitabı okurken bir yandan da düşünüyordu. Anladığı kadarıyla
yazar bu kitapta Hindistan edebiyatını anlatıyordu. Ama okurken
zorlanıyordu. Çünkü bilmediği kavramlar sık yer almaya başlamıştı satırlarda. ”Yok
yok böyle olmayacak. Bilmediğim kavramları internetten öğreneyim. Bu da bir genel
kültür olur hem”dedi.
Önüne çıkan ilk bilmediği kavramda durdu. Cep telefonundan
mobil veriyi aktif hale getirdi. Google açtı. Ve bilmediği ilk kavramı yazdı. Ve
önüne hemen oryantalizm ile ilgili sayfalar çıktı. En başta da Vikipedia’nın
sayfası. Hemen tıkladı. Aslında daha önce oryantalizm kavramını çok duymuştu. Ama
bu zamana kadar zahmet edipte bir türlü ne olduğunu öğrenmemişti. Vikipedia’daki
tanım karmaşık geldi. Diğer sayfalara baktı. Sonunda ona göre en sade tanımı
buldu. Kısaca, batının doğu kültürünü incelemesiydi. Bunu öğrendiğine göre
interneti kapatabilirdi. Tekrar kitabı açtı ve okumaya başladı. Ama bilmediği
kavramlar yine karşısına çıkmaya başladı. Ve yine interneti açmak zorunda kaldı. Ama
yine de bu uğraşa rağmen memnundu halinden. Yeni şeyler öğrenmenin zevkini
yaşıyordu.
Foto kaynak:http://www.sitebuilderreport.com/stock-up#q=book&page=2
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
Cemil Meriç,
edebiyat,
google,
Hindistan,
internet,
kitap,
oryantalizm,
vikipedia,
yeni şeyler öğrenmek,
zap
Bir kütüphane hikayesi...
Merdivenlerden çıktım. Kütüphanenin kapısı kapalıydı. “Hava
soğuk diye kapattılar herhalde”diye düşündüm. Normalde kapı açık olurdu. Bir
ara gittiğimde ise kapalıydı. Hem de hafta içi. “Ancak bizim ülkemizde olur
böyle şeyler”deyip elimde kitaplar eve dönmüştüm. Kapının kulpuna uzanırken,”Acaba
yine kapalı mı?”diye sordum kendime.Kulpu çevirdim. Neyse ki açıldı. İçimden
şöyle derin bir,”Ohh”çektim.
İçeri geçtim. Aylar oldu kütüphaneden kitap alıyorum.
Kütüphanede bir kere öğrenci görmüştüm. Onun dışında hep geldiğimde bomboş bir
kütüphane karşılıyordu beni. Bu sefer iki kız öğrenci vardı. Oturuyorlardı.
Kitap almak için gelmiş bir halleri yoktu. Ben içeriye girince beni bir
süzdüler. Ben hemen kitapları getirdiğim çantayı masaya koydum. Ve yeni
alacağım kitapları seçmek için raflara yöneldim.
Çocukların sıkılmış bir halleri vardı. Biri diğerine sıkılgan
bir ses tonuyla,”Saat kaç?”diye sordu. “Herhalde kütüphanecinin kızı birisi.
Diğeri de arkadaşı olsa gerek”diye düşündüm. Ben kendi işime yöneldim.
Kitaplara baktım. Hiç istediğim tarzda kitaplar yoktu. İyice tarıyorum her yeri aradığımı bulmak
için. 15 dakika uğraşmışımdır aradığım tarzda kitapları bulmak için. Ve sonunda
üç kitabı seçebildim.
1)Ayşe Kulin-Veda:Gözüme çarpar çarpmaz hemen çekip aldım raftan.
Bu kitabı duydum,biliyordum ama bir türlü okumak kısmet olmamıştı işte.
2)Halil İnalcık-Atatürk ve Demokratik Türkiye:Büyük Tarihçi
olarak adlandırılıyor Halil İnalcık. Bende kitabı görür görmez aldım.
3)Cemil Meriç-Bir Dünyanın Eşiğinde:Cemil Meriç ismini ben
Facebook’taki sözleriyle duydum. Gerçekten o sözler çok çarpıcıydı. “Bu çarpıcı
sözlerin sahibinin kitabını muhakkak okumam lazım”dedim.
Bir kitap değişimi de böylece bitmiş oldu.
Foto kaynak: Pixabay.com
Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com.tr
Tags
günlük,
kütüphane hikayesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)