Sevgilisizliğin bir şairin ruhunda açtığı yara...

     Bu yazıda sizlere, sevdiğim şairlerden olan Cahit Sıtkı Tarancı’dan bahsetmek istiyorum. Neden seviyorsun derseniz? Şiirleri su gibi berraktır, yalındır. Okuduğunuz bir dizeyi anlamak için, yeniden okumak zorunda kalmazsınız. Bir okuyuşta anlarsınız ne demek istediğini. Bir de o kadar kırılgan bir yapısı ve kalbi vardır ki. Şiirlerinde çok rahat farkedersiniz bunu. Duyguları o kadar derinden yaşar ki. Şiirlerini devleştiren de, o derinden yaşadığı duygular olsa gerek. Bir sanatçıda olması gereken duygu yoğunluğu, onda kat be kat varmış. Ben böyle içli sanatçıları daha çok seviyorum. Benim kafamdaki şair tipi bu şekilde. En ufak bir şeyde hüzünlenecek, içlenecek, gerekirse gözyaşı dökecek.
kitap

                                  ARKADAŞLARININ YANINDA SEVGİLİSİZ KALMAK
     Benim kafamdaki şair tanımına, tıpa tıp uyan bir şair, Cahit Sıtkı Tarancı. Bu yüzden şiirlerini ilk okuduğumda, çarpmıştır beni. Ancak benim hayalimdeki bir şair, duygularını bu şekilde, açık ve anlaşılır bir şekilde dizelere dökebilirdi. Hayatını incelerseniz, daha da kendinizden bir şeyler buluyorsunuz, şiirlerinin dışında. Okul yıllarında sevgilisi olmamasından depresyona girmiş. Hangimiz girmedik ki o yaşlarımızda. Her arkadaşının sevgilisi vardır. Bir senin yoktur. O yaşta, o durum öyle bir koyar ki insana. O, bu durumla nasıl başa çıkmış dersiniz. İleride büyük adam olacağını düşünerek. İşte bu kırılma anıdır. Yaşaman gereken duyguları yaşayamamak. O duyguları bastırmak. Ruhuna atılmış bir çiziktir. Belki de hiç kapanmayacak olan.
                                          SEVGİLİSİZLİK İNSANA NELER YAPTIRIR?
     Sevgilisinin olmaması, ruhunu o kadar acıtmış ki. Kendince yollar aramaya başlamış. O ruh acısını dindirmek için. “Gün gelecek büyük adam olacağım” düşüncesi, doldurmamış içindeki boşluğu. Nasıl doldursun ki? O bir kaçış yoluydu sadece kendinden. Tutmuş bir mektup yazmış kendisine. Sanki bir kızdan gelirmişcesine. Yaa işte. Yaşadığı sevgisizlik bunalımı onu, kendi eliyle satırlara döktüğü, bir sevgili yapmasına neden olmuş. İşte bu sevgi açlığı. Zamanında biz de yaşadığımız için, bu açlığı iyi biliriz. Gerçi şu zamanda, yetişkinlerimizde de var artık bu sevgi açlığı. Sevgisiz bir dünya olup çıktık. Bundan sonra Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerini okurken, bunu da aklımızın bir köşesinde bulunduralım.

FOTO KAYNAK:Pixabay.com


BLOG LİNKİ:yasamdanyazilar.blogspot.com

Vakit geçsin diye okumaktan şairliğe...

     Hani bir söz vardır, “Adam olacak çocuk” diye. İşte bunun gibi yazar olacak kişi de, kendini çocukluğundan belli ediyor. Bu yazının kahramanı çocuk, Cemal Süreya. Bugün şiir dendiğinde akla gelen birkaç şairden biridir kendisi. İsmini ilk duyduğum yerlerden biri de, bundan yıllar yıllar önceki bir programdı. Yine başka bir şair, Sunay Akın’ın yaptığı ramazan özel programıydı. Konuklarından biri şarkıcı Yaşar’dı. Diğer konuğunu şimdi hatırlamıyorum geçmiş gün. Konu şiirler ve şairlere gelmişti. O programda Yaşar, Cemal Süreya’nın şiirlerini çok beğendiğini söylemişti. “Boyna ismini duyuyorum. Acaba şiirleri nasıldır?” dediğimi hatırlıyorum. O zamanlar şimdiki gibi akıllı telefonlar nerde. Hemen tıklayıpta şiirlerine bakasın.
kitap okumak

                                                  NE BULURSAM OKURUM ABİ
     İnternet kafeler modaydı o zaman. “Ne zaman internet kafeye gidersem, o zaman bakarım şiirlerine” demiştim. Gittiğimde bakmıştım. İkinci Yeni falan diyordu. O zaman da anlamazdım bu İkinci Yeniden, şimdi de. Ben bir şiiri okurum. Hoşuma giderse gider. Neyse bu yazı çok kişisele döndü. Biz yine Cemal Süreya’ya dönelim. Çoğu yazarda gördüğümüz özellik, kendisinde de var. Eline ne geçerse okuyormuş. Ne için okuyormuş dersiniz. Vakit geçirmek için. Şimdi düşünüyorum da. O zamanlar, akıllı telefon falan olsa. Belki de Cemal Süreya şair olamayacaktı. Şimdi bu internet o kadar vaktimizi alıyor ki. Sanki biz interneti değil de, internet bizi kullanıyor.
                                             BEN YAZAR OLACAĞIM” ÖZGÜVENİ
     Çocukluğunda olur olmaz her şeyi okurmuş. Edebi değeri olmayan şeyler bunlar tabi. Kendisi ne zaman yazmaya başlamış. İşte o zaman gerçek sanat eserlerini, kitap gibi kitapları okumaya başlamış. Gelelim ilk paragrafta bahsettiğim, adam olacak çocuk mevzuna. İlkokul yıllarında yazar olmak istiyormuş. Çok da güveniyormuş kendine. “Kesin yazar olacam ben ilerde” gözüyle bakıyormuş kendisine. Şimdi hangimiz çocukluğumuzda böyle düşündük ki. Hangimiz kendimize böyle bitmek bilmeyen güven duyduk ki. Ben de sizler gibi, yazarların nasıl yazar olmaya karar verdiklerini okumayı seviyorum. Her yazarın başlama hikayeleri farklı olsa da, temelde, yazmaya duydukları iştah ve doğuştan gelen yetenekleri aynı. Şimdi çocukken böyle düşünüyordu dedik ama. Asıl edebiyatla yakından haşır neşir olma dönemi, lise sonmuş. Üniversite yıllarındaysa bu haşır neşirlik durumu pik yapmış. Aslında düşündüm de. Sizlerle her yazarın yazmaya nasıl başladıklarını da paylaşsam, iyi olmaz mı? Neyse bu düşüncemizi de heybemize koyalım, biz yazma yolculuğumuza devam edelim. Peki sizler, bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Sevgili Einstein amca. Sana bir sorum var?

     Einstein’in dilini çıkardığı poz meşhurdur. Adam bilime yaptığı katkılardan çok, bu pozuyla tanınıyordur herhalde. Böyle muzip bir adamın muhakkak, çocuklarla da samimi bir ilişkisi olmalı diye düşünmüşümdür hep. Bugün gördüğüm kitapla da yanılmadığımı anladım. Kitabımızın adı: Sevgili Einstein. Kendisi yaşarken, dünyanın her yerinden çocuklar, muzip dahiye mektuplar yazıp, bilim hakkında sorular sormuşlar. Oda çocuklara, muzip cevaplar vermişler. Mektuplara sevgili diye başlamaz mıyız? Gerçi biz nesil olarak, mektup yazma tadını yakalayamadık. İlkokul mu, ortaokul mu neydi. Türkçe dersinde örnek mektuplar yazmıştık hepimiz, sınıfça. Oda olmasa, ömrümde mektup yazacağımız da yoktu ya. O yüzden kitabın adı, Sevgili Einstein olmuş.
kitap

                                 ÇOCUKLAR İÇİN BİLİM DÜNYASINA GÜZEL BİR ADIM
     Çocuğu olan anne babalar, bu kitabı almalı. Çocuğun bilime ilgi duyması için. Bu kitabı aldınız diye, illa çocuğunuz bilim adamı olacak değil. Her insanın, her konuda, standart bilgisi olması gerekir. Hiç olmazsa çocuk, bilim konusunda standart bilgiyi almış olur. Çağımızın istediği birey tipi de bu. Tarihten, coğrafyadan, vatandaşlıktan vs. her şeyden bilgisi olmasını istiyor bu çağ, bireyden. İşte bu kitapla, çocukluktan bir adım atılmış olacak, bu donanımlı bireye. Tanıtım bülteninde hiç olmazsa bir mektuba yer verir insan. Yok, vermemişler. Bir çocuk nasıl bir soru sormuş. Einstein ona nasıl bir cevap vermiş. Espri anlayışı nasılmış? Hangi muzipliklerle cevap vermiş? Çok merak ediyorum doğrusu.
                                                        MUZİP BİLİM ADAMI
     Çevirisini İrem Gültan yapmış. Önsözünü de torunu Evelyn Einstein yazmış. Derlemeyi ise Alice Calaprice yapmış. Affectum Libris yayınevinden çıkmış. Ben bu yayınevinin ismini ilk defa duydum. Kitap fotoğrafında Albert Einstein’in gülümseyen bir fotoğrafını koymuşlar. İç ısıtıcı bir fotoğraf olmuş. O fotoğrafta bile muzipliğini ortaya koymuş. Ayağında peluştan ayakkabılar var. Eminim çok merak etmişsinizdir. Burdan bakabilirsiniz. Merakınızı gidereyim. Zaten biz millet olarak, öyle kuru kuru öğrenmeyi sevmiyoruz. İlla ki yanında ekmek arası eğlence de olacak. O yüzden bu kitabı seveceğimizi düşünüyorum. Peki siz ne düşünüyorsunuz? Siz alıp okur musunuz bu kitabı? Ya da Einstein’ın bu muzip tavırları hakkında neler düşünüyorsunuz? Sıkıcı bilim kitaplarından, siz de sıkılmadınız mı?

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Did you mean this Can Yılmaz kitap yazmış...

     Cem Yılmaz’ın abisi, Can Yılmaz kitap yazmış. Kitabın adı da güzel olmuş. Yeni Başlayanlar İçin Can Yılmaz: Klişe Hayatlar Matbaası. Ben bu adamdan bir kitap bekliyordum. Çünkü adamda bu kapasite var. İlk defa 3 Adam programında görmüştüm. Verdiği cevaplar falan espriliydi. Twitter’da da takip ediyorum. Orada da mizah üzerine paylaşımları var. Cem yılmaz kadar olmasa da ona da mizah bulaşmış. İşte bu mizahı toplamış bir kitap yapmış. Daha önce adam hakkında tek bildiğim şey ve özelliği Cem Yılmaz’ın abisi olmasıydı. Çoğu kişi de böyle biliyordur zaten. Ama bu buzdağının görünen kısmıymış. Oyuncuymuş. Senaryo yazarmış. Oyun yazarı imiş kendisi.
kitap

                                                         BU BİR HİKAYE KİTABI
     Kaç defa ismini duymama rağmen, “Kimdir bu adam?” diyerek hiç Google’da aratmadım. Bu meraksızlık öldürecek bizi. Bilim falan bu yüzden gelişmiyor işte. Edebiyat sitesinden günlük okumamı yaparken gördüm haberini. Kitabın tanıtım bültenini okudum. Hikaye kitabıymış. Biliyorsunuz daha önceki yazılarımdan. Ben hikayeyi pek sevmem. Favorim romanlardır. O yazıyı da şurdan okuyabilirsiniz. Ama tanıtım bülteninde çok güzel yazmışlar kitap için. İçim gıcıklandı. Hemen alıp okuyasım geldi. Burdan da tanıtım bültenine ulaşabilirsiniz. Bakın ben de hizmet çok. Size link şöleni yaşatıyorum.(Bakmayın böyle söylediğime. Aslında kendimi övmeyi sevmem) Peki bu adam hikayelerinde ne anlatıyor? Belki klasik olacak ama bizi çocukluğumuza götürecekmiş. O zamanki mahallemize.
                                      ARKA KAPAK YAZISINI KİM YAZMIŞ DERSİNİZ
     Zaten böyle dedi ya. Benden geçer notu aldı. Ben geçmiş zaman aşığıyım. Çocukluğuma bitmeyen bir hasretim vardır benim. O yüzden sadece Can Yılmaz değil, kim olursa olsun çocukluk deyince benden puanı kapar. Arka kapakta Cem Yılmaz bir şeyler karalamış abisi için. Her zamanki gibi aralarındaki o tatlı rekabete değinmiş. Yine kendine has o mizahıyla. İkisi için de çok güzel bir duygu olsa gerek. Abisi kitap yazıyor. Kardeşi kitabın arka kapağına yazıyor. Büyük bir gururdur tabi. Unutmadan kitap İnkilap Kitapevi tarafından basılmış. Karton kapakmış. Ön kapak tasarımı da hoşuma gitti benim. Renk de güzel olmuş. Uyumlu. Peki sizin bu konudaki görüşleriniz nedir? Kitabı alır mısınız?

Foto kaynak:pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com
    


Gazete okumak için mi yoksa cam silmek için mi?

     Her gün eve gazete alınan bir ülke değiliz. Bu anlamda bir gazete okuma kültürümüz yok. Bizim evlerde gazeteler iki şey için alınır. Bir, kupon biriktirmek. İki, evdeki camları silmek. Elbette okumak için alanlar vardır. Onlar ayrı. Ben genelden bahsediyorum. Kimse de yanlış anlamasın. Bizim evde de durum aynı. Bizim kültürümüz böyle. Ben sadece bunu vurguluyorum. Yoksa, yok birbirimizden farkımız. Bu ülkede kahveler olmasa. Sizce bu kadar gazete satılır mı? Haftalık 5 milyon gazete satıyor. 80 milyonluk ülkede. 80 milyon nerede, 5 milyon nerede. Şahsen ben de günlük gazete almıyorum. Çoğu kişi gibi. Bunun nedenlerinden biri de internet.
gazete

                                                HER GÜN ALINACAK BİR GAZETE VAR MI?
      İnternet varken tüm gazeteler elinin altında. Ben genelde yazarları için alırım. Yazarları da okuyoruz netten. Gazeteyi alıp okumak başka tabi. Onun zevki ayrı. Ama teknoloji alışkanlıklarımızı da değiştiriyor işte. Bunun dışında kahveler var bir de. Çok gazete okumak istersem eğer. Giderim bir kahveye. Bir bardak olmadı iki bardak çay içerim. Tonla gazete okurum. En az 10 tane gazete var. Seç, beğen, al, oku. Gazeteye doymuş bir şekilde çıkarsın kahveden. Günlük, alınmayı hak eden bir gazete var mı peki? Tüm gazeteler bir şeylerin parçası. Her gün birilerini suçlama. Her gün birilerini aklama telaşı. Böyle gazeteleri alıp ne yapacaksın? Çoluk çocuğa mı okutacaksın?
                                                       GAZETE NEDEN OKUNMUYOR?
      Çocuklar böyle çıkarcı gazetelerle büyümemeli. Olduğu kadar, çocukları bu dünyadan korumak gerek. Ama şunu söyleyim mi? Bu şartlarda bile 5 milyon çok iyi bir rakam. Bu kadar ayrışmış olmalarına rağmen. İnsanları gazete almaya çekecek bir şeyleri yok. Zaten kimse de almaya meraklı değil. Böyle olunca da, sadece siyasi taraftarlar alıyorlar gazeteleri. Gazeteye baktığınızda içiniz kararıyor. Zaten içimiz kararık. Bir de para verip gazete mi alacak adam. Son bir toparlama yaparsak. Gazete okunmamasının nedenleri: İnternet, bir. Gazete içeriklerinin çekici olmaması, iki. Belki de en önemlisi. Gazete okuma kültürümüzün olmaması, üç. Bunların dışında sizinde ekleyecekleriniz olabilir. Görüşlerinizi merak ediyorum. Farklı bir bakış açısı her zaman güzeldir çünkü.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Umberto Eco'nun garip mi garip vasiyeti...

     Bu yazarlar garip insanlar. Yaşarken de, öldükten sonra da, garip istekleri oluyor. Her yazar, garip olmak zorunda mı? Ya da her yazar, garip mi olur? Bu sorular da ayrı cevaplanması gerekir. Bu konuyu nerden açtım derseniz. Devamlı takip ettiğim edebiyat sitelerinde, Umberto Eco ile ilgili bir haber çıktı. Siz de görmüşsünüzdür. Zira tek edebiyat sitelerinde çıkmadı. Twitter’da da gördüm. Vasiyet etmiş ki, “Benden sonra 10 yıl, hakkımda konferans yapılmasın”. “Ne alaka?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama Umberto Eco’yu tanıyanlar için bu istek, hiç de garip değil. “Neden?” derseniz. Onun bu tip sözlerine çevresindekiler alışıkmış çünkü.

                                                GÜLÜN ADI POLİSİYE ROMAN DEĞİL
     Ben haberi ilk okuduğumda, “Bir yazar bunu niye ister ki? Aksine bir yazar kendisinden sonra, kendisi hakkında konuşulmasını istemez mi?” dedim. Ama Umberto Eco’nun bu tip garip açıklamaları olan bir yazar olduğunu öğrenince, işin aslını anladım. Umberto Eco, sevdiğim yazarlar arasında değildir. Bir kere en popüler romanı olan Gülün Adı kitabını okumaya çalışmıştım. “Çalışmıştım” diyorum. Bunu mecaz anlamda kullanmadım. Gerçekten okumaya çalıştım. Kitapta bir tane rahibin öldürülmesi nedeniyle kilise bir dedektif tutuyor. Dedektif de katili bulmaya çalışıyor. Böyle okuduğunuzda, “Ne güzel. İlgi çekici bir kitapmış” diyebilirsiniz. Ben de öyle deyip, kitabı okumak için almıştım kütüphaneden. Ama kitabı yarıda bırakmak zorunda kaldım.
                                                         SONUNU GETİREMEDİM
     Aslında kitap polisiye roman şeklinde, Hristiyanlık tarihini anlatıyor. Savaşları, doğuşu falan. Eğer Hristiyanlık kültürüyle ilgili bilginiz yoksa, ilginiz yoksa, kitap sizin için anlamsızlaşıyor. Bir kağnı gibi okuyorsunuz. Her kelimenin, her cümlenin üzerinde, dura dura. Ama o tanımları bilmeden, üzerinde ne kadar dursanız da, bir sonuç elde edemiyorsunuz. Bakın, tüm bunlara rağmen yine de kendimi zorladım. “Bu kadar popüler olduğuna göre bir nedeni vardır” diyerek sabrettim. Ama en sonunda, “Pes” dedim. Tabi bu kitap bana kötü bir referans oldu. O kitaptan sonra da bir daha, ne o kitabı tekrar okumayı denedim. Ne de Umberto Eco’nun bir başka kitabını okumaya yeltendim.

Foto kaynak:pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Önüne gelen kitabı okuma, okutturma...

     Önümüze gelen her kitabı okumalı mıyız? Bence hayır. Beni bırakın. Girin Google’a aratın. Önünüze çıkacak olan herhangi bir yazıda da aynı bu dediğimi okuyacaksınız. Okunacak kitap var, okunmayacak kitap var. Bazı kitaplar Türkçe açısından bir çöplük. Okuma zevkinizi bozar. Kaliteli kitap anlayışınızı bozar. Devamlı kaliteli kitaplar okuyorsanız eğer, kalitesiz yazılmış bir kitabı hemen farkedersiniz zaten. “Bu ne böyle?” dersiniz. Tıpkı çok tuzlu bir yemeği yediğinizde hissettiğiniz tat gibi bir tat hissedersiniz. Böyle bir durumla karşılaştığınızda sevinmeniz lazım. Demek ki okumada belli bir noktaya gelmişsiniz demektir. İyi bir edebiyat okuru olmanın yolu: İyi kitaplar okumaktır. Olur olmaz kitapla kafayı bulandırmamaktır.

                                           ADI SANI OLMAYAN KİTAPLARI OKUMAM
     Ben duyulmadık bir kitabı okumam. Ama bu demek değildir ki her meşhur olan kitabı da okurum. Aradaki dengeyi bulmak lazım. Bu denge nasıl sağlanabilir? Güvendiğiniz kişilerin yorumları ön ayak olabilir bir kitabı seçmenizde. Benim etrafımda devamlı ya da düzenli bir şekilde kitap okuyan arkadaşlarım yok. O yüzden bu seçenekten yararlanamıyorum. Ama günümüzde arkadaşlarımızın sayısı bir elin parmaklarından bir hayli fazla. Facebook, Twitter sağolsun. Belki her an her dakika görüşmesenizde, kitap hakkında yorumlarını alabileceğiniz arkadaşlar var sosyal ortamlarda. Facebook’u bir açsam bilmem 400 küsür arkadaşım vardır. Tabi bir de Facebook’taki kitap grupları var. İşte bu tip gruplardan da yeni çıkan kitaplar hakkında yorumlar okuyabilirsiniz.
                                         YÜZYILLIK YALNIZLIK HAKKINDAKİ YORUM
     Adı sanı bilinen yazarların kitapları okunmalı bence. Sağlam bir yazım tekniği var onlarda çünkü. Zevkli bir okuma vaat ederler okuyucuya. Zira kötü yazılmış bir kitapla okumaya başlarsanız, bir daha okuma niyetiyle elinize kitap almaya bilirsiniz. Bir de köşe yazarlarının, eleştirmelerin önerilerine kulak verebilirsiniz. Gerçi ben zamanında tam tersini düşünmüştüm bunun. Haşmet Babaoğlu, bir yazısında Yüzyıllık Yalnızlık kitabını sevmediğini yazmıştı. O an için, aynı fikirde olmamıştım onunla. Yer gök bu kitapla inlerken, o yorumu pek objektif gelmemişti bana. O yazının üzerinden bi zaman sonra, Yüzyıllık Yalnızlık kitabını okudum. Meğer söylediğinde o kadar haklıymış ki.

FOTO KAYNAK:PİXABAY.COM

Blog linki: yasamdanyazilar.blogspot.com