MİM: YAK- YENİDEN YAZ- TEKRAR OKU

     Ne Okudum Ne İzledim bloğunun kurucusu ve sahibi sevgili Serhat beni mimlemiş. Beni mimlediği için teşekkür ederim (Bu da garip bir cümle oldu değil mi :)) Mim başlığı: Yak-  Yeniden Yaz- Tekrar Oku. Hadi başlayalım o zaman.
                                                                          * YAK*
                                                         TOLSTOY- ÇOCUKLUĞUM
     Bu bölüm benim için çok zor oldu. Çünkü ben sevmediğim, beğenmediğim kitapları sonuna kadar okumuyorum. Birkaç kere denerim. Sarmazsa bırakırım. Daha okuyacağım bir dünya kitap varken, o kitapta ısrar etmenin bir anlamı olmadığını düşünürüm. Okuduğum kitaplar listesini gözden geçirdim bu nedenle. Gözüme Tolstoy’un Çocukluğum kitabı çarptı. Buraya yazabileceğim bir tek onu gördüm. Ben böyle büyük bir yazarın çocukluğunda, daha farklı şeyler beklemiştim. Yazıya nasıl başladığı? Yaşadığı sorunları nasıl yazıya döktüğü gibi. Hayalimde, çocukluğundan beri yazıyla haşır neşir olan biri canlanmıştı. Ama bunu bulamadım. Salt çocukluğunu anlatmış. Yani okumasaydım da bir şey kaybetmezdim.
kitap önerisi

                                                                 * YENİDEN YAZ*
                                   GABRİEL GARCİA MARQUEZ- YÜZYILLIK YALNIZLIK
     Bunu görenler, “Hadi canım sende” diyebilirler. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Beklentimin karşılığını alamadığım bir kitaptı, Yüzyıllık Yalnızlık. Gerçeklikle, fantastik kurgu çok içe geçmiş. Bu biraz bocalatıyor insanı. Bir süre gerçeklikle devam ederken, bir de bakıyorsun, fantastik kurgu çıkıyor tekrar karşına. Bu sefer de bir süre fantastik kurgu ile devam ediyorsun ve diyorsun ki, “Tamam. Bundan sonra böyle devam eder”. Ama etmiyor. Sonra yine gerçek hayata dönüyor. Bana çoğu yerde anlamsız geldi. Kültürel uzaklığın da payı olabilir, bazı olayları anlamsız bulmamda. Kitap, ya tamamen fantastik kurgu üzerine ele alınmalı ya da gerçeklikle baştan sona bezenmeli. Bu şekilde bir düzenleme olabilir.
                                                                * TEKRAR OKU*
                                          AHMET ÜMİT- ELVEDA GÜZEL VATANIM 
     Tekrar oku bölümüne birden fazla kitap yazabilirim. Ama ben, en son okuduğum ve tekrar okunması gerektiğini düşündüğüm Elveda Güzel Vatanım’ı yazmayı uygun gördüm. Roman baştan sona istediğim gibiydi. İçinde aşk vardı. İçinde İttihat ve Terakki vardı. İçinde arkadaşlık vardı. Kısacası benim aradığım şeyler, tam da benim istediğim tarzda anlatılmıştı. Tekrar tekrar okunmayı hak eden bir kitap. Beni yakalayan bir diğer yanı da: Romanın kahramanı Şehsuvar Sami’nin kalbinin yazarlık için atması. Bir blog yazarı olarak beni burdan yakalaması çok normal olsa gerek. Bu nedenle sizleri de yakalayacağını düşünüyorum. Kimse mimlenmeyi beklemesin. İsteyen herkes üzerine alsın ve yazsın :))

Foto kaynak: Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Kendimi bir anda Robinson Cruose'da sandım...

     Hayatın akışı içinde, yaşadığınız bazı anları, okuduğunuz kitaplardaki sahnelere benzetiyor musunuz? Bu biraz, romanların dejavusu gibi oluyor. Geçen gün yolda yürüyorum. Bir anda arkamdan, kurda benzer iki köpeğin geldiğini gördüm. Aklıma bir anda, Robinson Crusoe geldi. Sanki o romanın içindeydim ve etrafım kurtlarla çevriliydi. Kitabı okuyanlar bilecektir. Yolculuk sırasında bir ormandan geçerler. Her taraf kardan bembeyazdır. Ve aç kurtlar, sürüler halinde dolaşır. Sürüler halindeki bu kurtlar, Robinson Crusoe ve diğer yolcuların seyahat ettikleri atlı arabanın etrafını sararlar. Kurtlara yem olmamak için, yüz veya yüzden fazla kurtla, tabiri caizse savaşırlar. İşte kendimi tam da bu sahnenin ortasında hissettim bir anda.
okumanın faydaları

                                         ROMANLAR ADAB-I MUAŞERET ÖĞRETİR Mİ?
     Yaşadığım bu duygu, büyük bir zevk verdi bana. Hani bazı yazarlar, yaşadıkları her olaya bir roman gibi bakarlarmış ya. Kendimi bir an, o yazarlar gibi hissettim. Aldığım zevkin nedeni de buydu. Bu olaydan sonra düşündüm de. Kitaplarda okuduğumuz olaylar, gerçek hayatta bizlere yol gösterici oluyor. Yeri geliyor, daha önce hiç girmediğiniz bir ortamda nasıl davranmanız gerektiğini, bir romandan öğrenebiliyorsunuz. Ve gün gelip öyle bir mekana girdiğinizde, romanda okuduklarınızı uyguluyorsunuz. Bir nevi adab-ı muaşeret kurallarını da öğreniyorsunuz. Bu sadece bir örnek. Adab-ı muaşeret kurallarının dışında, daha hayatın bir çok yönüne de rehberlik edebiliyor, okuduğumuz romanlar. Buradan baktığımızda, romanların büyük katkıları olduğunu görüyoruz.
                                                            ROMANIN FAYDALARI
     Toparlamak gerekirse. Romanlar hakkında iki şey söyledik. Romanlardaki sahneleri gerçek hayatta yaşayabildiğimizden bahsettik, bir. Bir de okuduğumuz romanların, hayatta bize yol gösterici olduğundan, hatta adab-ı muaşereti bile öğreteceğini, bir örnekle açıkladık bu da, iki. Romanın faydaları ne diye soran bir kişiye, rahatlıkla bu cevapları verebiliriz. Tabi biz burada, sadece ikisini ön plana çıkardık. Peki sizler, bu yazıda ortaya koyduğumuz bu iki özellik için ne dersiniz? Aranızda benim gibi, günlük hayatında sanki kendini romanda hissetmiş gibi olan var mı? Varsa onları da duymak isteriz. Hangi roman ve hangi sahneydi? Bir de ikinci özellik, adab-ı muaşeret. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir? Sizce gerçekten bir romandan, adab-ı muaşeret öğrenilebilir mi? Yorumlarınızla bu yazı, daha zengin bir içerik haline gelebilir. Yorum yapmak isteyenleri, aşağıdaki yorum bölümüne alalım J

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Ümit Yaşar Oğuzcan şiirleri ayrılık acısı çekenlere birebir...

     Askerdeyken çarşıya çıktığımızda, kitapçılara da uğrardık. Bazı arkadaşlarım kitap alırdı. Ben çoğunlukla bakardım. Kitaplara bakmayı seviyorum. Tek tek kitapları incelerim. Kitaplarla dolu bir ortamda olmak, huzur verir bana. Arkadaşlarımın aldığı kitapları okurdum. Ama canım, şiir okumak istiyordu. Özellikle de aşk şiirleri. Askere gelmeden önce, sevgilimden ayrılmıştım. Ayrılık acım depreşmişti yani. Bu ayrılık acısını, kendi yazdığım şiirlerle ifade ediyordum ama. Hiçbiri, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın yerini tutar mıydı? Ben onun aşkı anlatışına hayranım. Sonunda, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın, bir kitabını almaya karar verdim. Onun şiirleriyle aşk acımı yaşayacaktım. Ben askerliğimi, Gelibolu’da yaptım. Gelibolu’nun, ufacık bir çarşısı vardı. O çarşısında da, iki tane kitapçı.
Ümit Yaşar Oğuzcan

                                                  ALACAĞIM KİTAP, KİTAPÇIDA YOKTU
     Çarşının tam içindeki kitapçı, moderndi. Nasıl yani? Yani gazeteden dergisine, son çıkan kitaplardan klasiklere kadar her şey vardı. Bir de çarşının çıkışına doğru, ufak bir kitapçı dükkanı vardı. Burada sadece kitaplar vardı. Öyle mizah dergileri, gazeteler falan yoktu. Nedense- nedenini şimdi hatırlamıyorum- çarşının içindeki o modern kitapçıdan değil de, çarşının sonundaki kitapçıdan aldım şiir kitabını. “Aldım” dediysem de, hemen almadım. Gittim. Kitaplara baktım. Ümit Yaşar Oğuzcan yok. Zaten küçücük bir kitapçı. Fazla zamanımı almadı bakmak. Kitapçının sahibi kadına sordum. “Bir de yukarı bakın” dedi. Meğersem yukarısı da varmış. Daracık bir merdivenden yukarı çıktım. Yukarıdaki oda da daracıktı. Zaten şiir bölümü olarak bir raf vardı.
                                                              SİPARİŞ ETTİK KİTABI
     Hemen bir göz gezdirdim. Ümit Yaşar Oğuzcan yok. Tekrar gittim kadının yanına. “Aradığım kitabı bulamadım” dedim. “İsterseniz sipariş edebiliriz” dedi. Ve hemen bilgisayardan Ümit Yaşar Oğuzcan kitaplarına baktı. İki cilt kitabı vardı. Tüm şiirlerinin toplandığı iki cilt kitabı. Kitabın adı, Şiir Denizi olarak geçiyordu. Şiir Denizi-1 ve Şiir Denizi-2 olarak, iki cilde ayrılmıştı. Fiyatını sordum. “25 lira” dedi. “Ne zaman gelir? Ben askerim. Ancak hafta sonu çarşı izninde alabilirim” dedim. “O zaman gelecek hafta çarşı izninde kitabınızı alabilirsiniz” dedi. “Tamam” dedim. Bir sevinçle çıktım kitapçıdan. Öbür hafta bir baktım ki. Meğer kitap, çarşı içindeki kitapçıda varmış. Bir hafta boşuna beklemişim kitabımı.
                                                    TEKRAR TEKRAR OKUDUM ŞİİRLERİ
     Kitabı almaktaki diğer bir amacım da: İlk sayfasına tarih ve Gelibolu ismini yazmaktı. Askerlikten bir hatıram kalsın diye. Öyle de oldu. Kitap hala elimde. Şafak 53 iken imzalamışım kitabımı. İçinde, daha önceden Ümit Yaşar Oğuzcan’ın okuduğum ve çok sevdiğim şiirleri de vardı. İlk defa okuduğum şiirleri de. Sevdiğim şiirlerinin bir kısmı ise, diğer ciltteydi. Sonradan kitapçıya gidince, ikinci cildi kontrol ettiğimde gördüm. Ama sevdiğim şiirlerin bir çoğu, ilk ciltteydi. Kitaptaki şiirleri çok okudum. Benim duygularıma tercüman oldular. “İyi ki almışım” dedim. O şiirleri tekrar tekrar okurken. Bizim yemekhaneci vardı Osman. O istedi kitabı. Onun da sevdiği varmış. Beğendiği şiirleri defterine yazdı. Bir de aynı koğuştan Orhan vardı. O da istedi. Onun da bir sevdiği varmış. O sevdiğine özel bir defter yapmış. Askerden sonra ona vermek için. Beğendiği şiirleri özel defterine yazdı o da. İşte şiir kitabımla böyle bir hikayem var benim. Sizin sevdiğiniz şiir kitapları hangileridir? Sizin böyle kitap hikayeleriniz var mı?

Foto kaynak:Pixabay.com

Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

     

Kafka'nın bilinmeyen yanları...

     Kafka hakkında bilinmedik şeyleri paylaşmak isterim sizlerle. Kafka’nın, babası ile arası pek iyi değilmiş. Daha önce bu konuyu ele almıştım. Oğuz Atay’ın, babasıyla olan ilişkisini anlatmıştım. Yazarlar neden böyle? Neden çoğu yazar, babasıyla bir türlü anlaşamamış? Yazarlığın verdiği ruh halinden kaynaklanan bir durum mu? “Herhalde diyorum. Yazar babaları, çocuklarının ince ruhlarını anlayamamışlar. Ona göre davranamamışlar”. Gerçi her çocuk ince ruhludur. Her çocuk birer çiçektir. Bu bilinip, öyle davranılmalı çocuklara. Ama tabi, ilerleyen yaşlarda ince ruhlu çocuklar, daha çok belli ediyorlar kendilerini. İşte bu tür çocukların, yanında olmaları gerekir anne-babaların. Başka bir açıdan bakarsak da. Çocukluklarında, böyle olumsuz bir çocukluk geçirmeselerdi, yine de böyle üretebilirler miydi?
Kafka

                                                          ZAPZAYIF KAFKA
     Kafka, bir de çok zayıfmış. Bulunduğu çevrede, kendisinden daha zayıf bir kimse yokmuş. Sizce de bu durum normal değil mi? Böyle derinden derine düşünen bir adamın zayıf olması. Kafka, gece uykusu uyumuyor. En önemli gıdalardan olan gece uykusunu almayınca, bunun da bir bedeli olacaktır tabi. Gece uykusu alamamanın da, bir etkisi olabilir diye düşünüyorum, zayıflığı için. Kafka’yı anlatırken, daha önce yazmıştım. O yazıyı okumayanlar için, ufak bir bilgi vereyim burda. Kafka, gündüzleri yazmayı sevmezmiş. Sesten nefret eden bir yapısı da var. O nedenle, geceleri, sabahlara kadar kalemi elinden düşmezmiş. E düşünün artık. Biz bile, gece uykumuzu alamayınca, gündüz ruh gibi oluyoruz.
                        KAFKA’NIN VASİYETİNİ YERİNE GETİRMEYEN ARKADAŞI
     Kafka, hiç mi hiç uyumuyor geceleri. Elbette bu durumun vücuda olumsuz etkileri olacaktır. Kafka, gerçekten enteresan bir kişilik. Her bakımdan. Neden böyle dedim şimdi? Biliyor musunuz ki? Aslında bugün, Kafka diye birinden haberimiz olmayabilirdi. Kafka diye bir yazar olmayabilirdi tarihte. Oda, bilinmedik, sıradan insanlardan biri olabilirdi. İşte böyle olmamasının nedeni, arkadaşı. Kafka öleceği zaman arkadaşı Max Brod’a, “Kitaplarımı yayınlama” diye vasiyet etmiş. Niye böyle bir vasiyette bulunmuş? Kimse tarafından okunmayacaksa, niye yazdı kitaplarını? Dedim ya, enteresan bir kişilik diye. Enteresan bir kişilik tanımlamasını, onu alaya almak için söylemiyorum elbette. Bizden farklı yanını ortaya koymak için söylüyorum. Arkadaşı onu dinlememiş ve kitapları yayınlamış. Bu sayede Kafka olmuş işte. Siz ne dersiniz peki bu konuda?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Baştan savma kitap yazmak...

     Bazı kitaplar vardır. Yazarın, gazetelerde ya da dergilerde yazdığı yazıların toplandığı kitaplar. Ben bunlara kitap olarak bakamıyorum. Nasıl kitap olarak bakayım ki? Çünkü ortaya yeni bir şey koymuyor. Daha önceki yazıları toplamışlar, kitap yapmışlar. Sanki kitap yapmak için yapmışlar gibi. Eski yazıların toplamından bence kitap olmaz. Tamam, makalelerden oluşan bir kitap çıkartabilirsiniz. Ama o makalelerin, daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış olması gerekir. Gerekirse, sadece o kitaba özel makaleler yazılmalıdır. Yeni bir şeyler ortaya koymuş olursunuz. Ben kitaplarda devamlı yenilik bekliyorum. Yeni düşünceler, yeni anlayışlar. Kütüphaneye gittiğimde de, kitapların arkasına bakarım. “Eski yazılarından derlenmiştir” ifadesi gördüğüm anda, bir soğuma gelir bana.

                                               KİTAP ÇIKARMADA KOLAYCILIK
     Kitabı aldığım gibi yerine bırakırım. “Kitap çıkarmada kolaycılık nedir?” diye sorsanız. Bu tür kitapları örnek gösteririm size. Baştan savma geliyor bu tür kitaplar bana. Yahu sadece kitap çıkartmış olmak için kitap çıkartılır mı? Ama çıkartılıyor işte. Bu tür kitaplar beni rahatsız ediyor. Bu rahatsızlığımı yazarak, sizlerle paylaşmak istedim. Ben, her yazarın ortaya koyduğu yeni eserde bir orjinallik arıyorum. Biliyorsunuz bizim ülkemizi. Bir şey çok popüler oldu mu, çok tuttu mu, hemen onun gibi binlerce kopyası türer ortalığa. Bu her şeyde olduğu gibi, kitap dünyasında da böyle. Bir tür tuttuğu zaman, hemen o türde kitaplar istila ediyor kitapçıları. Bence hepsi boş kitap. Hatta ve hatta çöp kitap.
                                       ESKİ YAZILARDAN DERLEMEYE KARŞIYIM
     Neden bu kadar çok detaya girdim? Bu konudaki hassasiyetimi tam olarak anlatabilmek için. Bu nedenledir ki,  önüme gelen her kitabı okumam. İçerik önemlidir benim için. Derleme ifadesini gördüm mü, tüylerim diken diken olur. Bir yazar, her zaman yenilik peşinde koşmalıdır. Yayıncı gelip, “Ya bayadır kitap çıkarmıyorsun. Gazete veya dergi yazılarından bir derleme yapalım. Kitap basalım” dediğinde, önce yazarın kendisi karşı çıkmalı bu duruma. “Ben okurlarıma her zaman yeni düşünceler paylaşmak isterim. Eski yazılarımı tekrar basmaktan imtina ederim” demeli. Bu düşüncedeki bir yazar, devamlı yeni düşünceler peşinde koşar. Yeni hikaye, yeni roman. Çok da ısrar ederse yayıncı. Yeni makaleler kaleme almalı, yeni kitap için. Gerçi her yazarın, kıyıda köşede karaladığı şeyler vardır. İşte onların içinden derleme yapabilir bak. Çünkü onları hiç birimiz bilmiyoruz. Bu konuya katkılarınızı bekliyorum.

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Jean-Paul Sartre: "Başkalarına anlatmaya değecek hikayen var mı?"

     Biz, yazar olma heveslileri, hangi yazarı görsek hemen soruyu yapıştırıyoruz: “Nasıl yazar olunur? Yazar olmak için ne yapmam gerekir?” falan diye. Aslında habire boşuna soruyoruz bu soruyu. Her şey açık ve net değil mi? Bakmayın, hepimiz biliyoruz aslında bu soruları sorarken. Bir insan, ya yazar olarak doğar ya da doğmaz. Bu sonradan kazanılacak bir yetenek değil. Bu söylediğim liderlikle ilgili söze benzedi. “Lider olunmaz, lider doğulur” derler ya. Aynı bunun gibi işte. Bu sözü, yazarlık için de uyarlayabiliriz aslında. “Yazar olunmaz, yazar doğulur” diyebiliriz. Ama yine de, her şeye rağmen, yazarların bu soruya verdikleri cevaplar, her zaman heyecanlandırır beni.
Jean-Paul Sartre

                                                JEAN-PAUL SARTRE’NİN SORUSU
     Eminim, benim gibi yazar olmak isteyenleri de heyecanlandırıyordur. Yine böyle bir yazarın verdiği cevabı okudum. Bunu sizlerle paylaşmak isterim. Bu yazar, Jean-Paul Sartre. Ona bu soruyu sorduklarında, o da bu soruyu soranlara, başka bir soruyla karşılık veriyor. Ve diyor ki Sartre: “Başkalarına intikal ettirmeye değecek değerde bir şeyin var mı? Hangi gaye uğruna yazıyorsun?”. Bu soruyu okuduğumda çok etkilendim. Yazarlığın mihenk noktası, bence bu. Evet, şimdi bu yazıyı okuyanların, hemen kendisine bu soruyu sorduklarına eminim. Ben de sordum. Anlatacak şeylerim yok. Bir hikaye ya da bir roman yazacak konum yok. Aslında konu çok. Ama bunları bir araya getirip anlatamıyorum. Yani, bir hikaya ya da bir roman yapamıyorum.
                                                          PEKİ SEN YAZAR MISIN?
     Peki ben ne yapıyorum? Sadece olayları yorumluyorum. Herhangi bir olay olabilir bu. Futbol, kültür-sanat, siyaset vs. bu ne kadar yazarlık sayılabilir? Hikaye ya da roman bakımından bakarsak, yazar değilim. Ee, neyim o zaman? “Blog yazarıyım” cevabı verilebilir. Ama yazar denen kişi, bence hikaye ya da roman yazabilmeli. Yeni bir şey ortaya koyabilmeli. Bu konu her zaman çok su kaldıran bir konudur. Her zaman tartışılır. Jean-Paul Sartre, ölçüyü bu şekilde koymuş. Peki sizin bu konuda aklınızdan geçenler nelerdir? Jean-Paul Sartre, bu sorusuyla sizi nerelere sürükledi? Bu soruya cevabınızı verdiniz mi? Ama samimi bir şekilde. Hayalperestliğe kapılmadan. Peki buna göre, yazar mısınız değil misiniz?

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com

Sevdiği kıza yazdığı şiirlerle edebiyata başlamış bir yazar: Charles Dickens

     Her yazarın bir şekilde edebiyata girme, başlama şekli olmuş. Bir yazarın edebiyata girişi ise, sevdiği kadına yazdığı şiirlerle başlamış. Şimdi kadın falan deyince, çok geç yaşlarda sanmayın. Daha bu çocuk çok  genç. Yaşı sadece 18. Aşık olup şiirler yazdığı kız ise, sadece 20 yaşında. Peki kimdi bu yazar? Sizi daha fazla merak ettirmeyelim. Charles Dickens. Eğer insanın kaderinde varsa edebiyat, bir şekilde kaşığında çıkıyor işte.  Hemen kızın adını da söyleyelim: Beadnell. Acaba yıllar sonra, Charles Dickens meşhur olduğunda, böyle bir şeye sebep olduğunu öğrendi mi acaba Beadnell? Ya da kendisine bahsetti mi, “Senin sayende edebiyata başladım” diye?
Charles Dickens

                                                               AHH BEADNELL AHH
     Okuduğum makalede Beadnell’e yazdığı şiirler yoktu. Ama Charles Dickens’ta muhtemelen, “Ahh Beadnell, Ahh Beadnell” diye ahh çekmiştir. Ya da o ahhlara şiirlerinde yer vermiştir. “Ee, sonuç? Kavuşmuşlar mı?” diyenler olabilir. Merak etmeyin, onu da anlatacağım. Aha da başlıyorum anlatmaya, kaldığım yerden. Bizim Charles Dickens, Beadnell’in peşinden koşmuşta koşmuş. İnsan şu çocuğa bir şans verir değil mi? Nerdee! Kalpsiz Beadnell. Tam üç yıl boyunca, “Beadnell, Beadnell” diyerek geceyi gündüz edip koşturmuş. Ama yok. Kabul etmemiş Beadnell. İşte Charles, aşkına kavuşamamış ama. Gerçi kavuşamamış demek de doğru mu, bilemedim. Çünkü tek taraflı bir durum sonuçta. Yani platonik. Beadnell’den elinde kalan, edebiyata başlaması olmuş.
                                             YILLAR SONRA BEADNELL İLE KARŞILAŞMA
     Ama bir dakika. Hikayemiz burda bitmemiş. Devamı da var. Yıllar yıllar sonra Charles Dickens, yeniden Beadnell’i görmek istemiş. İlk göz ağrısı unutulmuyor işte. Kaç yaşına gelirsen de gel. Görmek istediği zaman, Charles Dickens ünlü olmuş artık. Kitapları dünyada okunan bir yazardır artık o. Çevresindekiler- makalede bu ifade geçiyor. Herhalde eşi, dostu, akrabası falandır- “Yapma etme” demişler. Neden böyle demişler diye baktığımızda, karşımıza Beadnell’in eski fiziğinde olmadığı gerçeği çıkıyor. Charles ne bilsin. O illa ki görmek istiyor. Ben olsam, ben de görmek isterdim. Fiziği iyi değilse bile görüp, buna kendim karar vermek isterdim. Beadnell’in evlenip evlenmediğine dair bir bilgi yoktu. Herhalde evli olsa, görüşmek istemezdi Charles. Bakmış ki Charles, söylenenler doğru. Tabi herkese dile getirmemiş bunu. Bir mektupta Beadnell için, “Şişmanlamış” demiş. İşte böyle. Peki siz ne dersiniz? Aşk şiirlerinden bir edebiyatçının doğması hakkında.

Foto kaynak:Pixabay.com


Blog linki:yasamdanyazilar.blogspot.com