HIRKA ZAMANI GELDİ…
Sabahları ve akşamları havalar serin
olmaya başladı. Artık hırka zamanı. Çoğu kişide artık hırka ile geliyor
işyerine. Bu akşam bu konu üzerine konuşurken Ebru, “Kışı sevmiyorum” dedi. “Üst
üste kıyafet giymek hiç hoşuma gitmiyor. Tişörtümü giyip evden çıkmam lazım
benim. Yaz ayı benim ayım” dedi. “Her mevsim ayrı bir güzeldir be Ebru” dedim
bende.
İŞE
YENİ BAŞLAYANLARIN HEYECANI…
İşe yeni başlayanlar var. Serviste heyecanla
çağrıda yaptıklarını anlatıyorlar. Böyle anlattıklarını görünce kendi ilk
günlerim aklıma geliyor. Şimdi o heyecandan eser kalmadı diyebilirim. Her şeyi
öğrenmek istiyorlar. “Şu nasıl oluyor, bu nasıl oluyor?” diye soruyorlar. Bizde
onlara anlatıyoruz. Zaman geçtikçe onlar da bizim gibi heyecanlarını
kaybedecekler.
İLERİSİ
İÇİN PLANIM YOK…
Bir ara Meltem geldi yanıma. “İleride ne
yapmayı düşünüyorsun?” dedi. “Hiç bilmiyorum Meltem. Şimdilik böyle devam ediyoruz
bakalım. Nereye kadar giderse” dedim. Biz Türk milleti olarak hep böyleyiz herhalde.
İçinde bulunduğun durumdan şikayet et ama onu değiştirmek içinde bir şey yapma.
HAYATIM
GALATASARAY’DAN MI İBARET?
Molada çay içerken Erhan, “Ne olacak
böyle?” dedi. Bende bu akşam ki Galatasaray’ın Club Brugge maçını soruyor zannettim.
Şampiyonlar Ligi önemli sonuçta. “Bu akşam göreceğiz” derim. “Yahu çağrıları
diyorum. Ne maçı. Senin hayatın Galatasaray’dan mı ibaret?” diye sordu. Tabi tamamiyle
Galatasaray’dan ibaret değil ama büyük çoğunluğunda da var yani. Tam böyle
konuşurken Erhan’a telefon geldi. Telefonun müziği Fenerbahçe marşlarından
biriydi. Böyle dediğine bakmayın. Kendisi de koyu Fener’lidir.
İŞ
YERİNDE GEÇMEYEN SAATLER…
Bazen öyle bir an geliyor ki. “Daha işin
bitmesine 5 saat var. Nasıl geçecek bu zaman?” diyorum mesela. Sonra bir
bakıyorum. Zaman akıp geçmiş. İnsan kendini işe kaptırınca geçiyor. Öteki türlü
kağnı gibi saatler.
YİNE
RUTİNDEN SIKILMACA…
Şu rutinden çok sıkılıyorum. İş yerinde
molaya in, çay iç, tekrar yukarı çık, çalış, sonra yine mola, yine çay. Her gün
bu sahneleri yaşamak çok sıkıyor beni.
BİR
KÖPEĞİN MASUM BAKIŞI…
Bugün yine molaya çıkarken bir köpek gördüm.
Yattığı yerden masum masum baktı bana köpekcik. O bakışları yaralıyor beni. Çok
muhtaç bakıyorlar. İsterim ki hiçbir hayvan böyle bakmasın.
YÜZYILLIK
YALNIZLIK’I BEĞENMEMİŞTİM BENDE…
Blog yazarlarından biri Marquez’in, Kolera
Günlerinde Aşk kitabını okumuş ve beğenmemiş. İlk defa bir Marquez kitabını
okumuş. Bende en ünlü kitabı Yüzyıllık Yalnızlık kitabını okumuştum. “Öve öve
bitiremedikleri kitap bu muymuş?” demiştim.
HER
AKŞAM MUHAKKAK YORUM YAPTIĞIM BLOGLAR…
Her akşam takip ettiğim blog yazarlarına
bakamıyorum. Ama yorum yapanlara muhakkak uğruyorum o akşam. Sonraya kalırsa
onlara da bakamıyorum. Genelde hafta sonu, rahat kafayla takip ettiğim blogları
gözden geçiriyorum.
ÇOK
OKUMAKTAN HİÇ OKUMAMAYA…
Bazen saatlerce yazmak istiyorum. Bazen de
saatlerce okumak. Bu niyetle okuma ya da yazmaya çok yükleniyorum. Ama sonuç
hüsran oluyor. Çok yüklendiğim içinde bu sefer de çok bıkıyorum. Sonra uzun bir
süre okumam yüzüne bakmıyorum.
AZİM
ETMEK VE ÇOK ÇALIŞMAK BAŞARMANIN GARANTİSİNİ VERİYOR MU?
Kişisel gelişimciler boşa mı gaz veriyor? Bir
yazar böyle diyordu bir yazısında. Kişileri olmayan yetenekleri peşinde
koşturduklarından ve insanları bu nedenle mutsuz ettirdiklerinden şikayetçiydi.
Sanki insan çok azim ettikçe, çok çalıştıkça ne isterse kesin olacakmış gibi
bir algı var gerçekten hepimizde. Bu büyük bir hayal kırıklığına neden olabilir
insanda. Bunu da bir düşünelim derim.
SEVDİĞİM
YAZARLAR GİBİ YAZMAK…
“Bunu bir kenara koyalım” ya da “Bunu da
bir düşünelim” gibi ifadeleri yazılarında Haşmet Babaoğlu kullanır. Genelde okuduğum
yazarlardan biri olduğu için onun gibi yazmaya başladım bende. Sevdiğim bir
yazar gibi yazmak çok mutlu ediyor beni. Onun derinliğinde yazabilmek için daha
kırk fırın ekmek yemem lazım.
NEDEN
OKUDUĞUM DİĞER YAZARLAR GİBİ DE YAZAMIYORUM?
Sevdiğim gibi yazmak demişken. Son yazılarımda
dikkat ediyorum. Ahmet Hakan gibi de yazmaya başladım. Onun gibi sorular sormaya
başladım. Fatih Altaylı ve Hıncal Uluç’u da okuyorum ama onlar gibi
yazamıyorum. Bu neden kaynaklanıyor acaba?
KLİP
VASAT…
Ben Fero, Biladerim İçin şarkısına klip
çekmiş. Klibi izledim. Beş para etmez. Demet Akalın şarkısının klibi çok
iyiydi.
KEDİM
OSMAN NEDEN TIRMALIYOR?
Kedim Osman’dan da bahsedeyim. Bu adam çok
asabi bir adam. Asabiliğinin nedeni olarak Tekir cinsi olmasını gösteriyorlar. Adam
ne kadar süredir yanımızda ama hala bizi tırmalıyor. Adamı şöyle rahat rahat
sevemiyoruz.
RAMAZAN
AYI MI KALDI BE MÜBAREK?
Ramazan ayı geçeli aylar oldu ama bir
restoranda hala Ramazan menülerinin fiyatlarını yazan afiş asılı duruyor. Servisle
işe giderken gördüm. Ama bu durum sadece o restorana özel değil. Belediyelerde öyle
mesela. Kurban bayramını kutlama afişleri bayram geçtikten bilmem kaç gün sonra
kaldırılıyor. Niye böyle?
“SANA
BLOGGER’DAN BİR BLOG AÇALIM”
İş yerinden arkadaşım Uğur benim gibi bir
blog açmak istiyor. Aslında Wordpress’ten açılmış bir bloğu var. Vücut geliştirme
üzerine yazıyor. Ama yorum yapmaya yeri yok. Eklentilerle ilgili bir durum.
Wordpress ile ilgili bilgim olmadığı için yardımcı olamadım ona. Ama Blogger’a
geçmesi için teklif yaptım. Hatta blog üzerine isimler bile düşündük. Sporcu gençlik
diye bir isim buldu mesela. “Çok iyi. Böyle enteresan isimler çok tutuyor”
dedim. İlk fırsatta Blogger’da bir blog açacağız ona.
KİRACININ
TERLİK SESLERİ BİZİM ODANIN İÇİNDE…
İş yerinden çok yazdım ama ne yapayım. Günümüzün
büyük bir kısmı iş yerinde geçiyor. Öyle olunca yazacak konu da daha çok iş
yerinden çıkıyor. Apartmanda yukarı kattan seslerin gelmesi üzerine konuştuk. Biz
Bilecik’te apartmanda dururken yukarıdaki kiracının yürürken terlik sesi bile
geliyordu aşağıya. Onlarda da böyle bir durum vardı diye sordum arkadaşlara. Varmış.
Peki niye bu apartmanları dikerken buna bir önlem almıyorlar? Yaşam kalitesini
çok düşürüyor bu durum.
“DAHA
BUGÜN ÇARŞAMBA MI?”
İşin
başlamasına birkaç dakika kalmış. “Bugün Çarşamba mı? Daha iki gün var hafta
sonuna ya?” dedim. Hemen Ebru sitem etti, “Söyleme işte öyle” diye. Ebru tüm
çalışanların ortak sesi olmuştu o an. Sabah saatlerinde ne kadar moral bozuk
çalışmaya başlıyorsak, iş çıkışı da sevinçten koşarak işten çıkıyoruz değil mi?
YOUTUBE’UN
HÜKÜMRANLIĞI DAHA NE KADAR SÜRER?
Artık
millet okumak istemiyor. Kimsenin uğraşacak vakti yok. O yüzden video izleme
popüler. O yüzden sabah/akşam Youtube’dan video izliyoruz? Peki sizce Youtube’un
bu popülerliği ne zamana kadar devam eder? Sanki hiç bitmezmiş gibi geliyor şu
an. Bir zamanlar Facebook ve Twitter’ın dışında bu kadar popüler olacak başka
bir sosyal uygulama düşünülebilir miydi? Sonra İnstagram çıktı. Şimdi hepsine
kafa tutuyor. Youtube’a kafa tutacak bir uygulama çıkar mı? Onu tahtından eder
mi? Bu yazıyla beraber buraya bir not düşmüş olalım. Bakalım yıllar sonra bu
uygulamaların dışında başka bir uygulamadan da söz edecek miyiz? Bizleri hangi
yeni uygulamalar bekliyor kim bilir. Siz ne dersiniz?
İnsanın sürekli okuduğu yazarların üslubundan etkilenmesi oldukça doğal bir durum. Bende insanların kendi kişisel yetenekleri ve maddi imkanlarını aşan hayaller peşinden koşmasının sonunda hüsrana bıraktığını düşünüyorum. Biraz dengeli hayal kurup ona göre hareket etmek gerek. Bizim de üst katta kiler sağolsun her sabah erkenden cıkkıdı cıkkıdı terlik sesleriyle uyandırıyor bizi. Evde hiç mi halı yok bilemedim. Yüzyıllık Yalnızlık kitabını ben okumuş ve beğenmiştim ancak muhtemel ki aynı blog arkadaşımızdan okuduğumuz "Kolera Günlerinde Aşk" kitabı hakkında yazılanlar beni de tereddütte bıraktı. Bu akşam yorumuma dönüş beklerim. Yoksa unutuyor muşsunuz, hatırlatırım.
YanıtlaSilHatırlatma için teşekkür ederim. Dönüş yapacağım :)
SilBöyle kısa kısa yazmayı özlediğimi farkettim, okuması da zevkliymiş ;)
YanıtlaSilSen de yaz okuyalım o zaman :)
Siloy oy oyyy ortaya karışık olmuşşşş
YanıtlaSilBaya bir karışık oldu.
SilO kadar yoğun bir yazı ki yukarıda birine yorum yapacaktım ama çok yoğun olunca yazı bitti unuttum .
YanıtlaSilAma yazı şekli güzel insanı kendine bağlıyor. :)
Başlayan bitirmeden bırakmaz
Çok teşekkürler :)
SilNe güzel olmuş bu paylaşımın. Karışık kuruyemiş gibi, herşeyden bir parça.
YanıtlaSilBu arada blog açmayı düşünen arkadaşına şimdiden kolay gelsin diyorum 😮
Çok teşekkürler :)
Silbir kitabı eline alıp okumak,kagıda kaleme dokunarak yazmak ,hala en büyük hükümranlık benim icin..hicbirşeye degişmem..dijital dünyayla büyümeyenlerden oldugum icin belki de.
YanıtlaSilyazınızı keyifle okudum. tebrikler.
Kitabı okumak, kokusunu içine çekmek ve yazmak. Ama bilgisayardan değil kalemle. Ne güzel bu duyguları paylaşıyor olmak. Teşekkürler.
SilEn uzun kısa yazı. Çok iyi tarif etmişsin :) Bloğumda vakit geçirmen çok güzel. Çok mutlu oldum. Bir blogcu için bu güzel bir şey. Bu güzel yorumun için çok teşekkürler X Hayat :)
YanıtlaSilMarquez'i ilk kez okuyup sevmeyen benim sanırım :)) Kitabı beraber okuduğum arkadaşım bugün bitirdi, sevmiş. Benim hoşlanmadığım kısımlara o pek takılmamış. Yüzyıllık Yalnızlık'ı da okumuştu önceden, onu da seviyormuş. Zevkler ve renkler ne farklı...
YanıtlaSilKarma yazıları okurken keyif alıyorum bu arada ben, çok güzel olmuş. Hırka zamanı geldiği için de mutluyum, arkadaşının aksine mont giymekten, kışlık kazaklardan, şal-şapkadan çok hoşlanırım. Yine farklılıklar işte :))
Evet, o blogcu sensin 😀 Zevkler ve renkler tartışılmaz ne de olsa. Karma yazıları beğenmene sevindim. Sen kış insanısın demek ki.
Sil