Babalar Günü ve babam...

     Bugun, babalar gunu. Öncelikle,  ben bu tür günlere karsi değilim. Çoğu zaman duyarız, bu günler icin, "Kapitalizmin oyunlari, para tuzağı" falan denir. Ne olursa olsun, benim kabulüm. Para tuzagi olsa bile. Kapitalizmin oyununa ortak olsak bile. Sonuçta haticeye değil, neticeye bakmak gerekir diye düşünüyorum.
 
      Belki cok siradanlasan, bizi cok bayan bi söz ama. Durumu da en iyi aciklayan söz, bana göre. Hani, "Hayat koşusturmasi" diyoruz ya. Gerçekten kendimizi bi kaptirdik mi,  kendimizi unutuyoruz. Sanirsin ki hayat, calismaktan, kosusturmaktan ibaret. Değil, değil ama ne yaparsin. Illa gecineceksin, para kazanacaksin. Çoluk cocuk, yasam derken, hayat gecip gidiyor. Aslinda,  bu hayat tarzindan da sonunda, pek bir şey kalmiyor elimizde. Yasadiklarin iste. Hepsi o. Ne kadar güzel günler yasadiysan, hepsi o.

        Iste böyle kendimizi kaybetmisken. Esine, sevgiline, annene, babana, istedigin zamani ayiramayabiliyorsun. Simdi durup dururken de, kimse karsisindakine, "Seni seviyorum" da diyemiyor. Iste,  bu noktada devreye, babalar günü, anneler günü, sevgililer günü vs. giriyor. Insan da diyor ki, "Hayata daldik. Annemi, esimi, babami, cocuklarimi bosladim. Bari firsat bu firsat, gonullerini alayim". Iste bu düşünceyle güzel planlar yapılıyor, hediyeler alınıyor. Sevgi sozcukleri agizlardan dökülüyor bir bir. Böylece bu hayatta, güzel bir gün gecirmis oluyoruz ailecek. Zaman zaman bizi nefessiz birakan bu hayatta, bu tür sevgi günleri ile beraber, yuregimizi yeniden yasama sevinciyle dolduruyoruz. Doya doya nefes aliyoruz. Cigerlerimizi dolduruyoruz.

       Herkesin anasi, babasi kendine ozeldir. Benim babam da bana özel. Bizim kulturumuzde pek babayla sevgi gosterileri yapilmaz. Hos karsilanmaz. Babalar böyle seylere mesafelidir. Ne yapsinlar? Onlar da öyle görmüş babalarindan. Neyse ki,  zamanimizda bu tür durumlar asiliyor artik. Ama onda da cok asiriya kactik gibi. Biz millet olarak boyleyiz, bir ayarimiz yok. Ya benim olacaksin, ya topragin felsefesi,  genlerimizin derinliklerine islemis. Ya tam severiz, sevgi gosterileri girla gider. Ya da hic sevmeyiz. Bir guzel sözü dahi esirgeriz. Her şeyde oldugu gibi, sevgi dunyamizda da carpik yapilasmamiz var.

       Ne demistik? "Herkesin annesi, babasi kendine ozeldir". Aynen öyle. Ben babamı düşündüğümde,  korkmam mesela. Aklima korku gelmez. Rahatlik gelir. Huzur gelir. Çünkü ne beni, ne de kardeslerimi dislamamistir, elestirmemistir, asagilamamistir. Her zaman yanımızda olmustur. En basiti karne olayi. Ilk dönem zayif varsa, "Duzeltirsin oglum" derdi. Hic bir zaman karnem zayif oldu diye, benim eglenceme engel olmadi. Evde oturtup, sabahtan aksama ders calistirtmadi. Bu en basit örnek idi. Böyle baba sevilmez mi? Sevilir tabi.

        Böyle anlattim diye, sanmayin ki herseyi konusurduk onunla. Yine de aramizda mesafe vardi. Mesela:kiz arkadasimi gidip ona anlatamazdim. O da zaten sormazdi. Ben de istemezdim zaten. Utanirdim. Ne bileyim, bi babayla onlar konusulmali mi? Emin değilim. Konusanlar vardir tabi. Yanlis anlasilmasin. Onlari da yargilamiyorum. Dedim ya iste. Gelenek, gorenek.

        Babamin en cok, pozitif yanini severim. Genelde pozitiftir yani. Sinirli, asabi olduğu anlar da yok degildir elbette. Ama yine de pozitif yani ağır basar. Karne olayinda ornek verdigim gibi. Sihirli sözcüğü, "Düzelir"dir. Zaman zaman kendime sormusumdur, "Bu adam devamli nasil böyle pozitif oluyor?" diye. Sormakla da kalmadim. Bende onun gibi olmaya karar verdim. Ne kadar basarili oluyorum? Iste. Bazi zamanlar, anlar oluyor, "Şimdi tam sirasi" deyip basiyorum ardi ardina, "Düzelir, duzelir" kelimesini. Mutlu oluyorum. Çünkü herkes, hayatin olumsuz yanini görüyor, söylüyor, dile getiriyor. Ben o tayfadan olmadığım icin cok mutlu oluyorum o anlarda. "Evet, ben bu duruma karsi cikiyorum. Ve duzelir diyorum".

       Babamin bu davranisi bile, "Bana yeter" diye düşünüyorum. Tabi, bunu bir huy haline getirebilirsem. Yine cok yazdim. Ama böyle sevgi isleri de bir iki cümle ile anlatilmiyor ki. Eminim herkeste de böyle oluyordur. Babasini ya da bi baska sevdigini anlatmaya kalktiginda. Yasam ne ki zaten. Sezen Aksu'nun dedigi gibi, "Bir kac yasanan güzel andan ibaret". Bir de babamla yaptigimiz siyaset ve futbol sohbetlerine doyamam. Siyaset konusunda ters düştüğümuz noktalar vardir. Bunlari,  hararetli hararetli tartışıriz. Zevk alarak. Bir de futbol tabi. Biz Galatasaray'li bir aileyiz.

     Galatasaray'liligimiz babamizdan gelir. Galatasaray üzerine derin analizler yapariz. Kendimize göre. Diğer takimlari da konusmadan durmayiz tabi. Birbirimizin goruslerini merak ederiz.
 
      Böyle bir babaya sahip olduğum icin mutluyum. Hani bi klise vardir. "Yine dunyaya gelsem yine seni secerim" diye. Ben de bu kliseye dahil oluyorum ve diyorum ki, "Bu dünyaya yine gelsem, babamin yine senin olmani isterim. Babalar günün kutlu olsun baba. Beraber nice senelere. Ve tabi tüm babalarinda.

       Bu yazimi begendiniz mi? Begenin ya da begenmeyin. Goruslerinizi bekliyorum.
       Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.
       Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

       
      

2015 genel secimlerine damga vuran olaylar...

    2015 genel secimlerini de geride bıraktık. Secim sonuçları, sabah akşam televizyonlarda tartisilip duruluyor. Ben oralara girmeyecegim. Ben olayin farklı bir yanindayim. "2015 genel secimlerini nasıl hatirlayacagiz?" sorusunun cevabi ilgilendiriyor beni. Baslayalim o zaman.
     1) 13 yıldır ilk defa sandıktan koalisyon çıktı.
     2) 13 yildan beri ilk defa meclise dördüncü parti girdi.
     3) Cumhurbaşkanı Erdoğan elinde Kuran ile miting yaptı.
     4) Asgari ücret yarisinda 5.000 lira ile Haydar Baş ipi gogusledi.
     5) Secimin sonlarina doğru, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Lideri Kılıçdaroğlu arasında altın klozet tartışması yaşandı.
     6) Bir ara, "MHP ne zaman kuruldu?" tartışması ile yakın tarihimize yeniden bakma firsati bulduk.
     7) Secimin ilk baslarinda kaynak tartismasi gündeme damga vurmuştu. CHP'nin, emekliye iki maaş ikramiye vaadi kaynak tartismasinin fitilini ateslemisti.
     Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.
   


     Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Dursun Özbek, 10 maddede taniyalim...

     Dursun Özbek, başkan adayi olana kadar adini hiç duymamistim.
     Dün yapılan seçimde, 2800 oy alarak, 36'inci GS Başkanı oldu. GS camiamiza hayırlı olsun.
     Başkan seçildikten sonra, yeni baskanimiz Dursun Özbek'i daha yakindan tanimak icin araştırma yaptım.
     Ogrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istedim.
    "Niye yazma gereği duydun?" derseniz: Biyografi sitelerindeki o standart dil sıkıyor beni. Benim gibi olanları düşünerek aldim kalemi elime.
     Öyle standard, doğumdan başlayarak anlatmak istemiyorum. Benim dikkatimi çeken noktalari maddeler halinde paylaşmak isterim.
     1) Kendisi 65 yasindaymis. Bana kalırsa gostermiyor.
     2) Aysal yonetimindeyken, nedense kendi isteğiyle ayrilmis.
     3) En büyük vaadi: Iki yil içinde borçları bitirmek.
     4) Otel zincirleri sahibi.
     5) FB konusunda, polemikten yana değil. "Sadece rekabet edecegiz" diyor.
     6) Diğer iki aday gibi o da, "Hamza Hoca ile yola devam" açıklamasında bulundu.
     7) O bir Giresun'lu.
     8) Yönetim listesinde Cüneyt Tanman var. Tanman'in, futbol şubesinden sorumlu olacağı belirtiliyor.
     9) GS'in satilacagi yönünde dedikodular çıkmıştı bir ara. Bu duruma, her GS'linin gonlunden geceni söylüyor, "GS'i kimse satamaz" diyerek yureklere su serpiyor.
     10) Yeni baskanimiz Dursun Özbek, evli ve iki de çocuğu var.
     Dilerim yazim sizlere faydali olmuştur. Bir dahaki yaziya kadar sağlıcakla kalin.

     Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com

Böyle bir yeni nesil istiyorum...

    Bu ülkede kayıp nesiller almis basini gitmis. Egitimsiz bir dünya insan var ortalikta. Hepimiz sorup duruyoruz, "Bu ortalık nasıl düzelecek?" diye.
    Bi kere bu nesilden umudunu keseceksin. Iyisiyle kotusuyle gitti bu nesil.
    Ilkokul 1'den başlamak üzere yeni bir nesil olusturacaksin. Iste o nesile, gelecek yıllarda nasıl bir Türk insani görmek istiyorsan onu vereceksin.
    Her seyin başı eğitim. Ama eğitimin de zamani önemli. Ağaç yaş iken egilir atasozunu kendimize rehber edecegiz. Ve 1 sınıftan itibaren o çocukları islemeye başlayacağız.
    Kadinlara el kaldirmamanin gerektigini daha o yaslarda ogreteceksin.
    Sonra silahsiz bir dünyanın ne kadar guzel oldugunu anlatacaksin.
    Futbolun sadece bir spor olduğunu ve fanatizmin insanliktan goturdugunu anlatacaksin.
    Bunlar benim ilk etapta aklıma gelenler. Siz koyun üstüne koyabildiginiz kadar.
    Hani ortalarda yeni Türkiye lafi var ya. Iste yeni Türkiye böyle kurulur.
    

    Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
   


Umutsuzluk rüzgarı...

     Bugün 26 Nisan. Hala sobalar yanıyor. Bazen kış ayindaymisiz gibi soğuk oluyor.
     En ilginci ise; Dün Kars'a, Bolu'ya hatta bizim buraya (Düzce) kar yağdı. Sag olsun bizim arkadaslar hemen Face'de paylasiyorlar.
      Fox haberde duydum. Türkiye iklim degistiriyormus. Tropik iklime geciyormusuz. Yani yilin yarısı yaz, yarisi kış olacakmis. Yani dört mevsim yalan oluyor.
      Millet dört gözle sicaklarin baslamasini bekliyor. Ama bu yağan kar, "Bu kis gitmeyecek herhalde" yakinmalarina neden oldu.
      Hatta bu kis bitmez hestegi, twitter Türkiye listesine girdi. O kadar yani. Herkeste bir umutsuzluk rüzgarı hakim.
     Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com
     


Silahlara Veda kitabini okuyacaklara ve okumuslara...

       Silahlara Veda savaş romani mi, aşk romani mi ben anlamadim.
       Kitabi iki bölüme ayirabiliriz. Birincisi; savaş dönemi. Ikincisi; aşk dönemi.
       Savaş dönemi yarım kalmış. Ama aşk donemi tamamlanıyor romanin sonunda.
       Kitap savaş dönemi ile başlıyor. Sonra Subay Tenente hayatinin aşkı Catherine ile tanışıyor. Ve aşk donemi başlıyor. Sonra tekrar savaş donemine geçiyoruz. Ondan sonra da aşk dönemi alıp yürüyor. Ve kitap aşk dönemi ile bitiyor.
       Ilk bastaki savaş döneminden pek etkilendigimi soyleyemem.
       Tenente ile Catherine hemen tanisip nasıl aşık oldular bende soru işareti. Bu soru isaretinin sebebi ilk görüşte aşka inanmamam da olabilir.
       Savaş doneminin ikinci bölümünde, Subay Tenente ve askerlerinin dusmanlardan kaçışı, akıcı ve heyecan vericiydi.
       Son bölümde, yani aşk bölümünde, sevgililerin savaştan kacislari da heyecan doluydu.
       Kitabin adinin Silahlara Veda olmasina bakmayın. Kitap sanki bir aşk romaniymis gibi bitiyor. Acı dolu bir sonu var. Bazı Türk filmlerindeki gibi.
       Kitapta dikkatimi çeken başka bir konu da. Her firsat buldukları anda içki icmeleri. Ben bu durumu, bizdeki çay icmeye benzettim.
       Okuduğum bu kitap, Ernest Hemingway'in okuduğum ilk kitabiydi. "Artık bende bir Hemingway'ci oldum" diyemem. Kitaba notum (tabi benim kriterlerime gore) 5 üzerinden 3.
       "Bu kitap, Hemingway'in diğer kitaplarini okumam için bende büyük bir istah kabartti" desem yalan olur. Ama tabi ki, yine de okuyacağım o ayrı. Ama bana yaşattığı duygulari da paylasmam lazimdi.
       Ilk baslarda çok sıkıldım. Hatta bir ara kitabi birakmayi bile düşündüm. Öyle anlarda, "Oglum bu kitap klasik olmuş bir kitap. Tamam sıkıldın. Biraz daha sabret. Elbet bir yerinden yakalayacak seni" dedim kendime.
       Bunca laftan sonra işin özüne gelirsek. Bu kitabi, aşk romani sevenler rahatlikla okuyabilirler. Ama ilk başlarda sıkılmayi göze alacaklar.
       Bu kitabi sevecek olan bir diğer grup da, kaçış hikayelerini seve2nler olacaklardir.

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com


Siradanlasan adam öldürmek...

     Öldürmek, çok basite indirgendi. Her akşam dizilerde birileri ölüyor. Ve her akşam biz de bu oldurmeleri izliyoruz. Ne oluyor peki? Öldürmek siradanlasiyor.
      Bu işte Kurtlar Vadisi'nin payı büyük. Şimdiye kadar on binler öldürüldü o dizide.
      Ortaya yeni bir insan profili çıkıyor. Farkında mısınız? Öldürerek yaşayan insan. Durmadan insan öldüren, ama hiç bir şey olmamış gibi hayatlarina devam eden insanlar.
      Dizilerde öldürme isi bu kadar legallesmisken. Gerçek hayatta önüne gelenin birbirini oldurmesi cok mu acayip.
   

Blog linki : yasamdanyazilar.blogspot.com