Kişisel blog yazıları serisine bir yazı daha eklemek için buradayım. Dün akşamdan beri nasılsınız? Ben mi? Şükür, iyiyim. Bugün iş yoğundu yine ya. Konuş konuş bitmiyor. İşimiz, gücümüz konuşmak. Sanatçılar derler ya, “Sesimle para kazanıyorum” diye. Çağrı merkezinde çalışanlar olarak bizler de böyleyiz. Sesimizle para kazanıyoruz. Annem, yoğurtçu kadından gezen tavuk yumurtası almış. Küçük küçük yumurtalar. Gezen tavuk yumurtası böyle mi oluyormuş ya? Bir kız arkadaş da ChatGPT ile yazışıyormuş. Kahvesinin fotoğrafını çekip atmış ve yorumlamasını istemiş. En son attığı ekran görüntüsünde ChatGPT şöyle cevap vermiş, “Kız vallahi billahi doğru söylüyorum bak! Şu fincanın dili olsa da kendi anlatsa, ben yorulmam o zaten konuşur! Yeminle diyorum, sen içine atmışsın” Bir şey fark ettiniz mi? ChatGPT çok yemin ediyor. İşkillendim bak. Çok yemin edenlere güvenmem pek. Hep Aynı Boşluk kitabını okumaya devam ediyorum. Biliyorum, biliyorum, hala bitiremedim. Bu arada Kişisel Blog Yazıları #34: Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz başlıklı yazımda Ahmet Hamdi Tanpınar’dan bahsetmiştim. Şimdi yaşasa, sosyal medya hakkında ne düşünür demiştim. İşte o yazıma Nizamettin Gümüş yorum yapmış ve bu konuda kendi bloğunda da bir yazı yazacağını söylemişti. Dediğini yapmış ve bloğunda, Ahmet Hamdi Tanpınar bugün yaşasaydı sosyal medya hakkında ne derdi? başlıklı yazısını yazmış. İsterseniz bir göz atın. YouTube’da, günler neden hızlandı başlıklı bir video izledim. Çünkü her günün rutin. Bu nedenle beynin otomatiğe bağlıyor yaşamayı ve o nedenle hızlı akıyor diyor. Olabilir mi, olabilir. Ama bence tek neden bu değildir. Başka şeyler de olmalı.
Kişisel Blog Yazıları #41: Günlük hayat, iş ve ChatGPT sohbetleri...
Kişisel Blog Yazıları #40: Bir skeç, bir dizi ve bitmeyen bir kitap...
Kişisel blog yazıları serisinde yeni bir haftaya başlıyoruz. Sabah o kadar yoğun değildi ama öğleden sonra baya yoğundu iş. Kafamı kaşıyacak vaktim olmadı dedirten cinsten bir yoğunluk vardı. Akşam iş bitti. Haberleri izlemedim. Sinirlerimi zıplatmaktan başka bir işe yaradığı yok zaten haberlerin. Ayhan Tarakçı’nın YouTube kanalında, evren aslında genişlemiyor mu videosunu izliyordum. Yarım kaldı. Biraz bizimkilerle oturup sohbet muhabbet edeyim, sonra kaldığım yerden izlemeye devam ederim dedim. Hala izleyeceğim. Bizimkilerle Güldür Güldür Show’un tekrarını izledik Show TV’de. Tekrarını izledik derken de. Bir skeç izledik. O da Paşa’ya, yemek yemeğe geliyorlar ya. Paşa’nın saçmalıklarına yemek yemek için katlandıkları skeç. Pek fazla da sevmiyorum o seriyi. Uzak Şehir başlayınca kanal D’ye geçti zaten bizimkiler. Ben de geldim. Biraz kitap okudum. Kitap okurken baktım gözlerim kapanıyor. Uyumadan en iyisi blog yazısını da yazmak dedim. İşte şimdi burdayım. Bir arkadaş İnstagram’dan bir haber atmış bana. Çin’de bir şirket, mutlu değilsen işe gelmek zorunda değilsin diye bir uygulama başlatmış. “O zaman işe hiç gitmem” dedim arkadaşa. O da, “Ben de” demiş. Böyle uygulamalar bize gelmez. Kaç gündür tembellik yapıyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Hep Aynı Boşluk kitabını bi bitiremedim. Son 50 sayfa artık. Kitap biter bitmez roman okumaya başlayacağım. Roman okumayı özledim. Galatasaray deplasmanda Fenerbahçe 1-1 ile berabere kalmış. Son dakikada yemişiz golü ya. Ulan kaç dakika sabrettiniz. Birkaç dakika daha sabretseydiniz ya. Lafı fazla uzattım. Yarın akşam görüşmek üzere. Diğer 39 yazıya bir göz atmak istersen kişisel yazılar arşivi tıkla.
Kişisel Blog Yazıları #39: Uyandığımda saat 11.00'di ve günlerden pazardı...
Pazar gününün son saatlerine girerken kişisel blog yazıları serisine yeni bir yazı ekleme zamanı. Evet, günlerden pazar. Yeni bir hafta başlayacak yarın. Yine iş, yine müşteriler, yine şikayetler falan filan. Öyle işte. Sabah 11.00’de kalktım. Kahvaltı falan saati 13.00 yaptık. Televizyonda doğru dürüst bir şey yoktu. Dışarı çıksam mı diye düşünürken hava bozmaya başladı. Rüzgar, yağmur ve fırtına üçlüsü sokakların hakimi oldu. Akşam Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisinin final bölümü vardı, onu izledik. Babam diziyi beğendi ama dizi de final yapıyor işte. Diziyi beğendiği için, final bölümü de olsa izledik. Biraz da gündem diyelim o zaman. Yarın Fenerbahçe- Galatasaray maçı var. Galatasaraylı olarak rahat değilim. Fenerbahçe yenecek gibi. Adile Naşit’in filmi Adile, 5 Aralık’ta vizyona girecekmiş. Adile Naşit’i oynayan oyuncu pek olmamış gibi geldi bana. İlk izlenimim bu tabi. Daha sonra değişebilir. Nygma, Papa’nın İznik ziyaretinin gizemi hakkında bir video yapmış YouTube kanalında. Daha sonra izleye kaydettim. İlk fırsatta izleyeceğim. Papa, ülkemizde gittiği her yerde ayin yaptı. Bunun çok da iyi bir şey olmadığını iddia edenler var. Bu videoları zamanlar izleyeceğim. O zaman şimdiden iyi haftalar.
Kişisel Blog Yazıları #38: Aile dediğin aynı evde oturur, yanlışmış...
Aslında yazı falan yazacak halim yok. Moralim bozuk. Kişisel blog yazıları serisi için bu akşam yeni bir yazı yazmayabilirdim. Neyse, yine de oturdum bilgisayarın başına ve yazıyorum işte. Kız kardeşimle biraz tartıştık. Bundan yıllar önce bir yaz ayı. O zaman iş/güç ve hayat derdi yok tabi. Okula gidiyoruz. Tek derdimiz dersler. TRT 1’de polisiye bir dizi vardı. Yaşlı bir polis abimiz suçluları yakalıyordu. Bir bölümünde bu polis abimiz akşam evine geliyordu. Ailecek yemek yediler falan. Sonra kızları, kendi evine gitti. Kız, evli falan değil ama başka bir eve çıkmış. O zamanlar yadırgamıştım bu durumu. Bir çocuk, -kız ya da erkek fark etmez- daha evlenmeden aile evinden ayrılır mıydı? Aile dediğin birlikte yaşamalıydı. Ama şimdilerde anlıyorum. Ayrılırmış. İnsanın zaman zaman kendisine tahammül edemediği şu dünyada, ailen de olsa, aynı evde yaşamak zor oluyormuş.
Kişisel Blog Yazıları #37: Sıcacık bir köy ekmeği ve günden kalanlar...
Kişisel blog yazıları serisi yepyeni bir yazı ile devam ediyor. Bugün çağrı alırken birkaç müşteri sinirlerimi zorladı. Olabildiğince sakin kalmaya çalıştım. Sakin kalmak ne kadar da zor. Akşam yemeğinde kardeşimin getirdiği sıcacık köy ekmeğinden yedik. Akşam saatinde sıcacık ekmek nasıl kaldıysa. Sadece çayla beraber köy ekmeğini yeseniz bile olur. Karnınız doyar. Şükür, bugün de karnımızı doyurduk. Ailecek devamlı tekrar ettiğimiz bir tespitimiz vardır: Eğer şu karınlarımız acıkmasa, kimse de çalışmaz deriz. Gerçekten de öyle. Kanal D’de, Arka Sokaklar dizisini izledik. Tunç’u bu sefer de topal yapacaklar. Bu çocuğun senaristlerin elinden çektiği nedir ya. Bu yazıyı yazmadan önce Neptünlü Cadı’nın, Beni Asla Bırakma kitabı hakkındaki yazısını okudum. Kitabın konusu bana göre hassas bir konu. Ben de hassas bir insanım. Bloğuna bıraktığım yorumda da yazdım zaten. Kitabın yorumu bile beni bu kadar etkilemişken, hayatta bu kitabı okuyamam. İhtiyar Gençlik diye bir kavram varmış. Victor Hugo’ya aitmiş bu kavram. Hani şu meşhur Sefiller kitabının yazarı. Ülkemizde gençler kendilerini ihtiyar genç hissediyorlarmış işte. 19 yaşındaki bir çocuk mesela. Hem çalışıyor, hem üniversitede okuyor. Kendini de 40 yaşında hissediyor. Ülkemin gençleri için üzülüyorum.
Kişisel Blog Yazıları #36: Kasım ayının son perşembesi yazısı...
Kişisel blog yazıları serisine kasım ayının son perşembesindeki bu yazımız ile devam ediyoruz. Kimi zaman güzel, kimi zaman zorlu çağrılarla bir iş gününün daha sonuna geldim. Yarın cuma ve son gün. Bunun motivasyonuyla akşam yemeğini yedim. Haberleri pas geçtim yine. Kanal D’de, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Uzak Şehir dizisinin parodisini yapmışlar. Ama ben pek beğenmedim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okumaya devam ettim. Bizimkiler sonradan Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i açmışlar. Denk geldiğim soruya bakın. Bir tane komutanı soruyorlar. Cevap şıklarından birinde Komutan Logar yazıyor. Ulan kimin aklına gelmiş bu. Cem Yılmaz’ın, Gora’daki karakterinin ismi bu. İnstagram kullanıcıları artık istek gönderirken neden istek gönderdiğini belirtmek zorunda olacakmış. Genelde, tanışmak için yazılır sebebe herhalde. Daha ne yazılacak ki? Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit’in başrollerini oynadıkları Yan Yana filmi çok konuşuluyor bu ara. Şu ana kadar iyi de gişe yaptı. Herkes güzel bir komedi olmuş diyor. Saat 23.32 geçiyor. O zaman perşembeyi uğurlayalım ve gelsin cuma.
Kişisel Blog Yazıları #35: İyi niyetli insanlar hala var ama...
Kişisel blog yazıları serisi yolculuğumuz hız kesmeden devam ediyor. İnsan, çağrı merkezinde çalışınca, her türden insana rastlıyor. Şunu söyleyebilirim ki: Hala iyi niyetli insanlar var ülkemizde. Tek endişem: İçinde bulunduğumuz bu ortamın, onları da yoldan çıkarması. Akşam haberlerini izlemedim. Sinirlerim zıplamasın diye. Haberlerden sonra zap yaparken Güldür Güldür’ün, Ben Seni Dinledim skecine denk geldik. Hüseyin, abuk sabuk fikirleriyle karşısındaki bilim insanını yine alt etti. İşin acı yanı: Konukların ve sunucunun da, Hüseyin’in yanında yer alması. İşte Türkiye’nin bugünkü hali. Sonra Eşref Rüya’nın yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçtik. Bu aralar İnstagram’da çok popüler olan bir kitap var: Bahçıvan ve Ölüm. Konusuna baktım. Babasının ölümünü, geri dönüşlerle kendisinin ve ailesinin hayatını, bir parça da ülkesini anlatıyormuş. Konusunu beğendim ben. Bu kitabı okurum. Günlerdir konuşulan Böcek ailesinin ölüm sebebi belli olmuş: Böcek ilacı zehirlenmesi. İnsanların ölüm şekline bak ve o ülke hakkında fikir sahibi ol. Daha ne denebilir ki?
Kişisel Blog Yazıları #34: Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz...
Salı gününün sonuna geldiyse vakit, kişisel blog yazıları serisinde yeni yazı yazmanın vaktidir. Normal bir iş gününü daha geride bıraktık. Daha hafta sonuna çok var. Neyse ki kaldı üç. Bunu düşünerek tatlı bir uykuya dalmaya ne dersiniz? Kendimi nasıl motive ediyorum ama. Akşam Now ana haberde Selçuk Tepeli yine ayar veriyordu. Siyasette, Dün dündür, bugün bugündür diyenler yüzünden bu haldeyiz diyordu. Kelimesi kelimesine böyle demedi ama vermek istediği mesaj buydu. Haklısın Selçuk Abi. Ama düzen böyle. Kanal D’de, Kemal Sunal’ın, Postacı filmini izledik. Annesi patates yemeği yapmış. “Bari içine az kıyma koysaydın” diyor Kemal Sunal. Annesini oynayan teyzemiz ise, “Kıyma bin lira oldu oğlum. Et nerde” diyor. Şimdi de aynısı değil mi? Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz yani. TRT 1’de, Galatasaray’ın maçı vardı. Şampiyonlar Ligi’nde, evimizde Union- Saint-Gilloise 1- o yenildik. Bari berabere kalsaydık. Onu da yapamadık. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okumaya devam ediyorum. Halkçı edebiyat hakkındaki görüşlerini sormuş bir dergi. Onu cevaplıyor. O anda aklıma şey geldi: İnstagram, X falan görseydi ne derdi acaba? Lafı fazla uzattım. Herkese iyi geceler.
Kişisel Blog Yazıları #33: Pasif gelir arayan adamın aktif uykusuzluğu...
Kişisel blog yazıları serisinin bu bölümüne uykusuzlukla başlayacağım. Sabah kalktığınızda, bir gram olsun uyuyamamış olduğunuzu hissettiniz mi hiç? Evet, ben hissettim. Mesela birkaç gün önce. Ara ara oluyor bu. O gün bitmek bilmiyor. Evet, haftanın ilk günü bitti. Çok yoğun olmamakla beraber yoğun bir pazartesiydi diyebiliriz. Akşam, Now TV’nin ana haberi açıktı. Haberleri izledikçe sinirlerim zıpladı. Haberlerden sonra neyse ki Show TV’de, Güldür Güldür’ün tekrarı vardı. Biraz onu izledim de düzeldim. Uzak Şehir’in yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçti bizimkiler. YouTube’da, finansal özgürlük videoları hala çok moda. Ama izlediğim videolarda aklıma yatan, işte bu dediğim bir pasif gelir modeline denk gelmedim. Bu yazıyı yazmadan önce Nizamettin Gümüş’ün bloğunda, Okumanın Beynimize Yaptığı 10 Muazzam Etki başlıklı yazısını okudum. O yazıda, beyin performansı uzmanı Jim Kwik’in, kitap okuma hakkında söylediği, “Beyniniz için spor salonuna gitmek” sözü çok hoşuma gitti. Bundan sonra kitap okuyacağım da ne olacak diyenlere bu cevabı şak diye yapıştırırız. Pazartesi bitti. O zaman gelsin salı.
Kişisel Blog Yazıları #32: Rüzgarlı bir gecede yazılan bir pazar yazısı...
Kişisel blog yazıları serisine rüzgarlı bir giriş yapıyorum. Saat 23:01 geçiyor ve dışarıda hafiften bir rüzgar var. Çok şiddetlenmediği sürece rüzgarları severim. Her şey dozunda güzel yani. Bugün pazardı. Normalde pazar, tatil demek ama ben bugün çalıştım. Arada bir pazarları çalışıyorum. Pazar da olsa çağrı merkezi durmuyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Ahmet Kutsi Tecer’e yazdığı mektupları okuyorum. Yurt dışı gezisi sırasında yazmış bu mektupları. Beklediğim, aradığım tadı bulamadım bu mektuplarda. Arkadaşıma yatırımla ilgili bir YouTube videosu attım. “Bırak ya. Herkes yatırımcı olmuş. Ağzı olan konuşuyor” dedi. O kadar haklı ki. Bu videolarda verilen önerilerde hep aynı zaten. Tarihçi Ceren Sungur’un, kahve sohbeti vardı YouTube’da. Biraz onu izledim. Her konu hakkında tarafsız yorum yapması hoşuma gidiyor Ceren’in. Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisini izledi bizimkiler. Nedense ben ısınamadım bu diziye. Bir pazar gecesinden bu kadar o zaman. Şimdiden iyi haftalar herkese.
Kişisel Blog Yazıları #31: Dışarı çıkmak da rutinleşiyor...
Hiçbir şey yapmak istemediğim ve yataktan kopamadığım bir gündü. Birkaç hafta üst üste dışarı çıkınca, o bile rutin hale geliyor ve sıkıcı oluyor. O yüzden dışarı da çıkmadım. Gün boyu sadece uyumak istedim. Biraz uyuduktan sonra kalktım. Tüm günü uyuyarak geçirirsem, günüm boşa geçmiş olacaktı. Böyle olmaz deyip kalktım, kitap okudum. Deep, kendimi fazla yormamamı söylemişti ama ben dinlemedim ve 15-20 sayfa kitap okudum. Nedense moralim de bozuktu. Bazen böyle oluyor. Bilmediğim nedenden dolayı mutsuz hissediyorum ve yine bilmediğim bir nedenden dolayı da çok mutlu hissediyorum. İnstagram’da dolandım biraz. Baba Vanga’nın, 2026 kehanetlerinde uzaylılarla ilk temas yaklaşıyor deniyormuş. Lan bu 3I/Atlas olmasın dedim. Bu haber günüme heyecan kattı biraz. Yoksa o sene, bu sene mi millet. Kanal D’de, Güller ve Günahlar dizisini izledik. Böylece bir gecenin daha sonuna geldik. Kişisel blog yazıları serisinin başka bir yazısında görüşmek üzere.
Kişisel Blog Yazıları #30: Mandalina kokusundan nerelere...
Ekmek almaya gittim. Manavı biraz geçince burnuma mis gibi bir mandalina kokusu geldi. Bunu kişisel blog yazıları serisinde muhakkak yazmalıyım dedim. Eskiden Haşmet Babaoğlu, köşesinde fotoğraf olarak elinde mandalina tuttuğu ve gülümsediği bir fotoğrafı kullanılırdı. Şimdi o fotoğrafını kaldırdı. Morali bozukmuş gibi bakan bir fotoğraf kullanıyor şimdilerde. Eski yazılarını da yazmıyor artık. Mandalinadan, çiçekten, zeytinden, kısacası hayattan bahsetmiyor artık. İşi gücü siyaset oldu. İşte yeni Türkiye. Çiçekten, ağaçtan, zeytinden falan yazacak ortam da kalmadı zaten. Ülkenin içinde bulunduğu durum bir yandan, gelecekten umutsuzuz bir yandan. Tadımız tuzumuz yok artık. Sadece yaşamak için yaşıyoruz artık. Bir mandalinadan konu nerelere geldi. Öyle işte.
Neyse ki akşam oldu...
Yoğun bir perşembe günüydü. Akşamın olmasına Godot’u bekler gibi bekledim. Neyse ki akşam oldu. Yemekten sonra haber izlemektense YouTube’da video izlemeyi tercih ettim. Çünkü haber izlemek, ufak çaplı bir sinir krizi geçirmek isteyenler için birebir bu aralar. Gerçi YouTube’da da bir şey yoktu. Bari kitap okuyayım dedim. Birkaç sayfa kitap okuyup, karnımızdan sonra ruhumuzu da doyurduktan sonra ver elini blog yazısı dedim. İşte burdayım. Hee, unutuyordum bak. Star’da, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Birkaç skeç izledim. Ama beğenmedim. Bu sefer güldürmedi. Abi her hafta skeç yazmak bitirir o çocukları ya. Dışardan da skeç yazdırmalılar. Beyin bu. Bu akşamlık da perdeyi kapatalım o zaman. Kendinize iyi davranın.
Kendini okumaya veren adam...
*Adamın biri, kimseyle muhatap olmuyormuş. Kitaba vermiş kendini. Günde 8 saat kitap okuyormuş. İnsanlardan izole etmiş kendini. Harika bir izole yöntemi. Mis gibi. Abim geçinme problemini çözmüş demek ki. Geçinme problemini çözsek var ya. Kimse, kimseyle muhatap olmaz. Kitaba, doğaya vurur herkes kendini.
*Bizim
burada bir simitçi var. Günler oldu açılacak. TOKİ, şimdiye kadar kaç tane bina
dikmişti be kardeşim. Biraz acele. Bünye sabahları talaş böreği istiyor, simit
istiyor, poğaça istiyor. İnsanız işte. Yeni olan her şey insanın ilgisini
çekiyor. Yoksa simit, poğaça her yerde var.
*Taşacak
Bu Deniz, Kızılcık Şerbeti’nden reytinglerde birinciliği aldı. İyi güzel de.
Ben hiçbir şey anlamıyorum diziden. Sıkıyor beni. Yani işin özü: Bu deniz,
benim için taşmadı.
Tüm dünyada ya elektrikler gidecek ya da internet...
Bugün bir ara internet gitti. Ben de benim internetle ilgili zannettim. Meğer dünyada gitmiş. Neyse ki uzun sürmedi ve geldi. Bu kesinti benim aklıma, iddia edilen büyük kesintiyi getirdi. Gün gelecek ve dünyada tüm internet kesilecek. Ya da dünyanın tümü elektriksiz kalacak. Bir arkadaşıma söyledim bunu. İnternetsiz kalmayı tercih ettiğini söyledi. Ben de internetsiz kalmayı tercih ederim. Çünkü elektriksiz kalmak tam bir felaket olur. Ama benim gibi bir internet bağımlısı için de depresyon sebebi olurdu internetsiz kalmak. Düşünsenize: YouTube yok, İnstagram yok, X yok ve en önemlilerinden bir tanesi bloğum yok. Bloğuma yazı yazıp yayınlayamayacağım. Peki siz hangisini tercih ederdiniz?
Klasik bir pazartesi değildi bu...
Evet, bir pazartesi sendromunu daha geride bıraktık. Gerisi diğer pazartesilerin başına. Aslına bakılırsa pazartesi sendromu yaşanacak bir gün de değildi. Klasik bir pazartesi yoğunluğu yoktu. İki gecedir hava çok soğuk. Ayaz var ayaz. Bazı yerlerde kar yağmış. Bizim buralara ne zaman gelecek bakalım beyaz bereket? Yazarların, okumak ve yazmak ile ilgili söylediklerini okudum biraz. Akşam akşam iyi geldi. Bizimkiler kanal D’de, Uzak Şehir dizisini izliyorlar. İnstagram’da biri, Uzak Şehir dizisi için Hint dizilerine başladı diye yorum yapmış. Ülke olarak zaten Hindistan’a benzemeye başladık. Feyyaz Yiğit, İbrahim Selim’in YouTube kanalına konuk olmuş. Dizilerini pek beğenemedim ama sohbetini/muhabbetini sevdim Feyyaz Yiğit’in. Bu arada kendisi, 11 yaşına kadar burada, yani Düzce’de yaşamış. Bu yüzden de sempatim arttı tabi. Şimdilik bu kadar. Görüşürüz.
Soğuk bir geceye hazırlanan sokaklar...
Soğuk bir pazar günüydü. Ekmek almaya çıktım akşam. Tüm iş yerlerinin ve evlerin ışıkları yanmış bir şekilde karşıladı beni sokaklar. Soğuk bir geceye hazırlanır gibiydi herkes. Yürüdükçe ısındım. Ekmeğe alıp eve döndüm. Yemek ve çay faslı. Sonra televizyonda ne var? Klasik bir akşam işte. Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisine bakıyordu bizimkiler. Bu dizide reytinglerde istediğini alamamış ve yakında final yapacakmış. Daha kitap falan okuyamadım. YouTube’tan bir tanecik bile olsun video izleyemedim. Sözde pazar günü her şeyi yapacaktım. Film de izleyecektim. O da yalan oldu. Yalan rüzgarı gibi bir gün. Saat olmuş 22.00 ve pazarın bitmesine kalmış iki saat. Ne ara geldin pazartesi?
Aynı şeyleri düşünüp duruyorum...
Arkadaşla buluşmak için otobüse bindim. Bir tek boş yer ters koltukta vardı. Ayakta kalmaktansa ters koltuğa oturdum. Ters gitmeyi sevmem ben de çoğu kişi gibi. Yolu izlemedim. Gözlerimi kapattım ve düşündüm. Son bir haftayı, geçmişi ve geleceğimi. Ya zaten insanın devamlı düşünüp durduğu şeyler vardır. Onların bir kere daha üstünden geçtim. Mide bulantısı falan olmadan otobüs yolcuğunu bitirdim. Arkadaşla çay kahve içtik. Babası rahatsız. Biraz ondan konuştuk. Daha yaşımız kırk olmadı ama iki arkadaş da tansiyon çıktı. Ben de kolesterol ve panik atak. Ne varsa eski topraklarda var görüşünde birleştik. Onlar bizim yaşımızdayken yoktu böyle hastalıkları. Arkadaş da teknoloji bitirdi bizi dedi. Ben çağrı merkezinde çalışıyorum. Devamlı oturuyorum. O elektrik projesi çiziyor. Devamlı oturuyor. Böyle yaşamlar hastalıkları getiriyor dedi. Sonra otobüsle tekrar eve dönüş. Bu sefer oturacak yer vardı. Ters koltukta gelmek zorunda kalmadım.
Seni görenin aklına yazmak gelecek...
Yorucu bir haftanın son günü. Hafta sonu için bol bol uyuma planım var. Ama böyle dediğime bakmayın. Sabah 09.00’da yine ayakta olurum. Tatil olunca uyunmuyor. Artık bu bilimsel bir gerçek. Hafta sonu için bir film izleme planım var. Bakın, bunu yapmaya çalışacağım. Bir de bir kafeye gidip ya kitap okumak, ya da bilgisayarda yazı yazmak istiyorum. İnsanları gözlemleyerek yazmak istiyorum. Artık o an bana ne hissettirirlerse. Belki de hiçbir şey hissetmem. Belli mi olur. Bir tane yazar, yazmayı bir rutininiz haline getirmelisiniz diye öğüt veriyordu yazmak isteyenlere. Her şey aynı yola çıkıyor yani. Hayatta ne olmak ya da ne yapmak istiyorsan hayatına entegre edeceksin onu. Millet seni gördüğünde hemen akıllarına o gelecek. Bence böyle. Peki ya sizce?
Sağımız solumuz yapay zeka...
Perşembe gününe de geldik. Hafta başından bugüne gelmek ne kadar da zor görünüyordu değil mi? Haftaya başlayınca bir şekilde geliyor işte. Bugün yorgun uyandım. İş güç olmasa daha saatlerce uyuyabilirdim. Geceleri rahat uyuyamıyorum bu aralar. Geceleri rahat uyumak için biraz soğuk bir odada yatmayı ve eskilerdeki gibi kalın bir yorganla uyumayı öneriyorlar. Nerede o eski kalın yorganlar? Nerede o eski bayramlar der gibi oldu değil mi? Ne varsa eskilerde var. Az önce Whatsapp’a bakarken fark ettim. Ona da yapay zeka gelmiş. Ekranın sağ alt tarafında yuvarlak, renkli bir simge var. Ona tıkladım. Biraz onunla konuştum. Meta Al’mış yapay zekasının adı. Her uygulamada yapay zeka var artık. Dört bir yanımız yapay zekalarla çevrildi resmen.
Yağmurlu bir kasım yazısı...
Yağmurlu bir kasım gününden merhaba. Bu havada saatlerce yatmak vardı. Çalışmak olmasaydı işte. Birkaç sayfa kitap okudum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okuyorum. Belki ustanın kaleminden çıkan yazılardan ben de bir şeyler kaparım diye. Birkaç da YouTube videosu izledim. Jüpiter, Güneş Sistemi’nden çıkacak mı? Bu nasıl iş dedim. Ayhan Tarakçı, kendi YouTube kanalında bu konuya açıklık getirmiş. “Yok öyle bir şey, rahat olun.” diyor. Dün de Celal Şengör’ü izledim. Güneş, Dünya’yı yutacak diyor. 5 milyar yıl sonra mı ne? Şimdi canımız, kanımız olan Güneş, gün gelecek bizi yutacak demek. İşe bak. Üç günlük dünya işte. Bol su için, gerekmedikçe kimseyle muhatap olmayın, kahve ya da çayınızı alıp pencereden yağan yağmuru izleyin. Biraz huzur lazım hepimize.
Gecenin bir vakti uyandım ve...
Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı. Demek ki daha sabah olmamıştı. Kafamı kaldırıp pencereden dışarıya baktım. Tüm evlerin ışıkları kapalıydı. Çok geç bir saat olmalıydı. Kalktım ve ışığı yaktım. Saat 03.30’u gösteriyordu. Yatağıma tekrar oturdum. Bloğuma baktım. Ne kadar okunmuş ve yorum var mı diye. Biraz da İnstagram’da takıldım. Sonra hemen kapattım telefonu. Yoksa uzar gider bu bakmalar. Bir tuvalete gidip geldim. Işığı kapattım ve tekrar yattım. Biraz biten günümü düşündüm. Biraz geçmişi düşündüm. Olmazsa olmaz biraz da geleceğimi düşündüm tabi. Sağa sola dönerken uyumuşum. Rüyamda bir ormandaydım. Peşimde birileri vardı ve ben kaçıyordum. Şaka şaka. Deep’in rüyası muhtemelen böyle başlardı. Değil mi Deep? 😊
Yapay zekanın dinine inanan olur mu?
*Yapay zekanın yaptığı dine inanan olur mu? Bu dünya nelere inanan insanlar gördü. Yapay zekanın oluşturduğu dine de inanan olur. Yapay zekaya aşık olan var bırak yapay zekanın dinine inanmayı.
*Atatürk’ün
vefatının 87. yılında saygı ve özlemle anıyoruz.
*Bu
sene Atatürk’ün vefatı nedeniyle yapılan reklamlarda çok beğendiğim, harika
olmuş dediğim bir reklama rastlamadım hiç.
*Pınar
Altuğ ile Oktay Kaynarca’nın başrollerini oynadığı İlk Aşkım adında bir dizi
vardı zamanında. Bu ikili nasıl yan yana gelebilir diyenler bi izlesinler
derim.
*Manifest
diye bir grup var. Haklarında soruşturma açılmasaydı kendilerinden hiç haberdar
da değildim. Haberdar olduktan sonra bile şarkılarından birin bile hala bilmiyorum.
Şarkılarından biri bile patlasaydı İnstagram ve X’te muhakkak görürdük herhalde
değil mi?
Kitabı çıkmamış blogger kalmayacak...
*Kitap yazan blogger arkadaşlarımın sayısı her geçen gün artıyor. Gün gelecek kitap çıkarmamış blogger kalmayacak diyebilir miyiz?
*Show
TV’deki, Bereketli Topraklar dizisini izledik. Beğenip beğenmediğime karar
veremediğim bir dizi oldu şu ana kadar.
*MasterChef
ünlüler programının tekrarına denk geldik. Güzel olmuş. Babam, şeflerin, yemek
ayırmamasını ve her yemeği iştahla yemelerini övdü, durdu. İşini severek yapmak
bu olsa gerek.
*Oyunculuk
kutsal mı tartışması var. Bana göre kutsal değil. Ama kutsaldır diyene de
hayır, kutsaldır diye tepki gösterecek halim yok. Herkesin kendi düşüncesidir.
*Barış
Arduç, Düzceliymiş. Bak buna sevindim. Ayrıca da gururlandım.
*Finansal
özgürlük için ilk başta aylık ne kadar rakam sizin geçinmeniz için yeter onu
belirlemeniz gerekiyormuş. Sonra adımlarınızı ona göre atmamız gerekiyormuş.
İnsanlar ölümsüz olamaz...
ABD’li bilim insanı Raymond Kurzweil, 2029-2030 yılları arasında insanların ölümsüz olacağını söylemiş. Yalan. Bu gerçekleşmeyecek bir rüya. Çünkü insanlar ölmek için yaratılmıştır. Kim olursanız olun ve ne kadar bilimsel bilgi sahibi olursanız da olun, bir gün öleceksiniz. Ayrıca şunu da söyleyeyim: Bence ilerleyen yıllarda intiharlar çok artacak. Çünkü bu dünya daha da çekilmez bir hal alacak.
GÜLLER
VE GÜNAHLAR…
Kanal
D’de, Güller ve Günahlar adlı diziyi izledik. Daha önce Now’daki Ben Leman
dizisini izliyorduk ama buna geçtik. Çünkü bu dizi daha da sardı bizi. Senaryo
çok iyi. Biraz, Yargı dizisi gibi. Bilinmez çok. Eğer senaryonun devamı da
böyleyse ve bir yerlerde tıkanmazsa bu dizi devam eder.
Çok kitap okuyor ama yazmıyor...
Çok kitap okuyan bir arkadaşıma bir kitap önerdim. Bir yazarın yazma üzerine denemelerinden oluşan bir kitaptı. “Benim yazma ile işim yok. O yüzden okumam” dedi. Çok kitap okuyan birinin yazmaya heves etmesi gerekmez mi? Demek ki gerekmiyormuş.
KOMİK
BİR SKEÇ ÖNERİSİ…
Çok
Güzel Hareketler Bunlar 2’nin, Erkek Gecesi skeci çok komikti. Yayınlanalı bir
hafta olmuş ama YouTube’da 1 milyon izlenmeye ulaşmış. Baya sevilmiş yani skeç.
HER
SENE AYNI SÖYLEM…
Bu
senenin çok karlı geçeceğine dair haberler var. Ben de İnstagram hesabımda
paylaştım bu haberlerden birini. Bir arkadaşım da her sene aynı şeyin
söylenmesinden yakındı. Haklısın dedim. Ama bol kar demek, barajların dolması
demek. Yağmurlar o kadar da doldurmuyormuş barajları bilinenin aksine. Ama kar
öyle mi? O yüzden bol karlı bir kış bizim için bir nimet sayılır.
Ellerini yıkamak için suyu açtı...
Ellerini yıkamak için suyu açtı, ellerini ıslattı ve çeşmeyi kapattı. Sıvı sabundan birkaç fırt sıktı. Ellerini ovalamaya başladı. Bu işlem sırasında çeşmenin açık olmamasına özen gösteriyordu. Her yerden barajların kuruduğu haberleri geliyordu. Böyle bir durumda suyu boş yere akıtamazdı. O yüzden dikkatli olmalıydı. Ellerini bir güzel sabunladıktan sonra suyu açtı ama az açtı. Bir güzel ellerini yıkadı. Çok sevdiği yakın bir arkadaşı ne demişti: “Abi eller her yere değiyor. Ağzımıza, yüzümüze götürüyoruz sonra ellerimizi. O yüzden ellerimizin temizliğine dikkat etmeliyiz.” Normalde de devamlı ellerini yıkayan biriydi zaten. Bir de pandemiden beri iyice dikkat eder olmuştu. Dışardan gelir gelmez üstünü başını çıkarır ve hemen ellerini yıkardı. Bunu bir alışkanlık haline getirmişti.
Kısa Hikaye: Darlandım...
Evde daralmıştı ve kendini dışarıya atmıştı. Belki biraz yürümenin iyi geleceğini düşünmüştü. Neden daralıyordu? Onu da tam bilemiyordu ya. Belki gelecek kaygısı, belki de günlük iş stresi, belki de ülkenin içinde bulunduğu durumdu onu darlayan. Bir kasım akşamıydı. Hava kararmaya başlamıştı. Zaten gün boyu hava da grimsi dedikleri türdendi. Tam bir sonbahar havası işte. Kahvenin önünden geçerken dışarıda oturan birkaç kişinin dışında herkesin içeride olduğunu gördü. Kahveci bir tepside çayları dağıtıyordu. Yürümeye devam etti. Kafasında devamlı dönüp duran şeyler tekrar zihnine hücum etti. İşi stresliydi, hayatı rutindi, geleceği belirsizdi. Bunları düşünürken merkeze gelmişti. Zaten eviyle, merkez denen küçücük yer, yakındı. Fırını gördü. Acaba eve ekmek lazım mı diye sordu kendine. Evi aradı. İki ekmek almasını söylediler. Fırından ekmekleri aldı ve gerisin geriye eve doğru yürümeye başladı. Tam o anda akşam ezanı okunmaya başladı. Evlerin ışıkları bir bir yanıyordu. Bu yürüme sorunlara çözüm değildi ama bir nefes almıştı işte.
Ben de o adamlardan biri oldum...
Sadece sakince anlatmak istedim ona yaşadıklarımı. Ona ne kadar değer verdiğimi. Ama o dinlemek istemedi. Galiba onu geri dönülemeyecek şekilde kırmıştım. Sadece beni dinlemesini istedim. Ondan sonra gideceğimi söyledim. Olanı biteni anlattım. Ama yüzündeki ifade hiç değişmedi. Artık onu kaybettiğimi anlamıştım. Başımı ellerimin arasına aldım ve anladım, seni kaybetmişim dedim. Yavaşça kalktım ve kapıya yöneldim. Sokağa adımımı attığımda nefes alamayacak gibiydim. Belki de bir panik atak geçiriyordum. Kaldırıma oturdum ve sarsılarak ağlamaya başladım. Biraz sakinleştim. “Evet, ben bunu çoktan hak etmiştim” dedim. Gözyaşlarımı sildim, oturduğum yerden kalktım ve yürümeye başladım. Artık ben de sevdiği kadına sadık olmayan o adamlardan biri olmuştum.
Kitabı satmayan blogcu...
Çikolatanın ambalajını açtı ve yemeye başladı. Bir yandan da kitabının satış rakamlarına bakıyordu. Ağzı çikolata yerken, gözü bilgisayar ekranındaydı. Kitabı çıkalı bir ay olmuştu ve şimdiye kadar sadece 5 tane satılmıştı. 5 tane satılması bile büyük bir olaydı. O çok istediği kitabı da yazmış ve yayınlatmıştı işte. Ama hiç de hayal ettiği gibi olmamıştı. Demek ki olay sadece kitabını yayınlatmakla bitmiyordu. Hemen kitabı kapış kapış satılacak değildi ya. Bir blogcuyu görmüştü geçenlerde. 8 tane kitabı vardı ama o da ünlü olmamıştı. Çok satanlar kitaplarda adını hiç görmemişti. Yani çok kitap yazmak da ünlü bir yazar olacağının garantisini vermiyordu. Bari blog yazımı yazayım diyerek ilgili sayfayı kapattı.
Beden değil fikir jimnastiği...
Evet, bir pazar gününün daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Nerede o eski pazarlar? Yok o söz, burası için değildi yahu. Arkadaşın dükkana gittim. Bir çay içtim. Ekonomiden, toplumsal hayattan falan bahsettik. Sonra ekmek alıp eve geldim. Show TV’de yeni başlayan Bereketli Topraklar dizisini izledim biraz. Yine düşman iki aile ve paylaşılamayan topraklar var. Klasik hikayeler işte. Fenerbahçe deplasmanda Beşiktaş’ı 3-2 yendi. Sergen Yalçın da Beşiktaş’a ilaç olamadı. Yeni bir sosyal medya yapsak. Kullanıcı o anki duygu durumunu sadece bir emoji ile ifade etse nasıl olur? Sizce tutar mı? Fikir jimnastiği yapmayı severim böyle. Spor yapıp bedeni çalıştırmıyoruz bari beyni çalıştıralım değil mi?
Şantaj yaparak zengin olma hayali...
Kanal D’deki Güller ve Günahlar adlı dizide genç bir kız, zengin bir adama şantaj yaparak zengin olmanın peşine düşüyor. Şantajı da yapamıyor, eline yüzüne bulaştırıyor. Sonra şantaj yaptığı adamla konuşuyorlar. Neden böyle bir şey yaptın? diye soruyor adam. “Zengin olmak istedim” diyor kız. Evet, meselemiz bu. Zengin olmak. Her ne pahasına olursa olsun zengin olmak. Başkasına şantaj yaparak zengin olmak. Hiç çalışmamak ve devamlı para gelmesi ya da tek seferde şantaj yaptığı kişiden milyonlar almak. Toplumun geldiği son nokta burası. Buyrun burdan yakın. Bir diziden çıkılarak bu yargıya varılır mı? Bal gibi de varılır. Kim ne derse desin. Çekilen diziler ve filmler, çekildikleri dönemin aynasıdır.
Sıcak para...
Evet, ittire kaktıra bir cuma gününe yani bir hafta sonuna daha gelmiş bulunuyoruz. Bir de bu hafta sonu denen ik günlük süre çabucak geçmese. Bilim insanları bunun üzerine kafa yormalı bence. Kardeşimle markete gittik. Biraz abur cubur aldık geldik. Kanal D’de, Arka Sokaklar’ı izledim biraz. Sonra geldim bu yazıyı yazıyorum işte. Galiba bu akşam kitap okuyamayacağım. Çok uykum geldi. Unutmadan: Bugün Young Sheldon dizisinden bir bölüm daha izledim. Galiba Sheldon ve ailesine alıştım. Hele ki anneanne bir harika. Torunu kendisinden para istedi. O da bizimkiler gibi göğüsden para çıkarıp verdi. Demek ki bu davranış sadece bize özgü bir durum değil, evrenselmiş. Sheldon da bozuk parayı tutmuş, “Bu sıcak” diyor.
Young Sheldon...
Bu ara arkadaşımın önerisiyle Young Sheldon dizisini izlemeye başladım. İlk sezondan dört bölüm izledim. Şimdilik iyi gidiyor. Dilozof’un YouTube’a tekrar döndüğünü bir önceki yazımda yazmıştım. Bilindik konuklarla, güncel sorunlara felsefe ne diyor onu konuşacaklar. İlk konuğu merak ediyorum. 3I/Atlas konusunda Yusuf Güney bir açıklama yaptı mı ya? Ben görmedim. Yoksa kaçırdım mı? Enes Batur, YouTube kanalını kapatmıştı, tekrar açmış. Bu çocuk ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum. Bir tane YouTube kanalını denk geldim. İyi hissettirecek dizi önerileri videosu vardı. Onu izledim. Sonra yayın sıklığına baktım. Neredeyse bir ayda bir. Bazen bir aydan da fazla. Sık video atmayan kanala abone olmak istemiyorum. Boşuna takip gibi geliyor bana. O yüzden bu kanalı da takip etmedim.
Çocuk...
İnstagram gönderilerine baktım baktım hiç 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ile ilgili paylaşımlara denk gelemedim. İnstagram arama kısmından arama yaptım en son. En güzellerinden Cumhuriyet Bayramı kutlaması için hikayeler seçtim ve paylaştım. Nice bayramlara. Bu ara Meltem TV, öğlenleri Türk filmleri yayınlıyor. İzleyecek bir şeyler arayanlara duyurulur. Sabahleyin TV4’de de Türk filmi vardı. Başrollerinde Hülya Koçyiğit, Ediz Hun ve Kartal Tibet’in oynadığı Hıçkırık filmi. Ama sabah sabah içimizi karartmak istemediğimiz için izlemedik. Akşam Show TV’de, TV’de ilk kez, Bir Cumhuriyet Şarkısı filmi vardı. Biraz izledim. Eli yüzü düzgün bir film olmuş. Ama Atatürk’ü oynayan Ertan Sabah konuşurken şiveye kayıyor gibiydi. Atatürk’ün devamlı kullandığı, “Çocuk” kelimesini kullanmış olmak için kullanıyordu sanki. Olmamış yani konuşmaları.
Relaks pazartesi...
*Bugün okuyacağınız kişisel blog yazısında yine daldan dala kondum. Dizilerden uzaya, oradan da YouTube’a. Kemerlerinizi bağlayın, başlıyoruz.
*Bir
15 dakika önce burada olmalıydınız. Bir yandan rüzgar vardı, bir yandan da
yağmur. Şimdi ise sessizlik hakim geceye ve sokaklara. Tekrar rutin geceye
döndük yani.
*Bizimkiler
kanal D’de, Uzak Şehir dizisini izliyorlar. Zaten bu ara bi Uzak Şehir, bir de
Eşref Rüya dizisi çok popüler.
*Berna
Laçin de sinir krizi geçirerek dizilerden bahsetmiş. Kızlar artık mafyalardan
hoşlanıyor bu diziler sayesinde diyor. Kadına şiddet, adam öldürmek serbest ama
sigara içmek, içki içmek yasak diyor. Yıllardır böyle bu durum. Düzeltmek için bir
girişim de yok.
*Çarşamba
günü 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ya. Tatil var ya. Millet haftaya bir relaks
başladı sanki. Çarşamba tatil yapacak olmanın rahatlığı vardı sanki.
*Yarın
olsun da, “Efendiler! Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” diye İnstagram
paylaşımı yapalım değil mi?
*3I/Atlas
kuyruklu yıldızı bir uzay gemisi mi? Günlerdir bu tartışılıyor sosyal medyada.
Mesela Umut Yıldız, sonra Evrim Ağacı Çağrı Mert Bakırcı, normal bir kuyruklu
yıldız diyorlar. Uzay gemisi falan denmesinin sebebini sadece popüler olmak
için yapılan abartmalar diyorlar. Bu adamlardan biri, bu işte bir gariplik var
demedikten sonra ben kimsenin lafına inanmam.
*Pelin
Dilara Çolak yani nam-ı diğer Dilozof, bugün attığı video ile YouTube’a geri
döndüğünü açıkladı. Her pazar yine videolar gelecekmiş.
*Çok
Güzel Hareketler Bunlar 2’nin yeni sezonu başlıyor. Ama pazardan Perşembe gününe
almış yayın gününü. Bakalım Perşembe günleri reyting alabilecek mi?
*Başak
Kablan da YouTube’u bırakmıştı. Baktım o da geri döndü. Mevsim, YouTube’a geri
dönme mevsimi galiba.
Pazar gününü yolcu ederken...
Biraz benden biraz da gündemden notlarla bir kişisel blog yazısı daha. Dün akşam yeni bölümü yayınlanan Ben Leman’ın tekrarını yayınlarlar diye Now’a baktım ama yoktu. Kıskanmak dizisinin tekrarını koymuşlar. Bir şey olmayınca onu izledik. Sonra haberler başladı. Now’da izledik ana haberi de. Sonra da Show TV’de, Eyvah Eyvah 2’yi izledik. Bir pazar akşamını daha böylece yolcu edeceğiz işte. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı için reklamlar dönmeye başladı. Sabancı’nın reklamını gördüm. İyi ama daha iyi olabilirdi. Yaz Bitmesin kitabına devam ediyorum. Ha bugün, ha yarın bitecek artık. Fatih Ürek hala yoğun bakımda ve durumu ciddiyetini koruyormuş. Her ünlüde olduğu gibi yine öldü haberleri çıkmış. Hemen yalanlandı bu haber. Oğuz Atay’ın günlüğünü okudum biraz. Bir gününü 2-3 sayfa ile anlatmış. Gerçi okuduğum bölümler kitaplar, roman karakterleri ve bazı sanat eserleri üzerine yorumlardı. Tam da bir günlük denemez yani. Yarıda bıraktım tabi. Bana günlerin kısa kısa anlatıldığı günlükler olmalı.
Taşacak Bu Deniz, Kızılcık Şerbeti'ni geçti...
TRT 1‘de, Cuma akşamları yayınlanmaya başlayan Taşacak Bu Deniz dizisinin dün akşamki bölümü tüm reyting listelerinde birinci olmuş. Böylelikle uzun zaman sonra Show TV’de yayınlanan Kızılcık Şerbeti’nin elinden birinciliği almış. Herhalde bu sene Kızılcık Şerbeti biter. Artık sıka sıka sıkacak suyu da kalmadı dizinin. Taşacak Bu Deniz dizisini hiç reklamsız yayınlamış TRT 1. Dizinin fanlarından biri öyle yazmış sosyal medyaya. Bu konuda TRT’yi eleştiremem. Özel kanallarda yeni başlayan dizilerde tutsun diye reklamsız yayınlıyorlar dizileri. Ama her şeye rağmen TRT, özel bir kanal değil böyle yapmaması lazım. Ama o aşamaları çoktan geçtik artık. Ne söylesek boş. Bundan sonraki haftalarda da Taşacak Bu Deniz her reyting listesinde birinci olmaya devam edecek mi bakalım?
Çocukluğunuza bakın...
Sıradaki kişisel blog yazım tüm blogculara gelsin. Zamanında öyleydi değil mi? Radyolara mesaj atıp, sıradaki parçayı şunun için veya şunlar için isterdik. Hey gidi günler hey. Saat 23:54 geçiyor. Dışarıda rüzgar ve yağmur var. Camlar bir güzel yağmur damlaları ile yıkanıyorlar. Başak Kablan’ın, küçükten YouTuber olacağı belliymiş. Sandalyeyi pencerenin önüne koyar, perdeyi açar ve cama konuşurmuş durmadan. Kendi küçüklüğüme bakıyorum da buna benzer bir şeyler hatırlamıyorum. Çocukken ne yapmaktan hoşlanıyordum ki? Yaz Bitmesin kitabından birkaç sayfa okudum. Bizimkiler kanal D’de Arka Sokaklar’ı izliyorlardı. Onlarla beraber biraz da ben izledim. Altın birkaç gündür düşüşe geçti. Altın fırtınası bitti galiba. Tele 1’e ise kayyum atanmış. Kaosun eksik olmadığı bir gündem var yani.
Sessiz, sakin ve mükemmeliyetçi...
İclal Aydın bir yazısında 17 yaşından bahsetmiş. Ben, 17 yaşımı hiç hatırlamıyorum. Ben nasıl bir gençtim? O yaşlarda benim kanım deli akmıyordu. Galiba hiçbir zaman da deli akmadı. Ben hep sessiz/sakin olan taraftım. Gezmeleri pek sevmez, evde takılırdım. Hala da öyleyim. Gençlikte yaptığım hatalar olmuştur. Geriye bakıp onlar aklıma geldiğimde üzülürüm yine. Mükemmeliyetçi olduğum için bugünlere sıfır hata ile gelmek isterdim. Pürüzsüz bir masa gibi ya da bembeyaz bir kağıt parçası gibi. Bak şimdi bu yazıyı bile silmek istedim şimdi. Neden? Çünkü bana göre bu yazı olmadı. Mükemmeliyetçiyim ya. Neyse bu sefer o duyguma boyun eğmeyeceğim ve bu yazımı bitirip yayınlayacağım.
Ben Leman dizisindeki Şahika ile Eşref Tek bir ara sevgililermiş...
Ben Leman dizisinde Şahika rolünü oynayan Duygu Sarışın ile Eşref Rüya’da Eşref Tek’i oynayan Çağatay Ulusoy bir ara sevgililermiş. Hem de baya baya. İlişkileri öyle bir noktaya gelmiş ki. Ne zaman evlenecekler diye konuşuluyormuş. Ama ne olduysa olmuş ve ayrılmışlar. Hatta sonra tekrar bir araya gelmişler. Yani ikinci bir şans vermişler kendilerine. Bu sefer de ilişkileri yürümemiş ve ilişkilerini tamamen bitirmişler. Duygu Sarışın’ı daha önce tanımıyordum. Ben Leman dizisi ile tanıdım. İyi bir oyuncu ve rolünün hakkını veriyor. Hemen Google’da da arama yapmışlar zaten. Ben Leman Şahika kim diye? Demek ki herkesin dikkatini çekmiş. Bugünün kişisel blog yazısı da böyle bir haber oldu.
Akşam diyorduk, oldu akşam...
Evet, akşam diyorduk. Oldu Akşam. Cahit Sıtkı’nın böyle başlayan bir şiiri vardı. Kişisel blog yazısı başlangıcı için süper oldu bu dizeler. Dün akşam iyi uyuyamadım ya. Bu akşam da erkenden yatayım dedim. Uyku tutmadı. Mecbur kalktım yine yataktan.
Kardeşim, İnstagram’da bir söze denk gelmiş. “Sadece günleri doldurmak için yaşıyoruz” diye. Gerçekten öyle. Ekonomik kriz, yaşanan toplumsal olaylar falan. Ne tat bıraktı ne tuz. Yine millet hasta. Grip dolaşıyor ortalıkta. Kovid, geri gelmiş diyorlar. Dikkat edin millet.
Ne zamandır altın alıp yürümüştü. Ama bugün düşmüş. İnsanlar ellerindeki altınları çıkarınca böyle oldu diyenler var. Show TV’de, Bahar dizisini izliyor bizimkiler. Onda da Bahar’ın oğlu eşini aldatmış. Desenize Bahar’ın oğlu da hayırsız çıktı.
Bahar dizisi başlayıncaya kadar kanal D’de, Eşref Rüya dizisinin tekrarı vardı. Biraz onu izledik. Dizide karakterlerden biri, “Bir sabah hafıza kaybına uğramış olarak uyanmak isterdim” dedi. Eski aşkları, acıları her şeyi unutmak için. Eşref hemen devreye girdi. “İnsan, acılarıyla beraber insandır” dedi. Eşref Tek yine son noktayı koydu. Bana göre de öyle.
Çok Güzel Hareketler Bunlar 2’nin yeni sezon tanıtımı yayınlandı. Yakında Star’da başlayacakmış. Bu habere sevindim. Komedi, devam etmeli her zaman. Arkadaşlardan biri anlattı. İş yerinde devamlı parasızlıktan şikayet eden kız, şak diye İphone 17 satın almış. Cem Yılmaz diyordu ya, “Evini satar alır” diye. Var bunlar yani. Adam sallamıyor.
Ay'a ayak basmak kadar büyük bir şeydi benim için...
Sevgili blog dostlarım! Hadi beni tebrik edin. Çünkü bu kardeşiniz markete gitti ve abur cubur almadan marketten çıktı. Belki Ay’a ayak basmadık ama biz de kendi çapımızda böyle büyük işler yaptık. Bir ara turla geziye gitmiştik. Hava güneşliydi. Şemsiyesiyle beraber yanımızdan bir Japon geçti. Güneşten korunmak için şemsiyesini açmıştı. Şemsiyenin ilk kullanılış amacının güneşten korunmak olduğu için söylenir ya. Ben bu sahneyi görünce bu söylenene inandım dostlar. Size de hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor mu? Siz de daha çok var diyor musunuz? Nasıl geçecek bu günler diyor musunuz? Fazla da gizem yaratmaya gerek yok. Cuma gününden bahsediyorum. Hafta sonu gelir mi dostlar?
Ben Leman dizisi, bizi yakaladı...
Kişisel Blog Yazıları #29: İclal Aydın gibi yazabilmek...
Bugün kişisel blog yazıları serisinde okumaya yeni başladığım İclal Aydın’ın, Yaz Bitmesin kitabından yola çıkarak bir yazı yazacağım. Köşe yazılarından oluşan bir kitap bu kitap. Vatan gazetesindeyken yazdığı yazılar olabilir bu okuduklarım. Çünkü Vatan gazetesinde yazdığı dönemlerde okurdum köşe yazılarını. O yüzden yazılarını okurken o günlere dönüyorum. O zaman sosyal medya yok. Gazete almak var. Gazete alıp, sevdiğin köşe yazarı bugün ne yazmış diye okumak var. O dönem gazeteler kitap verirdi kitap. Çok kitap almışlığım vardır gazetelerden. İclal Aydın’ın köşe yazılarını okurken, ”Keşke ben de böyle yazabilsem” dedim. Sadece İclal Aydın özelinde değil, yazısını beğendiğim tüm köşe yazarları gibi yazmak istemişimdir. Hala da böyleyim. Mesela yazılarını beğenerek okuduğum blog arkadaşlarım için de aynı şeyi düşünüyorum. Onlar gibi yazabilmek.
Türkiye'den kısa haberler: Yerli yapay zeka Kumru, İnstagram'a Türkçe dublaj ve daha fazlası...
*Kişisel blog yazıları serisinde kısa kısa notları okumaya hazır mısınız? O zaman başlayalım.
*Yerli
yapay zeka “Kumru” kullanıma açılmış. Sorulara çok saçma cevaplar veriyormuş.
Diğerleri ilk başladıklarında çok mu iyiydi sanki. Eğer işin üzerine düşerlerse
zamanla iyi bir iş çıkabilir ortaya.
*Enes
Batur, İnstagram üzerinden saçma paylaşımlar yapmaya devam ediyor. Bu çocuğa
biri dur demeyecek mi?
*Ebru
Baki ve İsmail Küçükkaya, TV100’den gönderildiler. Peki şimdi ne yapacaklar? Yeni
bir kanalı mı geçecekler yoksa YouTube’a mı başlarlar veya biraz ara mı
verirler?
*Bursa’nın
birkaç günlük suyu kalmıştı. Neyse ki yağmur yağmış. Umarım barajlar biraz
olsun dolmuştur.
*İnstagram’da
denk geldim. Baştan sona, kronolojik olarak Dostoyevski kitaplarının videosunu
yapmış bir kitap hesabı. Dostoyevski’nin bilmediğim kitapları varmış ya.
*Bir
Kedinin Yolculuğu filmi çok övülüyor. İlk fırsatta izlemek istiyorum. İlk
fırsatta izlemek istediğim o kadar çok film var ki.
*Ülke
olarak 1 Nisan 2026’da 5G’ye geçecekmişiz. Hayatımıza neler katacak bakalım 5G?
*İnstagram’a
Türkçe dublaj özelliği geliyormuş Yabancı dildeki bir videoya mı denk geldin.
Üzülme, artık Türkçe dublaj var. Gel abla gel.
Kişisel Blog Yazıları #28: İki güzel söz ve bir fotoğraf...
*Kişisel blog yazıları serisinin bu bölümünde iki tane güzel söze ve bir fotoğrafa yer verdim.
*Atomik
Alışkanlıklar kitabında James Clear, “Hedef bir kitap okumak değil, okuyan
birine dönüşmek.” diyor. Harika bir söz. Okuyan birine dönüşmekten kasıt, her
gün okumaksa, o zaman ben daha okuyan biri değilim dostlar. Peki ya siz?
*Bir
de Razi’ye kulak verelim o zaman. Bakalım o ne demiş? Geçmiş ve gelecek zaman
ile meşgul olmayı terk et. Bunu yapabilmek o kadar zor ki. Peki siz denediniz
mi hiç?
*İnstagram’da
bir arkadaşım, yağmur yağarken sokağın fotoğrafını çekmiş. Kimsecikler yok
sokakta. Şemsiyesiyle yürüyen bir kız eklemiş fotoğrafa. Böyle fotoğrafları
seviyorum.
Kişisel Blog Yazıları #27: Üç kitap, bir film...
*Kişisel blog yazıları serisinin bu yazısında neler var neler? Üç kitap, bir de film var. Başlayalım bakalım yazmaya.
*Şeker
Portakalı kitabı sadece 12 günde yazılmış. Her şey kafasında çoktan olup bitmiş
demek ki yazarın. Ahh Zeze ahh!
*Herkes
bu ara Zülfü Livaneli’nin yeni çıkan kitabı, Bekle Beni’yi konuşuyor.
*Başka
bir kitap haberi daha: Arif Ergin’in, Gizlenen adlı kitabı. Tarih Obası Ceren,
kanalına konuk almış Arif Ergin’i. Demek ki kitap o kadar iyi. Ceren beğendiyse
benim için okeydir.
*Çağatay
Ulusoy ve Elçin Sangu’nun oynadığı Uykucu filminden ilk fragman yayınlanmış. Bir
ajan filmiymiş. Uykucu nasıl bir isim dedim ilk duyduğumda. Elbette bir anlamı
vardır. Onu da öğreniriz.
Kişisel Blog Yazıları #26: Elon Musk ve Selçuk Bayraktar, kendi Wikipedia'larını çıkarıyorlar...
*Kişisel blog yazıları ile hayatın nabzını tutmaya çalışıyorum. O zaman hayatın nabzını tutmaya başlayalım.
*Yerli
Wikipedia geliyormuş. Selçuk Bayraktar, yeni projesi Küre’yi açıklamış. Birkaç
gün önce Elon Musk da, kendi Wikipedia’sını çıkaracağını duyurmuştu. Demek ki
bu ara, bu moda.
*Gupse
Özay’ın, kendi çocukluğundan esinlenerek yazıp seslendirdiği animasyon dizisi
Gupi, 31 Ekim’de, Netflix’te yayınlanacakmış. Nedense bu kadını pek sevmiyorum.
Ama devamlı üretim halinde olmasına hayranım.
*Enes
Batur, 16 milyon aboneli YouTube kanalını kapatmış. Bu çocuğun gerçekten
psikolojik sorunları var. Acil destek alması gerekiyor. Sadece YouTube kanalını
kapattığı için söylemiyorum bunu. Bundan önce birkaç tane daha anlamsız
paylaşımları olmuştu. Normal ruh halinde olan birinin yapacağı işler değil
bunlar.
Kişisel Blog Yazıları #25: Eski bir kitap kutusunu karıştırırken...
*Kişisel blog yazıları serisini elimden geldiğince devam ettirmeye çalışıyorum. İşte yeni yazı ile karşınızdayım.
*Her
gözlüklü olan insan kitap okuyor mudur? Belki sorduğum şey saçma ama ben öyle
bir ilişki kuruyorum nedense.
*Eski
bir kitap kutusunu karıştırırken Dostoyevski’nin, Yeraltından Notlar kitabına
denk geldim. İş Bankası yayınlarından. Çıkardım, kenara koydum. Belki yeniden
okurum yine.
*Göbeklitepe
için uzun zamandır kazıların yavaşlatıldığı hatta durdurulduğu iddiaları var.
Belki de böyle bir şey hiç olmadı. Ama biz millet olarak komplo teorilerini
severiz.
Kişisel Blog Yazıları #24: Depresifim ama kompleksli değilim...
*Kendimi çok yorgun hissediyorum şu an. Biraz da depresif gibiyim. Yorganı üstüme çekip sadece yatmak istiyorum.
*Midem
yanıyor yine. En iyisi bir çiğneme tableti atayım ağzıma. Rahatlatır midemi.
*Kurgu
dışı kitaplar okuyacaksam eğer. Bunlar yazmak ve okumak üstüne olmalı.
Böylesini daha çok seviyorum galiba.
*Kalemle
eskisi kadar güzel yazamıyorum. Neden acaba?
*Telefonuma
yeni kılıf aldım. Bir hafta olmuştur herhalde. Hala telefona yakıştı mı,
telefonu kullanırken bana kolaylık sağlıyor mu sorularına cevabım net değil,
ikilemdeyim.
*Geçen
dışarıda gezerken kestaneci gördüm. Bizimkiler de almışlar. Yedik ama
kestanecilerin sattıkları kestaneler daha güzel oluyor gibi.
*Tostu
güzel olan bir yer bulsak da bir tost yesek. Veliaht dizisinde adam çırağına
söylüyordu. “İki tost kap da gel” diye.
*Bu
yazı tam bir kişisel blog yazısı oldu gibi sanki? Ne dersiniz?
Celal Şengör'e göre biz maymundan mı geldik?
Celal Şengör’e, Fatih Altaylı soruyor, “Biz maymundan geldiysek şimdiki maymunlar ileride insan olur mu?” diye. Celal Şengör ise, Bir kere biz maymundan gelmedik diyor. Bu cevabına şaşırdım. Çünkü ağzını doldura doldura, “Biz maymundan geldik” demesini beklerdim. Çünkü o bir ateist. Bunu da her fırsatta yaptığı açıklamalarla da dile getiriyor. Ateist olduğu için kendisini yargılamıyorum yanlış anlaşılmasın. Herkesin kendi kararı sonuçta. Herkes kendi bacağından asılacak. Sorunun cevabına devam edersek de, “Şimdi maymunlar insan olabilir mi? Olabilir. Fakat: Bizim insanın egemen olduğu dünyada, dünya tarihinde hiç olmamış bir şey var: Bir tür, bütün dünyayı ele geçirmiş vaziyette. Hiç olmamış o” diyor. Yani anladığım kadarıyla demek istiyor ki, “İnsanlık, bu kadar dünyaya hakimken, şimdiki maymunların insana dönmesi zor. Ya da insanlık buna izin vermez.” Sizin bu konudaki görüşlerinizi merakla bekliyorum.
Pazartesiye giriş...
Her zaman ki gibi sabahları televizyonda yine izlenecek bir şey yoktu. Televizyonu bıraktım bizimkilere, geçtim bilgisayar başına. En azından YouTube’dan izlenecek bir şeyler bulurum umuduyla. Ama önce kişisel blog yazımı yazmamın daha doğru olacağını düşündüm. Sonra dalarım YouTube deryasına. Gerçi insan bazen YouTube’tan bile sıkılıyor ya neyse. Pazartesi gününden yazıyorum bu yazıyı. Yeni bir haftaya başladık. Yine hafta sonunu iple çekmeye başlıyoruz yani. Biraz ülke gündemine bakarsak. Biliyorsunuz Fatih Altaylı hapiste. Hapiste olmasına rağmen gönderdiği mektuplarla YouTube programına devam ediyordu. Bugün gördüm ki bir süre ara vereceğini açıklamış. Yine gönderdiği bir mektupla. Biraz da teknoloji o zaman: ChatGPT’ye alışveriş yapma özelliği gelmiş. Bu gidişle yakında her şeyi ChatGPT’den yaparız. Şimdilik bu kadar o zaman. Görüşürüz.
Biten bir pazar günü ve notlarım...
Pazar gününü ve haftayı, yazdığım bu kişisel blog yazısı ile geride bırakıyorum. Yaşar’la buluştuk. Çay içip, sohbet muhabbet ettik. Akşam televizyonda Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i izledik. Bizim burada ki otobüs fiyatları yarından itibaren 40 liradan 50 liraya çıkıyor. Artık 5 lira da arttırmak yok. Direk düz hesap 50 lira yaptılar. Telefona, yeni kılıf aldım. Eskisi, orasından burasından küçük parçalar halinde kopmaya başlamıştı. Darısı yeni telefon almaya. Now’da yeni başlayan Ben Leman dizisindeki Şahika karakterine kıl kaptım. Leman’a kasabada yaşama hakkı tanımıyor. Uzun yıllardır kullandığım bir eşyayı hemen atamıyorum ya da atmıyorum. Çünkü o eşyada yaşanmışlıklar var. Kitap okuyamadım bugün. Yarın okunmamış sayfaları telefi etme umuduyla.
Her zaman blog...
Tam uykuya geçecekken uyandım. Sonra da uyuyamadım. Uyanmışken bir kişisel blog yazısı yazmanın iyi olacağını düşündüm ve oturdum bu yazıyı yazmaya başladım. Bazı okurlar, roman okumayı bırakmış ve kurgu dışı kitaplar okumaya başlamış. Çünkü roman okumanın kendilerine bir şey katmadığını düşünüyorlarmış. Bunun yanlış bir düşünce olduğunu dile getiren bir yazı okudum. Cumartesi akşamları normalde Atv’de, Can Borcu dizisini izlerdik. Bu hafta onun yerine yeni bir dizi koymuşlar. Aynadaki Yabancı dizisinin adı. Biraz izledik ama sarmadı. Zap yapıp durduk. Galatasaray- Beşiktaş derbisi vardı. 1-1 bitti. Bu ara abur cubura çok yöneldim. Biraz azaltmam lazım. X’in yapay zekası Grok ile bloglar üzerine sohbet ettik. Seviyorum keratayı. Her yazdığımda beni tanıyor ve hemen, “Blogdan mı sohbet edelim yoksa başka bir şeyden mi?” diye soruyor. Benim cevabım da, “Her zaman blog” oluyor.
Sosyal medya kullanımına sınır koymak...
Gece tuvalete kalktım. Duvardaki saate baktım. Çalışmıyor. Evet, bu saat durmuştu ya, unutmuşum. Pilini de değiştirmedik. Mecbur telefona bakacağım saatin kaç olduğunu öğrenmek için. Telefonu elime alınca da ister istemez sosyal medyada ne var diye bakıyorsun. Sonra 20 dakikadır sosyal medyada olduğunu fark ediyorsun. O yüzden sosyal medya kullanımına bir sınırlama koymak gerekir. Ben İnstagram’ı ayarladım. Bir saat dolunca, günlük olarak beni uyarıyor. Ama o uyarıyı kapatıp kullanıma devam ediyorum. Tuşlu telefona geçmeyi önerenler var. Ben bunu kabul etmiyorum. Hem akıllı telefon kullanacağım hem de kendimi dizginlemesini bileceğim. Bunu yapmalıyım. Ama ne zaman yaparım bilmiyorum. En azından kafamda böyle bir düşüncem var. Şimdilik bununla kendimi avutuyorum.
Modern insan dertleri...
Hafta sonu neler yapacaksınız? Bir arkadaşım turla İstanbul Adalar’a gidecekmiş. Ben mi ne yapacağım? Daha belli değil. Hava yağmurlu olmazsa belki bir çay/kahve içmeye çıkarım. Ya da yağmurlu olursa da evde kitap okumaca falan. Ya da film izlemece. Böyle planlar yapıyorum ama o an geldiğinde de hiçbir şey yapmak gelmiyor içimden. Battaniyeye sarılıp sadece yatmak. Belki de vücudumun ihtiyacı olan şey sadece bu: Battaniyeye sarılıp yatmak. Günü yatarak geçirince de kendimi zararda hissediyorum. Çünkü kendime bir şey katmamış oluyorum. Bu da rahatsız ediyor beni. Modern insan dertleri işte. Gerçi modern insan derken gerçekten modern miyiz? O da ayrı bir tartışılması gereken konu.
Harry Potter, dereyi görmeden paçaları sıvıyor...
Yeni başlayacak Harry Potter dizisi 10 sene sürecekmiş. Bi durun bakalım. Önce dizi tutacak mı, beğenilecek mi? Bir onu görelim.
ŞİRKET
SAHİBİ ALEYNA…
Aleyna
Tilki müzik şirketi kurmuş. Aleyna’yı severim ve başarılı olmasını isterim.
Umarım işi bilen birileriyle şirketi kurmuştur da parası çarçur olmaz.
TENEKE
KUTUDA AYRAN…
Niye
bugüne kadar teneke kutuda ayran üretmediler? Bu soruyu bugün İnstagram’da
gördüm. Gerçekten neden? Ya maliyettir ya da sağlıksız falan muhabbetinedir.
EVET,
SAKIZ DA SAĞLIKSIZ…
Sağlıksız
demişken. Sakız da sağlıksızmış. İçindeki maddeler bilmem ne zararı falan
veriyormuş vücudumuza. Çevremizdeki her şey zehir resmen.
YENİ
SEZON NEDEN BAŞLAMADI?
Çok
Güzel Hareketler Bunlar 2’nin yeni sezonu daha başlamadı. Ne oldu? Star TV ile
anlaşamadılar mı acaba?
Ekim ayı, Orkun Ün ve Liverpool zaferi...
Eylül ayını da yolcu ettik. Hoş geldin ekim ayı. Bize güzellikler getir olur mu? Nedense her yeni başlayan ay, her yeni başlayan hafta ve her yeni başlayan yılda insan bir motive oluyor. İşte, hayatımda değişiklikler yapmam için bir fırsat diyor kendi kendine. En azından ben öyle diyorum. Birkaç köşe yazısı okudum. Son dönemde Hürriyet’te yazan Orkun Ün’ün yazılarını beğeniyorum. O da yazılarında birkaç konuya kısa kısa değiniyor. Benim kadar kısa değil tabi ki. TRT 1’de, Galatasaray- Liverpool, Şampiyonlar Ligi maçını izledik. Osimhen’in golüyle 1-0 kazandık. Arkadaşım Prens dizisini izlemiş. “Bahsedildiği kadar varmış. Hem öyle çok küfür de yok” dedi. Giray Altınok’u severim ama dizisini sevemedim.
Slov şarkı, kış ve yeni fotoğraf akımı...
İnstagram’da slov bir şarkıya denk geldim. Slov şarkı dinlemeyi özlediğimi fark ettim o anda. Slow Türk’ü açtım internetten. Şimdi onu dinliyorum. Show TV’de, Veliaht dizisinin tekrarı vardı. Biraz onu izledim. Güzel bir dizi gibi. Arkadaşım Esra çok beğenmiş. Kardeşim de beğenmiş. Devamlı takip eder miyim bilmiyorum ama. Sonra bizimkiler kanal D’yi açtı Uzak Şehir dizisi için. Bugün hava soğuk ve yağmurluydu ve kapalıydı. Sanki kış günlerinden bir gün gibiydi. Bir tanesi İnstagram’da, “Sonbahardan direk kışa mı atladık nedir” demiş. Bu ara yeni moda: Çocukluk halinle şimdiki halinin sarılmış halini foto olarak paylaşmak. Esra dediğim arkadaşım da İnstagram’da paylaşmış. “Yaramaz bir çocukmuşsun gibi” dedim. O da, “Sayılır” deyip yanına gülücük koymuş.
Sinemaya giden mi kaldı?
Cumartesi günü Yaşar’la buluşunca dedim ki: “Sinemada biletler 80 liraymış. Hadi bir filme gidelim.” O da, “Sinemaya giden mi kaldı ya” dedi. Sinemada film izlemenin yerini ne tutar ki?
MEVLÜT
MENÜSÜ…
Babam,
bugün mevlüde gitti. Tavuklu pilav, ayran ve iki tane de tatlı vermişler.
TİPİK
TÜRK MİLLETİ DAVRANIŞI…
Arkadaşa
devamlı diyorum ki, “Parayı bulmamız lazım.” O diyor ki, “Sen devamlı böyle
diyorsun ama bir şey yapmıyorsun. Tam Türk milleti işte.” Doğru söylüyor. Türk
milleti olarak yakınmak hoşumuza gidiyor işte.
GİTMEYEN
KOKU…
Annem
birkaç gündür, “Burnumda bir toz kokusu var, gitmiyor” diyor. Acile gittiler.
Serum takmışlar. Yine geçmedi. Şimdi de hava makinesi var. Onunla ventolin
alıyor.
Demet Evgar'ın ilk dizisi...
Demet Evgar’ın ilk dizisi. Pazar gününden herkese merhaba. Pazar sabahları genelde televizyonda bir şey olmuyor, biliyorsunuz. Anca magazin programları var. Bir şey olmayınca, biz de onlardan birine takıldık. Sanırım TV8’in magazin programıydı. Oyuncuların oynadıkları ilk dizilerden oluşan bir haber yapmışlar. İşte o haberde gördüm. Demet Evgar’ın ilk dizisini. Benim hayranı olduğum ve efsane dizilerden Yedi Numara’da oynamış ilk. Bu bilgi benim için şaşırtıcı değil. Çünkü her Yedi Numara fanı, bunu bilir. Benim bilmediğim, ilk oynadığı dizinin Yedi Numara olmasıydı. Olgun Şimşek ile beraber oynamışlardı. Evet, Olgun Şimşek de bir zamanlar Yedi Numara’da oynamıştı. İşte böyle arkadaşlar. Şimdi pazar pazar alın bu bilgiyi ve ne yaparsanız yapın.
Kişisel Blog Yazıları #23
#kişiselblogyazıları yazmak saati gelmişse yazılmalıdır. O zaman başlayalım. Bugün arkadaşım Yaşar ile buluştuk. Her zaman hamburger yediğimiz, Düzce’nin yerel mekanlarından birine gittik. Bunca yıldır giderim. İlk defa köftesi tam pişmemiş geldi. Yarıda bıraktım hamburgeri. Köftenin az pişmiş gelmesi üzerine yorumlarda bulunduk Yaşar’la. Ben, “Eskiden böyle değildi. Müşteri sayısı arttıkça, kalite düştü” dedim. Bu dediğime yürekten inanıyorum ama. Müşteri artınca kalite daha da artar beklentisi içine girersin ama bir bakarsın ki eski güzel hizmetten de mahrum kalmışsın. Yaşar ise, “Eski çalışanları görmüyorum artık. Hepsi yeni çalışanların. İşi bilmiyorlar. Bu işverenleri anlamıyorum. Eski çalışanlarını bir türlü ellerinde tutmuyorlar. Sonra da böyle oluyor" dedi. Bir kere daha giderim oraya. Eğer yine aynı şeyle karşılaşırsam bir daha da gitmem.
Kişisel Blog Yazıları #22
Kişisel blog yazıları serisine devam edelim o zaman. Sonunda cuma geldi ve bitti bile. Şimdi sıra hafta sonunda. Gelsin planlar. Erkenden uyudum. Gece bir kalktım, saat 00.00 olmuş. Alanyaspor- Galatasaray maçının ilk yarısı bittiğinde ben yatmıştım. Kalkar kalkmaz maça baktım. 1-0 yenmişiz. Ama kimse oyundan memnun değil. Liverpool maçında böyle oynarsak yine 5’lik oluruz. Şarkıcı Güllü, evinin balkonundan düşerek hayatını kaybetti. Son anına ait görüntüler çıkmış. Kamerada görünüyor. Sonra kameranın görüntü alanından çıkıyor ve bir 30-40 saniye sonra düşüyor. Aklımda soru işaretleri oluştu benim. Arka Sokaklar’a Ali geri döndü ve Hüsnü’yü vurdu. Madde etkisindeymiş herhalde. Fragmandan anladığım o. Nedense bu aralar Arka Sokaklar izlemek istemiyorum. O zaman şimdilik bu kadar millet. Görüşürüz.
Kişisel Blog Yazıları #21
Kişisel blog yazıları yazmanın vaktidir şimdi. Yavaş yavaş gecenin sonuna yaklaşırken. Perşembe gününü de bitirdik. Yoğun bir iş günüydü. Artık gel hafta sonu. Ömrümüz, böyle hafta sonlarını beklemekle geçiyor işte. Bizimkiler Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i izliyorlar. Oktay Kaynarca, bu işin de altından kalkmış gibi görünüyor. Günü birlik Kapadokya turlarına bakıyoruz. “Kapadokya, günü birlik gidip gezilecek bir yer değil” dedi bir arkadaşımız. Çünkü kendisi iki günlük tur almış. Sanki bana da günü birlik ziyaret edilecek bir yer değil gibi geldi. Rasim Özdenören’in, yazmak ve yazarlık üzerine yazılarını okuyorum. Yazarlık üzerine bir şeyler okumak her zaman güzel. Yarın haftanın son günü ve moraller yerinde. Sonrasında ver elini hafta sonu. Görüşürüz millet!
Kişisel Blog Yazıları #20
Kişisel blog yazıları serisinin yeni yazısı başlasın o zaman. Bugün iş yoğundu. Saçımı kaşımaya vaktim olmadı bir ara. Çalış çalış nereye kadar bilmiyorum. Kırmızı Saçlı Kadın kitabını bitirdim. Sonu, benim için sürpriz oldu. Hemen yeni bir romana başlamayacağım. Biraz ara vereceğim. Kanal D’de, Uzak Şehir’i izledi bizimkiler. Kim Milyoner Olmak İster’de, Suç ve Ceza romanındaki Raskolnikov karakteri kaç yaşında diye soruldu. Böyle bir soru sormak benim aklıma gelmezdi. Gerçekten tebrikler. Ben cevabı doğru tahmin ettim. Belki siz de tahmin etmek istersiniz. O yüzden cevabı yazmıyorum. Google’dan bir bakın isterseniz soruya. Ertan Özyiğit ve Farah Yurdözü, KRT’ye konuk olmuşlar. O programı izledim. Uzaylılar var mı sorusundan girdiler, Göbeklitepe’den çıktılar. Güzel programdı. Bu konulara ilgisi olanlara tavsiye ederim. Böylelikle bir gün daha biter ve ben çekip giderim. Hadi kalın sağlıcakla.
Kişisel Blog Yazıları #19
Kişisel blog yazıları yazmanın tam zamanı. Sonbahar geldi. Artık yağmurların, kapalı günlerin, evde oturup kitap okumanın ve blogda yazı yazmanın zamanı. Evde güzel günler geçirmenin zamanı da denebilir. Ama bugün kapalı ve yağmurlu bir gün değildi. Yazdan kalma bir gün vardı. Ben de attım kendimi dışarıya. Bir kahvenin yanına eşlik eden magnolya sonrası tekrar eve döndüm. Bir hava almış oldum. Kırmızı Saçlı Kadın kitabının artık son 15-20 sayfası. Büyük bir olay yaşandı yine. Bakalım sonunda da büyük bir olayla bitecek mi kitap? Size de oluyor mu? Bazen hayat çok anlamlı gelirken bazen de çok anlamsız geliyor. Kişisel gelişimciler ise: “Meşgul olun” diyor. Son zamanlarda meşgul olmaya taktılar kişisel gelişimciler.
Tarkan, Jandarma söylerse...
Eser Yenenler’in sunduğu İtiraf Et programına katılan bir konuğun Tarkan takliti yaparak Mahmut Tuncer’in Jardarma şarkısını söylemesi harikaydı. Sosyal medyada da bolca paylaşıldı. Eğer denk gelmediyseniz bir izleyin derim.
SONUNDA
KİTAP GELİYOR…
Fatih
Terim kitap çıkartacakmış. Zaten çok isteniyordu kendisinden. Özellikle X’te
çok talep vardı. Fatih Terim sözlerinden oluşan bir kitap mesela.
NEDEN
ÇÖKTÜ ACABA?
Kapadokya’da,
bir tane Peri Bacası çökmüş. Onlar sağlam yapılardır aslında. Bunca sene
dayanmışlar. Acaba oralarda bir şeyler mi yaptılar da baca çöktü? Gözümüz gibi
bakmamız lazım bu eserlere. Ahh ahh!
APPLE,
TAM TÜRK KAFASINDA…
İOS
26 yayınlandı ve telefona indirenler aşırı ısınma sorunu ile karşılaşmışlar.
Apple, “Isınması normal, kafanıza takmayın” demiş.
Kişisel Blog Yazıları #18
Kişisel blog yazıları yazarak meşhur olamazsın diyordu okuduğum bir blog yazısında. Kimse sizin hayatınızı merak etmez. Eğer ki bir ünlü değilseniz. Galiba bu dediğinin istisnası olarak Pucca’yı verebiliriz. Kendi hayatını yazdı ve aldı yürüdü. Gün boyu yağmur vardı bugün. Biraz da soğuk. Evet, kombiyi açtık. Sezonu çok erken açtık çok. Kırmızı Saçlı Kadın kitabında olaylar baya karıştı. Orhan Pamuk, olayı nereden aldı ve nereye bağladı? Adım adım sona yaklaşıyorum. Bakalım sonunu da sürpriz bir şekilde bağlamış mı? Bu akşam biraz Oktay Akbal yazıları okudum. Google’da yazınca çıkıyor zaten. Cumhuriyet gazetesinde yazmış en son. Siyasi yazılar değil, gündelik hayata dair. Ben böyle yazıları seviyorum. Güncel konular üzerine yazılan yazılar, gün gelip eskiyecek. Ama, “Zamanla Yarışmak”, “Anılar Gerçek Midir?”, “Güz, Şiirlerle”, “Yaşamanın İçinden” başlıklı Oktay Akbal yazıları hep güncelliğini koruyacak.
Kişisel Blog Yazıları #17
Kişisel blog yazıları serisinin yeni bir yazısı ile karşınızdayım. Perşembe gününden merhaba. Kırmızı Saçlı Kadın kitabına devam ediyorum. Pazar günü final yapmak, yani kitabı bitirmek istiyorum. Bugün camdan dışarıyı izledim. Dağları, evleri. Öylece durmak, izlemek huzur veriyor insana. Fatih Altaylı’nın programına konuk olan Mehmet Demirkol da öyle diyordu bugün. “Bu ülkeye huzur lazım” diyordu. Millet olarak huzurlu değiliz. Akşam televizyonda izleyecek bir şey yoktu. Yeni dizi diye Now’daki Halef dizisini izliyordu bizimkiler. Başrol oyuncusu erkek, sert adam rolü yapmaya çalışıyor ama yapamıyordu. “Bu diziden iş çıkmaz” dedim TRT 1’e geçtik. Şampiyonlar Ligi’nde Galatasaray, deplasmanda Frankfurt ile oynuyordu. Dördüncü golü yiyince izlemeyi bıraktım. Yarın yine iş var. İşini seven insanlar da, “Yarın yine iş var” diyor mudur?
Kişisel Blog Yazıları #16
Kişisel blog yazıları yazmak güzel de su kesintileri güzel değil. Tam kesinti sayılır mı bilmiyorum. İp gibi akıyor su. Hiç akmamasından iyidir ama değil mi? Bol bol yağmurlar yağsa da bu su kesintileri olmasa. YouTube’tan hiç video izleyemedim bugün. Video izlediğimde buraya yazacak bir şeyler çıkıyordu. Bugün bundan mahrum kaldık. Kanal D’de, Eşref Rüya’yı izliyordu bizimkiler. Birkaç dakika izledim. Başta seviyordum ama bölümler ilerledikçe beni sarmamaya başladı. Kırmızı Saçlı Kadın kitabına devam ediyorum. Hiç beklemediğim bir şey oldu bugün. Tabi ne olduğunu burada yazmayacağım. Kitabı okumamış olanlar falan vardır. Gece gece kulaklarım çınlamasın şimdi. Sonu nereye bağlanacak merak ediyorum şimdiden. Hafta ortasını da bitirdik. Ama ben biraz tatsızım. İş yerinde ufak bir problem oldu. Şimdi düşünmek istiyorum. Şimdiyi, geçmişi ve geleceği.
Kişisel Blog Yazıları #15
Kişisel blog yazıları yazmaya devam ediyoruz. Eylül ayında olmak ve biraz da üşümek gerçekten güzel. Kapalı ve ara ara ufak yağmur geçişlerinin olduğu bir gündü. İşten sonra biraz haber izledim. Günlük iç karartma kotamı doldurduktan sonra kendimi kitaba vurdum. Bizi kitap okumak kurtaracak ne de olsa. Kırmızı Saçlı Kadın kitabını okumaya devam ettim. Orhan Pamuk’un, su kuyusu açan usta ve çırağının hikayesini anlatmak nerden gelmiş aklına acaba? Show TV’de, Bahar dizisini izliyorlardı bizimkiler. Biraz onların yanında takıldım. Doktor olmak gerçekten zor. İnsanların hayatlarıyla ilgili kararlar almak zorundasın. Eğer hasta aldığın kararlar nedeniyle ölürse de bunun hesabını kendine nasıl verir insan? Salı gününün bitmesine son 10 dakika. Çarşamba günü yolcusu kalmasın. Cümleten iyi geceler.
Kişisel Blog Yazıları #14
Kişisel blog yazıları serisine güzel bir haberle giriyorum. Yaklaşık 2 hafta sonunda kitap okumaya başlayabildim. Orhan Pamuk’un, Kırmızı Saçlı Kadın kitabına başladım. Şimdilik iyi gibi. Kanal D’de, Uzak Şehir dizisinin ikinci sezon, ilk bölümü varmış. Bizimkiler onu izliyor. Beni sarmadı o dizi ya. Aleyna Tilki’nin şarkılarını dinledim biraz. Sen Olsan Bari, sonra Yalnız Çiçek ve en son da Dipsiz Kuyum. Bu şarkılar çıktıkları dönemde ne ses getirmişti. Devamlı yenilik istiyoruz ve rutinden sıkılıyoruz. Yahu biz insanlar nasıl varlıklarız? Devamlı bir tatminsizlik içindeyiz. Hep daha iyiyi ararken, aslında mutsuz da oluyoruz. YouTube’dan bir parayı vuramadık. Gerçekten ekranda konuşmak, bir şeyler anlatmak bir yetenek. En önemlisi de anlatacak bir şeylerinin olması.
Kişisel blog yazıları #13
Kişisel blog yazıları serisine devam ediyorum. Böyle seri yapınca okuyucular tarafından da seviliyormuş. Kuşlar söyledi. Gerçekten de böyle serileri seviyor musunuz? Dün Yaşar’ın işi çıkmış, buluşamamıştık. Bugün buluştuk. Her buluştuğumuzda yaptığımız gibi, her konuya değindik. Kendi özel hayatımızdan, ülkenin gündemine kadar. Erkekler olarak bizlerin vazgeçilmezi olan, parayı nasıl bulacağız konusuna da değindik. Yine sihirli formülü bulamadık. 12 Dev Adam, Avrupa Basketbol Şampiyonası final maçında Almanya’ya kaybetti. Yıllar sonra yine kaybettik ve yine ikinci olduk. Alperen, üçlüğü kaçırınca izlemeyi bıraktım. “Yine olmayacak” dedim. Kim Milyoner Olmak İster’i izledik. İki yarışmacıyı, üst üste seyirciler yaktı. Her zaman seyircilere güvenmeyeceksin abi. Yine kitap okumaya başlayamadım. Bir türlü fırsat olmadı. Yarın pazartesi ve yine iş var. Çok motiveyim gördüğünüz gibi. Yine de herkese iyi akşamlar ve iyi haftalar.
Kişisel blog yazıları #12
Kişisel blog yazıları serisinde bakalım bugün neler yazacağız? Başlayalım o zaman. Sözde yeni bir kitap okumaya başlayacaktım kaldı. İki haftayı geçti kitap okumayalı. Bir an önce kitap okumaya başlamalıyım. Bu arada okumaya başlayacağım kitap da, Orhan Pamuk’un, Kırmızı Saçlı Kadın kitabı. Arkadaşla buluşacaktık kaldı. Arkadaşın işi çıkmış. Dün BİM’e gitmiştim başka bir şey almaya. “Gelmişken defter de alayım” dedim. Bir tane küçük not defteri, bir tane de küçük boy defter aldım. Defter almayı seviyorum. Defter deyince aklıma geldi. Bugün Uğur Karakullukçu’nun YouTube’daki programını izliyordum. Oradaki sunucu çocuk, şu an kullanmakta olduğu defteri sevdiği için aynısından 20 tane almış. Bittikçe kullanıyormuş. Defter aşkı başka.
Uzaylılar, Türkçe mi konuşuyor?
İspanyol İstihbarat Teşkilatı’nın hazırladığı rapora göre uzaylılar kendi aralarında Türkçe konuşuyorlarmış. O zaman as bayrakları as as as. İşte şimdi bizi Almanya kıskanır. Bu demek oluyor ki uzaylılar konusunda Amerika kendi başına hareket edemez artık. Nasıl ki Ortadoğu’da Türkiye olmadan hiçbir yapılamaz diye söylenir. Artık aynı durum uzaylılar konusunda da geçerli. Bunu duyan Trump muhakkak karalar bağlamıştır. “Nasıl İngilizce konuşmazlar ya” diye kendi kendini sorup duruyordur. Bu haberi duyunca Güldür Güldür’deki bir skeç geldi aklıma. Dünyaya iki tane uzaylı geliyordu. Söze, “Selamün Aleyküm” diyerek başlıyorlardı. Sadece Türkçe konuşmuyorlardı. Hareketleri de bire bir bizdi. El sıkışıp, kafa toka etmek gibi. Sonra onlar da çaya bayılıyorlardı. Şaka maka bu skeç gerçek olmasın bir gün?
Tıraştan sonra Melih Gökçek'e benzeyen Orhan Pamuk...
Gündem o kadar yoğun akıyor ki, gözden kaçırmış olabilirsiniz. Orhan Pamuk, her zaman ki berberine tıraşa gitmiş. Tıraştan sonra berberi, Orhan Pamuk’un fotoğrafını çekip, sosyal medyaya koymuş. Ondan sonra sosyal medyada bu fotoğraf patlamış. Çünkü tıraştan sonra Orhan Pamuk, Melih Gökçek’e çok benzemiş. “Yok canımm, Olamazzz!” nidaları arasında fotoğrafa dikkatle baktım. Gerçekten öyle. Bıyıksız Melih Gökçek resmen. Bir de bıyık olsaymış resmen Melih Gökçek olacakmış. Onedio sitesi bu fotoğrafla ilgili yapılan birkaç yoruma yer vermiş sitesinde. Benim en çok hoşuma giden yorum ise, “Tıraştan önce Orhan Pamuk olan biri tıraştan sonra nasıl Melih Gökçek olur anlamıyorum” yorumu oldu. Hadi siz de bakın fotoğrafa. Yoksa bizler mi çok abartıyoruz. Not: Başım ağrımasın diye fotoğrafı yazıya eklemedim. Bir tık yapıp, fotoğrafa bakıp gelin hadi. Ben bekliyorum.
Birisi ekranınıza baktığında sizi uyaran telefon: Huawei Pura 80 Ultra...
Gerçekten bu zamana kadar kimsenin aklına niye gelmedi bu? Neyden bahsediyorsun be adam dediğinizi duyar gibiyim. Huawei Pura 80 Ultra telefonundan bahsediyorum. Bu telefon gizliliğe çok önem veriyormuş. Diyelim ki siz telefonunuzla uğraşırken başkası ekranınıza bakarsa hemen sizi anında uyarıyor. “Birader, birisi telefonuna bakıyor” diye yazıyor ekranda. İzlediğim videoda Çince mi, Japonca mı, ne olduğu bilmediğim bir dil vardı. Ben de kafama göre çevirdim işte. Görür görmez bayıldım bu özelliğe. Bizim millet bayılır böyle şeylere. Sırf bu özelliği nedeniyle çok satar. Ben olsam hemen bangır bangır reklamını yapardım. Sonra da gelsin paralar. İmkan olsa hemen bunu deneyimlemek isterdim. Peki sizce bu özellik nasıl? Çok da abartma işte, sıradan bir özellik mi diyorsunuz yoksa?
Turuncu İphone 17 karşınızda...
Evet, baylar bayanlar! Turuncu İphone karşınızda. İphone 17 Pro, turuncu renklisi dün akşamdan beri çok konuşuluyor. Çünkü daha dün akşam tanıtıldı. Ama sabah olur olmaz Dua Lipa ablamız koşa koşa gidip almış ve hemen bir selfi paylaşmış. Turuncu İphone benim de hoşuma gitmedi değil. O kadar param olsa belki ben de koşa koşa gidip alırdım. Ama bir dakika. Türkiye’ye geldi mi acaba? Gelmediyse bile kısa sürede gelir. Herkes turuncu İphone almaya koşar. Dua Lipa resmen tanıtımını yaptı. Acaba bu bir reklam çalışması mı? Belki de öyle. Belki de kaç milyon dolar aldı o selfi için. Peki siz turuncu İphone’u beğendiniz mi ve alacak mısınız?