Kişisel Blog Yazıları #41: Günlük hayat, iş ve ChatGPT sohbetleri...

Kişisel blog yazıları serisine bir yazı daha eklemek için buradayım. Dün akşamdan beri nasılsınız? Ben mi? Şükür, iyiyim. Bugün iş yoğundu yine ya. Konuş konuş bitmiyor. İşimiz, gücümüz konuşmak. Sanatçılar derler ya, “Sesimle para kazanıyorum” diye. Çağrı merkezinde çalışanlar olarak bizler de böyleyiz. Sesimizle para kazanıyoruz. Annem, yoğurtçu kadından gezen tavuk yumurtası almış. Küçük küçük yumurtalar. Gezen tavuk yumurtası böyle mi oluyormuş ya? Bir kız arkadaş da ChatGPT ile yazışıyormuş. Kahvesinin fotoğrafını çekip atmış ve yorumlamasını istemiş. En son attığı ekran görüntüsünde ChatGPT şöyle cevap vermiş, “Kız vallahi billahi doğru söylüyorum bak! Şu fincanın dili olsa da kendi anlatsa, ben yorulmam o zaten konuşur! Yeminle diyorum, sen içine atmışsın” Bir şey fark ettiniz mi? ChatGPT çok yemin ediyor. İşkillendim bak. Çok yemin edenlere güvenmem pek. Hep Aynı Boşluk kitabını okumaya devam ediyorum. Biliyorum, biliyorum, hala bitiremedim. Bu arada Kişisel Blog Yazıları #34: Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz başlıklı yazımda Ahmet Hamdi Tanpınar’dan bahsetmiştim. Şimdi yaşasa, sosyal medya hakkında ne düşünür demiştim. İşte o yazıma Nizamettin Gümüş yorum yapmış ve bu konuda kendi bloğunda da bir yazı yazacağını söylemişti. Dediğini yapmış ve bloğunda, Ahmet Hamdi Tanpınar bugün yaşasaydı sosyal medya hakkında ne derdi? başlıklı yazısını yazmış. İsterseniz bir göz atın. YouTube’da, günler neden hızlandı başlıklı bir video izledim. Çünkü her günün rutin. Bu nedenle beynin otomatiğe bağlıyor yaşamayı ve o nedenle hızlı akıyor diyor. Olabilir mi, olabilir. Ama bence tek neden bu değildir. Başka şeyler de olmalı.

Kişisel Blog Yazıları #40: Bir skeç, bir dizi ve bitmeyen bir kitap...

Kişisel blog yazıları serisinde yeni bir haftaya başlıyoruz. Sabah o kadar yoğun değildi ama öğleden sonra baya yoğundu iş. Kafamı kaşıyacak vaktim olmadı dedirten cinsten bir yoğunluk vardı. Akşam iş bitti. Haberleri izlemedim. Sinirlerimi zıplatmaktan başka bir işe yaradığı yok zaten haberlerin. Ayhan Tarakçı’nın YouTube kanalında, evren aslında genişlemiyor mu videosunu izliyordum. Yarım kaldı. Biraz bizimkilerle oturup sohbet muhabbet edeyim, sonra kaldığım yerden izlemeye devam ederim dedim. Hala izleyeceğim. Bizimkilerle Güldür Güldür Show’un tekrarını izledik Show TV’de. Tekrarını izledik derken de. Bir skeç izledik. O da Paşa’ya, yemek yemeğe geliyorlar ya. Paşa’nın saçmalıklarına yemek yemek için katlandıkları skeç. Pek fazla da sevmiyorum o seriyi. Uzak Şehir başlayınca kanal D’ye geçti zaten bizimkiler. Ben de geldim. Biraz kitap okudum. Kitap okurken baktım gözlerim kapanıyor. Uyumadan en iyisi blog yazısını da yazmak dedim. İşte şimdi burdayım. Bir arkadaş İnstagram’dan bir haber atmış bana. Çin’de bir şirket, mutlu değilsen işe gelmek zorunda değilsin diye bir uygulama başlatmış. “O zaman işe hiç gitmem” dedim arkadaşa. O da, “Ben de” demiş. Böyle uygulamalar bize gelmez. Kaç gündür tembellik yapıyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Hep Aynı Boşluk kitabını bi bitiremedim. Son 50 sayfa artık. Kitap biter bitmez roman okumaya başlayacağım. Roman okumayı özledim. Galatasaray deplasmanda Fenerbahçe 1-1 ile berabere kalmış. Son dakikada yemişiz golü ya. Ulan kaç dakika sabrettiniz. Birkaç dakika daha sabretseydiniz ya. Lafı fazla uzattım. Yarın akşam görüşmek üzere. Diğer 39 yazıya bir göz atmak istersen kişisel yazılar arşivi tıkla.

Kişisel Blog Yazıları #39: Uyandığımda saat 11.00'di ve günlerden pazardı...

Pazar gününün son saatlerine girerken kişisel blog yazıları serisine yeni bir yazı ekleme zamanı. Evet, günlerden pazar. Yeni bir hafta başlayacak yarın. Yine iş, yine müşteriler, yine şikayetler falan filan. Öyle işte. Sabah 11.00’de kalktım. Kahvaltı falan saati 13.00 yaptık. Televizyonda doğru dürüst bir şey yoktu. Dışarı çıksam mı diye düşünürken hava bozmaya başladı. Rüzgar, yağmur ve fırtına üçlüsü sokakların hakimi oldu. Akşam Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisinin final bölümü vardı, onu izledik. Babam diziyi beğendi ama dizi de final yapıyor işte. Diziyi beğendiği için, final bölümü de olsa izledik. Biraz da gündem diyelim o zaman. Yarın Fenerbahçe- Galatasaray maçı var. Galatasaraylı olarak rahat değilim. Fenerbahçe yenecek gibi. Adile Naşit’in filmi Adile, 5 Aralık’ta vizyona girecekmiş. Adile Naşit’i oynayan oyuncu pek olmamış gibi geldi bana. İlk izlenimim bu tabi. Daha sonra değişebilir. Nygma, Papa’nın İznik ziyaretinin gizemi hakkında bir video yapmış YouTube kanalında. Daha sonra izleye kaydettim. İlk fırsatta izleyeceğim. Papa, ülkemizde gittiği her yerde ayin yaptı. Bunun çok da iyi bir şey olmadığını iddia edenler var. Bu videoları zamanlar izleyeceğim. O zaman şimdiden iyi haftalar.

Kişisel Blog Yazıları #38: Aile dediğin aynı evde oturur, yanlışmış...

Aslında yazı falan yazacak halim yok. Moralim bozuk. Kişisel blog yazıları serisi için bu akşam yeni bir yazı yazmayabilirdim. Neyse, yine de oturdum bilgisayarın başına ve yazıyorum işte. Kız kardeşimle biraz tartıştık. Bundan yıllar önce bir yaz ayı. O zaman iş/güç ve hayat derdi yok tabi. Okula gidiyoruz. Tek derdimiz dersler. TRT 1’de polisiye bir dizi vardı. Yaşlı bir polis abimiz suçluları yakalıyordu. Bir bölümünde bu polis abimiz akşam evine geliyordu. Ailecek yemek yediler falan. Sonra kızları, kendi evine gitti. Kız, evli falan değil ama başka bir eve çıkmış. O zamanlar yadırgamıştım bu durumu. Bir çocuk, -kız ya da erkek fark etmez- daha evlenmeden aile evinden ayrılır mıydı? Aile dediğin birlikte yaşamalıydı. Ama şimdilerde anlıyorum. Ayrılırmış. İnsanın zaman zaman kendisine tahammül edemediği şu dünyada, ailen de olsa, aynı evde yaşamak zor oluyormuş.

Kişisel Blog Yazıları #37: Sıcacık bir köy ekmeği ve günden kalanlar...

Kişisel blog yazıları serisi yepyeni bir yazı ile devam ediyor. Bugün çağrı alırken birkaç müşteri sinirlerimi zorladı. Olabildiğince sakin kalmaya çalıştım. Sakin kalmak ne kadar da zor. Akşam yemeğinde kardeşimin getirdiği sıcacık köy ekmeğinden yedik. Akşam saatinde sıcacık ekmek nasıl kaldıysa. Sadece çayla beraber köy ekmeğini yeseniz bile olur. Karnınız doyar. Şükür, bugün de karnımızı doyurduk. Ailecek devamlı tekrar ettiğimiz bir tespitimiz vardır: Eğer şu karınlarımız acıkmasa, kimse de çalışmaz deriz. Gerçekten de öyle. Kanal D’de, Arka Sokaklar dizisini izledik. Tunç’u bu sefer de topal yapacaklar. Bu çocuğun senaristlerin elinden çektiği nedir ya. Bu yazıyı yazmadan önce Neptünlü Cadı’nın, Beni Asla Bırakma kitabı hakkındaki yazısını okudum. Kitabın konusu bana göre hassas bir konu. Ben de hassas bir insanım. Bloğuna bıraktığım yorumda da yazdım zaten. Kitabın yorumu bile beni bu kadar etkilemişken, hayatta bu kitabı okuyamam. İhtiyar Gençlik diye bir kavram varmış. Victor Hugo’ya aitmiş bu kavram. Hani şu meşhur Sefiller kitabının yazarı. Ülkemizde gençler kendilerini ihtiyar genç hissediyorlarmış işte. 19 yaşındaki bir çocuk mesela. Hem çalışıyor, hem üniversitede okuyor. Kendini de 40 yaşında hissediyor. Ülkemin gençleri için üzülüyorum.

Kişisel Blog Yazıları #36: Kasım ayının son perşembesi yazısı...

Kişisel blog yazıları serisine kasım ayının son perşembesindeki bu yazımız ile devam ediyoruz. Kimi zaman güzel, kimi zaman zorlu çağrılarla bir iş gününün daha sonuna geldim. Yarın cuma ve son gün. Bunun motivasyonuyla akşam yemeğini yedim. Haberleri pas geçtim yine. Kanal D’de, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Uzak Şehir dizisinin parodisini yapmışlar. Ama ben pek beğenmedim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okumaya devam ettim. Bizimkiler sonradan Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i açmışlar. Denk geldiğim soruya bakın. Bir tane komutanı soruyorlar. Cevap şıklarından birinde Komutan Logar yazıyor. Ulan kimin aklına gelmiş bu. Cem Yılmaz’ın, Gora’daki karakterinin ismi bu. İnstagram kullanıcıları artık istek gönderirken neden istek gönderdiğini belirtmek zorunda olacakmış. Genelde, tanışmak için yazılır sebebe herhalde. Daha ne yazılacak ki? Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit’in başrollerini oynadıkları Yan Yana filmi çok konuşuluyor bu ara. Şu ana kadar iyi de gişe yaptı. Herkes güzel bir komedi olmuş diyor. Saat 23.32 geçiyor. O zaman perşembeyi uğurlayalım ve gelsin cuma.

Kişisel Blog Yazıları #35: İyi niyetli insanlar hala var ama...

Kişisel blog yazıları serisi yolculuğumuz hız kesmeden devam ediyor. İnsan, çağrı merkezinde çalışınca, her türden insana rastlıyor. Şunu söyleyebilirim ki: Hala iyi niyetli insanlar var ülkemizde. Tek endişem: İçinde bulunduğumuz bu ortamın, onları da yoldan çıkarması. Akşam haberlerini izlemedim. Sinirlerim zıplamasın diye. Haberlerden sonra zap yaparken Güldür Güldür’ün, Ben Seni Dinledim skecine denk geldik. Hüseyin, abuk sabuk fikirleriyle karşısındaki bilim insanını yine alt etti. İşin acı yanı: Konukların ve sunucunun da, Hüseyin’in yanında yer alması. İşte Türkiye’nin bugünkü hali. Sonra Eşref Rüya’nın yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçtik. Bu aralar İnstagram’da çok popüler olan bir kitap var: Bahçıvan ve Ölüm. Konusuna baktım. Babasının ölümünü, geri dönüşlerle kendisinin ve ailesinin hayatını, bir parça da ülkesini anlatıyormuş. Konusunu beğendim ben. Bu kitabı okurum. Günlerdir konuşulan Böcek ailesinin ölüm sebebi belli olmuş: Böcek ilacı zehirlenmesi. İnsanların ölüm şekline bak ve o ülke hakkında fikir sahibi ol. Daha ne denebilir ki?