Pazar gününün son saatlerine girerken kişisel blog yazıları serisine yeni bir yazı ekleme zamanı. Evet, günlerden pazar. Yeni bir hafta başlayacak yarın. Yine iş, yine müşteriler, yine şikayetler falan filan. Öyle işte. Sabah 11.00’de kalktım. Kahvaltı falan saati 13.00 yaptık. Televizyonda doğru dürüst bir şey yoktu. Dışarı çıksam mı diye düşünürken hava bozmaya başladı. Rüzgar, yağmur ve fırtına üçlüsü sokakların hakimi oldu. Akşam Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisinin final bölümü vardı, onu izledik. Babam diziyi beğendi ama dizi de final yapıyor işte. Diziyi beğendiği için, final bölümü de olsa izledik. Biraz da gündem diyelim o zaman. Yarın Fenerbahçe- Galatasaray maçı var. Galatasaraylı olarak rahat değilim. Fenerbahçe yenecek gibi. Adile Naşit’in filmi Adile, 5 Aralık’ta vizyona girecekmiş. Adile Naşit’i oynayan oyuncu pek olmamış gibi geldi bana. İlk izlenimim bu tabi. Daha sonra değişebilir. Nygma, Papa’nın İznik ziyaretinin gizemi hakkında bir video yapmış YouTube kanalında. Daha sonra izleye kaydettim. İlk fırsatta izleyeceğim. Papa, ülkemizde gittiği her yerde ayin yaptı. Bunun çok da iyi bir şey olmadığını iddia edenler var. Bu videoları zamanlar izleyeceğim. O zaman şimdiden iyi haftalar.
Sayfalar
Sayfalar
Kişisel Blog Yazıları #38: Aile dediğin aynı evde oturur, yanlışmış...
Aslında yazı falan yazacak halim yok. Moralim bozuk. Kişisel blog yazıları serisi için bu akşam yeni bir yazı yazmayabilirdim. Neyse, yine de oturdum bilgisayarın başına ve yazıyorum işte. Kız kardeşimle biraz tartıştık. Bundan yıllar önce bir yaz ayı. O zaman iş/güç ve hayat derdi yok tabi. Okula gidiyoruz. Tek derdimiz dersler. TRT 1’de polisiye bir dizi vardı. Yaşlı bir polis abimiz suçluları yakalıyordu. Bir bölümünde bu polis abimiz akşam evine geliyordu. Ailecek yemek yediler falan. Sonra kızları, kendi evine gitti. Kız, evli falan değil ama başka bir eve çıkmış. O zamanlar yadırgamıştım bu durumu. Bir çocuk, -kız ya da erkek fark etmez- daha evlenmeden aile evinden ayrılır mıydı? Aile dediğin birlikte yaşamalıydı. Ama şimdilerde anlıyorum. Ayrılırmış. İnsanın zaman zaman kendisine tahammül edemediği şu dünyada, ailen de olsa, aynı evde yaşamak zor oluyormuş.
Kişisel Blog Yazıları #37: Sıcacık bir köy ekmeği ve günden kalanlar...
Kişisel blog yazıları serisi yepyeni bir yazı ile devam ediyor. Bugün çağrı alırken birkaç müşteri sinirlerimi zorladı. Olabildiğince sakin kalmaya çalıştım. Sakin kalmak ne kadar da zor. Akşam yemeğinde kardeşimin getirdiği sıcacık köy ekmeğinden yedik. Akşam saatinde sıcacık ekmek nasıl kaldıysa. Sadece çayla beraber köy ekmeğini yeseniz bile olur. Karnınız doyar. Şükür, bugün de karnımızı doyurduk. Ailecek devamlı tekrar ettiğimiz bir tespitimiz vardır: Eğer şu karınlarımız acıkmasa, kimse de çalışmaz deriz. Gerçekten de öyle. Kanal D’de, Arka Sokaklar dizisini izledik. Tunç’u bu sefer de topal yapacaklar. Bu çocuğun senaristlerin elinden çektiği nedir ya. Bu yazıyı yazmadan önce Neptünlü Cadı’nın, Beni Asla Bırakma kitabı hakkındaki yazısını okudum. Kitabın konusu bana göre hassas bir konu. Ben de hassas bir insanım. Bloğuna bıraktığım yorumda da yazdım zaten. Kitabın yorumu bile beni bu kadar etkilemişken, hayatta bu kitabı okuyamam. İhtiyar Gençlik diye bir kavram varmış. Victor Hugo’ya aitmiş bu kavram. Hani şu meşhur Sefiller kitabının yazarı. Ülkemizde gençler kendilerini ihtiyar genç hissediyorlarmış işte. 19 yaşındaki bir çocuk mesela. Hem çalışıyor, hem üniversitede okuyor. Kendini de 40 yaşında hissediyor. Ülkemin gençleri için üzülüyorum.
Kişisel Blog Yazıları #36: Kasım ayının son perşembesi yazısı...
Kişisel blog yazıları serisine kasım ayının son perşembesindeki bu yazımız ile devam ediyoruz. Kimi zaman güzel, kimi zaman zorlu çağrılarla bir iş gününün daha sonuna geldim. Yarın cuma ve son gün. Bunun motivasyonuyla akşam yemeğini yedim. Haberleri pas geçtim yine. Kanal D’de, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Uzak Şehir dizisinin parodisini yapmışlar. Ama ben pek beğenmedim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okumaya devam ettim. Bizimkiler sonradan Atv’de, Kim Milyoner Olmak İster’i açmışlar. Denk geldiğim soruya bakın. Bir tane komutanı soruyorlar. Cevap şıklarından birinde Komutan Logar yazıyor. Ulan kimin aklına gelmiş bu. Cem Yılmaz’ın, Gora’daki karakterinin ismi bu. İnstagram kullanıcıları artık istek gönderirken neden istek gönderdiğini belirtmek zorunda olacakmış. Genelde, tanışmak için yazılır sebebe herhalde. Daha ne yazılacak ki? Haluk Bilginer ve Feyyaz Yiğit’in başrollerini oynadıkları Yan Yana filmi çok konuşuluyor bu ara. Şu ana kadar iyi de gişe yaptı. Herkes güzel bir komedi olmuş diyor. Saat 23.32 geçiyor. O zaman perşembeyi uğurlayalım ve gelsin cuma.
Kişisel Blog Yazıları #35: İyi niyetli insanlar hala var ama...
Kişisel blog yazıları serisi yolculuğumuz hız kesmeden devam ediyor. İnsan, çağrı merkezinde çalışınca, her türden insana rastlıyor. Şunu söyleyebilirim ki: Hala iyi niyetli insanlar var ülkemizde. Tek endişem: İçinde bulunduğumuz bu ortamın, onları da yoldan çıkarması. Akşam haberlerini izlemedim. Sinirlerim zıplamasın diye. Haberlerden sonra zap yaparken Güldür Güldür’ün, Ben Seni Dinledim skecine denk geldik. Hüseyin, abuk sabuk fikirleriyle karşısındaki bilim insanını yine alt etti. İşin acı yanı: Konukların ve sunucunun da, Hüseyin’in yanında yer alması. İşte Türkiye’nin bugünkü hali. Sonra Eşref Rüya’nın yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçtik. Bu aralar İnstagram’da çok popüler olan bir kitap var: Bahçıvan ve Ölüm. Konusuna baktım. Babasının ölümünü, geri dönüşlerle kendisinin ve ailesinin hayatını, bir parça da ülkesini anlatıyormuş. Konusunu beğendim ben. Bu kitabı okurum. Günlerdir konuşulan Böcek ailesinin ölüm sebebi belli olmuş: Böcek ilacı zehirlenmesi. İnsanların ölüm şekline bak ve o ülke hakkında fikir sahibi ol. Daha ne denebilir ki?
Kişisel Blog Yazıları #34: Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz...
Salı gününün sonuna geldiyse vakit, kişisel blog yazıları serisinde yeni yazı yazmanın vaktidir. Normal bir iş gününü daha geride bıraktık. Daha hafta sonuna çok var. Neyse ki kaldı üç. Bunu düşünerek tatlı bir uykuya dalmaya ne dersiniz? Kendimi nasıl motive ediyorum ama. Akşam Now ana haberde Selçuk Tepeli yine ayar veriyordu. Siyasette, Dün dündür, bugün bugündür diyenler yüzünden bu haldeyiz diyordu. Kelimesi kelimesine böyle demedi ama vermek istediği mesaj buydu. Haklısın Selçuk Abi. Ama düzen böyle. Kanal D’de, Kemal Sunal’ın, Postacı filmini izledik. Annesi patates yemeği yapmış. “Bari içine az kıyma koysaydın” diyor Kemal Sunal. Annesini oynayan teyzemiz ise, “Kıyma bin lira oldu oğlum. Et nerde” diyor. Şimdi de aynısı değil mi? Aynı şeyleri tekrar tekrar yaşıyoruz yani. TRT 1’de, Galatasaray’ın maçı vardı. Şampiyonlar Ligi’nde, evimizde Union- Saint-Gilloise 1- o yenildik. Bari berabere kalsaydık. Onu da yapamadık. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okumaya devam ediyorum. Halkçı edebiyat hakkındaki görüşlerini sormuş bir dergi. Onu cevaplıyor. O anda aklıma şey geldi: İnstagram, X falan görseydi ne derdi acaba? Lafı fazla uzattım. Herkese iyi geceler.
Kişisel Blog Yazıları #33: Pasif gelir arayan adamın aktif uykusuzluğu...
Kişisel blog yazıları serisinin bu bölümüne uykusuzlukla başlayacağım. Sabah kalktığınızda, bir gram olsun uyuyamamış olduğunuzu hissettiniz mi hiç? Evet, ben hissettim. Mesela birkaç gün önce. Ara ara oluyor bu. O gün bitmek bilmiyor. Evet, haftanın ilk günü bitti. Çok yoğun olmamakla beraber yoğun bir pazartesiydi diyebiliriz. Akşam, Now TV’nin ana haberi açıktı. Haberleri izledikçe sinirlerim zıpladı. Haberlerden sonra neyse ki Show TV’de, Güldür Güldür’ün tekrarı vardı. Biraz onu izledim de düzeldim. Uzak Şehir’in yeni bölümü başlayınca kanal D’ye geçti bizimkiler. YouTube’da, finansal özgürlük videoları hala çok moda. Ama izlediğim videolarda aklıma yatan, işte bu dediğim bir pasif gelir modeline denk gelmedim. Bu yazıyı yazmadan önce Nizamettin Gümüş’ün bloğunda, Okumanın Beynimize Yaptığı 10 Muazzam Etki başlıklı yazısını okudum. O yazıda, beyin performansı uzmanı Jim Kwik’in, kitap okuma hakkında söylediği, “Beyniniz için spor salonuna gitmek” sözü çok hoşuma gitti. Bundan sonra kitap okuyacağım da ne olacak diyenlere bu cevabı şak diye yapıştırırız. Pazartesi bitti. O zaman gelsin salı.
Kişisel Blog Yazıları #32: Rüzgarlı bir gecede yazılan bir pazar yazısı...
Kişisel blog yazıları serisine rüzgarlı bir giriş yapıyorum. Saat 23:01 geçiyor ve dışarıda hafiften bir rüzgar var. Çok şiddetlenmediği sürece rüzgarları severim. Her şey dozunda güzel yani. Bugün pazardı. Normalde pazar, tatil demek ama ben bugün çalıştım. Arada bir pazarları çalışıyorum. Pazar da olsa çağrı merkezi durmuyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Ahmet Kutsi Tecer’e yazdığı mektupları okuyorum. Yurt dışı gezisi sırasında yazmış bu mektupları. Beklediğim, aradığım tadı bulamadım bu mektuplarda. Arkadaşıma yatırımla ilgili bir YouTube videosu attım. “Bırak ya. Herkes yatırımcı olmuş. Ağzı olan konuşuyor” dedi. O kadar haklı ki. Bu videolarda verilen önerilerde hep aynı zaten. Tarihçi Ceren Sungur’un, kahve sohbeti vardı YouTube’da. Biraz onu izledim. Her konu hakkında tarafsız yorum yapması hoşuma gidiyor Ceren’in. Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisini izledi bizimkiler. Nedense ben ısınamadım bu diziye. Bir pazar gecesinden bu kadar o zaman. Şimdiden iyi haftalar herkese.
Kişisel Blog Yazıları #31: Dışarı çıkmak da rutinleşiyor...
Hiçbir şey yapmak istemediğim ve yataktan kopamadığım bir gündü. Birkaç hafta üst üste dışarı çıkınca, o bile rutin hale geliyor ve sıkıcı oluyor. O yüzden dışarı da çıkmadım. Gün boyu sadece uyumak istedim. Biraz uyuduktan sonra kalktım. Tüm günü uyuyarak geçirirsem, günüm boşa geçmiş olacaktı. Böyle olmaz deyip kalktım, kitap okudum. Deep, kendimi fazla yormamamı söylemişti ama ben dinlemedim ve 15-20 sayfa kitap okudum. Nedense moralim de bozuktu. Bazen böyle oluyor. Bilmediğim nedenden dolayı mutsuz hissediyorum ve yine bilmediğim bir nedenden dolayı da çok mutlu hissediyorum. İnstagram’da dolandım biraz. Baba Vanga’nın, 2026 kehanetlerinde uzaylılarla ilk temas yaklaşıyor deniyormuş. Lan bu 3I/Atlas olmasın dedim. Bu haber günüme heyecan kattı biraz. Yoksa o sene, bu sene mi millet. Kanal D’de, Güller ve Günahlar dizisini izledik. Böylece bir gecenin daha sonuna geldik. Kişisel blog yazıları serisinin başka bir yazısında görüşmek üzere.
Kişisel Blog Yazıları #30: Mandalina kokusundan nerelere...
Ekmek almaya gittim. Manavı biraz geçince burnuma mis gibi bir mandalina kokusu geldi. Bunu kişisel blog yazıları serisinde muhakkak yazmalıyım dedim. Eskiden Haşmet Babaoğlu, köşesinde fotoğraf olarak elinde mandalina tuttuğu ve gülümsediği bir fotoğrafı kullanılırdı. Şimdi o fotoğrafını kaldırdı. Morali bozukmuş gibi bakan bir fotoğraf kullanıyor şimdilerde. Eski yazılarını da yazmıyor artık. Mandalinadan, çiçekten, zeytinden, kısacası hayattan bahsetmiyor artık. İşi gücü siyaset oldu. İşte yeni Türkiye. Çiçekten, ağaçtan, zeytinden falan yazacak ortam da kalmadı zaten. Ülkenin içinde bulunduğu durum bir yandan, gelecekten umutsuzuz bir yandan. Tadımız tuzumuz yok artık. Sadece yaşamak için yaşıyoruz artık. Bir mandalinadan konu nerelere geldi. Öyle işte.
Neyse ki akşam oldu...
Yoğun bir perşembe günüydü. Akşamın olmasına Godot’u bekler gibi bekledim. Neyse ki akşam oldu. Yemekten sonra haber izlemektense YouTube’da video izlemeyi tercih ettim. Çünkü haber izlemek, ufak çaplı bir sinir krizi geçirmek isteyenler için birebir bu aralar. Gerçi YouTube’da da bir şey yoktu. Bari kitap okuyayım dedim. Birkaç sayfa kitap okuyup, karnımızdan sonra ruhumuzu da doyurduktan sonra ver elini blog yazısı dedim. İşte burdayım. Hee, unutuyordum bak. Star’da, Çok Güzel Hareketler Bunlar 2 vardı. Birkaç skeç izledim. Ama beğenmedim. Bu sefer güldürmedi. Abi her hafta skeç yazmak bitirir o çocukları ya. Dışardan da skeç yazdırmalılar. Beyin bu. Bu akşamlık da perdeyi kapatalım o zaman. Kendinize iyi davranın.
Kendini okumaya veren adam...
*Adamın biri, kimseyle muhatap olmuyormuş. Kitaba vermiş kendini. Günde 8 saat kitap okuyormuş. İnsanlardan izole etmiş kendini. Harika bir izole yöntemi. Mis gibi. Abim geçinme problemini çözmüş demek ki. Geçinme problemini çözsek var ya. Kimse, kimseyle muhatap olmaz. Kitaba, doğaya vurur herkes kendini.
*Bizim
burada bir simitçi var. Günler oldu açılacak. TOKİ, şimdiye kadar kaç tane bina
dikmişti be kardeşim. Biraz acele. Bünye sabahları talaş böreği istiyor, simit
istiyor, poğaça istiyor. İnsanız işte. Yeni olan her şey insanın ilgisini
çekiyor. Yoksa simit, poğaça her yerde var.
*Taşacak
Bu Deniz, Kızılcık Şerbeti’nden reytinglerde birinciliği aldı. İyi güzel de.
Ben hiçbir şey anlamıyorum diziden. Sıkıyor beni. Yani işin özü: Bu deniz,
benim için taşmadı.
Tüm dünyada ya elektrikler gidecek ya da internet...
Bugün bir ara internet gitti. Ben de benim internetle ilgili zannettim. Meğer dünyada gitmiş. Neyse ki uzun sürmedi ve geldi. Bu kesinti benim aklıma, iddia edilen büyük kesintiyi getirdi. Gün gelecek ve dünyada tüm internet kesilecek. Ya da dünyanın tümü elektriksiz kalacak. Bir arkadaşıma söyledim bunu. İnternetsiz kalmayı tercih ettiğini söyledi. Ben de internetsiz kalmayı tercih ederim. Çünkü elektriksiz kalmak tam bir felaket olur. Ama benim gibi bir internet bağımlısı için de depresyon sebebi olurdu internetsiz kalmak. Düşünsenize: YouTube yok, İnstagram yok, X yok ve en önemlilerinden bir tanesi bloğum yok. Bloğuma yazı yazıp yayınlayamayacağım. Peki siz hangisini tercih ederdiniz?
Klasik bir pazartesi değildi bu...
Evet, bir pazartesi sendromunu daha geride bıraktık. Gerisi diğer pazartesilerin başına. Aslına bakılırsa pazartesi sendromu yaşanacak bir gün de değildi. Klasik bir pazartesi yoğunluğu yoktu. İki gecedir hava çok soğuk. Ayaz var ayaz. Bazı yerlerde kar yağmış. Bizim buralara ne zaman gelecek bakalım beyaz bereket? Yazarların, okumak ve yazmak ile ilgili söylediklerini okudum biraz. Akşam akşam iyi geldi. Bizimkiler kanal D’de, Uzak Şehir dizisini izliyorlar. İnstagram’da biri, Uzak Şehir dizisi için Hint dizilerine başladı diye yorum yapmış. Ülke olarak zaten Hindistan’a benzemeye başladık. Feyyaz Yiğit, İbrahim Selim’in YouTube kanalına konuk olmuş. Dizilerini pek beğenemedim ama sohbetini/muhabbetini sevdim Feyyaz Yiğit’in. Bu arada kendisi, 11 yaşına kadar burada, yani Düzce’de yaşamış. Bu yüzden de sempatim arttı tabi. Şimdilik bu kadar. Görüşürüz.
Soğuk bir geceye hazırlanan sokaklar...
Soğuk bir pazar günüydü. Ekmek almaya çıktım akşam. Tüm iş yerlerinin ve evlerin ışıkları yanmış bir şekilde karşıladı beni sokaklar. Soğuk bir geceye hazırlanır gibiydi herkes. Yürüdükçe ısındım. Ekmeğe alıp eve döndüm. Yemek ve çay faslı. Sonra televizyonda ne var? Klasik bir akşam işte. Show TV’de, Bereketli Topraklar dizisine bakıyordu bizimkiler. Bu dizide reytinglerde istediğini alamamış ve yakında final yapacakmış. Daha kitap falan okuyamadım. YouTube’tan bir tanecik bile olsun video izleyemedim. Sözde pazar günü her şeyi yapacaktım. Film de izleyecektim. O da yalan oldu. Yalan rüzgarı gibi bir gün. Saat olmuş 22.00 ve pazarın bitmesine kalmış iki saat. Ne ara geldin pazartesi?
Aynı şeyleri düşünüp duruyorum...
Arkadaşla buluşmak için otobüse bindim. Bir tek boş yer ters koltukta vardı. Ayakta kalmaktansa ters koltuğa oturdum. Ters gitmeyi sevmem ben de çoğu kişi gibi. Yolu izlemedim. Gözlerimi kapattım ve düşündüm. Son bir haftayı, geçmişi ve geleceğimi. Ya zaten insanın devamlı düşünüp durduğu şeyler vardır. Onların bir kere daha üstünden geçtim. Mide bulantısı falan olmadan otobüs yolcuğunu bitirdim. Arkadaşla çay kahve içtik. Babası rahatsız. Biraz ondan konuştuk. Daha yaşımız kırk olmadı ama iki arkadaş da tansiyon çıktı. Ben de kolesterol ve panik atak. Ne varsa eski topraklarda var görüşünde birleştik. Onlar bizim yaşımızdayken yoktu böyle hastalıkları. Arkadaş da teknoloji bitirdi bizi dedi. Ben çağrı merkezinde çalışıyorum. Devamlı oturuyorum. O elektrik projesi çiziyor. Devamlı oturuyor. Böyle yaşamlar hastalıkları getiriyor dedi. Sonra otobüsle tekrar eve dönüş. Bu sefer oturacak yer vardı. Ters koltukta gelmek zorunda kalmadım.
Seni görenin aklına yazmak gelecek...
Yorucu bir haftanın son günü. Hafta sonu için bol bol uyuma planım var. Ama böyle dediğime bakmayın. Sabah 09.00’da yine ayakta olurum. Tatil olunca uyunmuyor. Artık bu bilimsel bir gerçek. Hafta sonu için bir film izleme planım var. Bakın, bunu yapmaya çalışacağım. Bir de bir kafeye gidip ya kitap okumak, ya da bilgisayarda yazı yazmak istiyorum. İnsanları gözlemleyerek yazmak istiyorum. Artık o an bana ne hissettirirlerse. Belki de hiçbir şey hissetmem. Belli mi olur. Bir tane yazar, yazmayı bir rutininiz haline getirmelisiniz diye öğüt veriyordu yazmak isteyenlere. Her şey aynı yola çıkıyor yani. Hayatta ne olmak ya da ne yapmak istiyorsan hayatına entegre edeceksin onu. Millet seni gördüğünde hemen akıllarına o gelecek. Bence böyle. Peki ya sizce?
Sağımız solumuz yapay zeka...
Perşembe gününe de geldik. Hafta başından bugüne gelmek ne kadar da zor görünüyordu değil mi? Haftaya başlayınca bir şekilde geliyor işte. Bugün yorgun uyandım. İş güç olmasa daha saatlerce uyuyabilirdim. Geceleri rahat uyuyamıyorum bu aralar. Geceleri rahat uyumak için biraz soğuk bir odada yatmayı ve eskilerdeki gibi kalın bir yorganla uyumayı öneriyorlar. Nerede o eski kalın yorganlar? Nerede o eski bayramlar der gibi oldu değil mi? Ne varsa eskilerde var. Az önce Whatsapp’a bakarken fark ettim. Ona da yapay zeka gelmiş. Ekranın sağ alt tarafında yuvarlak, renkli bir simge var. Ona tıkladım. Biraz onunla konuştum. Meta Al’mış yapay zekasının adı. Her uygulamada yapay zeka var artık. Dört bir yanımız yapay zekalarla çevrildi resmen.
Yağmurlu bir kasım yazısı...
Yağmurlu bir kasım gününden merhaba. Bu havada saatlerce yatmak vardı. Çalışmak olmasaydı işte. Birkaç sayfa kitap okudum. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın denemelerini okuyorum. Belki ustanın kaleminden çıkan yazılardan ben de bir şeyler kaparım diye. Birkaç da YouTube videosu izledim. Jüpiter, Güneş Sistemi’nden çıkacak mı? Bu nasıl iş dedim. Ayhan Tarakçı, kendi YouTube kanalında bu konuya açıklık getirmiş. “Yok öyle bir şey, rahat olun.” diyor. Dün de Celal Şengör’ü izledim. Güneş, Dünya’yı yutacak diyor. 5 milyar yıl sonra mı ne? Şimdi canımız, kanımız olan Güneş, gün gelecek bizi yutacak demek. İşe bak. Üç günlük dünya işte. Bol su için, gerekmedikçe kimseyle muhatap olmayın, kahve ya da çayınızı alıp pencereden yağan yağmuru izleyin. Biraz huzur lazım hepimize.
Gecenin bir vakti uyandım ve...
Gözlerimi açtığımda odam karanlıktı. Demek ki daha sabah olmamıştı. Kafamı kaldırıp pencereden dışarıya baktım. Tüm evlerin ışıkları kapalıydı. Çok geç bir saat olmalıydı. Kalktım ve ışığı yaktım. Saat 03.30’u gösteriyordu. Yatağıma tekrar oturdum. Bloğuma baktım. Ne kadar okunmuş ve yorum var mı diye. Biraz da İnstagram’da takıldım. Sonra hemen kapattım telefonu. Yoksa uzar gider bu bakmalar. Bir tuvalete gidip geldim. Işığı kapattım ve tekrar yattım. Biraz biten günümü düşündüm. Biraz geçmişi düşündüm. Olmazsa olmaz biraz da geleceğimi düşündüm tabi. Sağa sola dönerken uyumuşum. Rüyamda bir ormandaydım. Peşimde birileri vardı ve ben kaçıyordum. Şaka şaka. Deep’in rüyası muhtemelen böyle başlardı. Değil mi Deep? 😊
Yapay zekanın dinine inanan olur mu?
*Yapay zekanın yaptığı dine inanan olur mu? Bu dünya nelere inanan insanlar gördü. Yapay zekanın oluşturduğu dine de inanan olur. Yapay zekaya aşık olan var bırak yapay zekanın dinine inanmayı.
*Atatürk’ün
vefatının 87. yılında saygı ve özlemle anıyoruz.
*Bu
sene Atatürk’ün vefatı nedeniyle yapılan reklamlarda çok beğendiğim, harika
olmuş dediğim bir reklama rastlamadım hiç.
*Pınar
Altuğ ile Oktay Kaynarca’nın başrollerini oynadığı İlk Aşkım adında bir dizi
vardı zamanında. Bu ikili nasıl yan yana gelebilir diyenler bi izlesinler
derim.
*Manifest
diye bir grup var. Haklarında soruşturma açılmasaydı kendilerinden hiç haberdar
da değildim. Haberdar olduktan sonra bile şarkılarından birin bile hala bilmiyorum.
Şarkılarından biri bile patlasaydı İnstagram ve X’te muhakkak görürdük herhalde
değil mi?
Kitabı çıkmamış blogger kalmayacak...
*Kitap yazan blogger arkadaşlarımın sayısı her geçen gün artıyor. Gün gelecek kitap çıkarmamış blogger kalmayacak diyebilir miyiz?
*Show
TV’deki, Bereketli Topraklar dizisini izledik. Beğenip beğenmediğime karar
veremediğim bir dizi oldu şu ana kadar.
*MasterChef
ünlüler programının tekrarına denk geldik. Güzel olmuş. Babam, şeflerin, yemek
ayırmamasını ve her yemeği iştahla yemelerini övdü, durdu. İşini severek yapmak
bu olsa gerek.
*Oyunculuk
kutsal mı tartışması var. Bana göre kutsal değil. Ama kutsaldır diyene de
hayır, kutsaldır diye tepki gösterecek halim yok. Herkesin kendi düşüncesidir.
*Barış
Arduç, Düzceliymiş. Bak buna sevindim. Ayrıca da gururlandım.
*Finansal
özgürlük için ilk başta aylık ne kadar rakam sizin geçinmeniz için yeter onu
belirlemeniz gerekiyormuş. Sonra adımlarınızı ona göre atmamız gerekiyormuş.
İnsanlar ölümsüz olamaz...
ABD’li bilim insanı Raymond Kurzweil, 2029-2030 yılları arasında insanların ölümsüz olacağını söylemiş. Yalan. Bu gerçekleşmeyecek bir rüya. Çünkü insanlar ölmek için yaratılmıştır. Kim olursanız olun ve ne kadar bilimsel bilgi sahibi olursanız da olun, bir gün öleceksiniz. Ayrıca şunu da söyleyeyim: Bence ilerleyen yıllarda intiharlar çok artacak. Çünkü bu dünya daha da çekilmez bir hal alacak.
GÜLLER
VE GÜNAHLAR…
Kanal
D’de, Güller ve Günahlar adlı diziyi izledik. Daha önce Now’daki Ben Leman
dizisini izliyorduk ama buna geçtik. Çünkü bu dizi daha da sardı bizi. Senaryo
çok iyi. Biraz, Yargı dizisi gibi. Bilinmez çok. Eğer senaryonun devamı da
böyleyse ve bir yerlerde tıkanmazsa bu dizi devam eder.
Çok kitap okuyor ama yazmıyor...
Çok kitap okuyan bir arkadaşıma bir kitap önerdim. Bir yazarın yazma üzerine denemelerinden oluşan bir kitaptı. “Benim yazma ile işim yok. O yüzden okumam” dedi. Çok kitap okuyan birinin yazmaya heves etmesi gerekmez mi? Demek ki gerekmiyormuş.
KOMİK
BİR SKEÇ ÖNERİSİ…
Çok
Güzel Hareketler Bunlar 2’nin, Erkek Gecesi skeci çok komikti. Yayınlanalı bir
hafta olmuş ama YouTube’da 1 milyon izlenmeye ulaşmış. Baya sevilmiş yani skeç.
HER
SENE AYNI SÖYLEM…
Bu
senenin çok karlı geçeceğine dair haberler var. Ben de İnstagram hesabımda
paylaştım bu haberlerden birini. Bir arkadaşım da her sene aynı şeyin
söylenmesinden yakındı. Haklısın dedim. Ama bol kar demek, barajların dolması
demek. Yağmurlar o kadar da doldurmuyormuş barajları bilinenin aksine. Ama kar
öyle mi? O yüzden bol karlı bir kış bizim için bir nimet sayılır.
Ellerini yıkamak için suyu açtı...
Ellerini yıkamak için suyu açtı, ellerini ıslattı ve çeşmeyi kapattı. Sıvı sabundan birkaç fırt sıktı. Ellerini ovalamaya başladı. Bu işlem sırasında çeşmenin açık olmamasına özen gösteriyordu. Her yerden barajların kuruduğu haberleri geliyordu. Böyle bir durumda suyu boş yere akıtamazdı. O yüzden dikkatli olmalıydı. Ellerini bir güzel sabunladıktan sonra suyu açtı ama az açtı. Bir güzel ellerini yıkadı. Çok sevdiği yakın bir arkadaşı ne demişti: “Abi eller her yere değiyor. Ağzımıza, yüzümüze götürüyoruz sonra ellerimizi. O yüzden ellerimizin temizliğine dikkat etmeliyiz.” Normalde de devamlı ellerini yıkayan biriydi zaten. Bir de pandemiden beri iyice dikkat eder olmuştu. Dışardan gelir gelmez üstünü başını çıkarır ve hemen ellerini yıkardı. Bunu bir alışkanlık haline getirmişti.
Kısa Hikaye: Darlandım...
Evde daralmıştı ve kendini dışarıya atmıştı. Belki biraz yürümenin iyi geleceğini düşünmüştü. Neden daralıyordu? Onu da tam bilemiyordu ya. Belki gelecek kaygısı, belki de günlük iş stresi, belki de ülkenin içinde bulunduğu durumdu onu darlayan. Bir kasım akşamıydı. Hava kararmaya başlamıştı. Zaten gün boyu hava da grimsi dedikleri türdendi. Tam bir sonbahar havası işte. Kahvenin önünden geçerken dışarıda oturan birkaç kişinin dışında herkesin içeride olduğunu gördü. Kahveci bir tepside çayları dağıtıyordu. Yürümeye devam etti. Kafasında devamlı dönüp duran şeyler tekrar zihnine hücum etti. İşi stresliydi, hayatı rutindi, geleceği belirsizdi. Bunları düşünürken merkeze gelmişti. Zaten eviyle, merkez denen küçücük yer, yakındı. Fırını gördü. Acaba eve ekmek lazım mı diye sordu kendine. Evi aradı. İki ekmek almasını söylediler. Fırından ekmekleri aldı ve gerisin geriye eve doğru yürümeye başladı. Tam o anda akşam ezanı okunmaya başladı. Evlerin ışıkları bir bir yanıyordu. Bu yürüme sorunlara çözüm değildi ama bir nefes almıştı işte.
Ben de o adamlardan biri oldum...
Sadece sakince anlatmak istedim ona yaşadıklarımı. Ona ne kadar değer verdiğimi. Ama o dinlemek istemedi. Galiba onu geri dönülemeyecek şekilde kırmıştım. Sadece beni dinlemesini istedim. Ondan sonra gideceğimi söyledim. Olanı biteni anlattım. Ama yüzündeki ifade hiç değişmedi. Artık onu kaybettiğimi anlamıştım. Başımı ellerimin arasına aldım ve anladım, seni kaybetmişim dedim. Yavaşça kalktım ve kapıya yöneldim. Sokağa adımımı attığımda nefes alamayacak gibiydim. Belki de bir panik atak geçiriyordum. Kaldırıma oturdum ve sarsılarak ağlamaya başladım. Biraz sakinleştim. “Evet, ben bunu çoktan hak etmiştim” dedim. Gözyaşlarımı sildim, oturduğum yerden kalktım ve yürümeye başladım. Artık ben de sevdiği kadına sadık olmayan o adamlardan biri olmuştum.
Kitabı satmayan blogcu...
Çikolatanın ambalajını açtı ve yemeye başladı. Bir yandan da kitabının satış rakamlarına bakıyordu. Ağzı çikolata yerken, gözü bilgisayar ekranındaydı. Kitabı çıkalı bir ay olmuştu ve şimdiye kadar sadece 5 tane satılmıştı. 5 tane satılması bile büyük bir olaydı. O çok istediği kitabı da yazmış ve yayınlatmıştı işte. Ama hiç de hayal ettiği gibi olmamıştı. Demek ki olay sadece kitabını yayınlatmakla bitmiyordu. Hemen kitabı kapış kapış satılacak değildi ya. Bir blogcuyu görmüştü geçenlerde. 8 tane kitabı vardı ama o da ünlü olmamıştı. Çok satanlar kitaplarda adını hiç görmemişti. Yani çok kitap yazmak da ünlü bir yazar olacağının garantisini vermiyordu. Bari blog yazımı yazayım diyerek ilgili sayfayı kapattı.
Beden değil fikir jimnastiği...
Evet, bir pazar gününün daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Nerede o eski pazarlar? Yok o söz, burası için değildi yahu. Arkadaşın dükkana gittim. Bir çay içtim. Ekonomiden, toplumsal hayattan falan bahsettik. Sonra ekmek alıp eve geldim. Show TV’de yeni başlayan Bereketli Topraklar dizisini izledim biraz. Yine düşman iki aile ve paylaşılamayan topraklar var. Klasik hikayeler işte. Fenerbahçe deplasmanda Beşiktaş’ı 3-2 yendi. Sergen Yalçın da Beşiktaş’a ilaç olamadı. Yeni bir sosyal medya yapsak. Kullanıcı o anki duygu durumunu sadece bir emoji ile ifade etse nasıl olur? Sizce tutar mı? Fikir jimnastiği yapmayı severim böyle. Spor yapıp bedeni çalıştırmıyoruz bari beyni çalıştıralım değil mi?
Şantaj yaparak zengin olma hayali...
Kanal D’deki Güller ve Günahlar adlı dizide genç bir kız, zengin bir adama şantaj yaparak zengin olmanın peşine düşüyor. Şantajı da yapamıyor, eline yüzüne bulaştırıyor. Sonra şantaj yaptığı adamla konuşuyorlar. Neden böyle bir şey yaptın? diye soruyor adam. “Zengin olmak istedim” diyor kız. Evet, meselemiz bu. Zengin olmak. Her ne pahasına olursa olsun zengin olmak. Başkasına şantaj yaparak zengin olmak. Hiç çalışmamak ve devamlı para gelmesi ya da tek seferde şantaj yaptığı kişiden milyonlar almak. Toplumun geldiği son nokta burası. Buyrun burdan yakın. Bir diziden çıkılarak bu yargıya varılır mı? Bal gibi de varılır. Kim ne derse desin. Çekilen diziler ve filmler, çekildikleri dönemin aynasıdır.